26 Kasım 2015 Perşembe

Savaş ile İlgili Ayetler ve Açıklamaları


Kuran'da savaşın tarifini bu şekilde gördükten sonra, bir kısım radikaller tarafından istismar edilen ve bir kısım İslam karşıtları tarafından da İslam'a yönelik eleştiri için kullanılan savaş ayetlerini inceleyelim: 

Bakara Suresi 191. Ayetin İncelenmesi

Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. (Bakara Suresi, 191)

Bu ayet, Müslümanların ağır baskı ve şiddete maruz bırakılması ve Mekke'den çıkarılıp Medine'ye hicrete zorlanmasının ardından indirilen bir ayettir. Yukarıda detaylı tarif ettiğimiz şartlar oluşmuş ve müşriklerin ağır zulmü ve doğrudan saldırılarına karşı Müslümanlar kendilerini savunma emri almışlardır. Zulüm yapma konusunda sakinleşmeyen, güzel sözden anlamayan ve barış/uzlaşma çağrılarına kulak asmayan bu topluluğa, onların yöntemi ile karşı koyma durumu söz konusu olmuştur. 

Fakat ayette, Kuran'daki savaş hukukuna dair hatırlatma da tekrar yer almaktadır: "Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın." Görüldüğü gibi savaşmanın tek şartı, karşı tarafın bir saldırıda bulunmasıdır. Onlar savaşmadıkça veya herhangi bir saldırıda bulunmadıkça, Müslümanlarla savaşmak kesin olarak helal değildir. 

Söz konusu ayeti kendilerince saptıran radikallerin de, İslam karşıtlarının da ayetteki bu önemli hükmü görmezden gelmesi elbette son derece kuşkuludur. Ayet açıkça, Müslümanlara sadece kendilerini savunma özgürlüğü vermektedir. Dolayısıyla savaş ve saldırı bu ayetin hükmü değildir. 

Ayetteki bir başka önemli husus ise şöyle bildirilmiştir: "Fitne, öldürmekten beterdir." Toplumları galeyana getirmek, nefreti körüklemek, dedikodu yayarak nefret, anarşi ve terörü yaygınlaştırmak ve düşman kitleleri oluşturmak, fitne çıkarmaktır ve ayetin ifadesine göre böyle bir fitneyi çıkarmak adam öldürmekten dahi beterdir. İşte Müslümanlara saldıranlar, hem fiili hem psikolojik hem de sinsi anlamda bu fitneyi oluşturmakta olan topluluklardır. Verdikleri zarar büyüktür. Saldırganlıkları baş gösterdiğinde de Müslümanlar doğal olarak kendilerini savunmaktadırlar. 

Şu anda bir kısım bağnazların kulaktan dolma bilgiler veya hurafelere kanarak kişileri, toplumları, dinleri veya ülkeleri fitneci ilan etmeleri ve bu sapkınlıklarına söz konusu Kuran ayetini delil göstermeye çalışmaları ise büyük bir hezimettir. Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları türlü sıkıntılara sokarak zarara ve günaha sürüklemek, ardından da toplu isyanların alt yapısını oluşturmak, Müslümanlara karşı fiili ve sözlü saldırılarda bulunmak gibi bozgunculuğa yol açacak fiiller içermektedir. Dolayısıyla bir kişinin fitne ile suçlanabilmesi için tarifini yaptığımız bu uygulamaların bir veya birçoğunu yerine getirmesi gerekmektedir. Şu anda "fitneci" damgasını vurarak özellikle Musevileri veya İsrail'i suçlamaya çalışanlar bu ayete kesin olarak muhalefet etmektedirler. 

Kuran'a göre Musevileri veya İsrail'i bir bütün olarak "fitneci" ilan etmek haramdır. Her dinden veya ülkeden fitne çıkaran insanlar olabilir. Fakat Araplardan, Türklerden veya Müslümanlardan fitne çıkaranlar olduğu için Arapların, Türklerin veya Müslümanların tümünün fitneci ilan edilemeyeceği gibi Musevi ve İsraillilerin de tümünü fitneci ilan etmek söz konusu değildir. Kuran'a göre bir Müslüman, bir Musevinin evinde yemek yiyebilmekte, ona konuk ve dost olmakta, hatta onunla evlenebilmektedir (Bu konu kitabın ayrı bir bölümünde detaylı izah edilmektedir). Durum böyleyken bir Müslümanın bir Museviyi koşulsuz şartsız "fitneci" olarak ilan edebilmesi mümkün değildir. Bu iddiayla ortaya çıkanlar, başta da belirttiğimiz gibi Kuran'ı hiç bilmeyen, fitne konusunda Museviler ile ilgili sayısız uydurma hadisin etkisi ile yetişmiş olan cehalet içindeki insanlardır. Söz konusu hadislere ve Kuran'a göre Kitap Ehlinin konumuna sonraki bölümlerde detaylı değinilecektir. 

Nisa Suresi 89, 90, 91. Ayetlerin İncelenmesi

Onlar, kendilerinin inkâra sapmaları gibi sizin de inkâra sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse, artık onları tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan ne bir veli (dost) edinin, ne de bir yardımcı. (Nisa Suresi, 89)

Ancak sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar ya da hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler (dokunulmazdır.) Allah dileseydi, onları üstünüze saldırtır, böylece sizinle çarpışırlardı. Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır. (Nisa Suresi, 90)

Diğerlerini de sizden ve kendi kavimlerinden güvende olmayı istiyor bulacaksınız. (Ama) Fitneye her geri çağrılışlarında içine başaşağı dalarlar. Şayet sizden uzak durmaz, barış (şartların)ı size bırakmaz ve ellerini çekmezlerse, artık onları her nerede bulursanız tutun ve onları öldürün. İşte size, onların aleyhinde apaçık olan 'destekleyici bir delil' kıldık. (Nisa Suresi, 91)

Söz konusu ayetlerde münafıklardan bahsedilmektedir. Münafık, kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen, Müslümanlar arasında yaşayan ve onlardanmış gibi görünen fakat gerçekte Allah'a ve İslam'a karşı düşmanlık besleyerek Müslümanları arkadan vurmaya çalışan bir varlıktır. Allah münafık olarak ölümle buluşanların cehennemin en alt tabakasında olacaklarını bildirmekte ve onları aşağılamaktadır. Anlaşılabileceği gibi münafık, ikiyüzlü ve kahpece tavrı nedeniyle ne inkarcılara ne de müşriklere benzemeyen, oldukça tehlikeli ve aşağılık bir insan modelidir. 

Müslümanları yarı yolda bırakan ve Müslümanların da kendileri gibi inkara sapmalarını arzu ederek bu yönde çalışan münafıkları dost edinmek Nisa Suresinin 89. ayetinde yasaklanmıştır. Onlarla savaşmanın meşrulaştığı durum, yani "şayet yeniden yüz çevirirlerse" ifadesinden anladığımız, söz konusu münafıkların artık Müslümanlara karşı fiili saldırı halinde olmalarıdır. Bunu hemen sonraki ayetten de anlamak mümkündür. 90. Ayette, "Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa" ifadesinden de anlaşılabileceği gibi saldırıda bulunmayan bir topluluğun aleyhinde bir yol yoktur. Açıktır ki, öldürme izni verilmiş olan topluluk Müslümanlara savaş açmış olan bir topluluktur. Yine burada Müslümanlara, saldırı karşısında kendilerini savunma hakkı verildiği açıkça anlaşılmaktadır. 

Bunun yanı sıra, Nisa Suresi 90. ayet, Kuran'ın adil, affedici ve şefkatli ve daima barışı koruyan üslubunun bir başka göstergesidir. O vakte kadar Müslümanları sinsice arkadan vurmuş, hainlik yapmış olmalarına rağmen münafıkların bir kısmı; "Ancak sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar ya da hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler (dokunulmazdır.)" hükmü gereği Müslümanlara karşı barışçıl tavır takındığı için ayetin hükmüne göre dokunulmazdırlar. Aynı ayette Allah, "Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır." diye belirterek onların dokunulmazlıklarını tekrar hatırlatmaktadır. Bu ise adaletin ta kendisidir. 

Nitekim 91. ayette de yine aynı şartlara göre tarif edilmiş bir durum vardır. Söz konusu ortamda, savaş istemediğini söyleyerek pişman olan münafıkların bir kısmı tekrar fitnenin içine dalmışlar ve yeniden Müslümanlara karşı saldırı eylemlerinde bulunmaya başlamışlardır. İşte bu durumda yeniden Kuran'daki savaşın hükmü hatırlatılmakta ve saldırıda bulunmadıkları sürece onlara dokunulmaması, ancak saldırıda bulunurlarsa karşı savunmada bulunulabileceği anlatılmaktadır. 

Yine burada, ayette belirtilen durumun, Uhud savaşı sırasında gerçekleşen özel bir olay olduğu ve savaş alanında döneklik yapan münafıklarla ilgili olduğunu da hatırlatmak gerekmektedir. 

Tevbe Suresi 5. Ayetin İncelenmesi 

Haram aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekatı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 5)

Söz konusu ayette gerçekleşen şartları anlayabilmek için Tevbe Suresi'ni 1. ayetten başlayarak okumak gerekir. Bu şekilde okunduğunda, karşı saldırıyı hak eden müşriklerin "bütün müşrikler" değil, Müslümanlara o vahşi saldırıları yapan ve ardından haram aylarda savaşmamak için kendileriyle anlaşma yapılan müşrikler olduğunu anlarız. Buradaki müşrikler, "Müslümanlarla adil bir anlaşma yapmış olmalarına ve Müslümanların haram aylar boyunca bir savaş durumuna girmeyeceklerini çok iyi bilmelerine rağmen" Müslümanları gafil avlamaya ve sinsice yaklaşmaya çalışmış, haram aylarda vahşi saldırılarına devam etmiş ve Müslümanların canına kastetmiş olan müşriklerdir. 
İşte bu şartlar söz konusuyken Müslümanlara bu ayet ile vahşice saldıranlara karşı kendilerini savunma hakkı verilmiştir. Ayette görüldüğü gibi, müşriklerin saldırıları haram aylarda gerçekleşmesine rağmen Müslümanlar Allah'ın hükmü gereği haram aylar sırasında karşı koymamakta, bu dönem boyunca sabretmekte ve haram aylar bittikten sonra savunmaya başlamaktadırlar. Ayette yine, savunmada izlenmesi gereken yöntemin tarif edildiğini görürüz: Tutuklama, kuşatma ve bütün geçit yerlerinin tutulması. Uluslararası hukuka dayalı savaşlarda mutlaka öncelikli şart kuşatma ve tutuklamadır. Kuşatma için geçit yerleri tutulur ve böylelikle karşı tarafın ilerlemesi engellenmiş olur. Dolayısıyla bu ayette, şu anda uluslararası hukukta izlenen ve haklı görülen yöntem tarif edilmiştir. Aradaki tek fark, burada saldırıyı Müslümanların yapmaması, onların sadece ve sadece kendilerine saldıranları durdurmaya çalışmalarıdır. 

Yine aynı ayete göre, saldırısından vazgeçen ve tevbe edenlere karşı herhangi bir savaş durumu söz konusu olmamaktadır. Onlar özgür bırakılmaktadırlar. 

Söz konusu ayetten hemen sonraki ayete baktığımızda ise Kuran'ın gerçek sevgi ve koruyuculuk ruhunu anlatan önemli bir açıklama ile karşılaşırız. İşte bu ayet, İslam karşıtlarının bu konuda Müslümanlara yönelik tüm iddialarını ortadan kaldıran bir ayettir. Ayet şöyledir: 

Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, 6)

Bu ayet ile Müslümanlara, kendilerine sığınmış olan ve kendilerinden yardım isteyen bir müşrike "kendi canlarını tehlikeye atarak" yardım etmeleri öğütlenmektedir. Öyle ki ayete göre söz konusu Müslüman, müşrikleri koruyabilmek için KENDİSİNİ SİPER ETMEKTEDİR. Bir başka deyişle bir Müslüman, Allah'ı inkar eden bir kişinin canını koruyabilmek için kendi canını riske atarak, onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştırmakla yükümlüdür. 
Bu, Kuran'ın hükmüdür. Kuran'ın hükmüne göre bir insan Allah'a inanmıyor diye "öldürülmemekte", tam tersine Müslümanların canı pahasına korunmaktadır. Dolayısıyla savaş gerekçesi, karşı tarafın Allah'a inanıp inanmamasıyla veya başka dinden olup olmamasıyla ilgili değildir. Savaşın gerekçesi, karşı tarafın saldırı ve işkencede bulunması, cana kastetmesidir. 

Ayetin işaret ettiği başka bir gerçek ise, saldırıda bulunmadıkları, azgınlık ve taşkınlık yapmadıkları sürece; din, dil, millet, inanç ayrımı yapılmaksızın tüm insanların Müslümanlar tarafından korumaya alınmaları gerektiğidir. Bir Müslüman, Müslümanı koruduğu gibi, Kitap Ehli'ni de, hatta ateisti, komünisti de korumakla yükümlüdür. Bu, Müslüman olmanın gereğidir. Bu, Kuran'daki Müslüman tarifidir. Bir insan "Müslümanım" diyorsa, koruyucu olmak zorundadır. 

Tevbe Suresi 13. Ayetin İncelenmesi 

Andlarını bozan, elçiyi sürmeye yeltenen ve sizinle (savaşı) ilk defa başlatan topluluğa karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? İnanıyorsanız asıl çekinmeniz gereken ALLAH'tır. (Tevbe Suresi, 13)

Bu ayet, Kuran'da savaşın hükmünü gösteren ayetlerden bir diğeridir. Müslümanlarla anlaşma yapmış olan, yani anlaşmaları gereği barış içinde yaşayan bir müşrik topluluk anlaşmasını bozup bozgunculuk ve saldırganlığa başladığında; Peygamberimiz (sav)'i kendi yaşadığı beldeden başka bir yere sürgün etmeye kalkıştıklarında ve ayetin açık ifadesiyle savaşı İLK OLARAK BAŞLATAN OLDUKLARINDA, Müslümanların onlara karşı savaşma hakkı oluşmaktadır. 

Maide Suresi 33. Ayetin İncelenmesi

Allah'a ve Resûlü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azap vardır. (Maide Suresi, 33)

Bütün savaş ile ilgili ayetlerde özellikle belirttiğimiz konu bu ayette de dikkat çekmektedir. Burada, karşı savaş verilmesi gereken topluluğun nitelikleri çok detaylı olarak açıklanmıştır: Allah'a ve elçisine doğrudan savaş açmaları ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaları. Görülebileceği gibi bu kişiler, sadece Müslümanlara fiili saldırıda bulunmaya kalkmıyor, aynı zamanda tüm yeryüzünde de fitne çıkarıyorlar. Yani ayette, tüm dünya için sorun olan, herkesin bozguncu olarak gördüğü sapkın ve savaşçı bir topluluktan bahsedilmektedir. 
Fiili olarak Müslümanlara savaş açmış bir topluluğa karşı koyarken -tüm savaşlarda olduğu gibi- mecbur kalındığı takdirde öldürme olabileceği gibi, onların bulundukları yerden sürgün edilmeleri de yapılabilecek uygulamalar arasındadır. Bir başka deyişle Kuran ayetlerine göre Müslümanlara normalde haram olan fiillere -cana kıyma ve sürgün etme- sadece böyle bir savaş durumu karşısında izin verilmiştir. 

Enfal Suresi 57. Ayetin İncelenmesi 

Bundan dolayı, savaşta onları yakalarsan, öyle darmadağın et ki, onlarla arkalarından gelecek olanlar(ı caydır). Umulur ki ibret alırlar. (Enfal Suresi, 57)

Bu ayeti de yine yukarıda detaylı anlattığımız ve delillerini verdiğimiz mantık ışığında değerlendirmek gerekmektedir. Peygamberimiz (sav)'e bir kısım ayetlerin indiği Medine döneminin, çok yoğun bir savaş ortamı olduğu unutulmamalıdır. Bu ortam, sadece ve sadece "Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar..." (Hac Suresi, 40) ayetinde belirtildiği şekilde Müslümanlara yapılan haksız zulüm neticesinde meydana gelen savaşlardır. Dahası yine hatırlanacağı gibi Müslümanlar, "Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır." ayeti gereği, karşı taraf savaşa son verdiğinde, savaşı durdurmak ve onlara karşı aleyhte bir harekette bulunmamakla yükümlüdürler. 

Enfal Suresi 57. ayetten birkaç ayet öncesine bakacak olursak yeniden, o dönemde, Müslümanlarla anlaşma yapmış olan topluluktan bahsedildiğini anlarız. Savunmaya izin veren hemen her Kuran ayetinde özellikle belirtildiği gibi bu topluluğun da "anlaşmalarını bozan" ve dolayısıyla hemen arkasından saldırıya geçen bir topluluk olduğu belirtilmektedir. 

Üst üste saldırılarda bulunan, hiçbir sözü dinlemeyen ve sürekli olarak yapılan barış anlaşmalarına muhalefet ederek fitne çıkaran bu topluluğa karşı ise caydırıcı bir güç gösterilmesi önemlidir. Çünkü bu durumda, fitneyi alışkanlık haline getirmiş olan söz konusu topluluklar artık buna güç bulamayacak ve onların peşinden fitne çıkarmaya ve saldırıya hazırlanan başka müşrik grupları da cesaret gösteremeyeceklerdir. Bu, her yapılan anlaşmaya muhalefet ederek savaş başlatan söz konusu topluluğa karşı gerekli, önemli ve sonraki savaşları önleyici bir tedbirdir. Dünyanın hemen her ülkesinin anayasasında ve uluslararası hukukta tüm cezaların "caydırıcı" olmasına önem verilir. Amaç, suçun aynı kişi veya başka kişiler tarafından işlenmesinin önüne geçmektir. Uluslararası hukukta bu önlemleri son derece yerinde ve hukuk devletleri için gerekli bulanların, konu İslam olduğunda bunu aleyhte değerlendirmeye yeltenmeleri sağduyuya ve hakkaniyete uymamakta, adaletli olmamaktadır. 

Muhammed Suresi 4. Ayetin İncelenmesi

Öyleyse, inkar edenlerle savaş sırasında karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları 'iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da' artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) veya bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip-boşa çıkarmaz. (Muhammed Suresi, 4)

Diğer ayetlerde olduğu gibi bu ayette de dikkat çeken, bir savaş ortamının varlığıdır. Anlaşma bozulmuş, müşrikler saldırıya geçmiş ve bu saldırıya cevap vermek dışında bir çözüm kalmamıştır. Bu ayette tarif edilen uluslararası savaş hukukudur. Üstelik uluslararası savaş hukukunda gerçekte uygulanmayan bir uygulama burada yer almakta ve savaşın bitiminin hemen sonrasında esirler serbest bırakılmaktadır. Oysa şu an dünyada, Afganistan müdahalesi bitmesine rağmen Guantanamo'da savaş esirleri halen tutuklu olarak bulundurulmakta ve BM, NATO gibi paktlar bu durumu makul görmektedirler. İşte bu hukuku, Kuran makul görmez. İslam'a göre, savaşın hükmen sona ermesi için esirlerin mutlaka serbest bırakılması gerekir. 

Savaş konusu ile ilgili ayetlerin o anki durum ve şartlara göre tarif edilmiş savunma savaşları olduğu, yalnızca saldırıyı başlatan saldırgan, fitneci, bozguncu müşriklere ve münafıklara karşı yapıldığı aslında açıktır. Bu ayetlerin, anlamları değiştirilerek, radikallerin nefret ve öfke politikaları için kullanılmalarının en büyük sebebi, yüzlerce sahte hadisin İslam'a dahil edilmesi ve bir kısım tefsircilerin yanlış bakış açılarıdır. Oysa Kuran, İslam'a sonradan eklenmiş olan sahte hadislerden ve hurafelerden arınarak, tertemiz ve aydınlık bir zihinle okunmalıdır. Dönemin savaş ortamıyla değerlendirildiğinde, ayetlerin anlamları olağanüstü derecede açıktır. 

İslam'da Savaş için Gerekçe Yoktur 

İslam'ın bir savaş dini olduğunu iddia edenler, temelde böyle bir görüşün, İslam'ın öğretileri ile tamamen zıt olduğunu anlamalıdırlar. Kuran'da karşı tarafa saldırıda bulunmak için bir gerekçe yoktur. Kuran, demokrasi ve özgürlüklerin en mükemmel tarifini yapar. Demokrasinin ve özgürlüklerin bulunduğu bir ortamda ise, karşı tarafı düşman ilan etmek veya onu susturmaya çalışmak söz konusu değildir. Çünkü böyle bir ortam herkese saygı duyulan ve herkesin rahatlıkla konuştuğu özgür bir ortamdır. İslam şeriatı asıl bu ortamı tarif eder. Dolayısıyla, Kuran'da savaşın gerekçesi yoktur. Bu gerçeği Kuran ayetleri ile izah edelim: 

Savaş, İslam'ı Zorla Kabul Ettirmek İçin mi? 

Savaş, zor, dayatma veya baskı yoluyla bir insana İslam'ı kabul ettirme yöntemini uygulayanlar Kuran'a ihanet ederler. Kuran'daki en açık hükümlerden biri "dinde asla zorlamanın olmadığıdır"

Dinde zorlama (ve baskı) yoktur... (Bakara Suresi, 256)

Bu açık ayet Kuran'ın hükmüdür. Hiçbir Müslüman bu hükmün dışına çıkarak bir başkasına dindar olması için baskı uygulayamaz. Bu Kuran'da yasaklanmıştır. 

Peygamberimiz (sav) yalnızca bir öğütçüdür. Tebliğ yapmakla ve son gelen hak din İslam'ı topluluklara tanıtmakla yükümlüdür. O dönemde, İslam dinini Peygamberimiz (sav)'in ve diğer Müslümanların ağzından dinleyenlerin kimi iman etmiş, kimi ise etmemiştir. Kuran'ın açık hükmü gereği, Peygamberimiz (sav) de, beraberindeki Müslümanlar da kesin olarak baskı yoluna gitmemişlerdir. Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e, "Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. ONLARA 'ZOR VE BASKI' KULLANACAK DEĞİLSİN" (Gaşiye Suresi, 21-22) hatırlatması yapılmış ve baskı kesin olarak yasaklanmıştır. Kuran'a göre tüm diğer Müslümanlar da İslam ahlakını tanıtmakla görevlidirler. Ama hiç kimseye "sen Müslüman olacaksın", "dindar olacaksın" veya "ibadetleri uygulayacaksın" gibi bir baskı yapamazlar. Kuran'ın amacı dünyaya sevgi ve huzur getirmektir. Dolayısıyla böyle bir baskı ortamının Kuran'a uygun olmayacağı açıktır. 

Kuran'da baskının açıkça yasaklandığı diğer bazı ayetler şöyledir: 

Ve de ki: "Hak Rabbinizdendir; ARTIK DİLEYEN İMAN ETSİN, DİLEYEN İNKAR ETSİN... (Kehf Suresi, 29)

Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, ONLAR MÜ'MİN OLUNCAYA KADAR İNSANLARI SEN Mİ ZORLAYACAKSIN? (Yunus Suresi, 99)

Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. SEN ONLARIN ÜZERİNDE BİR ZORBA DEĞİLSİN; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver. (Kaf Suresi, 45)

Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. ONLARA 'ZOR VE BASKI' KULLANACAK DEĞİLSİN. (Gaşiye Suresi, 21-22)

De ki: "Ey kafirler." "Ben sizin taptıklarınıza tapmam." "Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz." "Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim." "Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz." "SİZİN DİNİNİZ SİZE BENİM DİNİM BANA." (Kafirun Suresi, 1-6)

Zor ve baskı Kuran'da yasaklandığına göre, savaş, saldırı, düşmanlık ve öfke için bir gerekçe kalmamaktadır. Eğer baskı ile dinin kabul ettirilmesi haram ise, Müslümanlar müşrik toplulukları neye zorlayacaklardır? Dolayısıyla Kuran'daki İslam'a göre, İslam'ı kabul ettirmek asla ve asla savaş gerekçesi olamaz. 

Savaş, İdeolojik veya Etnik Üstünlük İçin mi? 


İslam'da her ideolojiye, her millete, her etnik gruba, her düşünceye, her dine saygı vardır. İslam, tüm fikirlerin dinlendiği, fikir özgürlüğünün alabildiğine yaşandığı bir dindir. Böyle bir demokrasi anlayışının ve hürriyetin olduğu dinde, fikir çatışması veya etnik çatışma nedeniyle savaş olması elbette mümkün değildir. 

Savaş, Müslüman Bir Liderin Getireceği İslami Kuralları Yaygınlaştırmak Amacıyla mı? 
Daha önce detaylı açıkladığımız gibi, Kuran'a göre Müslüman bir lider, liderlik yaptığı topluluk içinde bulunan Hristiyanlar, Museviler, ateistler, komünistler, agnostikler, Budistler ve bunun gibi tüm diğer fikir ve ideolojileri birlikte kucaklayan bir lider olmalıdır. Tam anlamıyla fikir özgürlüğünü benimsemelidir. İnsanlara tam hürriyet vermelidir. Özgürlüklerin olmadığı bir ortamda kavgalar, kargaşalar, hakaretler ve ikiyüzlü insanlar ortaya çıkar. Bunların tümünü engellemeli ve Kuran'ın gereğini yapmalıdır. "Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun." (Nisa Suresi, 135) ayeti gereği kişi, inanç, köken ayırt etmeksizin adaleti ayakta tutmakla yükümlüdür. Kendi aleyhine olsa bile. 

Savaş, Düşmanların Ortadan Kaldırılması İçin mi? 

İslam'da nasıl "düşman" olabilir ki? İslam dini, temelinde bütün insanların eşit ve kardeş olması gerektiğini savunan bir dindir. İslam dinine göre rengi, dili, dini, ırkı, vatanı ve sosyal durumu ne olursa olsun insan, öncelikle sırf insan olduğu için saygıya layık bir varlıktır. Tüm hak dinlerin bildirdiği şekilde insanlar, Hz. Adem (as)'ın çocukları olarak kardeştirler. Bu kardeşlik ilkesi, dindar olmanın gereklerindendir. 

İslam, ırk üstünlüğü fikrine dayanan, insanları gelişmiş ve ilkel diye ikiye ayıran tüm faşizan ideoloji ve fikirlere, materyalist ve Darwinist düşüncelere karşıdır. Dolayısıyla bu sapkın ideolojilerin beraberinde getirdiği çatışma, mücadele ve savaş kavramlarını da kendi içinde barındırmaz, bunlara karşı ilmi ve akli mücadele içindedir.

Her insanın saygıya layık olduğuna dair İslam'daki kural, insanlar arası her türlü ilişkinin de temelini oluşturur. Yanlış eylemlerde bulunan bir kişi bile İslam'a göre daima potansiyel iyiliğe yönelecek bir insandır. Dolayısıyla gerçek bir Müslümanın düşman edinmesi imkansızdır. Her Müslüman, bir başkasına şefkatle davranmak ve güzel ahlakı anlatmakla yükümlüdür, düşman edinip onu harcamakla değil. 

Kuran ayetlerinde, insana hitap edilirken üstünlük konusunda herhangi bir ayrıma gidilmeden, "Ademoğulları" deyiminin kullanılması, bu konuda bütün insanların eşit olarak yaratıldıklarını gösterir: 

Andolsun, Biz Ademoğlunu yücelttik; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık. (İsra Suresi, 70)

Savaş için bir gerekçe sunmayan bir dinin, bir savaş dini olarak lanse edilmesi yalnızca hurafecilerin uygulamalarından kaynaklanır. Dünyada bir kısım kişiler, İslam ile ilgili bu açıklamaları bilmediklerinde ve sadece radikallerin uygulamalarına şahit olduklarında İslam hakkında çoğunlukla yanılırlar. Radikal zihniyetteki kişilerin Kuran dışında başka hükümleri uyguladıklarının ve gerçekte İslam dışında başka bir din benimsediklerinin farkında değildirler. Bu kitap ile aydınlatmaya çalıştığımız konu da zaten budur. 

 Savaşı Kimler İster?

İslam adına geniş toplulukları yönlendiren bir kısım sözde alimlerden bahsederken, önemli bir noktayı da hatırlatmak gerekiyor: Silah sektörü, bir kısım odaklar için daima canlı tutulması gereken bir sektördür. Ekonomik krizden etkilenmeyen tek sektör. Arz-talebin bitmediği, daima en yenilerin piyasaya sürüldüğü canlı bir sektör. Neden canlı? Çünkü savaşlar canlı tutuluyor. Savaşların canlı tutulmasının birkaç yönteminden biri ise şudur: Kendi dinini savaş dini zanneden, bu sebeple ölmeye ve öldürmeye hazır cahil bir halk kitlesinin provoke edilmesi. Tanıma en çok kim uyuyor tahmin etmek elbette zor değil: İslam adına ortaya çıkmış radikal gruplar. 

Bir kısım neoconlar ve Batıdaki diğer İslam karşıtları, vahşetin söz konusu radikaller tarafından dünyaya yayıldığı konusunda haklılar. Ancak bu insanlar, Usame Bin Ladin gibi bazı liderler konusunda yanılıyorlar. Genellikle böyle sözde liderler, İslam ve Müslümanlıkla ilgisi olmayan, fakat çeşitli istihbarat birimlerinin denetiminde hazır bulundurulan kişilerdir. Bir ortamda karışıklık çıkması gerektiğinde, bir yerde savaş gerektiğinde derhal devreye sokulurlar. Batı ülkelerinin barlarında, cafelerinde vakit geçirirken, emrin gelmesiyle sakal bırakır, kıyafet ve üslup değiştirir, tipik bir Ortadoğulu görünümüne bürünür ve yıllarca öğrendikleri hurafeleri uygulamak üzere harekete geçerler. 

Bu olay, dünyada pek çok defa hayata geçirildi. Usame Bin Ladin bunlardan sadece biriydi. Peygamber Efendimiz (sav)'in ahir zamandaki en büyük müjdesi olan Hz. Mehdi (as)'ın gelişi ve Müslümanların bu konudaki samimi beklentisi kullanıldı ve bir kısım odaklar tarafından Bin Ladin adeta Hz Mehdi (as) görünümünde lanse edildi. Bir çok kişi de bu yönde ikna edilmeye çalışıldı. Bin Ladin ile başlayan süreç sadece Afganistan'ı değil bütün Müslüman alemini vurdu. Senaryonun en sonunda ise Bin Ladin'in ölmüş görüntüleri yer alacaktı. Bu, tüm planın belki de en can alıcı parçasıydı. Plana göre, Müslüman alemi Mehdilerinin ölmüş olduğunu görecek ve tüm beklenti ve umutlarını yitirecekti. İslam aleminin güçsüzleşmesi ve daha fazla sömürülmesi için inşa edilmiş sistemli bir senaryoydu bu.

Radikal zihniyettekiler bu konuda tabi ki suçlular ama onları besleyen bir kısım odakların da görmezden gelinmemesi gerekiyor. Silah sanayii bu kadar güçlü ve karlı iken, savaş daima birilerinin işine yarar. Savaş için teşvik edilenler çoğunlukla radikal gruplardır fakat savaşa kendi zalim emelleri için ihtiyaç duyanlar tüm bunları yönetenlerdir. Söz konusu "yönetenler" için, cehalet içindeki, savaşa hazır bu gruplar tamamen biçilmiş kaftandır. Savaşa kolayca yönlendirilebilecek birer piyondurlar. 

Radikallerden şikayetçi olan Amerikalı veya Avrupalıların bu yöneticilerin yanı başlarında olduğunu unutmamaları gerekir. Bu elbette radikal grupların ve hurafelerin pençesine düşmüş ve mezheplere ayrılarak birbirini düşman ilan etmiş kişilerin suçunu hafifletmiyor. Fakat yine de bu önemli gerçeğin göz ardı edilmemesi gerekir. Nitekim, özellikle Müslüman ülkelerdeki protesto ve ayaklanmaları açıkça düzenleyen ve yöneten çeşitli organizasyonlar bu hedeflerini açıkça dile getirmekten çekinmemektedirler. 

Bölüm Sonu: 

Bu bölümde, İslam'a karşı bir argüman olarak delil gibi kullanılan Kuran'daki savaş ayetlerinin açıklamalarını ve gerçek İslam'ın savaş ve cihat kavramlarına nasıl baktığını inceledik. Sonraki bölümlerde ise bağnazların dininin kaynağı tarif edilecektir. Uydurma hadislere göre üretilen yeni din anlayışlarının Kuran ile nasıl çeliştiği gösterilecektir. Bağnazların savaş, nefret ve öfke isteyen dinlerinin gerçek İslam dini ile hiçbir ilgisinin olmadığı tüm delilleriyle izah edilecektir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder