29 Aralık 2013 Pazar

KURAN'I YANLIŞ YORUMLAMA NEDENLERİ



KURAN'I YANLIŞ
YORUMLAMA NEDENLERİ


Ön yargı, art niyet ve 
samimiyetsizlik

Kuran okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık. Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 45-46)


Müteşabih ayetlerle muhkem 
ayetleri karıştırmak

Kuran'ı yorumlamayı bilmemek

Arapça bilmemek

Allah Katından bir akıl ve
anlayış verilmemesi


Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 43-44)


Düşünmemek
Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık. (Enam Suresi, 126)

… Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)

Kibir ve büyüklenme
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (Araf Suresi, 146)

Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdiklerini unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde, kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (Kehf Suresi, 57)

Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah'a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. (Mümin Suresi, 56)

Kendisine Allah'ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azabla müjdele. (Casiye Suresi, 


 Kuran'ı, Kuran'a ve Sünnete uygun olmayan 
hurafe ve bidatlarla yorumlamaya kalkmak


"Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız derler. Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?" (Bakara Suresi, 170)

İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün 'boş ve amaçsız olanını' satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver. (Rum Suresi, 6-7)


 Kuran'ın bilimsel ayetlerini 
kavrayamamak


Nihayet geldikleri zaman, (Allah) der ki: "Siz benim ayetlerimi, bilgi bakımından kavramadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yapıyordunuz?" (Neml Suresi, 84)

Kuran'a ön yargı ile yaklaşan böyle bir kimsenin, amacı zaten kendince Kuran'da çelişki aramak olduğundan, o anda aklının ermediği, bilgisinin yetmediği herhangi bir ayeti, kendi düşük akıllarınca Kuran'ın açmazı zanneder. Oysa Kuran'da, indirildiğinden beri yüzlerce yıldır anlamı gizlenmiş ve ancak günümüzde anlaşılmış bilimsel ayetler olduğu gibi, daha ileriki tarihlerde anlaşılacak, bugün henüz anlamı açığa çıkmamış bilimsel ayetler de olabilir. Örneğin Kuran'da madde nakli ve koku nakli olabileceğine işaret edilmektedir. Bugünün teknolojisiyle henüz mümkün olmasa da bu iki konu, bilim-kurgunun gündeminde, geleceğin teknolojisi olarak çoktan yerini almıştır. Bunlarla ilgili Kuran'daki ayetler şöyledir:

- Hz. Süleyman'ın yanındaki ilim sahibi bir şahsın Sebe Melikesi Belkıs'ın tahtını yüzlerce kilometre uzaktaki sarayından bir anda getirmesi:

(Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuşlar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi.
Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi.
Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. (Neml Suresi, 38-40)

- Hz. Yakup'un oğlu Hz. Yusuf'un kokusunu yine kilometrelerce uzaktan duyması:

Kafile (Mısır'dan) ayrılmaya başladığı zaman, babaları dedi ki: "Eğer beni bunamış saymıyorsanız, inanın Yusuf'un kokusunu (burnumda tüter) buluyorum." (Yusuf Suresi, 94)

Kıyamete kadar geçerli olacak, tüm zamanları kapsayan üstün bir ilmin saklı bulunduğu Kuran'ın bazı ayetlerinin işaret ettiği manaları bugünün bilim düzeyiyle anlayamamak son derece doğaldır. Günümüzün bilim ve teknolojisi henüz yeterli seviyeye gelmemiştir, bilim geliştikçe Kuran ayetlerindeki bilimsel gerçeklere işaret eden "katlanmış manalar" daha da iyi anlaşılmaktadır.




 İçinde yaşadığı düzenin yanlış ölçülerine göre
Kuran'ı yorumlamak

Günümüzün hayat şartları ile Kuran'da bildirilen yaşam modelinin uyuşmadığını öne sürerek Kuran'ın hükümleri hakkında gerçek dışı çarpık yorumlar yaparlar. Örneğin, günlük yaşam temposuyla oruç tutmanın, günümüz ekonomi anlayışıyla faizin haram olmasının, modern kadın-erkek ilişkileri ile zinanın yasaklanmasının bağdaşmadığı gibi akıl ve mantık dışı iddialar öne sürerek Kuran'ın hükümlerini kendilerince eleştirmeye kalkarlar.
Kuran'da belirtilen ibadetler, hükümler, yasaklar hakkında cahilce ve yüzeysel mantıklar kullanırlar. Hikmetlerini anlamadıkları hükümler, anlamlarını kavramadıkları ayetler hakkında akılsızca tartışmalar açar ve hiçbir tutarlı mantık içermeyen iddialarını ısrarlı biçimde savunurlar.
"Hayatın gerçekleri" adını koydukları toplum genelinin yaşam tarzı ve dünya görüşünü mutlak doğru kabul eder ve bunları ölçü alarak kendilerince Kuran'da hata veya eksik aramaya kalkışırlar. Oysa ölçü aldıkları bu kavramların ne bilimsel ne de mantıksal hiçbir değeri yoktur. Mutlak doğrular, hayatın gerçekleri, asrın gerekleri zannettikleri kavramlar, topluluk psikolojisiyle birbirlerini avuttukları, kendi kendilerini kandırdıkları içi boş kuruntulardır.
Bütün gücünü çoğunluk olmaktan alan, çoğunluğa uymakla doğru yolda olduğunu sanan bu bilinçsiz kesimin gerçekte ne kadar sapkın bir yolda olduğu Kuran'da bize haber verilmektedir:

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.' (Enam Suresi, 116)

27 Aralık 2013 Cuma

21. YÜZYIL TÜRKİYE'NİN ALTIN ÇAĞI OLACAK

21. yy. Türkiye’nin altın çağı olacak

Dünya artık yeni bir döneme girmiştir. Bu dönem İslami değerlerin yükseldiği dolayısıyla Müslüman ülkelerin gündemde olacağı bir dönem olacaktır. Uzun süredir Batı ve İslam medeniyeti arasında kurulmaya çalışılan diyalog, 11 Eylül saldırıları sonrasında artık bir zaruret haline gelmiştir. Batı, İslam'ı tanıma ve anlama süreci içerisindedir. İşte bu süreçte nüfusunun %99'ı Müslüman olan, aynı zamanda Müslüman ülkeler arasında Batılı değerleri benimsemiş belki de tek ülke konumundaki Türkiye'yi önemli bir liderlik görevi beklemektedir.

Başkan Clinton'ın İsabetli Teşhisi

Türkiye İslam dünyası ile Batıyı biraraya getirebilecek tek ülkedir. Öncelikle demokratik ve laik yapısıyla Türkiye, Batının değerleri ile İslam'ın değerlerinin çatışmadığının somut bir örneğidir. Bununla birlikte sahip olduğu tarihi miras Türkiye'yi doğal olarak liderlik pozisyonuna yerleştirmektedir. Her iki unsur da dünyanın içine girdiği bu yeni dönemde Türkiye'ye hayati avantajlar kazandırmaktadır. Bu avantajlar zaman zaman Batı dünyasındaki araştırmacılar, stratejistler, devlet adamları ve gazeteciler tarafından da dile getirilmektedir. Örneğin, ABD eski başkanı Bill Clinton 1999 yılında Türkiye'ye yaptığı ziyarette Türkiye'nin 21. yüzyılın lideri olacağı yönündeki görüşlerini şu şekilde aktarmıştır: "Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika'yı içine alan milyonlarca kilometrekarelik bir alanda, dünya siyasetinin merkezi olan bir bölgede söz sahibi bir ülke olduğu için 21. yüzyılın şekillenmesinde kilit rol oynayacaktır."xix Clinton daha sonra katıldığı konferans ve seminerlerde de, bu görüşü savunmuş ve yeni yüzyılda Türkiye'nin üstleneceği role dikkat çekmiştir.

Amerikan yönetimi, Türkiye'nin Müslüman dünyasına örnek olan ve bu vasfı ile İslam dünyasının lideri olabilecek nadir ülkelerden biri olduğunu sık sık vurgulamaktadır. Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz'in California'da düzenlenen Dünya İlişkileri Konseyi forumunda yaptığı konuşma bu yaklaşımın önemli örneklerindendir. (Detaylı bilgi için bkz. İslam'ın Yükselişi, Harun Yahya)

Türkiye'nin mirasçısı olduğu Osmanlı'yı tüm dünyaya örnek kılan yapı İslam ahlakıdır. Zulüm gören insanların adaletine ve hoşgörüsüne sığındığı, çeşitli dinlerden ve ırklardan insanların birarada huzur içinde yaşadıkları Osmanlı İmparatorluğunun yöneticileri "Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır." (Hucurat Suresi, 13) ayetiyle buyurulan ahlakı düstur edinmişlerdi.

Dünyaca Ünlü Gazeteciden Dikkat Çekici Yorum

Türkiye'nin bu gelecek dönemde kilit bir pozisyona sahip olacağına dikkat çeken isimlerden birisi de ünlü gazeteci Stephen Kinzer'dir. The New York Times gazetesinin Türkiye temsilcisi olan ve uzun yıllardır Türkiye'de bulunan Kinzer, Türkiye'nin bu konudaki avantajlarını ve dezavantajlarını Crescent and Star: Turkey Between Two Worlds (Hilal ve Yıldız: İki Dünya Arasındaki Türkiye) adlı kitabında ele almıştır. 11 Eylül saldırılarının hemen ardından, CNN televizyonunda yaptığı stratejik değerlendirmelerde ise Türkiye'nin konumuna bir kez daha dikkat çekmiştir:

Türkiye'nin oynayabileceği role dikkat çekmek istiyorum... Ne var ki uzun vadede oynayacağı rol ise çok daha hayati bir önem taşımaktadır. Eğer Türkiye kendi iç sorunlarını aşabilirse, Müslüman demokrasisinin çarpıcı bir örneği olarak karşımıza çıkacaktır. İslami hassasiyetleri radikalizmden ayıran bir mıknatıs görevi görebilir. Müslüman dünyası üzerinde büyük bir etkisi olabilir ve böylelikle tüm dünyayı değiştirebilir.

Bu önemli değerlendirme, Türkiye'nin geçmişi ve sahip olduğu mirası göz önünde bulundurulduğunda daha da anlam kazanmaktadır. Yaklaşık altı asır boyunca dünyaya nizam veren Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasına sahip olan Türkiye için bu misyonu gerçekleştirmek hiç de zor olmayacaktır. Dünyanın etnik ve dini çeşitlilik bakımından en renkli ve idaresi en güç bölgelerini asırlar boyunca hakimiyeti altında tutan Osmanlı'yı ayakta tutan güç, özünü Kuran ahlakından alan manevi değerler olmuştur. Milli ve manevi değerlerine sahip çıkan, sahip olduğu medeniyet mirasını iyi değerlendiren ve yüzünü her zaman Batıya dönük tutan bir Türkiye, tıpkı geçmişte olduğu gibi gelecekte de tarihi yönlendirenler arasında yer alacaktır.

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Ali İmran Suresi / 103)

Çekişmek güç kaybına neden olur

Müminlere Kuran'da bildirilen en önemli sırlardan birinde, aralarında çekişmemeleri gerektiği, aksi takdirde güçlerinin azalacağı, birliklerinin bozulacağı ve yılgınlaşacakları haber verilir. Bu ayet şöyledir:

Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

Kuran'a uygun olan, alçakgönüllü, hiçbir konuda hırsı olmayan, ara düzelten, çözümcü ve kolaylık getiren bir ahlaktır. Bunun aksi olduğunda, insanlar arasında çekişmeler, ihtilaflar olacaktır. Her insan elbette ki farklı düşüncelere sahip olabilir. Örneğin bir konunun çözümü için 20 insan 20 farklı fikir önerebilir. Bunların her biri kendi içinde haklı, doğru veya tutarlı olabilir. Ancak, herkes kendi isteğinin olması için ısrar ettiğinde kargaşa ve ihtilaf çıkacağı açıktır. Bu durumda bu 20 kişi birlik olacağı yerde, kendi fikrini kabul ettirmek için, kardeşleriyle çekişmeye girişecek ve asıl yapılması gereken hayırlar aksayacaktır. Dolayısıyla bu 20 kişinin tüm gücü gidecek, aralarındaki birlik ve kardeşlik bozulacaktır.

Oysa müminler değil birbirleriyle çekişmek, birbirlerine karşı son derece fedakar olmalı, birbirlerini çok sevmeli, çok güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma içinde olmalıdırlar. Özellikle zorluk zamanlarında, her zamankinden çok Allah'ı zikretmeli, birbirlerine karşı her zamankinden daha çok anlayışlı ve kolaylaştırıcı olmalıdırlar. Çekişmek nasıl güç alırsa, birlik ve beraberlik de aksine müminlere güç verir. Allah, bir başka ayetinde müminler dost ve yardımcı olmazlarsa, dünyanın fitne ve bozgunculuk içinde olacağını ayrı bir sır olarak vermiştir:

"İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur." (Enfal Suresi, 73)

Bunların her biri Allah'ın bir sır olarak bildirdiği ve Müslümanlara yüklediği sorumluluklardır. Hiçbir Müslüman, bir diğer kardeşiyle arasındaki çekişme için "bundan ne olur?" dememelidir. Çünkü Allah'ın bildirdiğine göre bu, Müslümanların güçten düşmesi demektir ve bunun Müslüman üzerinde sorumluluğu olur. Müslümanlar birbirlerinin yanlışlarını, hatalarını, kusurlarını araştırmamalı, birbirlerine örtü görevi görerek, şefkat ve merhametle birbirlerini tamamlamalıdırlar. Bunun neticesinde tüm güçlerini Allah'ın dinini, Kuran ahlakını insanların arasında yaygınlaştıracak, insanlara Allah'ın varlığının delillerini anlatacak ilmi çalışmalara verebilir ve tüm insanlığa büyük hizmette bulunabilirler. Ancak unutmamak gerekir ki, herkes hizmeti, asıl olarak kendi ahiretini kazanmak, Allah'ın azabından korunmak için yapar.

GAFLETE KAPILMAMAYA EN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN ZAMANLARDAN BİRİ DE, ALLAH'IN NİMETİNİ ARTIRDIĞI VAKİTLER

Gaflete kapılmamaya en dikkat edilmesi gereken zamanlardan biri de, Allah'ın nimetini artırdığı vakitlerdir.

Hayatında bir eksiklik olduğunda; beklentileri ya da istekleri umduğu şekilde gerçekleşmediğinde, genellikle insanın Allah'a yönelişindeki samimiyet, derinlik ve ihlas da alabildiğine artar...

Çoğu insanın Allah'a en samimiyetle yöneldiği anlar, bu kişilerin hayatlarında birtakım eksikliklerin, sıkıntıların ya da sorunların yer aldığı zamanlardır. İnsanlar, acizliklerini, güçsüzlüklerini ve Allah'a ne kadar muhtaç olduklarını en kamil anlamda böyle zamanlarda kavrarlar. Ve Allah'a, bu kavrayışın getirdiği samimiyetle yönelirler. Dualarındaki candanlık, ihlas ve derinlik, ruh hallerindeki netlik, açıklık ve dürüstlük, ve Allah'a yalvarışlarındaki teslimiyet çok yüksek seviyelere ulaşır. Bu anlarda kişi, kendi ruhundan yansıyan bu samimiyete, Allah'a karşı olan sevgisindeki coşkuya, candanlığına, yakınlığına ve teslimiyetine kendisi de şahit o olur. Allah'a karşı kalbinde yaşadığı bu samimiyetten kendisi de çok hoşlanır ve bu halini günlük hayatın hiçbir aşamasında kaybetmemek ister. Hayatının geri kalanına hakim olan yüzeysel haline bir daha hiç geri dönmemek için ruhunu eğitmeye çalışır.

Ancak ne var ki, Allah insanın dualarına icabet ettiğinde, üzerindeki sıkıntıyı kaldırdığında ve o kişiye olan nimetini artırdığında, çoğu insan, bir şekilde yaşadığı bu derinlikten uzaklaşır. Ve çoğu zaman içerisine düştüğü gafleti fark etmesi de, ancak nimetlerin tekrar elinden gitmesiyle gerçekleşir.

Oysa ki insanın bu derinliği bir hayat şekli olarak yaşaması için, illaki yokluk ve sıkıntı içerisinde bir hayat sürmesine gerek yoktur. İnsan Allah aşkıyla, derin Allah sevgisiyle hayatının her anında aczini, fakrını, muhtaçlığını olabilecek en açık şekliyle hissedip bunun getirdiği ruh hali içerisinde bir yaşam sürebilir. Bu tamamen kişinin şuurunu açıp niyet etmesine bağlıdır. Allah insana düşünce gücünü istediği kadar derinleştirebilme imkanı vermiştir. Allah'ın üstün sıfatları, sonsuz mükemmellikteki ahlakı ve yaratışı üzerinde düşünmek, Allah'ın sıcak dostluğunun, sevgisinin, şefkatinin alametlerini günün her anında fark edebilmek, bir insanın Allah'a karşı en derin ve en güzel ahlakı yaşamasına vesile olur.

Bu derinliği yaşayan bir insan, zorluk ve sıkıntı içindeyken Allah'a olan muhtaçlığını ve acizliğini ne kadar iyi kavrayabiliyorsa; Allah kendisine nimet, bolluk, bereket verdiğinde de aynı şuur açıklığında yaşar. Hatta Allah'ın lütfettiği her bir nimet, onun Allah'a karşı olan teslimiyetini bağlılığını, Rabbimiz'e duyduğu derin saygı ve sevgiyi daha da artırır. Kendisine yalnızca Allah'ın birer ikramı ve lütfu olarak verilen nimetlere layık olamamaktan, içerisinde bulunduğu rahatlık ve refahtan dolayı gaflete kapılmaktan, aczini unutup büyüklenmekten, tüm sahip olduklarını normal ve olağan karşılar hale gelmekten titizlikle sakınır. Yaşadığı her an, Allah'ın rahmetini, şefkatini, sevgisini, affediciliğini, lütfunu, yakınlığını en derinden hissetmenin verdiği bir şükür hali içerisindedir. Hayatına katılan her güzellik, önce Allah'a yönelmesine vesile olur. Ve o güzelliklerden istifade ettiği her an, içinde Allah'ı derinden sevmenin mutluluğunu, heyecanını yaşar. Allah dilediği için bu güzelliklerin onun çevresinde olduğunun; sahip olduğu mutluluğu, huzuru, nimetleri yalnızca Allah kendisini seçip lütfettiği için yaşadığının kesintisiz olarak şuurundadır. Allah'ın, dilediği anda hayatını tümüyle değiştirebileceğinin; tüm nimetleri bir anda yokluğa, eksikliklere, sıkıntılara dönüştürebileceğinin çok açık bir şekilde farkındadır.

Bu nedenle de, yokluk ve sıkıntı anlarında Allah'a olan yakınlığı ne kadar samimi ise, işte yaşadığı bu nimetler ve güzellikler içerisinde olduğunda da aynı samimiyet ve candanlık içerisindedir. Zorluk ve sıkıntıyla karşılaştığında Allah'a ne kadar gönülden, ne kadar coşkulu bir sevgi, içtenlik ve bağlılık ile dua ediyorsa, hayatı istediği her türlü güzellik ve nimetle dolu olduğunda da Allah'a aynı teslimiyet, aynı acizlik, aynı muhtaçlık ve aynı samimiyet ile yalvarıp yakarır.

İşte bu ruh hali, bir müminin kalbindeki gerçek imanın bir alametidir. Allah böyle bir insana, bir kimsenin dünya şartlarında isteyecebileceği, tasarlayabiyeceği, aklının kavrayabileceği en güzel hayatı yaşatsa; nimetlerin en fazlasını, en güzelllerini verse; mutluluğu, neşeyi, sevgiyi, huzuru olabilecek en yüksek hazlar ile yaşatsa da, bu kişi sahip olduklarında dolayı ruhunu yozlaştırmaz. Allah'a karşı olan yakınlığında, sevgisinde, coşkusunda, Rabbimiz'e olan muhtaçlığını kavrayışında hiçbir olumsuz değişiklik olmaz. Yine her anını, yalnızca Allah'ın rızasını –olabilecek en fazlasıyla- kazanabilme aşkıyla; Allah'ın en sevdiği kulu olabilme tutkusuyla; Allah'ın lütfuna, rahmetine, nimetine, sevgisine layık olabilme coşkusuyla geçirir. Ve yine her an, Allah'ın lütfunu gereği gibi takdir edememekten, Allah'ın rahmetine layık olamamaktan, Allah'ın istediği ahlakı en mükemmel şekliyle yaşayamamaktan şiddetle korkup sakınarak yaşar. Ve gösterdiği bu imani hassasiyet de, -Allah'ın izniyle- böyle bir kimsenin, sıkıntı altında da olsa, nimet içerisinde de olsa, sürekli olarak derin imanda yaşamasını sağlar.

21. YÜZYIL VE AHİR ZAMAN

21. Yüzyıl ve ahir zaman;

Hükmü kıyamete kadar geçerli olan, tüm hayatımızı kapsayan emir ve bilgilerin yer aldığı Kuran-ı Kerim'in en büyük mucizelerinden biri, ilk vahyin inmesinden bu yana, her asırda yaşayan tüm insanlara hitap etmesidir. Allah, Kuran'ı kıyamete kadar insanlara bir yol gösterici ve hidayet rehberi olarak indirmiştir. Bunun yanı sıra Kuran'da geleceğe dair işaretler ve müminlerin üzerinde düşünmesi gereken bazı sırlar da vardır. Kıyamete yakın bir dönem olan ahir zamanda yaygınlık kazanacak olan inkarcı sistemlerin uygulamalarına ve Allah'ın bu batıl sistemleri hakkı göndererek darmadağın etmesine yönelik çok önemli işaretler bulunmaktadır.

"Ahir zaman" ifadesi anlam olarak son dönem, son zaman demektir. İslam'a göre ahir zaman kavramı kıyamete yakın bir zamanda, Kuran ahlakının üstün olacağı, insanlar arasında yaygın olarak yaşanacak olan son dönemi ifade eder. Adı geçen bu dönem Allah'ın izniyle çok yakındır ve insanların bu konu üzerinde derin derin düşünmeleri çok daha büyük bir önem kazanmıştır. Bu nedenle tüm Müslümanların etraflarında gerçekleşen olayları dikkatle takip etmeleri ve bunları Kuran ayetleri ile Peygamberimizin hadisleri doğrultusunda değerlendirmeleri gerekmektedir. Kuran'da ahir zaman konusuna dolaylı olarak değinilmiştir. Ayetler üzerinde düşünüldüğünde günümüzdeki olaylara ve ahir zamana işaret eden çok önemli sırlar bulmak mümkündür.

İnsanların hayalinde her zaman için daha güzele, daha iyiye yönelik bir özlem bulunmaktadır. Daha güzel bir manzara, daha güzel yiyecekler toplumsal sorunların yaşanmadığı huzurla dolu bir hayat, bolluk, bereket…
İşte ahir zaman, tüm bu "daha iyi", "daha güzel" kavramlarını içinde barındıran bir çağı ifade eder. Ahir zaman, sıkıntının yerini bolluğun ve bereketin, adaletsizliğin yerini adaletin, ahlaksızlığın yerini güzel ahlakın, kargaşanın yerini barış ve huzurun aldığı, İslam ahlakının hakim olduğu kutlu bir dönemdir. Güzel ahlakın tüm dünyada yaşanması, Peygamberimizin vefatından sonra kıyamete kadar gerçekleşecek olan ahir zaman alametlerinin en önemlilerinden biridir.

Peygamberimizin hadislerinde bu dönemi ve özelliklerini açıklayan detaylı anlatımlar yer alır. Peygamberimizin ardından bazı İslam büyükleri de ahir zaman hakkında önemli açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu anlatımlara bakıldığında, ahir zamanın, birbirini izleyecek olan bir takım önemli olay ya da süreçlerle dolu olduğunu görürüz. Ahir zaman dünyanın büyük bir bozulma ve karmaşa yaşadığı, ancak sonra da gerçek dinin yaşanmasıyla kurtuluşa kavuştuğu bir dönemdir.

Ahir zamanın ilk aşamasında, dünya Allah'ı inkar eden bir takım felsefi sistemler nedeniyle dejenere olacaktır. İnsanlar yaratılış amaçlarından uzaklaşacak, bunun sonucunda büyük bir manevi boşluk ve ahlaki bozulma oluşacaktır. Büyük felaketler, savaşlar ve acılar yaşanacak, insanlar "Nasıl kurtuluruz?" sorusunun cevabını arayacaklardır. Bu dönemde İslam Dini, içine sokulan bir takım hurafeler ve batıl inanışlar nedeniyle aslından uzaklaştırılmıştır. Bir yanda ateizmi ve dinsizliği telkin eden felsefeler, öte yanda da dini içten tahrip eden bu tutucu güçler, insanlığı büyük bir karanlığa sürüklemişlerdir. (Harun Yahya, Altınçağ)

Ancak Allah, ahir zamanın bu büyük karmaşası altında ezilen insanları kurtuluşa ulaştıracaktır. Fitnelerin çoğalması, haramların helal sayılması, doğal felaketlerin tüm dünyayı sarması ve birbiri ardınca hayret verici olayların meydana gelmesi, tüm müminlere ahir zamanın yaklaştığını haber vermektedir. Ahir zamanın en büyük müjdesi ise İslam ahlakının yeryüzüne yayılmasıdır. Peygamberimizden aktarılan hadislerde ahir zamanda tüm dünyanın adaletle ve barışla dolacağı müjdelenmektedir. Bu döneme "Altınçağ" isminin verilmesinin nedenlerinden biri budur. Hadislerde emniyetin ve güvenin temin edildiği, yokluk ve fakirliğin ortadan kalktığı, silahların sustuğu bu dönem hakkında çok detaylı bilgiler verilmektedir. Kuran ahlakının yaşanmasıyla meydana gelecek olan adalet ve barış dolu dünyada, ürünlerde ve mallarda da çok büyük bolluk ve bereket yaşanacaktır. Böylece yokluklar, sıkıntılar ve açlık ortadan kalkacaktır. Gerçekten de daha şimdiden bilgisayar, gen ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, bu gelecek dönemi doğrular şekildedir. Bilimde yaşanan gelişmeler insanın çevresini saran yaratılış delillerini daha yakından kavramasını sağlamaktadır. Tıp biliminde hastalıkların önceden teşhisi, robotlar, uydu teknolojileri ve daha birçok teknolojik alet, ahir zamanın alametleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Süratli bir şekilde yaşanan gelişmeleri iyi yorumlayabilen kişiler, Allah'ın müjdelediği bu kutlu dönemin alametlerinin çok açık olduğunu hemen fark edeceklerdir.

Hz. İsa'nın Dönüşü

Hz. İsa'nın dünyaya ikinci gelişi, Allah'ın Kuran'da Müslümanlara vaat ettiği bir müjdedir. Hz. İsa, diğer tüm peygamberler gibi Allah'ın insanları doğru yola çağırmakla görevlendirdiği seçkin bir kuludur. Ancak Hz. İsa'yı diğer peygamberlerden ayıran bazı özellikler vardır. Bunlardan en önemlisi onun halen ölmemiş, Allah katına yükseltilmiş ve yeryüzüne tekrar geri dönecek olmasıdır. Birçok insan Hz. İsa'nın geçmişte "bir şekilde" öldüğünü ve bir daha yeryüzüne geri dönmeyeceğini sanmaktadır. Bu inanç, Kuran'ı bilmemekten kaynaklanan önemli bir yanılgıdır. Kuran dikkatli bir gözle incelendiğinde Hz. İsa hakkındaki ayetlerin gerçek anlamları ortaya çıkmaktadır. Allah Kuran'da şöyle buyurmuştur:

"Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." (Al-i İmran Suresi, 55)


Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden gönderileceği, Peygamber Efendimiz tarafından da müjdelenmiştir. Peygamberimiz, hadislerinde Hz. İsa'nın, özellikle Hıristiyan ve Yahudi dünyasına hitap edeceğini, onları içine düştükleri hurafelerden sıyrılıp Kuran'a göre yaşamaya çağıracağını bildirmiştir. Ahir zamanla ilgili olarak Peygamberimizin söylediği onlarca hadiste, onun gönderileceği dönemde tüm yeryüzünün barış, adalet, huzur ve refahla dolacağı müjdelenmektedir.

Tüm Hıristiyan ve Müslüman alemi, yüzyıllardır bu kutlu misafiri karşılamayı beklemektedir. Hz. İsa ile birlikte, tüm Müslüman ve Hıristiyanlar tek bir inançta birleşecek ve dünya "Altınçağ" olarak anılan büyük bir barış, güvenlik, mutluluk ve refah dönemi yaşayacaktır.

ANARŞİZMİN ÇÖZÜMÜ KURAN AHLAKIDIR

Anarşizmin çözümü İslam ahlakıdır;

Tüm insanlık, dünya üzerinde yaşanan anarşizmden, şiddeti gün geçtikçe artan kanlı terör eylemlerinden kurtulmanın özlemi içerisindedir. Bugün dünyanın her yerinde vicdan sahibi insanların lanetlediği bu bela, Allah'ın izniyle İslam Dininin getirdiği güzel ahlakın, barışın, uzlaşmanın, sevgi ve şefkatin yerleşmesiyle tarihin derinliklerine gömülecektir.

Dünyanın pek çok yerinde, anarşik terör eylemlerine karşı alınan adli tedbirler etkili olmamakta, güçlü devletler dahi bu belayı etkisiz hale getirememektedirler.

Din ahlakından tamamen uzak yetiştirilmiş, kendisini ve diğer insanları biraz gelişmiş hayvan türleri gibi gören, aşırı sorumsuz, başıboş ve saldırgan insanları dizginlemek, onlara hakim olmak, onları zaptetmek imkansızdır. Bugün birçok ülkede hala devam eden bu saldırganlığı ve zulmü engellemenin tek yolu insanlara İslam Dininin getirdiği güzel ahlakın aşılanmasıdır.

Terör destekli anarşizm

anarsizm1Anarşizm, terörizmle desteklendiği zaman, barışın, dostluğun, kardeşliğin, uzlaşmanın ve hoşgörünün karşısında olan karanlık fikir ve ideolojilerin bir uygulaması olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam Dininin özünü ise bu gibi güzel ahlak özellikleri oluşturur. Dolayısıyla anarşizm, tıpkı terör gibi İslam diniyle tam anlamıyla çelişir.

1) Anarşizm, tıpkı komünizm, faşizm, ırkçılık gibi bozgunculuğu öngörür ve şiddet yolu ile mevcut düzeni yıkarak, yerine kendi ideolojisi doğrultusunda yeni bir yönetim tesis etmeyi amaçlar. Anarşist militanlar şiddeti, kaba kuvveti, savaş veçatışmayı adeta kutsal kavramlar gibi görürler. (Harun Yahya, İslam Terörü Lanetler)

Kuran ahlakında ise Müslüman kendisine kötülük yapıldığında dahi iyilikle karşılık vermekle yükümlüdür. Bu konudaki ayetlerden birinde Allah şöyle buyurur:


"İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir." (Fussilet Suresi, 34)

Ayetteki gibi hareket eden bir insanın anarşizmin mantık ve yöntemlerine sempati duyması, bu kanlı ideolojiye en ufak bir eğilim göstermesi elbette ki söz konusu olamaz.

2) Anarşizmin bir diğer özelliği, kendisine belirlediği sözde "kutsal" hedef uğruna binlerce masum insanı göz kırpmadan feda edebilmesi ve bunu bir erdem gibi görmesidir. "Hedefler araçları meşrulaştırır" mantığıyla düşünen anarşistler her türlü terör eylemini rahatlıkla gerçekleştirebilirler.

Oysa Allah Kuran'da insanlara haksız yere saldırmanın, masum insanları öldürmenin çok büyük bir suç olduğunu bildirmektedir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur: "... Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur..." (Maide Suresi, 32)

Tek bir insanın dahi suçsuz yere öldürülmesi tüm insanların öldürülmesi gibiyken, işlenen cinayetlerin, yapılan katliamların ve gündemdeki tabiriyle "intihar saldırıları"nın ne kadar büyük bir suç olduğu açıktır.

3) Anarşizm, ahlaki veya insani değerlerini kaybetmiş, zalim ve acımasız bir toplum öngörür. Anarşizmin baskı unsuru olarak kullandığı gruplar en basit bir olayda dahi gözü dönmüş bir öfkeye kapılır ve bunun ardından hemen kavga ve çatışma başlatırlar.

Elbette bu duygusal şiddet, Kuran'ın emirlerine tamamen aykırıdır. Allah Kuran'da Müslümanları öfkelendikleri zaman bunu yenen, akılcı, itidalli ve ılımlı insanlar olarak tarif etmektedir. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:


"Onlar, ...öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever." (Al-i İmran Suresi, 134)

4) Anarşizmi yönlendiren bir diğer özellik de kitle ruhu, yani bozguncu taraftarların giderek çoğalmasıdır. Bir yabancıya sebepsiz yere saldırabilir, bir iş yerini yağmalayabilir, topluca insanları katledebilir, hatta kendisini bile ölüme atmaktan çekinmeyebilir... Terör eylemlerine katılanların çoğu, irade ve vicdanları zayıf olduğu için, kitle psikolojisi içinde çözülmüş, "sürü" haline gelmişlerdir.

Müminler ise çoğunluğa uymak yerine, daima akıl ve vicdanları ile hareket ederler. Bu da Kuran ahlakına uymakla mümkün olur.

5) Allah Kuran'da barışı ve uzlaşmayı tavsiye eder. Dikkat edilirse bu özellikler anarşizmin ana vasfı olan bozguncu karakterle taban tabana zıttır. Allah iyilikte bulunmayı ve insanların arasını düzeltmeyi emreder. Anarşi, terör, şiddet anlamlarını da kapsayan her türlü bozgunculuk hareketini yasaklar ve bu tür bir eylem içinde olanları lanetlediğini bildirir. (Rad Suresi,25)

Sonuç

Anarşi ve terör, tabiatı itibarıyla, din ahlakının getirdiği sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, yardımlaşma, kanaatkarlık gibi ahlaki erdemlere tamamen zıt bir yapı meydana getirmektedir. İlahi dinler tarafından lanetlenmiş olan "zalimlik" kavramı, anarşizmin mayasında vardır ve bu zalimlik terör grupları tarafından sistemli olarak övülmekte, meşru gösterilmekte ve özendirilmektedir.

Bugün dünyanın her yerinde vicdan sahibi insanların lanetlediği bu anarşizm belası, Allah'ın izniyle İslam Dininin getirdiği güzel ahlakın, barışın, uzlaşmanın, sevgi ve şefkatin yerleşmesiyle tarihin derinliklerine gömülecektir.

26 Aralık 2013 Perşembe

SAYIN ADNAN OKTAR'IN RÖPORTAJLARINDAN SEÇME BÖLÜMLER

Karakollar turistik tesis gibi açık olmalı.

ADNAN OKTAR: Karakol yerine tabii ki oraya bağlık bahçelik yerlerde yapabiliriz. Karakola vereceğin parayı, orada çok şahane misafir evlerine, güzel lokantalara. Tesislere, turistik tesislere de harcayabilirsin. Ama tehlike geçti diye bir konu yok. Ama adamlar kafayı takmış. Yani biz burayı illaki komünist yapacağız diyorlar. İllaki böleceğiz diyorlar. Adamlar vazgeçtim demiyor ki. Vazgeçtim dese, karakol niye olsun orada. Karakolla ne işimiz var. Kafayı taktığı için, illaki ısrar ediyor. Bizim, burayı alacağız diyor, başka bir çözüm yok. Onun için halkı da öyle kışkırtıp, orada olay çıkartmak yanlış. Sevecen, sevgi dolu karakollar yapmak lazım. Karakolun ruhunu değiştirmek lazım. Karakol, turistik tesise dönmesi lazım. Karakolun lokantası da olsun, çarşısı olsun, kütüphanesi olsun. Tek amacı dürüst, iyi insanları korumak. O şekilde olsun. Çardaklar yapın, bağlık bahçelik olsun. Karakoldakilerde rahat etsin, herkes rahat etsin. Oraya markette yaparsın. Tek amaç, birisi pislik yaptığında, kötülük yaptığında onları etkisiz hale getirmek, halkı korumak. Halkla iç içe, halkın emrinde olsunlar. Mesela her karakolun bir doktoru da olsun, bir reviri olsun, küçük bir klinik olsun, küçük bir eczanesi olsun. Böyle bir karakol anlayışı olsun. Tabii müstahkem bir karakol olsun ayrı. Son aşamada tabii askerin kendi. Ama normalde açık bir karakol olsun. Yani yüzde 80 açık olsun karakolun, yüzde 20’si savunmaya matuf bir görünümde olsun. Mesela bu çok rahat yapılabilir. Sevecen karakol, sevecen polis, böyle bir yapı meydana getirmek lazım.



Tevrat’ta Allah’ı anmanın güzellikleri anlatılıyor.

ADNAN OKTAR: “Rabbe övgüler sunun “ diyor, 149. Mezmurlar’da. “Rabbe yeni bir ezgi söyleyin. Sadık kullarının toplantısında onu ezgilerle övün.” Müslümanlar, bir araya gelsin Allah’ı övsünler diyor.

“İsrail, yaratıcısında sevinç bulsun. “ Yani o devrin müminleri ve bütün Müslümanlar Allah’ın varlığında sevinç bulsun. “Siyon halkı krallarıyla coşsun.” Yani birbirinizi sevin diyor. Liderinizle mesela Krala karşı nefret değil coşun diyor. Lideri sevmek, halkın liderini, liderinde halkını sevmesi çok önemli. “ Dans ederek övgüler sunsunlar onun adına.” Bak dans Tevrat’ta açık açık övülüyor. “Övgüler sunsunlar onun adına tef ve lir çalarak onu ilahilerle övsünler.” Demek ki Allah’ı öven güzel şarkılar makbul. “ Çünkü Rab halkından hoşlanır. Alçak gönüllüleri zafer tacıyla süsler.” Demek ki enaniyetliler kaybediyor. Alçak gönüllüler kazanıyor. Onun için enaniyetli, mütekebbir kendini büyük gören lider olmayacak, inşaAllah. “ Bu onurla mutlu olsun, sadık kulları.” Mutlu olsun Müslümanlar diyor Allah.


Bağışlanma dilemek;

Bir ayette şöyle bildirilir:

Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)

Ayette zulümleri nedeniyle insanların sorguya çekilmeleri halinde, yeryüzünde istisnasız tek bir canlının bile kalmayacağından bahsedilmektedir. Buna iman edenlerin de dahil olduğu çok açıktır. O halde hiçbir mümin kendini hatasız ve günahsız göremez. İman edenler de, gün içinde bilerek ya da bilmeyerek pek çok hata yapabilirler. Aklının, imanının, şuurunun derecesine göre bu hata ve günahlar az ya da çok olabilir. Ancak hiç kimse kendini hata yapmaktan müstağni göremez. Kendini kusursuz ve mükemmel görmek başlı başına bir hata olur. Kuran'da bu tarz bir kusursuzluk iddiasının Firavunlara özgü sapkın bir anlayış olduğu bildirilmiştir.

Mümin, imanı ve buna bağlı olarak da aklı arttıkça kendini günahsız görmeye değil, tam tersine kendi hata ve günahlarını daha iyi fark etmeye başlar. İçinde bulunduğu durumu daha net kavradığı, Allah korkusu çok daha arttığı için, bir yandan hatalarını düzeltmeye, tekrarlamamaya çalışırken bir yandan da isteyerek ya da istemeyerek işlediği günahları için sürekli olarak bağışlanma diler. İşte şuurlu bir müminin göstermesi gereken davranış budur. Dahası, bağışlanma dilemek zaten tüm müminlere farz kılınmıştır:

Ve Rabbiniz'den bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine Kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)

Bağışlanma dilemenin nimet verilmesine vesile olacağı da bu ayetten anlaşılmaktadır.

Kuran'ın pek çok ayetinde, peygamberlerin çeşitli vesilelerle Allah'tan bağışlanma dilediklerinden bahsedilir. O anda herhangi bir günah işlememiş olsa bile, Allah'ın azabını hatırladıklarında ya da Allah'ın bir imtihanıyla karşılaştıklarında peygamberlerin hemen Allah'tan bağışlanma dilediklerini görürüz. Bir ayette de Peygamberimiz (sav)'e insanların akın akın dine girdiklerini gördüğünde, Allah'ı hamd ile tesbih edip bağışlanma dilemesi bildirilir. Bir başka ayette ise cennete giren müminlerin övülen özellikleri arasında düzenli olarak bağışlanma dilemelerinden bahsedilmektedir:

Onlar, seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi. (Zariyat Suresi, 18)

Görüldüğü gibi bağışlanma dilemek için mutlaka o anda bir günah işlemiş olmak gerekmez. Bağışlanma dilemek, bir anlamda, müminin kulluğunu, Allah karşısındaki aczini, O'nun yardımı olmaksızın günahtan sakınmasının bile mümkün olmadığını dile getirmesidir. Bağışlanma dilemeye önem vermemenin altında aczinin, kusurunun, günahlarının farkında olmama gibi bir gaflet ve şuursuzluk hali yatar. Bunun doğal bir sonucu olarak insanın kalbi katılaşır ve zamanla kendi nefsini ilahlaştırıp (Allah'ı tenzih ederiz) şeytani bir enaniyet ve müstağniyet haline girer. Müstağniyet ise, Kuran'da haber verildiği üzere kişiyi azgınlaştırır, şeytanın dostlarından biri haline getirir. (Yasin Suresi, 75)




Allah (cc) 'tan tevbe ve bağışlanma dilemek;

Ölüm anında iman ve tevbe Allah Katında geçerli değildir. Kitap ehlinden her bir insan kendi ölümünden önce değil, Hz. İsa (a.s.) yeniden gelip vefat etmeden önce ona inanmayacak hiç kimse kalmayacaktır. 

Rabbimiz, "Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder..." (Nisa Suresi, 17) ayetiyle, samimi tevbe eden bir kimsenin tavrının nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır. Bir başka ayetinde ise Allah (cc) salih müminleri, "Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 135) sözleriyle tanımlamaktadır.

Allah (cc), cahillik ya da bilgisizlik nedeniyle yapılan, ancak fark edildiğinde hemen vazgeçilen ve üzerlerinde bile bile ısrar edilmeyen hataları affedeceğini bildirmektedir. Kuran’da bu konuda bildirilen bir başka ölçü ise, Allah (cc)'ın ahiret günü insanları sorumlu tutacağı tavırların sadece açıkça ortaya konulan samimiyetsizlikler olmadığıdır. Allah (cc) insanları, vicdanen bildikleri, ama insanlardan saklamaya çalıştıkları gizli samimiyetsizliklerden de hesaba çekecektir. Dolayısıyla insan, kendini değerlendirirken sadece dıştan görülebilen ve delillendirilebilen tavır bozukluklarını değil, gizli samimiyetsizliklerini de kendisine ölçü almalıdır. Ve bunların hepsinden vazgeçerek Rabbimiz'den bağışlanma dilemelidir.

Eğer hatalarından pay almaya yanaşmaz ve yüz çevirir ise, "Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden." (Alak Suresi, 6-7) ayetleriyle açıklanan insanların konumuna girebileceğini bilmelidir. Bu durumda samimiyete bile bile yanaşmadıkları, Allah (cc)'ın ayetlerini bildikleri, doğru yolu gördükleri halde tavırlarını bile bile değiştirmedikleri için, Allah (cc) bu insanların anlayışlarını tümüyle kapatabilir. Allah (cc) bu duruma karşı insanları şöyle uyarmaktadır:

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (A'raf Suresi, 146)

Tüm bunlar, Allah (cc)’a sığınıp tevbe ve bağışlanma dilemekten kaçınan ve hatalarından arınmaya yanaşmayan kimselere Allah (cc)'ın verebileceği karşılıklardan sadece birkaçıdır. Kendilerine tanınan süre insanları aldatmamalıdır. Allah (cc), insanlara merhametinden, affediciliğinden ve bağışlayıcılığından dolayı doğru yola yönelmeleri için belli bir süre tanımaktadır. Eğer insan bu süreyi kendi lehinde kullanmaz, vakit varken tevbe ve bağışlanma dileyerek hidayete yönelmezse sonuç kaçınılmaz bir azaba dönüşebilir. Dahası insan kendisi için takdir edilen sürenin ne zaman dolacağını bilemez. Bu nedenle her an ölecekmiş gibi, imanını güçlendirmek ve ahlakını güzelleştirmek için ciddi bir çaba içinde olmalıdır. Ölene kadar her insan için her an tevbe etme ve samimiyetle Allah (cc)'a teslim olma yolu açıktır.


25 Aralık 2013 Çarşamba

SAYIN ADNAN OKTAR'IN HİKMETLİ AÇIKLAMALARINDAN BİR BÖLÜM



Vesveseler insanları boğar, Allah’a sığınıp, düşünmemek en güzelidir.

ADNAN OKTAR: Nas Suresi’nde Cenab-ı Allah, şeytandan Allah’a sığınırım; Sinsice kalplere vesvese verenden Allah’a sığınmamızı istiyor Cenab-ı Allah. Her yerde vesvese vardır, gazetelerde vardır, radyolarda vardır, televizyonlarda vardır. Vesvesecilerden Allah’a sığınacağız, çok dikkat edeceğiz, vesveseyle de uğraşmayacağız, vesveseler insanları helak ediyor, vesvese insanları boğar, bu büyük bir bela olduğu için, Kuran’da Allah ona dikkat çekmiş, vesveseden Allah’a sığınıp, muhatap olmamak en güzelidir, düşünmemek, kaile almamak, vesveseyi adam yerine koymamak. Arkadaş diyeceksin ben senle ilgilenmiyorum, 10 yıl sonra gel o zaman icabına bakarız dersin. İlgilenmezseniz kaçar gider. Önem verirsen üstüne üstüne gelir.


Müslüman'ın tevekkülünü hiçbir şey etkileyemez.

Tevekkülden uzak bir insanın kuruntuları, kuşkuları, endişeleri, korkuları bitmez. Herşey böyle bir insan için tehlike niteliğindedir. Her yerden, her insandan kendisine zarar gelebileceğine inanır.coraptabebek Şüpheci, huzursuz yani sağlıksız bir karakterle yaşar. Allah’a güvenmenin rahatlığından uzak kaldığı için kendi sıkıntılarıyla kavrulur. İmanlı insan ise her ne olursa olsun Allah’a güvenip dayandığı, O’nu dost bildiği için tevekkülün konforu altında son derece kalender, neşeli ve sağlıklı bir ruh haliyle yaşar. Böyle bir insanı sarsabilecek, üzebilecek, yıpratabilecek hiç bir şey yoktur. Çünkü herşeyi Rabbimiz'in yarattığını bilir. Rabbimiz'in sonsuz gücüne dayanıp güvenmiştir. Bu sonsuz gücün desteğiyle hareket etmenin huzuru içerisinde yaşar. Allah dilemedikçe hiç kimsenin en ufak bir şey yapamayacağının bilinci hayatının temeli olur.

Cahiliye ahlakını yaşayan veya imanı zayıf olan kimselerde ise “bam teli” diye bir inanış vardır. Bu yanlış düşünceye göre kişinin tahammülünün sınırları vardır ve hassasiyet gösterdiği konularda üzerine gidildiğinde veyahut kendisine göre olmasını istemediği bir durumla karşılaştığında şiddetli bir reaksiyon göstermesi normaldir. Aslında anormallik olan dengesizce davranışlar, bu terimin ardına saklanılarak tevil edilmeye çalışılır.

Oysa hoş olmayan ve pek çok örnekle sıralanabilecek dengesiz davranışların altında yatan ortak sebep tevekkülsüzlüktür. Yani Allah’ın her anı kaderde bir hayırla yaratmış olduğunu unutarak kişinin kendini olumsuz bir ruh haline terketmesidir.

Eğer bir insan tam anlamıyla Allah’a tevekkül etmiyorsa, o insanın mutlaka zayıflık göstereceği, üzüleceği, endişe duyacağı konular olacaktır. Bu da kişinin imanındaki zaafiyeti, eksikliği gösterir. Derin bir imana sahip, Allah'a gönülden teslim olan salih bir mümin için ise üzülme, endişe duyma, zayıflık gösterme gibi bir şey asla yoktur.

Allah insanı dünya hayatında çok farklı konuyla deneyebilir. Örneğin insan ölümle, hastalıkla, malını mülkünü yitirip zorluk içinde kalmakla, sevdiği insanları yitirmekle, onların başına istenmeyen bazı şeylerin gelmesiyle ve bunun gibi pek çok konu ile denenebilir. Eğer böyle bir durumla karşı karşıya kalınmışsa bunda mutlaka hayır olduğunu bilmek, Allah’a tevekkül ederek metanetle olayları karşılamak gerekir. Mutlaka karşılaşılan durumu peygamber ahlakı gibi bir ahlakla değerlendirmek, Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olmak gerekir. Allah, “Sen, O güçlü ve üstün, esirgeyici olan (Allah')a tevekkül et.” (Şuara Suresi, 217) diye buyurmaktadır.

Eğer bir insan dünyadaki geçici menfaatleri değil, ahiretteki kalıcı sonsuz güzellikleri istiyorsa, dünyada endişe duyabileceği hiç bir konu kalmaz. Çünkü eğer insan kaygı, üzüntü gibi birşeyleri yitirme korkusuna bağlı duygular hissediyorsa, bunlar dünyadaki menfaatleri yitirmeye dayalı korkulardan kaynaklanıyordur. Ancak dünyadaki kısa imtihanını Allah’a tam bir tevekkül göstererek, O’nun rızasını kazanarak sonsuz güzelliğe, sonsuz rahatlığa kavuşmak istiyorsa, asıl yurt olarak dünyayı değil ahireti seçtiyse, konulara olumlu tepkiler vermesi, kalben çok müsterih olması son derece kolay olur.

Allah'ın Kuran'da ahlaklarını örnek verdiği Müslümanlar da a her ne olursa olsun tam tevekkül içerisinde olan mübarek insanlardır. Öyle ki Allah yolunda eziyete uğramış, işkence görmüş, sözlü saldırılara maruz kalmış, canlarıyla ve mallarıyla imtihan edilmişler ama son derece şevkle, azimle Allah yolunda yaşamaya devam etmişlerdir. Allah bu güzel ahlakı şöyle haber vermiştir:

"Bize ne oluyor ki, Allah'a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermiştir. Ve elbette bize yaptığınız işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah'a tevekkül etmelidirler." (İbrahim Suresi, 12)

Bu, tüm salih müminlerin örnek alması gereken asil bir davranıştır. Müminler başlarına en umulmadık, zahiren en zorlu, en sıkıntı verici gibi olaylar gelse de, çok büyük bir bolluk ve rahatlık içinde yaşasalar da aynı içtenlikle ve sevgiyle Allah'a dönüp yönelir ve hep aynı neşeyle, huzurla ve rahatlıkla yaşarlar.


SEVGİ BARIŞ GETİRİR, BARIŞ SEVGİ GETİRİR.BARIŞSIZ SEVGİ, SEVGİSİZ BARIŞ OLMAZ. SAMİMİ OLMAK ÖNEMLİ

Sevgi Müslümanlar için büyük bir nimettir; Sevgisizlik ise, inanmayanlar için bir beladır.

Allah’a olan güçlü imanı, Allah korkusu ve Allah’a karşı olan içli sevgisi, Müslümanın en önemli yaşam kaynağıdır. İnsan ancak bu sevgiyle maddi ve manevi olarak güç bulur, sağlıklı ve dengeli bir ruha sahip olur. Allah sevgisi insana her yönde güç ve ümit verir. Kişi, bedenen ve ruhen hiç azalmayan bir çaba ve canlılık içerisinde olur. Her an, çok sevdiği Rabbimiz olan Allah’a kavuşacağının, Allah’ın kendisini müjdelediği ahirete geçeceğinin ve Allah'ın cennet lütfetmesinin ümidi içindedir. Allah’a olan sevgisi mümine müthiş bir kararlılık ve irade verir. Aklını açar, daha sağlıklı ve Allah’ın razı olacağı şekilde düşünmesini sağlar. Olaylara akılla bakmayı, herşeyi akılla değerlendirmeyi öğretir. İnsanın fiziki anlamda da sağlığına vesile olur. İnsanın bedeni, ruhunun mükemmelliği ile daha dinç ve daha sağlıklı olur. Ruh bedene direk olarak etki etmektedir. Ruhtaki iman coşkusu, Allah sevgisi, imanın gücü, insanın cildine, vücut direncine, gülmesine, ses tonuna ve birçok fiziki özelliğine olumlu etki eder.

Allah sevgisini ve bundan kaynaklanan sevgi çeşitliliğini yaşamayan insanların ortak özelliği ise, fiziksel anlamda hasta olmasalar da, bu kimselerin hastalıklı bir görüntüye sahip olmalarıdır. Vücut, insanın ruhundan aldığı emirle hastalanmaya, sıkılmaya, halk arasında bezginlik olarak tarif edilen ruh haline eğilim gösterir. Örneğin böyle insanların yürüyüş şekilleri de önemli bir belirtidir. Canlı, şevkli bir ruhla değil, eğik durarak, bıkkın bir görüntü sergileyerek yürürler. Aynı şekilde ruhlarındaki bu önemli boşluk seslerine de etki eder. Rahat, huzurlu, canlı ve neşeli değil, kötü ve dinleyene sıkıntı veren bir ses tonuyla konuşurlar.

Oysa Allah sevgisini coşkun bir şekilde yaşayan bir kişinin, yürüyüşü sesi, bakışı bu modelden çok farklıdır. Allah’a olan sevgisinin gücüyle her tavrı, sesi, bakışları daima şuurlu, akıllı ve dikkatlidir. Allah’ı seven, Allah’ın yarattıklarına karşı da sevgiyle, muhabbetle, sevginin verdiği dikkatle bakar.

Ruhlarında sevginin eksikliğinden kaynaklanan boşluğu yaşayanlar, fiziksel anlamda canlı olmalarına rağmen, hem bedenen hem ruhen bu canlılıktan uzak bir görünüm sergilerler.




Filmlerdeki şiddetle dünyadaki sevgisizliği daha da arttırmaya çalışıyorlar.

ADNAN OKTAR: Dünyada Allah’ın insanlardan istediği tek bir şey var; sevgi. İnsanlarda tek bir şey istemiyor, sevgi. Allah nefreti istemiyor, kini istemiyor, intikamı istemiyor, acımasızlığı istemiyor. İnsanların da büyük çoğunluğu müthiş bir istekle bunu istiyor. Hep birbirini kırıp geçirmek, kesmek, öldürmek, birbiri hakkında dedikodu etmek, birbirine küfür etmek, birbirini aşağılamak, rahatsız etmek, üzmek, huzursuzluk vermek, böyle bir eğilimdeler. Yani cehennem istiyorlar. Allah’ta insanlar için cennet diliyor. Cennet için de cennet öğretmeni gerekiyor. İşte cennet öğretmeni de; Hz. Mehdi (a.s)’dır. Kuran’ı insanlara öğretecek, Kuran’daki sevgi anlayışını insanlara belletecek ve bir önemli üstad daha Hz. İsa Mesih (a.s). Cenab-ı Allah, iki üstadla, iki büyük üstad ile bu belayı def-ü ref edecek, inşaAllah. Hz. İsa Mesih (a.s)’da sevgi öğretmenidir, Hz. Mehdi (a.s)’da sevgi öğretmenidir. Çift dalda biri Hristiyan alemini, biri Müslüman alemine öğretmen olarak şuan görev almış durumdalar. Hristiyan alemindeki o şiddet yanlısı eğilimin azalmasının sebebi de yine Hz. İsa Mesih (a.s)’dır. İslam aleminde ki şiddet eğiliminin durdurulmasına sebepte yine Hz. Mehdi (a.s)’dır. Şeytan sürekli sevgisizliği öğretiyor, deccaliyet sevgisizliği öğretiyor. Gazeteler radyolar, televizyonların büyük bölümünde sevgisizlik, bencillik, egoistlik, kendini beğenmişlik, hırs, rekabet hırsı insanlara enjekte ediliyor. Gizli ve açık. Mesela yabancı filimler var, hepsinde çok gelişmiş otomatik silahlar, öldürücü ışıklar, yeni gelişmiş teknolojiyi ima eden onu hatırlatan garip silahlar. Ama hep amaç insan öldürmeye dayalı oluyor. Dikkat edin hep, bağıra bağıra insanlar ölüyor, bütün filmlerde. Ve insanlarda bağıra bağıra insanların öldüğü filmleri seyrediyorlar. Ve ona özen gösteriyorlar. Sevgiyi, şefkati anlatan filmler pek aramıyorlar. Ama ne kadar çok şiddet varsa, ne kadar çok ölüm varsa, bombalama varsa, mesela bir adam binlerce kişiyi aynı anda öldürebiliyorsa, ona hem hayranlık duyuyorlar, hem heyecanla onu seyrediyorlar. Ve bütün dünyada yoğun olarak bunun propagandası var. Geceli gündüzlü küçük çocuklara bile bunları öğretiyorlar. Bu internette programlar var, bilgisayar programları var, öldürmeye dayalı. Mesela o çocuk kumanda ederek tank ateşi yapıyor, top ateşi yapıyor, adamlar teker teker devriliyor, büyük bir heyecan duyuyor. Ama sevgiyi öğreten bir sistem olmuyor. Mehdiyet küçük ama etkisi çok büyük. Yani koskoca dünyanın deccali düşüncesi mesela Darwinizmi, materyalizmi şuan kör hale getirdi Mehdiyet. Dünya çapında bir gücü kör hale getirdi. Gücü yetmiyor şu an deccaliyetin. Eskiden Darwinizmi, materyalizmi göğsünü gere gere anlatan Deccaliyet, şu an zavallılaşmış ağlar vaziyette. Sadece çocuk gibi debelenme ve çırpınma halinde. Şuursuzca hareketlerle kendini korumaya çalışıyor, hareketlerle el kol havalara sıçrıyor, sürekli çırpınıyor, nereye çırpındığı da belli değil. Neyi amaçladığı da belli değil. Yani bir savunmaya da benzemiyor. Sadece öyle bir çırpınma halinde. Hz. İsa Mesih (a.s)’ın güçleri ve Hz. Mehdi (a.s)’ın güçleri, bir süre sonra birleşecek. Dünyada müthiş bir ferahlık olacak. Ama şu an Hz. Mehdi (a.s) gücü daha çok dünyada ortaya çıkacaktır. Hz. İsa Mesih (a.s)’ın güçleri, 2021-2023’ler gibi daha keskin kendini gösterir. O yıllara kadar, Hz. Mehdi (a.s) gücü dünyada gittikçe sivrilerek keskinleşerek dikkat çekecektir. Hz. İsa Mesih (a.s) sonra iltihak edeceği için, iltihak gücü olduğu için, ana güç Mehdiyet olduğu için, bizim gözümüze hep Mehdiyet asıl olarak görülecektir. Yani asıl büyük güç olarak o görülecektir. Büyümesi de çocuğun büyümesi gibi yavaş yavaş olacaktır Mehdiyet’in.

Fakirler ve çirkinler ne olacak?

ADNAN OKTAR: "Din, yakışıklı ve güzellerin dini mi? Çirkinler ne olacak? Fakirler, garibanlar, ezilenler?" Bir adam ahlaksızsa çirkindir. Güzel ahlaklı olup da, bana bir tane çirkin adam göster sen. "Şu çirkin" de, göreyim bana getir. Diyemeyeceğine göre, o zaman nereden çıkarttın bunu? "Fakirler, garibanlar" Hz. Mehdi (a.s)'ın görevi ne? Fakirleri, garibanları zengin etmek değil mi? Adaleti sağlamak değil mi? Sahah üzere malı yaymak değil mi? Hatta diyor ki Resulullah (s.a.v), "o kadar çok mal bollaşır, o kadar mal, mülk insanlara ihsan olur ki, bir insan doyduğu halde, bol malı olduğu halde gözü doymaz, gider hazineden yine ister" diyor. “Alır götürür pişman olur” diyor Peygamberimiz (s.a.v). Ben bol mal var taşıyor, buna rağmen alıyorum geri götürür pişman olur diyor. Hazin der ki diyor “biz ihsan ettik verdiğimiz malı geri almayız” derler, “onda kalır mal” diyor. Bu din, bizim tarif ettiğimiz din. Şiloh-Muhammed Mehdi (a.s) ahir zamanın Muhammed Mehdi (a.s)’ı beşbin yıldan beri Museviler bekliyor, 1400 yıldan beride Müslümanlar bekliyor aynı şahıs. Cevabın tamam değil mi?

24 Aralık 2013 Salı

SAYIN ADNAN OKTAR'IN SOHBETLERİNDEN SEÇME BÖLÜMLER

DÜNYA KADIN KARŞITI BAĞNAZLIĞI İSTEMİYOR



ADNAN OKTAR: İşte kadın düşmanı, kadın karşıtı bağnazlar bunu istemiyor. Nefis bir güzellik, ne güzel bir varlık. İlla çirkin olacak, illa üzüntülü olacak, hoş olmayacak. Aslında o kompleksten kaynaklanıyor. Çünkü böyle tiplerin güzel kadına kalışı pek olmuyor. Güzel kadın böyle tiplere zaten hiç yanaşmaz. Sevgisiz adama niye yanaşsın. Sevgiden anlamıyor, merhametten anlamıyor, akıl yok, fikir yok, derinlik yok, tutku yok, kirli, ruhu kirli lafını sözünü bilmiyor, patavatsız dolaysıyla çok çirkin sevgisiz, gaddar aksi kadınlar bunlara yaklaşıyorlar .Onlarda istiyor ki bizim çevremize de böyle insanlar olsun. Böyle sakallı, bıyıklı onların olduğu gibi sarımsak kokan, ters, aksi, münasebetsiz, laf sokan, ruhsuz, böyle erkekleşmiş ruhu ama üstüne de sevgisizlik, merhametsizlik gelmiş, dedikoducu, fitneci, nursuz insanlar olmasını istiyorlar. Bakıyorlar burada nur var, güzellik var, cazibe var, temizlik var, aşk var, tutku var, vefa var, fedakarlık var, cömertlik var, arkadaşlık var, güzel olan her şey var. Bakıyorlar sevgiyi çok güzel yaşıyoruz. En korkunç hayatı yaşadığı için, en azaplı hayatı yaşadığı için, kalbe tırmanan bir ateş onu yaktığı için ben niye böyle sürünüyorum da onlar böyle mutlular diye haset ediyor. Haset edince, güzelliği yok etmeye çalışıyor bu sefer. Gözü niye böyle, kaşı niye böyle, saçı böyle. Nasıl olması gerekiyor? Her şeyin çirkin olması gerekiyor. Gözü de çirkin olacak, dudağı çirkin olacak, burnu çirkin olacak. Saçı kıyafeti her şeyi çirkin olacak şimdi oldu diyor. Sen çirkinlikler içinde yaşa, biz güzellikler içinde yaşayacağız, ahirette de, dünyada da, inşaAllah.



BİLMİŞ HOCALAR PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN HADİSLERİNİ GÖRMEZDEN GELİYORLAR VE GİZLİYORLAR

ADNAN OKTAR: Bilmiş hocalar, Müslümanların canının yanmasına, acı çekmelerine sebep oluyorlar, onları demagojiyle, büyüyle nötr hale getiriyorlar. Beyinlerini uyuşturuyorlar Müslümanların. Ana çözümü bir türlü söylemiyorlar. Sen Allah’tan daha mı iyi biliyorsun? Resulullah (s.a.v)’den daha mı iyi biliyorsun? Resulullah (s.a.v) “Hz. Mehdi (a.s)’la olur” diyor. “Yok, ona gerek yok ben biliyorum” diyor. “Ben yaparım” diyor. Öbürü diyor ki: “Ben yaparım” diyor. Öbürü diyor ki: “İslam Birliği Teşkilatı var, ora yapar” diyor. Öbürü diyor ki: “Ekmeleddin İhsanoğlu yapar” diyor. Öbürü: “Mahmut Efendi yapar” diyor. Öbürü: “İhvan-ı Müslimin yapar” diyor. Öbürü “Şiiler yapar” diyor. Öbürü “Vahabiler yapar” diyor. Hepsi birbirini boğuyor ondan sonra. Ondan sonra da, kâfirun ve kâfirat müşriklerin üstüne çöküyorlar. Cahil bilgisiz Müslümanların üstüne çöküyorlar. Gariban zavallı Müslümanların da üstüne çöküyorlar. Ve akıl almaz bir kan seli dünyayı kaplamış vaziyette. Adeta üçüncü dünya harbi çıktı. Her yerde kan akıyor.

BEDİÜZZAMAN VE ATATÜRK

ADNAN OKTAR: Bakın Risale-i Nur’u açtım, Şualar 839. Sayfada, 14. Şua’da diyor ki Bediüzzaman; “müdür bey” diyor cezaevi müdürüne “size teşekkür ederim ki, kurtuluş bayramının bayrağını koğuşuma taktırdınız.” Türk bayrağı taktırmış, Bediüzzaman teşekkür ediyor hoşuna gitmiş. “Harekat-ı milliyede” milli harekette “İstanbul’da İngiliz ve Yunan aleyhindeki Hutuvat-ı Sitte eserimi tab' ve neşir ile belki bir fırka asker kadar hizmet ettiğimi Ankara bildi ki” yani İngiliz işgali ve Yunan işgali aleyhine yazılar yazmış Bediüzzaman o devirde ve çok etkili oldu diyor. “Ankara bildi ki” diyor, Mustafa Kemal Atatürk, “şifre ile iki defa beni Ankara’ya taltif için istedi” Bediüzzaman’ı. Ledün ilminin iki üstadı. 1- Bediüzzaman, 2- Mustafa Kemal Atatürk. Bakın şifre ile gizli istiyor Bediüzzaman’ı. “Hatta demişti ki” diyor Mustafa Kemal Atatürk, Said Nursi Hazretleri Bediüzzaman için bak diyor ki; “bu kahraman Hoca bize lazımdır” Atatürk diyor bunu. “Bu kahraman Hoca bize lazımdır. Demek benim bu bayramda bu bayrağı takmam hakkımdır” diyor Bediüzzaman, inşaAllah. Bediüzzaman ile Atatürk görüşmüşlerdir, konuşmuşlardır. Gizli görüşmeleri de var, konuşmaları da var. İki tane batın ilminin üstadı, iki tane ledün ilminin üstadı karşılıklı konuşuyorlar. Bediüzzaman’dan çok şey duydu Atatürk. İttihad-ı İslam’ın olacağını, Hz. Mehdi (a.s)’ın çıkacağını, İslam’ın dünyaya hakim olacağını tarih tarih, saat saat Bediüzzaman anlattı ona. Atatürk hepsini biliyordu, Rusya’nın yıkılacağını hepsini.

RİSALE-İ NUR’DAN HZ. İSA (AS)’IN FAALİYET YÖNTEMLERİYLE İLGİLİ AÇIKLAMALAR

“İsa (as) nur-u imanıyla tanıyan ve tabi olan cemaat-i ruhaniye-i mücahidin sayısı kemiyeti deccalin mektepçe ve askerce ilmi ve maddi ordularına nispeten çok az ve küçük olması işaret ve kinayedir.”
Hz. İsa (as) gelecek diyor Bediüzzaman, onu insanlar nur-u imanla tanıyacaklar. Yani “Bu İsa (as)” diyecekler. Ama, “bir cemaat-i ruhaniye-i mücahidin” diyor. Bu cemaat kim acaba? Mücahit bir cemaat ve ruhani bir cemaat. “Cemaat” diyor Bediüzzaman, bir cemaat, bir topluluk. “Sayısı deccalin mektepçe ve askerce ilmi ve maddi ordularına nispeten.” Allah Allah, demek ki İsa (as) da, onun bağlıları da okullar kuracaklar. Fethullah hocanın yöntemini kullanacaklar demek ki. “ve askerce” diyor. Demek ki askerin içinde de görev alacaklar. Demek ki askeri birimlere de talebelerini yollayacak, orada da bir kadrolaşmaya gidecekler. Çünkü bak diyor ki; “ilmi ve maddi ordularına nispeten”. Hem çok fazla bilim adamı olacak demek ki İsa (as)’ın talebelerinden; doçentler, profesörler, yani üniversitelerde yoğun faaliyet yapacağı açık açık anlaşılıyor. “İlmi” diyor bak ve “maddi.” Askeri ordular da, klasik bilinen ordular da demek ki generallik rütbesi alacaklar. Yani subaylar olacak. Orduya geniş çapta hakim olacaklar demek ki. “Nispeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir.” Yani onlar binse, on binse, onlar belki iki yüz, üç yüz. Ama buna rağmen galip olacaklar diyor. SAYIN ADNAN OKTAR