26 Aralık 2013 Perşembe

SAYIN ADNAN OKTAR'IN RÖPORTAJLARINDAN SEÇME BÖLÜMLER

Karakollar turistik tesis gibi açık olmalı.

ADNAN OKTAR: Karakol yerine tabii ki oraya bağlık bahçelik yerlerde yapabiliriz. Karakola vereceğin parayı, orada çok şahane misafir evlerine, güzel lokantalara. Tesislere, turistik tesislere de harcayabilirsin. Ama tehlike geçti diye bir konu yok. Ama adamlar kafayı takmış. Yani biz burayı illaki komünist yapacağız diyorlar. İllaki böleceğiz diyorlar. Adamlar vazgeçtim demiyor ki. Vazgeçtim dese, karakol niye olsun orada. Karakolla ne işimiz var. Kafayı taktığı için, illaki ısrar ediyor. Bizim, burayı alacağız diyor, başka bir çözüm yok. Onun için halkı da öyle kışkırtıp, orada olay çıkartmak yanlış. Sevecen, sevgi dolu karakollar yapmak lazım. Karakolun ruhunu değiştirmek lazım. Karakol, turistik tesise dönmesi lazım. Karakolun lokantası da olsun, çarşısı olsun, kütüphanesi olsun. Tek amacı dürüst, iyi insanları korumak. O şekilde olsun. Çardaklar yapın, bağlık bahçelik olsun. Karakoldakilerde rahat etsin, herkes rahat etsin. Oraya markette yaparsın. Tek amaç, birisi pislik yaptığında, kötülük yaptığında onları etkisiz hale getirmek, halkı korumak. Halkla iç içe, halkın emrinde olsunlar. Mesela her karakolun bir doktoru da olsun, bir reviri olsun, küçük bir klinik olsun, küçük bir eczanesi olsun. Böyle bir karakol anlayışı olsun. Tabii müstahkem bir karakol olsun ayrı. Son aşamada tabii askerin kendi. Ama normalde açık bir karakol olsun. Yani yüzde 80 açık olsun karakolun, yüzde 20’si savunmaya matuf bir görünümde olsun. Mesela bu çok rahat yapılabilir. Sevecen karakol, sevecen polis, böyle bir yapı meydana getirmek lazım.



Tevrat’ta Allah’ı anmanın güzellikleri anlatılıyor.

ADNAN OKTAR: “Rabbe övgüler sunun “ diyor, 149. Mezmurlar’da. “Rabbe yeni bir ezgi söyleyin. Sadık kullarının toplantısında onu ezgilerle övün.” Müslümanlar, bir araya gelsin Allah’ı övsünler diyor.

“İsrail, yaratıcısında sevinç bulsun. “ Yani o devrin müminleri ve bütün Müslümanlar Allah’ın varlığında sevinç bulsun. “Siyon halkı krallarıyla coşsun.” Yani birbirinizi sevin diyor. Liderinizle mesela Krala karşı nefret değil coşun diyor. Lideri sevmek, halkın liderini, liderinde halkını sevmesi çok önemli. “ Dans ederek övgüler sunsunlar onun adına.” Bak dans Tevrat’ta açık açık övülüyor. “Övgüler sunsunlar onun adına tef ve lir çalarak onu ilahilerle övsünler.” Demek ki Allah’ı öven güzel şarkılar makbul. “ Çünkü Rab halkından hoşlanır. Alçak gönüllüleri zafer tacıyla süsler.” Demek ki enaniyetliler kaybediyor. Alçak gönüllüler kazanıyor. Onun için enaniyetli, mütekebbir kendini büyük gören lider olmayacak, inşaAllah. “ Bu onurla mutlu olsun, sadık kulları.” Mutlu olsun Müslümanlar diyor Allah.


Bağışlanma dilemek;

Bir ayette şöyle bildirilir:

Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)

Ayette zulümleri nedeniyle insanların sorguya çekilmeleri halinde, yeryüzünde istisnasız tek bir canlının bile kalmayacağından bahsedilmektedir. Buna iman edenlerin de dahil olduğu çok açıktır. O halde hiçbir mümin kendini hatasız ve günahsız göremez. İman edenler de, gün içinde bilerek ya da bilmeyerek pek çok hata yapabilirler. Aklının, imanının, şuurunun derecesine göre bu hata ve günahlar az ya da çok olabilir. Ancak hiç kimse kendini hata yapmaktan müstağni göremez. Kendini kusursuz ve mükemmel görmek başlı başına bir hata olur. Kuran'da bu tarz bir kusursuzluk iddiasının Firavunlara özgü sapkın bir anlayış olduğu bildirilmiştir.

Mümin, imanı ve buna bağlı olarak da aklı arttıkça kendini günahsız görmeye değil, tam tersine kendi hata ve günahlarını daha iyi fark etmeye başlar. İçinde bulunduğu durumu daha net kavradığı, Allah korkusu çok daha arttığı için, bir yandan hatalarını düzeltmeye, tekrarlamamaya çalışırken bir yandan da isteyerek ya da istemeyerek işlediği günahları için sürekli olarak bağışlanma diler. İşte şuurlu bir müminin göstermesi gereken davranış budur. Dahası, bağışlanma dilemek zaten tüm müminlere farz kılınmıştır:

Ve Rabbiniz'den bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine Kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)

Bağışlanma dilemenin nimet verilmesine vesile olacağı da bu ayetten anlaşılmaktadır.

Kuran'ın pek çok ayetinde, peygamberlerin çeşitli vesilelerle Allah'tan bağışlanma dilediklerinden bahsedilir. O anda herhangi bir günah işlememiş olsa bile, Allah'ın azabını hatırladıklarında ya da Allah'ın bir imtihanıyla karşılaştıklarında peygamberlerin hemen Allah'tan bağışlanma dilediklerini görürüz. Bir ayette de Peygamberimiz (sav)'e insanların akın akın dine girdiklerini gördüğünde, Allah'ı hamd ile tesbih edip bağışlanma dilemesi bildirilir. Bir başka ayette ise cennete giren müminlerin övülen özellikleri arasında düzenli olarak bağışlanma dilemelerinden bahsedilmektedir:

Onlar, seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi. (Zariyat Suresi, 18)

Görüldüğü gibi bağışlanma dilemek için mutlaka o anda bir günah işlemiş olmak gerekmez. Bağışlanma dilemek, bir anlamda, müminin kulluğunu, Allah karşısındaki aczini, O'nun yardımı olmaksızın günahtan sakınmasının bile mümkün olmadığını dile getirmesidir. Bağışlanma dilemeye önem vermemenin altında aczinin, kusurunun, günahlarının farkında olmama gibi bir gaflet ve şuursuzluk hali yatar. Bunun doğal bir sonucu olarak insanın kalbi katılaşır ve zamanla kendi nefsini ilahlaştırıp (Allah'ı tenzih ederiz) şeytani bir enaniyet ve müstağniyet haline girer. Müstağniyet ise, Kuran'da haber verildiği üzere kişiyi azgınlaştırır, şeytanın dostlarından biri haline getirir. (Yasin Suresi, 75)




Allah (cc) 'tan tevbe ve bağışlanma dilemek;

Ölüm anında iman ve tevbe Allah Katında geçerli değildir. Kitap ehlinden her bir insan kendi ölümünden önce değil, Hz. İsa (a.s.) yeniden gelip vefat etmeden önce ona inanmayacak hiç kimse kalmayacaktır. 

Rabbimiz, "Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder..." (Nisa Suresi, 17) ayetiyle, samimi tevbe eden bir kimsenin tavrının nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır. Bir başka ayetinde ise Allah (cc) salih müminleri, "Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 135) sözleriyle tanımlamaktadır.

Allah (cc), cahillik ya da bilgisizlik nedeniyle yapılan, ancak fark edildiğinde hemen vazgeçilen ve üzerlerinde bile bile ısrar edilmeyen hataları affedeceğini bildirmektedir. Kuran’da bu konuda bildirilen bir başka ölçü ise, Allah (cc)'ın ahiret günü insanları sorumlu tutacağı tavırların sadece açıkça ortaya konulan samimiyetsizlikler olmadığıdır. Allah (cc) insanları, vicdanen bildikleri, ama insanlardan saklamaya çalıştıkları gizli samimiyetsizliklerden de hesaba çekecektir. Dolayısıyla insan, kendini değerlendirirken sadece dıştan görülebilen ve delillendirilebilen tavır bozukluklarını değil, gizli samimiyetsizliklerini de kendisine ölçü almalıdır. Ve bunların hepsinden vazgeçerek Rabbimiz'den bağışlanma dilemelidir.

Eğer hatalarından pay almaya yanaşmaz ve yüz çevirir ise, "Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden." (Alak Suresi, 6-7) ayetleriyle açıklanan insanların konumuna girebileceğini bilmelidir. Bu durumda samimiyete bile bile yanaşmadıkları, Allah (cc)'ın ayetlerini bildikleri, doğru yolu gördükleri halde tavırlarını bile bile değiştirmedikleri için, Allah (cc) bu insanların anlayışlarını tümüyle kapatabilir. Allah (cc) bu duruma karşı insanları şöyle uyarmaktadır:

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (A'raf Suresi, 146)

Tüm bunlar, Allah (cc)’a sığınıp tevbe ve bağışlanma dilemekten kaçınan ve hatalarından arınmaya yanaşmayan kimselere Allah (cc)'ın verebileceği karşılıklardan sadece birkaçıdır. Kendilerine tanınan süre insanları aldatmamalıdır. Allah (cc), insanlara merhametinden, affediciliğinden ve bağışlayıcılığından dolayı doğru yola yönelmeleri için belli bir süre tanımaktadır. Eğer insan bu süreyi kendi lehinde kullanmaz, vakit varken tevbe ve bağışlanma dileyerek hidayete yönelmezse sonuç kaçınılmaz bir azaba dönüşebilir. Dahası insan kendisi için takdir edilen sürenin ne zaman dolacağını bilemez. Bu nedenle her an ölecekmiş gibi, imanını güçlendirmek ve ahlakını güzelleştirmek için ciddi bir çaba içinde olmalıdır. Ölene kadar her insan için her an tevbe etme ve samimiyetle Allah (cc)'a teslim olma yolu açıktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder