26 Kasım 2015 Perşembe

İçki İçenlerin Öldürülmesi



İçki içmede beşinci kez ısrar edenleri öldürün." (1643-Ebû Dâvud-Tirmizî)

Kuran'da asla olmayan bu hüküm işte bu hurafe ile İslam'a dahil edilmiştir. Oysa Kuran ayetlerinde, içki içiyor olduğu halde Müslüman olan hatta ibadetlerini yerine getiren kişilerin varlığından bahsedilmiştir. Ayette şöyle belirtilir: 

Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın.  (Nisa Suresi, 43)

Bu ayette önemli bir hüküm vardır. Bir Müslüman içki içerek günaha girmiş olur ama İslam'dan çıkmaz, kafir olmaz. Ayetteki açık ifadeye göre, Müslümanlar arasında da bir hata olarak, içki içenler olabilmekte fakat onlara namaz kılarken ayık olmaları öğütlenmektedir. Namaz gibi güçlü bir konsantrasyon gerektiren, kişinin Allah'ı zikrederken ne söylediğini bilmesi ve anlaması gereken bir ibadette Allah, dikkat dağınık olacağı için sarhoş bir kişinin o anda namazı kılmasına yasak getirmiştir. Fakat ayetin belirttiği şekle göre, sarhoşluk durumu geçtikten, yani kişi ayıldıktan sonra tekrar namaz ibadetine geri dönmektedir. Yani her hâlükârda bu kişi bir Müslümandır. 

Kuran, böyle açık bir hüküm ile insanlara hata yapsalar bile dinden çıkmadıkları mesajı vermişken, uydurma hadisin sahte hükmü ise bir cinayeti tarif etmektedir. Sorun şu ki, radikal dünyada pek çok kişi, bu hadisi ezbere bilirken, Kuran'daki gerçek hükmü bilmezler bile. 

Tıraş Olanların Öldürülmesi 

"Kur'an okudukları halde tıraş olanları öldürün." (4816- Buhâr-i Müslim- Muvatta-Nesâî-Ebu Dâvud)

Bu hadislerin Buhari ve Müslim benzeri itibar gören ve sahih hadislerin de yer aldığı kaynaklarda bulunması sahte hadisleri bağnazların dünyasında daha geçerli bir hale getirmiştir. Öncelikle Kuran, temizliği ve bakımlı olmayı övmüştür. Dolayısıyla sakalın, -uzun veya kısa- çeşitli şekillerde tıraş edilmesi ve bakımlı hale getirilmesi Kuran'a tam olarak uygun bir temizlik ve bakım anlayışıdır. Fakat bunun yanında, sakalın tıraş edilmesi konusu ile ilgili Kuran'da TEK BİR HÜKÜM BİLE geçmiyorken, uydurma hadis yoluyla böyle bir hüküm eklenmesi şok edicidir. 

"...Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur..." (Maide Suresi, 32) diyen güzeller güzeli dinimizde, sakal kesiyor diye bir insanın öldürülmesinin mümkün olmadığı çok açıktır. Bu konuda Kuran'da tek bir ayet yokken, bu konuyu bahane ederek "öldürme" gibi bir fiili haklı göstermek nasıl mümkün olabilir? 

Elbette gerçek İslam anlayışında böyle bir şey mümkün olamaz. Burada Müslüman dünyasının çok büyük bir kısmının bakımlı ve kesilmiş sakallarla dolaştığını da hatırlatmak gerekir. Bu hükme göre Müslüman  erkeklerin neredeyse %80'lik bir bölümünün öldürülmesi gerekmektedir. Sorun şudur ki, bu hükmün gerçekliğine inanan oldukça fazla sayıda radikal Müslüman şu an dünya üzerinde yaşamakta ve bunların pek çoğu diğer Müslümanları, sırf sakal kestikleri için, "katli vacip" olarak nitelendirmektedir. Bu kişiler Kuran'a rağmen, böylesine korkunç bir zihniyetle yaşamaktadırlar. 

Zina Edenlerin Öldürülmesi 

Zina edenleri öldürün. (1623-Tirmizî] [1601)

Evliyken zina edenleri taşlayarak (recmederek) öldürün. (1111-Buhârî] [1606-Buhari-Müslim-Tirmizi-Ebu Davud-Nesai-İbn Mace)

Bu sahte hadisler, Tevrat'ta geçen "zina edenin taşlanarak öldürülmesi" hükmü Müslümanlığa dahil etmek ve recm (taşlama) gibi bir vahşeti makul göstermeye çalışmak adına uydurulmuştur. Söz konusu uydurmayı, hadis literatürüne dahil edebilmek için bir kısım sözde alimler, başka sahte hadisler uydurmaktan geri kalmamışlardır. Aşağıda birkaç örneğini göreceğiniz bu hadisler, recm cezasını makul gösterebilmek için Peygamber Efendimiz (sav)'e, halifelere ve sahabelere yöneltilmiş iftiralarla doludur: 

"Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmelerini emreden ayet Hz. Ayşe'nin döşeğinin altındaki sayfada yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Hz. Ayşe onun gömülme işlemleri ile meşgulken, evin açık kapısından içeri  giren bir keçi, o sayfayı yedi. Böylece taşlayarak öldürme cezası Kuran'dan çıktı. Ama hükmü devam etmektedir." (İbn-i Mace 36/194; Hanbel 3/61,5/131)

"Keçinin yemesi sonucu Kuran'dan çıkan taşlama ayetini Ömer Kuran'a tekrar sokmak istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi" (Buhari 53/5; 54/9; 83/3; 93/21; Muslim, Hudud 8/1431; Ebu Davut 41/1; Itkan 2/34).

"Cenab-ı Allah Muhammed (s.a.s)'i hak ile göndermiş ve O'na Kitab'ı indirmiştir. Recm ayeti de O'na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah (s.a.s) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık". Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp "Biz Allah'ın kitabında recmi bulamıyoruz" der ve Allah'ın indirdiği bir farzı terk ederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah'ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır." (Müslim, Hudûd, 15)

Halife Ömer'in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cemaatten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir. (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, Istanbul 1978, VIII, 350). es-Serahsî (ö. 490/1097)

İslam'a, Kuran'a, Peygamber Efendimiz (sav)'e ve sahabelere yöneltilmiş sayısız iftiralarla dolu olan yukarıdaki uydurma hadisleri detaylı inceleyelim: 

Öncelikle Allah ayetleriyle, Kuran'ın İlahi koruma altında olan bir kitap olduğunu açıkça ifade etmiştir: 

Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)

Elbette bu, bir Kur'an-ı Kerim'dir. Saklanmış-korunmuş bir Kitap'ta (yazılı)dır. (Vakıa Suresi, 77-78)

Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Biz'e ait (bir iş)tir. (Kıyamet Suresi, 17)

Allah açıkça Kuran'ın koruyucusu olduğunu, ayetleri bir araya getirip onları saklayanın Kendisi olduğunu ayetlerinde belirtmiştir. Son indirilen vahiy olan Kuran'ın ilahi bir koruma altında olduğunu yine Kuran'ın kendisinden öğreniriz. Zira Kuran son Kitap olduğu için kıyamete kadar insanların hidayet bulmasına vesile olacaktır. Bu nedenle de son vahiy Allah tarafından koruma altına alınmıştır. 

Nitekim bunu Yüce Rabbimiz, Peygamberimiz (sav)'e "Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın." (A'la Suresi, 6) ayetiyle vahyetmiştir. Bu ayetin de bildirdiği şekilde, Allah, Peygamberimiz (sav)'e okutulan hiçbir ayeti unutturmamıştır. Dolayısıyla Kuran'da unutulan veya eksik kalan bir ayet bulunması imkansızdır. 

Zina ile ilgili ayeti keçinin yemesi iddiasında ise Allah'ın ayetinde "saklanmış ve korunmuş" bir kitap olarak tarif ettiği Kuran'dan bir ayetin çıktığı, bir başka deyişle -Haşa- Allah'ın ayeti koruyamadığı iddia edilmektedir (Allah'ı tenzih ederiz). Bu, başlı başına söz konusu ayetleri reddetmek, Allah'ın sözünden şüphe etmek ve dinden çıkmak anlamına gelir. 

Dahası, uydurma hadisler ile Halife Hz. Ömer'e açık bir iftira yöneltilmektedir. Bu iftiraya göre, Hz. Ömer "Kuran'da olmayan bir hükmü biliyor, Kuran'da olmamasına rağmen Medine minberinde bunu bir ayet olarak açıklıyor, buna hiçbir sahabe karşı çıkmıyor, Hz. Ömer de dedikodudan "korktuğu" için bunu Kuran'a dahil edemiyor" gibi bir konuma getirilmektedir. 

Kuşkusuz ki, Kuran'da olmayan bir hükmü "aslında bu Kuran'da vardı" diyerek Peygamberimiz (sav)'in halifesinin açıklıyor olması imkansızdır. Bu, Hz. Ömer'in, Kuran'ın korunmuş bir kitap olduğu gerçeğini reddettiği anlamına gelmektedir ki, bunun anlamı da Allah'ın hükmüne karşı gelmesi olacaktır (Hz. Ömer'i tenzih ederiz). Bu kuşkusuz sahte hadislerle Hz. Ömer'e yöneltilmiş çok çirkin ve büyük bir iftiradır. 

Bununla birlikte, Kuran'daki bir ayetin korunmadığına dair minberde yapılan açıklamaya hiçbir sahabenin karşı çıkmadığı belirtilerek sahabelere de büyük bir iftira yöneltilmektedir. Böylesine sapkınca bir iddiaya sahabelerin tümünün şiddetle ve hemen Kuran'dan delil göstererek karşı koyacakları açıktır. 

Hz. Ömer'e söz konusu sahte hadislerle yapılmış bir diğer çirkin iftira ise, "Kuran'da olduğunu düşündüğü bir hükmü, dedikodudan çekindiği için açıklayamadığı" iddiasıdır. Bu, söz konusu hadisi uyduran sahte alimlerin Allah'a, Peygamberimiz (sav)'e, halifelere ve sahabelere bakış açısının ne kadar çarpık ve korkunç olduğunu açıkça göstermektedir. Hz. Ömer, Peygamberimiz (sav)'i örnek almış, tüm hayatı boyunca Allah için yaşamış, bu uğurda çok çeşitli zorluklara göğüs germiş, Allah'a, Peygamber (sav)'e ve Kuran'a iman ve koruyuculuk konusunda ölümü göze almış salih bir Müslümandır. Hayatı boyunca kınayanın kınamasından, ölümden, savaşlardan, tehditlerden asla çekinmeyen, Allah'tan başka kimseden korkmayan bu üstün ve mübarek insanın "dedikodudan korktuğu için Kuran'dan çıkarılmış bir ayeti açıklamaktan çekindiği" izahı İslam ile alakası olmayan hasta bir beynin ürettiği kirli, iftira dolu bir açıklamadır. 

Bütün bunların yanı sıra, zina konusunun hükmü Kuran'da oldukça detaylı bir şekilde açıklanmıştır ve recm adı verilen vahşet Kuran'da hiçbir şekilde yoktur. Eğer recm söz konusu sözde alimlerin uydurmalarına göre Kuran'da var ise, zina konusunda iki farklı hüküm nasıl mümkün olmuştur? Elbette böyle bir şey olamaz. Bu da sahtekarlığın bir başka kanıtıdır. Şimdi, zina konusunda Kuran'da Rabbimiz'in verdiği tek geçerli hükmü ayetlerle açıklayalım: 

Kuran'a Göre Zinanın Hükmü 

Zina konusuyla ilgili hüküm Kuran'da şöyledir: 

Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek (celde) vurun. (Nur Suresi, 2) 

Ayette kullanılan "celde", kalın bir sopa olmayıp, ince bir değnektir. Ve Peygamberimiz (sav) döneminde bu hüküm, yüz değneğin bağlanıp bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilmiş, zina eden kişiye birbirine bağlanmış yüz değnekle bir kere vurularak bu hüküm yerine getirilmiştir. 

Bunun dışında asıl olarak vurgulanması gereken bir gerçek vardır ki, Kuran'da bu konuyla ilgili diğer açıklamalardan, söz konusu değnek cezasının bile bir caydırma amacı taşıdığı, pratikte uygulanmasının pek mümkün olmayacağı anlaşılmaktadır:

Korunan (iffetli) kadınlara (zina suçu) atan, sonra dört şahid getirmeyenlere de seksen değnek vurun ve onların şahidliklerini ebedi olarak kabul etmeyin. Onlar fasık olanlardır. (Nur Suresi, 4)

Ayetten de anlaşıldığı gibi bir kadının zina suçu ile suçlanabilmesi için, onu zina anında gören dört kişinin varlığı şarttır. Bu dört kişinin, zinanın öncesini veya sonrasını değil, tam olarak zina anını görmesi onları şahit yapar. Çünkü öncesinde veya sonrasında bu iddia ile ortaya çıkmak yine bir zan olacaktır. Pratikte, zina anına şahit olan dört kişinin varlığı mümkün olmadığından, bunun sadece caydırıcı bir ceza olduğu rahatça anlaşılabilmektedir. 

Bu ayette ayrıca, zina suçunu atmasına rağmen şahit getirmeyenlere seksen değnek cezasının olması da bu konuda iftirayı engelleyici oldukça caydırıcı bir hükümdür. Yine bir başka ayette bir kadına zina suçu atan fakat şahit getirmeyen kişilerin Allah Katında yalancılar sayılacağı belirtilmektedir: 

Ona karşı dört şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah Katında yalancıların ta kendileridir. (Nur Suresi, 13)

Görüldüğü gibi, şahit getiremeyen bu kişi, iftira atmakla ve yalancılıkla suçlanmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu kişinin burada doğru söyleyip söylemediğinin anlaşılması için tek geçerli yol, onunla birlikte zinaya şahit olmuş 4 kişinin varlığıdır. Bunun dışında sözü geçerli olmayacaktır. 

Kuran'a göre zinanın hükmü bu şekildedir. Bu hüküm son derece detaylı ve açıktır ayrıca recmin dışında tamamen farklı bir yöntem tarif edilmektedir. Ayetin bu açık hükmüne rağmen İslam'a çeşitli sahtekarlıklarla recm vahşetini katmaya çalışanlar, çok büyük bir iftirayı yüklenmiş olmaktadırlar. Şu anda "İslami şeriat" adı altında İran, Afganistan, Suudi Arabistan gibi ülkelerde uygulanan recm cezası hem İslam'a ve Kuran'a aykırıdır, hem de cinayettir. Bu ülkelerde söz konusu uygulama ile, açıkça İslam'ın adı kullanılarak cinayet işlenmektedir. 

Hırsızlık Yapanların Öldürülmesi 

Hırsızlıkta ısrar edenleri öldürün. (1631-Ebû Dâvud-Nesâî)

Hırsızlıkta ısrar edenlerin öldürülmesi, Kuran'da asla mevcut olmayan ve tabi ki bir başka uydurma hadisin ürünü olan bir hükümdür. Ve yine, korkunç bir cinayettir. 
Kuran'da hırsızlık yapan kişilerle ilgili hüküm şu şekildedir: 

Hırsız erkek ve hırsız kadının, (çalıp) kazandıklarına bir karşılık, Allah'tan, 'tekrarı önleyen kesin bir ceza' olmak üzere ellerini kesin. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Maide Suresi, 38)

Bu ayette kesme fiili için kullanılan terimin Arapçası "İktauu"dur. Bu kelime, "kataa" yani kesmek fiilinin çoğul halidir. Kuran'da "kataa" fiilinin nasıl bir kesme şeklini tarif ettiğini, aynı fiilin geçtiği aşağıdaki ayetten anlayabiliriz: 

(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf'a da:) "Çık, onlara (görün)" dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: "Allah'ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir" dediler. (Yusuf Suresi, 31)

Burada ellerine meyve soymak için bıçak verilen kadınların şaşkınlıktan ellerini kesip koparmadıkları açıktır. Tarif edilen ortamda elden kayan bıçağın deri üzerinde bir çizik oluşturduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kelimenin anlamını dikkate aldığımızda, kesme fiilinin "kesip, koparma" gibi bir hüküm taşımadığı, sadece caydırma amaçlı veya o kişinin hırsızlık yaptığına dair belirleyici ve böylece tekrarı önleyen bir çiziği ifade ettiği ortaya çıkmaktadır. 

Hırsızlık hükmü ile ilgili olarak Kuran'a bakıldığında, her suçta olduğu gibi burada da affetmenin ön plana çıktığını görürüz. Kuran'da hırsızlık ile ilgili hükmün tarif edildiği Maide Suresi 38. ayetten bir sonraki ayet, bu eylemi yapan kişinin affedilmesi üzerinedir. Elbette bunun için en büyük şart, yaptığı eylemin ardından kişinin tevbe etmesi ve davranışlarını düzeltmesidir. Ayette bu, açıkça belirtilmiştir: 

Ancak kim işlediği zulümden (hırsızlıktan) sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 39)

Burada belirtilmesi gereken önemli bir diğer nokta da, hırsızlık eyleminin sebebi olmalıdır. Hırsızlıkla ilgili Kuran'dan söz konusu hükmün uygulanacağı toplumlar kuşkusuz ki Kuran'ın şeriatına bağlı İslam toplumlarıdır. Kuran'ın şeriatına bağlı bir İslam toplumunda ise bir yanda zenginlerin olup diğer yanda fakirlerin olduğu bir yapının bulunması mümkün değildir. Çünkü Kuran'ı esas alan toplumlar infak sisteminin mükemmel şekilde yaşandığı toplumlardır. Yani maddi imkanı olanlar, imkanı olmayanların daima koruyucusudur ve malı daima yoksullara vermekle yükümlüdürler. Konuyla ilgili ayetler şu şekildedir:

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir." (Bakara Suresi, 215)

Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür." (İnsan Suresi, 8-9)

Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma. (İsra Suresi, 26)

Bu genel bilgiyi verdikten sonra şu soruyu soralım: Hırsızlık neden yapılır? 

Birinci sebep ihtiyaçtır. Bir insan zor durumda kaldığı, borçlandığı, yoksullukla boğuştuğu için yanlış bir tercih olarak hırsızlığa başvurabilir. Oysa Kuran'ın himayesi altındaki böyle bir toplumda zor durumda kalan, borçlanan, yoksullukla boğuşan bir insanın olması mümkün değildir. Yoksullar, maddi imkanı olanlar tarafından korunurken, zor durumdaki kişilerin borçlarıyla ilgili hüküm Kuran'da; "...(Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz." (Bakara Suresi, 280) ayetiyle net olarak belirtilmiştir. 
Hırsızlığın muhtemel ikinci sebebi ise zihinsel, psikolojik rahatsızlıklar olabilir. Bu, zaten kişinin tedavisini ve rehabilitesini gerekli kılan özel bir durumdur ve söz konusu kişi suçlu değil hastadır. Bu ikisi dışında insanları hırsızlığa sürükleyebilecek pratikte bir sebep bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu sebeplerin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, İslam toplumlarında hırsızlık gibi bir suçun meydana gelmesi en baştan önlenmiş olmaktadır.
Bütün bunları göz ardı eden hurafeciler İslam'ı ölüm ve vahşet dini olarak tanıtmaya çalıştıklarından, bu konuda da Kuran'a tamamen aykırı bir hüküm koymuşlardır. Hırsızlık haram bir fiil olmakla birlikte çoğu zaman hırsızlık yapmış olan kişinin ihtiyaç içinde veya hasta olup olmadığı onları ilgilendirmez bile. Oysa ihtiyaç içinde olan da, hasta olan da Müslümanların sorumluluğu altındadır. Bu sorumluluğu görmedikleri gibi, bu bağnazca hüküm nedeniyle pervasızca cinayet işleyebilmektedirler. Bu sahte hükmü koyanlar, kendilerince Kuran'ı (Haşa) beğenmemekte, kendi sapkın zihniyetlerine uygun bulmamakta, Kuran'ın adalet sistemi yerine kendi adalet sistemlerini kurmaya kalkmaktadırlar. Kuran'a baktığımızda ise bu vahşetin yerine daima sevgi ve bağışlayıcılığı görürüz. 

Dinden Dönenlerin Öldürülmesi

Dinden dönenleri öldürün. (1585-Muvatta] [1558-Ebu Dâvud-Nesâî] [676-Nesâî] [1586-Ebu Dâvud-Nesâî)

"İslâm'ı terk eden hangi erkek olursa onu tekrar İslam'a davet et. Dönmezse boynunu vur." (Taberani) 

İşte Kuran dışı sahte şeriat sistemleriyle yönetilen ülkelerin sevgisizlik, öfke ve şiddetlerinin en önemli kaynaklarından biri bu uydurma hadislerdir. İslam dininin özüne yönelik geliştirilmiş en büyük aldatmacalardan biri olan böyle bir hükmün Kuran'da hiçbir yeri olmadığı gibi, Kuran böylesine bağnazca mantığı temelinden yasaklamakta ve bu mantığa lanet etmektedir. Kuran'da fikir ve inanç özgürlüğünü ifade eden ayetlerden bazıları şöyledir: 

Dinde zorlama (ve baskı) yoktur... (Bakara Suresi, 256)

"Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun Suresi, 6)

...Sen onların üzerinde bir zorba değilsin... (Kaf Suresi, 45)

Ve de ki: "Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin... (Kehf Suresi, 29)

Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus Suresi, 99)

Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin. (Gaşiye Suresi, 21-22)

Kuran'da tarif edilen İslam dininde herkes dilediği gibi inanma ve inanmama özgürlüğüne sahiptir. Kuran'daki dinde Müslüman sadece güzel ahlakı anlatmakla yükümlü bir tebliğcidir. Hidayet Allah'ın elindedir. Müslümanın sorumluluğu, inansın veya inanmasın, her insana şefkatle yaklaşabilmektir. Müslümanı bir katil gibi göstermeye çalışanlar Kuran'daki bu gerçeklerin üstünü örtmeye çalışırlar. 

Kuran'da tarif edilen İslam dininde bir Müslüman, kendisi, anne-babası ve yakınları aleyhine bile olsa, adaleti ayakta tutmakla yükümlüdür (Nisa Suresi, 135). Bu ayete göre, her ne din ve inançta olursa olsun herkesin hakkını savunmakla, onlar için adalet getirmekle sorumludur. 

Yine bu kitapta daha önce hatırlattığımız ve sıkça hatırlatacağımız bir ayette, Allah Müslümanlara kendilerini siper ederek bir müşriği yani iman etmeyen bir insanı korumalarını emretmektedir: 

Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, 6)

Bir inkarcıyı korumakla sorumlu tutulmuş olan Müslümanların benimsemesi gereken din anlayışı açıktır. Nitekim Allah, Peygamberimiz (sav)'e, kafirlere şu şekilde hitap etmesini Kuran ile haber vermiş ve açık demokratik sistemi tarif etmiştir:

De ki: "Ey kafirler. Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun Suresi, 1-6)

"De ki" diye başlayan bu ayetler, Peygamberimiz (sav)'e en mükemmel demokratik sistemi ve bu demokratik sistem içinde izlenecek yöntemi tarif etmektedir. Sure, "Sizin dininiz size, benim dinim bana" hükmü ile bitmektedir; yani bir Müslüman kendi dinini yaşarken başkalarının inancına karışmayacak, zor ve baskı uygulamayacak, Müslüman olmuyor diye ona zulmetmeyecektir. Onlara "sizin dininiz size" diyerek saygı gösterecek ve karışmayacak, "benim dinim bana" diyerek de aynı saygıyı onlardan isteyecektir. Zor ve baskının kesin olarak reddedildiği, müşriklerin can pahasına korunduğu, inkarcılar hakkında dahi adaletle hüküm verildiği ve demokrasinin tam ve en mükemmel şekliyle tarif edildiği Kuran gerçek Müslümanların yol göstericisidir. 

Namazı Terk Edenlerin Öldürülmesi 

Namazı terk edenler öldürülebilir. (2117-Ebû Dâvud)

İslam'ı terk edenlerin katledilmesine hükmeden yukarıda bahsettiğimiz uydurma hadisin bir diğer muadili de bu hadistir. İbadetlerde ve hiçbir konuda zorlama olmayacağının açıkça belirtildiği bir dinde bir insanın baskıyla namaz kılmaya zorlanmayacağı da çok açıktır. "...Sen onların üzerinde bir zorba değilsin..." (Kaf Suresi, 45) diye emreden bir dinde hangi hükme göre böylesine vahşet dolu bir baskıcılık yapılabilir? Elbette yapılamaz. Kuran'a baktığımızda bir Müslümanın, namaz kılan veya kılmayan her insana saygı ve şefkat duyması gerektiğini açıkça görebiliriz. 

Kitabın başında da belirttiğimiz önemli bir gerçeği tekrar hatırlatalım: Zorlama ile gerçekleşecek bir ibadet, ibadet niteliğini yitirebileceği gibi aynı zamanda da nefret ve öfkenin kaynağı olabilir. Bir insan namaza zorlandığında, zorla bir Müslüman haline gelmez. İstemeye istemeye, zorla namaz kılan bir insan, ikiyüzlü bir münafık, bir din karşıtına dönüşebilir. Namazı bıraktığında öldürüleceğini düşünen bir insan, öldürülme riskini göze almaktansa dindar taklidi yapacak, ikiyüzlü davranacak ve daima o yaşadığı hayattan da, dolayısıyla kendisine dayatılan dinden de nefret edecektir. Bir münafık oluşturmak ise, İslam'a yöneltilmiş en büyük zarardır. Dolayısıyla baskı, zulüm ve ölüm tehdidiyle ayakta tutulan bir dindarlık, hiçbir zaman gerçek dindarlık değildir. Bu sadece İslam'a zarar verir. 
Eğer bir insan zihinsel ve fiziki bir özrü olmadığı halde namazı terk ettiyse, bunun çeşitli sebepleri olabilir. Bu kişi, yeteri kadar dindar olmayabilir, Allah kalbine yeterince güçlü bir iman koymamış ya da yeterince Allah'tan korkmuyor olabilir. Hidayet Allah'ın elindedir ve hidayeti sağlayacak olan hiçbir zaman bir insan değildir. Namaz kılmıyor olması bu kişiyi dinden çıkarmaz. Namazı terk eden, yarın bir gün tekrar namaza başlayabilir; bu onun için büyük bir kazanç olur. Veya başlamayabilir ama iyi ve faydalı bir insan olur; ya da bunların hiçbiri olmayabilir. Dini tamamen terk etse bile kişi Müslümanlar tarafından şefkatli bir tavır görmelidir. Kuran'a göre yapılması gereken budur. Herkesin hükmü Allah Katındadır. 
Böyle bir sebeple bir insanı öldürmek ise tam anlamıyla cinayettir. Ve bunun asla ve asla Kuran'da yeri yoktur. 

Zaman içinde hadislere ve çeşitli itikatlara göre türetilen ve İslam dinine dahil edilen dört mezhep pek çok konuda birbiriyle çelişkili adeta dört ayrı din gibidir. (Dört mezhep arasındaki derin farklılıklar önceki satırlarda maddeler halinde belirtilmiştir.) Dört mezhep, tembellik yüzünden namazı bırakanlara çeşitli cezalar yüklemiş fakat bu hükümde de birbirleriyle ihtilaf etmişlerdir. Örneğin Hanbelilere göre namazı tembellik yüzünden terk edenin hükmü ölümdür. Hanefilere göre ise tembelliğinden dolayı namazı terk eden kimse küfre girmez ve öldürülmez. Fakat namaz kılıncaya kadar hapsedilip kan akıncaya kadar dövülmesi gerektiği düşünülür. (Reddil Muhtar Haşiyesi 1/62) Oysa bunların hiçbiri Kuran'da yoktur. 

Kuran dışında bir din arandığında işte böyle çelişkiler, vahşet hükümleri ve din dışı uygulamalar ortaya çıkar. Kuran dışında bir din yaşandığında işte böylesine nefret ve öfke insanları meydana gelir. Bağnazların dini, Kuran'ın hükümlerini reddetmiş ve yetersiz bulmuş insanların dinidir (Kuran'ı tenzih ederiz). 

İlerleyen sayfalarda bağnazlık dinindeki, "namaz kılmayan çocukların dövülmesi, zekat vermeyenin ya da sarhoşun öldürülmesi" benzeri vahşi uygulamalara yer verilecektir. İslam adına uygulanan benzer vahşetlerin gerekçelerini incelerken bir gerçeğin hiçbir zaman unutulmaması gerekir: 

Kuran'da bu uygulamaların hiçbiri yoktur. Bağnazların dini, uydurma bir dindir.

Namazı Terk Eden Çocukların Dövülmesi 

10 yaşında namazı terk eden çocuklarınızı dövün. (2336-Ebû Dâvud, Tirmizî)

İbadet, Allah'a olan sevginin bir tezahürü olarak, isteyerek ve şevkle yapılan bir uygulamadır; zorbalıkla dayatılan değil. Bu uydurma hadisten anlaşılan ise, bir çocuğun, daha on yaşına gelmeden namaza zorlandığıdır. Henüz Allah'ı tanımayan, bu dünyada neden var olduğunu bilmeyen, Yaratıcı'nın ve yaratılmanın sırlarının farkında olmayan bir çocuğun, farziyetini hiç bilmediği bir hükme zorlanması ona nasıl bir fayda getirebilir? Bir çocuğun dindar olabilmesi için yapılması gereken şey onu bir ibadete zorlamak değil; ona, Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren delilleri sunmak, onun Allah'ı anlamasını ve sevmesini ve dine muhabbet duymasını sağlayabilmektir. Bunları anladıkça bir çocuk, zaten Allah'a karşı sorumlu bir varlık olduğunu kavrayacak, şükredici olacak ve Allah'a ibadeti de zevkle yapmaya başlayacaktır. O zaman ibadet, kalpten, şevkle, sevgiyle yapılmış bir ibadet olacaktır. 

Fakat daha henüz Allah'ı tanımayan bir çocuk, tanımadığı bir dinin hikmetini bilmediği ibadetlerini yerine getirmeye zorlanır ve sonra da bunu yapmadığı için dövülürse, çocuk muhtemelen hayatının geri kalan bölümünde o dine ve ibadetlere gizli bir nefret ile yaşayacaktır. Belki de hayatının geri kalanını bu korkunç önyargıyla geçireceği için Allah'ı da yanlış tanıyacak ve doğru hükümleri görmeye ve anlamaya çalışmayacaktır. Aklı henüz pek çok şeye zor eren bir çocuğu, sevgi ve güzellikle Allah'a yaklaştırmak yerine, döverek onu ibadetleri yapmaya zorlamak, İslam adına İslam karşıtı yapmak anlamına gelir ki bu İslam dünyasına zarar getirir. Fakat Kuran'dan uzaklaşmış olan bağnazlar bunu kavrayamazlar. 

Bu anlattığımız kin, aslında pratikte de yaşanmaktadır. Koyu bağnaz bir hayat yaşayan bazı ailelerin kimi çocukları, ilerleyen yaşlarında ya din karşıtı haline gelmekte ya da toplumda az rastlanılır bir dejenerasyon batağının içine girmektedirler. Hemen her konuşmalarında İslam ya espri ya da nefret konusudur. Pek çok dinsizin bile dine saygısı vardır, fakat onlar hem saygıdan uzaklaşmış hem de öfkeye bürünmüşlerdir. Bunun en temel sebebi, Kuran'da olmayan "ibadete zorlama" hükmünün, zor ve baskının "İslam" adına çocuk yaşlardan itibaren dayatılıyor olmasıdır. 

Zekat Vermeyenin Öldürülmesi 

Zekat vermeyenden zorla alınması, direnirse savaş açılması ve öldürülmesi: Ebu Bekr radiyAllahu anh: "VAllahi her kim namazla zekâtı aynı görmezse onunla harb ederim. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki bunlar Rasulullah'a verdikleri bir keçi yavrusunu dahi benden esirgerlerse bundan dolayı muhakkak onların boynunu vururum." buyurdu. (Buhari, Müslim)

Zekat, Kuran'da bildirilen bir ibadettir. Her ibadet gibi Müslümanlara farz kılınmıştır ve Allah'a olan sevgi nedeniyle kalpten ve içten yapılır. Buna göre bir Müslüman, kendi vicdanı gereği başka bir insanın darlıkta olmasına ve zorluk çekmesine izin vermeyerek, kendi malından ona da verir. Bu zaten Müslümanlığın bir gereği olarak içten, kalpten gelen bir uygulamadır. 

İbadeti ibadet yapan onun aşkla, istekle, şevkle yapılmasıdır. Allah tüm insanları dilediği gibi zenginleştirmeye, onlara dilediği zaman dilediği rızkı vermeye kadirdir ama bazı kimselere fakirlik vererek, zenginin de fakirin de bu imtihan karşısındaki tavrını dener. Fakir, durumuna sabretmek ve her ne olursa olsun Allah'a yönelip ona şükretmekle, zengin ise verilen nimet için Allah'a şükrederek fakirin de bakımını üstlenmekle sorumludur. 
Allah Kuran'da, Allah'a ve ahiret gününe inananların zekatı verdiğini belirtir. Dolayısıyla zekat, tüm ibadetler gibi Allah'a kalpten gelen bir inançla yapılması gereken bir ibadettir, ölüm tehdidiyle değil: 

...Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Suresi, 162)

Yoksulu doyurmak, Kuran'da Müslümanın üzerindeki en büyük sorumluluklardan bir tanesidir. Ancak bu sorumluluğun yerine getirilmemesi hükmü uydurma hadisteki gibi değildir:

Hadisteki ifadeye göre herhangi bir sebeple zekat vermek istemeyen bir insana bu ibadetin zor kullanılarak yaptırılması ve malının yarısının cebren alınması gerekmektedir. Öncelikle malı cebren alınan bir insan ibadet yapmış olmaz. Kişinin kendi vicdanını kullanarak yapmadığı bir şeyin adı ibadet değildir. Ondan zorbalıkla bir ibadeti yapmasını istemek ise Kuran'a tamamen aykırı bir uygulamadır. Bu aynı zamanda onun dine ve dindarlara öfke duymasına da vesile olabilecek, dindar toplumlara zarar verici bir eylemdir. 
Fakat elbette asıl vahşet, zekat vermemekte direnen kişinin öldürülmesi hükmüdür. Kuran'da kesinlikle olmayan bu hüküm yine bir cinayettir. Kuran, dinde zor kullanmayı yasaklamıştır. Ayrıca Kuran, bir insanın canını almayı da -savunma durumu gibi haklı bir durum dışında-    yasaklamıştır. Kuran'daki hükme göre, 
...Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur... (Maide Suresi, 32)

Görüldüğü gibi cinayet, İslam'a göre büyük bir suçtur. Şu durumda, cinayet gibi böylesine ağır bir suçu, dinin hükmü haline getirip bunu umarsızca uygulayanlar, hem İslam'a ve Peygamberimiz (sav)'e büyük bir iftira atmış olurlar hem de büyük bir harama girerler. Yine bu sahte hadis, hurafelerle İslam dininin Kuran'daki gerçek hükümlerinin ne kadar çeliştiğinin bir diğer önemli delilidir. 

Orucu Terk Edenin Hapsedilmesi ve Aç Bırakılması 

Orucu kasten terk eden kişi kâfir olmayıp hapsedilir, yemek ve su verilmez. (Eş-Şerh-is Sagir 1/239) (Kıfeyet-it Tafib 2/252) (El-Mugni- 2/408) 

Söz konusu mevzu hadis de yine yukarıda anlattığımız aynı mantıklar nedeniyle din ve vicdan ile çelişmektedir: 

1. Aşkla yapılması gereken bir ibadet zorla yaptırılmaya çalışılmakta, 

2. "Dinde zorlama" ve baskı yoktur ayetine tamamen muhalefet edilmekte,

3. Dinin şefkat esasının tam tersine vahşet esasına dayanmakta,

4. Dinin esas amacı olan Allah'ı ve ibadeti sevdirmek yerine, din ve ibadete öfke ve nefret duymaya sevk etmektedir. 

Bütün bunların yanı sıra, oruç, kimi insanların zor güç yetirebileceği, hasta insanların ise sorumlu olmadığı bir ibadettir. Allah, oruç hükmü ile ilgili Kuran'daki ayetlerde, bu önemli şartı açıkça belirtmiştir: 

(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. (Bakara Suresi, 184)

... Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez... (Bakara Suresi, 185)

Oruç hükmünün çok açık anlatılmış olduğu bu iki ayette, Ramazan ayında hasta veya yolculukta olanın tutamadıkları günler sayısınca başka günlerde tutmaları, eğer hastalık veya zor dayanma gibi sebeplerle oruç ibadetini hiç yerine getiremiyorlarsa bu durumda kefaret olarak bir yoksulu doyurmaları hükmü bulunmaktadır. Ve Allah ayetinde: "Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez." diye bildirir.

Hasta ve zor dayanabilenlere yönelik böyle kolaylaştırıcı ve net bir hüküm varken artık bu kişilerin oruç tutmak için ısrar etmeleri, kendi   nefislerine zulmetmeleri anlamına gelir. Kuran'a göre Müslümanların, kendilerine zarar verecek uygulamalara girmeleri ise yasaklanmıştır. 

Kuran'daki bu kadar açık bir hükmü tamamen değiştirerek, Kuran'a muhalif sahte hadislerle adeta bir zulüm sistemi oluşturmak, bağnaz zihniyettekilerin uygulamalarını göstermesi açısından önemlidir. Bu kişiler, Kuran'ın şefkatli üslubundan kendilerince hoşlanmaz (Allah'ı ve Kuran'ı tenzih ederiz), kendi karanlık dünyalarına göre bir din üretmeye kalkarlar. Söz konusu zulme dayalı hurafeleri dine eklemeye çalışmalarının nedeni işte budur. 
Bir insan hasta olabilir, zor dayanabilir. Elbette ki hiç kimsenin bünyesi diğeriyle aynı değildir. Pek çok insan, bu dünya hayatında çeşitli hastalıklarla imtihan olur. Allah, üstün şefkati ile böyle bir hükümle hasta ve zor dayananları ayrı tutmuşken, şu an halen bazı ülkelerde zorla oruç tutturma eylemi bu sahte hadislere dayanarak uygulanmaktadır. Hasta olduğu için oruç tutamayan bir insanın, bu sahte hadise dayanarak bir yere hapsedilip su ve yiyecek verilmeden tutulduğu bir ortamı ise tahmin etmek güç değildir. Böyle bir durumda kuşkusuz ki, kısa sürede hastalığı artacak ve bir süre sonra hayatını kaybedecektir. İşte bağnaz zihniyet, insan canına zarar verme pahasına böyle bir zulmü dayatmaya çalışmaktadır. 

Sarhoşun Öldürülmesi 

"Sarhoşun irtidatı (dini terk etmesi) geçerlidir. Fakat sarhoş kendine gelmeden ve tevbeye çağrılmadan öldürülmez." (İmam Şafii el-Um c: 6 s: 148 -El-İnsaf c:10 s: 331-332 -Muğnil   Muhtac 4/137 - Haşiyetül-Desuki 4/363 -İbn Kudame el-Muğni 9/25-26) 

Söz konusu mevzu hadise göre içki içip sarhoş olan kimse eğer bilinci yerinde olmadığı bu süre içinde irtidatta bulunur yani dinden çıktığını söylerse, dinden çıkmış olarak kabul edilir. Bu, son derece ürkütücüdür. Sarhoşluk anında, bir kimsenin bilincinin yerinde olmadığı, mantıklı konuşamayacağı, ne dediğini bilmediği açıktır. Söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu tutulamayacağı da ortadadır. Fakat bağnaz zihniyet, bu uydurma hadisi esas alarak bu kişinin öldürülmesine hüküm verir. Ve yine, Kuran'da asla olmayan böylesine sahte bir uygulamayı hüküm haline getirir ve cinayet kararı verilmiş olur. 

Bu sahte ve ürkütücü zihniyet Kuran ile yalanlanmıştır. Allah, "Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. laşmayın...." (Nisa Suresi, 43) ayetinde "iman edenlere" seslenmektedir. Açıktır ki, bu kişilerin arasında içki içip sarhoş olan da olmuştur. Bu kişiler namaz kılan insanlardır. Bütün bunlar ayetten açıkça anlaşılmaktadır. Namaz sırasında kişinin ne dediğini bilmesi, şuurunun açık olması, Allah ile derin bir bağlantıya geçmesi gereklidir ve sarhoş bir durumda insanın bu dikkati sarf etmesi mümkün olmayacaktır. Böyle bir kişi yaptıklarından ve söylediklerinden de sorumlu tutulamaz, bu nedenle Allah, sarhoş olduğu süre boyunca bir insana namazı yasaklamıştır. Ayette geçen ..."ne dediğinizi bilinceye kadar" ifadesiyle de, sarhoşluk durumunda kişinin "bilinçsizce hareket ettiği" ve "ne dediğinin farkında olmadığına" dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla ancak ve ancak bu şuursuzluk durumu bittiğinde bu kişinin namaza devam etmesi gerektiği anlaşılmaktadır. 

Sarhoşluk gibi bilincin bulandığı bir anda bir kişi dinden çıktığını iddia edebilir, son derece mantıksız sözler söyleyebilir. Kişinin, bilincinin yerine geldiğinde yaptıkları ve söyledikleri esastır. Dahası, bir kişi gerçekten dinden çıkmış olabilir ve bunu açıkça dile getirebilir. Bunun öldürme sebebi haline getirilmesi hem Kuran'a yönelik bir iftira, hem de adı üzerinde bağnazlıktır. Kuran, bu vahşi zihniyeti lanetlemektedir. 

Yüce Allah, Kuran'da sarhoşlukla ilgili özellikle böyle bir hükme yer vererek, bir insanın harama girmesinin onun Müslüman olarak Allah'ı sevmesine ve ibadet etmesine bir engel olmadığını belirtmektedir. Bu ayet, İslam'ın her insana şefkatli ve sevgi dolu yaklaşımının da ayrı bir göstergesidir. Fakat her fırsatta ölüm isteyen bağnaz zihniyet, Kuran'daki hükme rağmen kendi sahte hükümlerini türetmiştir. 

Peygambere Saygıya Uygun Olmayan Sözler Edenlerin,Tevbeye Çağrılmadan Öldürülmesi 

"Peygambere söven kişi tevbeye çağırılmadan hemen öldürülür." (İbni Teymiye)
İbni Münzir dedi ki: İlim ehlinin hepsi, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e söven kimsenin öldürülmesi hususunda birleşmişlerdir. ( Enverşâh, el-Keşmîrî, "İkfâru'l-Mulhidîn", sf. 64. "Tenbihu'l Ğafilîn ila Hükmi Şatimillahi ve'd-Dîn" adlı eserden naklen. Bkz. sf. 14)

Abdullah'ın rivayetinde şöyle diyor: Tevbeye çağrılmadan öldürülür. Halid b. Velid, Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem'e söven bir adamı öldürdü ve tevbeye çağırmadı. (İbni Teymiye)

Bir insanın Allah'a, Peygamberlere, manevi değerlere karşı uygunsuz ifadelerde bulunması elbette asla tasvip edilmeyecek bir durumdur. Fakat elbette her insan bir değildir. Kimi imansız olur, kimi çeşitli sebeplerle dine önyargılıdır, kimisi öfkeli yetiştirilmiştir, bazıları cahildir, kimisi Kuran hakkında hiçbir şey bilmez... Dolayısıyla çeşitli sebeplerle insanların zihinlerinde dine karşı önyargı oluşması mümkündür, özellikle günümüzde öfke ve nefret içinde yaşayan çok insan vardır. 

İmtihana geldiğimiz bu dünyada, her görüşten, her fikirden insan olacak ve imtihanımız bu görüşler, bu fikirler ve bu insanlarla beraber sürecektir. Bir Müslümanın görevi, karşıdaki insan her ne kadar önyargılı, öfkeli dahi olsa, ona Kuran'daki güzel ahlakı güzellikle anlatmak ve kararı ona bırakmaktır. Kimi zaman bu güzel tavırdan karşı taraf etkilenir ve yaptığı hatanın farkına vararak kendisini değiştirebilir. Nitekim bu, yine Kuran ayetinde bildirilmiş olan bir gerçektir:

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) olmuştur. (Fussilet Suresi, 34)

Ayette Müslümanlara, kötü bir tavra güzel bir karşılıkla karşılık verilmesi emredilir. Ve bunun getireceği sonuç şöyle bildirilir: "(görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) olmuş..."
Bütün bunlara rağmen karşıdaki insan eğer yine uygunsuz tavır ve sözlerine devam ediyorsa, bu durumda yine Kuran'da ne yapılması gerektiği açıklanmıştır: 

O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman "Selam" derler. (Furkan Suresi, 63)

O, size Kitap'ta: "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi... (Nisa Suresi, 140)

Görüldüğü gibi Kuran'daki hüküm, böyle cahil topluluklarla karşılaşıldığında onlarla oturmamak, oradan uzaklaşmak ve onlara sadece "Selam" diyerek karşılık vermek, yani onlara barışı hatırlatmaktır. 

Ayetlerde dikkat çekilen iki özellik vardır. Bu insanlar, muhatap alınamayacak kadar cahil ve belki de defalarca uyarılmış fakat doğruyu kabul etmemiş insanlardır. Çünkü görevi tebliğ olan ve dolayısıyla sürekli doğruyu anlatmakla yükümlü bir Müslüman, bu defa bu kişilerle hiç muhatap olmamakta, onların yanlarından ayrılmaktadır. 

Yine ayette dikkat çekilen bir diğer husus, "onlar başka söze dalıp geçinceye kadar" onlarla oturmamaktır. Dolayısıyla bu insanlar, belki de bir Müslümanın daima yakın çevresinde olan, sürekli muhatap olduğu insanlar olabilir. Öyle ki başka söze daldıklarında onlarla sıcak bağlantı devam etmektedir. 

Bu demektir ki, Müslümandan beklenen, yukarıdaki mevzu hadiste belirtildiği gibi vahşi bir yöntem değildir. Bazı insanlar uygunsuz söz söylediklerinde onların yanlarından ayrılmak, fakat öğüt aldıkları sürece mümkün olduğunca onlara doğruyu anlatabilmektir. 
Bu konudaki uydurma hadislerin Kuran'la çeliştiğini görebilmenin bir diğer önemli delili ise "tevbeyi engellemesidir". Allah Kuran'da insanları her konuda tevbeye çağırmışken; tevbe, kişinin kendisi ile Allah arasındayken; Allah "affedici ve bağışlayıcı" olduğunu ayetlerinde sık sık belirtmişken; Kuran'da tevbe edenler sürekli övülmüşken; nasıl bir insanın tevbe etmesi engellenebilir? Kişi Allah'tan af dilemekten nasıl alıkonabilir? Rabbimiz'in "...tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir." (Bakara Suresi, 37) ayetini görmezden gelerek, bir insandan yaptığından pişmanlık duymak ve Allah'tan af dilemek hakkı nasıl alınabilir? 
Elbette kimsenin böyle bir hakkı asla ve kesinlikle yoktur. 

Yine Rabbimiz, bir başka ayetinde de şöyle bildirir:

Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (Bakara Suresi, 160)

Allah'ın "tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim", hükmünü adeta kendilerince reddederek yanlış uygulamalarını bu uydurma hadislere dayandırmaya çalışanlar, açıkça Kuran'a muhalif hareket etmektedirler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder