26 Kasım 2015 Perşembe

"Lanetli Museviler" Yanılgısı


Öncelikle, "bütün Museviler lanetlidir" gibi bir yakıştırma Allah'ın adaleti ve Allah'ın yarattığı din ile kesin olarak uyuşmayan bir ifadedir. Birincisi, Musevilik hak bir dindir ve Müslümanların da bir peygamberi olan Hz. Musa (as)'a indirilmiştir. Allah Kuran'da, Museviliğin ve Musevilerin var olduğunu belirtir, samimi Musevileri över ve Kuran'a göre Müslümanları, tüm Kitap Ehlini sevmekle ve onları korumakla sorumlu tutar. Bazı Kuran ayetlerinde İsrailoğulları'na ve Kitap Ehli'ne doğrudan hitap vardır. Buna göre, Museviler ve Hristiyanlardan da Kuran okuyanlar ve Kuran'dan öğüt alanlar olacaktır. Oysa bir bağnaza göre bir Musevinin elinde Kuran bulundurması tahayyül bile edilemez. 

İkincisi, tüm insanlar bu dünyaya imtihan olmaya gelmişlerdir. İmtihanlarının sonucuna göre ahiretteki konumları belirlenecektir. Allah dünya hayatının bir deneme olduğunu ayetinde şu şekilde haber verir: 

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)

Dolayısıyla, bir Müslüman da aynı imtihana tabidir, bir Musevi de. Musevi bir ailede doğmuş dünyadan habersiz bir çocuğun lanetli olduğunu iddia etmek, Allah'ın adaletine kesin olarak aykırıdır. Henüz imtihan olmamış bir çocuğun ne olursa olsun lanetli olduğunu düşünmek, böyle bir adaletsizliği Allah'tan ummak (Allah'ı tenzih ederiz), Allah'ın adaletini, şefkatini, merhametini anlamamış olmak demektir. Fakat "Museviler lanetlidir" iddiasıyla ortaya çıkanlar, küçük-büyük ayırt etmeksizin bu sapkın mantığı her Museviye karşı kullanabilmektedirler. Peki bağnazlar, "Museviler lanetlidir" iddiasına Kuran'dan nasıl delil getirmeye çalışırlar? 

Bakara Suresi 88. Ayetin İncelenmesi: 

Dediler ki: "Bizim kalplerimiz örtülüdür." Hayır; Allah, inkarlarından dolayı onları lanetlemiştir. Bundan dolayı pek azı iman eder. (Bakara Suresi, 88)

Önceki ayetlere bakıldığında, buradaki hitabın Hz. Musa (as)'ın kavminden, yani Museviler arasından bir topluluğa yapıldığı anlaşılmaktadır. Buradaki topluluğun lanetlenme gerekçesi ise ayette çok açık şekilde belirtilmiştir: "inkarlarından dolayı".

Buradaki topluluk, Museviliğe ihanet etmiş olan, önceki ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla peygamberleri dahi öldürecek kadar azgınlaşmış olan inkarcı bir topluluktur. Kuran'da nasıl Müslüman toplulukların içinden çıkan saldırgan inkarcılar lanetlenmişse, aynı şekilde Musevilerin arasından çıkan saldırgan inkarcılar da lanetlenmektedir. Dolayısıyla ayete göre lanetli olanlar isyankar inkarcılardır, Museviler veya Müslümanlar değil. 

Nisa Suresi 155. Ayetin İncelenmesi

Kesin söz vermeleri dolayısıyla Tur'u üstlerine yükselttik ve onlara: "Bu kapıdan secde ederek girin" dedik ve onlara: "Cumartesinde haddi aşmayın" da dedik. Ve onlardan kesin bir söz aldık. (Nisa Suresi, 154)

Başlarına gelenler; ahitlerini bozmaları, Allah’ın ayetlerini inkar etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve “kalplerimiz kılıflıdır” demeleri yüzündendir. Doğrusu, Allah küfürleri yüzünden kalpleri üzerine mühür basmıştır da pek azı müstesna, iman etmezler. (Nisa Suresi, 155)

Önceki ayetlerde Kitap Ehlinden inkarcı bir kavim tarif edilmekte, yaptıkları tüm taşkınlıklara rağmen Allah tarafından affedilen bu topluluktan alınan söz ise Nisa Suresi 154. ayette açıklanmaktadır. Nisa Suresi 155. ayette ise bu topluluğun verdikleri sözü bozdukları, inkara saptıkları, peygamberleri haksız yere öldürdükleri bildirilmektedir. Lanetlenme sebepleri budur. 
Bu ayetlerin devamında yine Musevi topluluğundan bahsedilmekte ve Allah, Musevilerden kafir olanlarla derin imana sahip olanları ayrı tutmaktadır: 

Ancak onlardan (Musevilerden) ilimde derinleşenler ile mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Suresi, 162)

Musevilerden kafir olup da azgınlıkta bulunanların hükmü başkadır. Tıpkı Müslümanların arasındaki kafir ve azgınların hükmünün başka olması gibi. Fakat Allah, ayette açıkça samimi olan Musevileri ayrı tutmuştur ve onlara "büyük bir ecir vereceğini" bildirmiştir. Allah'ın mükafatlandıracağını belirttiği, cennetle müjdelediği ve övdüğü bir Musevi topluluğu, kim, nasıl lanetli kılabilir? Allah onları övmüşken, bir insan nasıl ortaya çıkıp da "tüm Museviler lanetlidir, onların hepsini öldürmek lazım" gibi bir iddiada bulunabilir? İşte bağnazların sorunu, Allah'ı takdir edememeleri, Kuran'ı anlamamaları ve sonraki satırlarda inceleyeceğimiz konuyla ilgili uydurma hadislerin tuzağına düşmüş olmalarıdır. 
Burada önemli bir noktaya tekrar dikkat çekelim: Bir insan dünyada inkarcı olabilir, fakat münafık olmadığı, dindar insanlara zorluk çıkarmadığı, saygılı ve dürüst bir hayat sürdüğü müddetçe daima Müslümanların koruması altındadır. Bu yine, Kuran ile Müslümanlara verilmiş bir yükümlülüktür. Fakat söz konusu ayetlerde lanetlenmiş olanlar, içinde yaşadıkları dindar topluluğa ihanet etmiş, yani münafıklık yapmış, hatta peygamberleri öldürmüş azgın kişilerdir. Allah, peygamberleri öldürmelerini lanetlenme sebebi olarak görmüş, aynı zamanda onları "ahidlerini bozan" yani ikiyüzlü şekilde münafıklık yaparak iman edenleri arkadan vuran bir topluluk olarak tanımlamıştır. Bu insanlar Hz. Musa (as) ve dindar Museviler için de tehdit oluşturmuşlardır. Yani bu inkarcı kişiler, Musevi bir topluluk içinden çıktıkları veya sadece inkar ettikleri için değil, Allah'a karşı suç işledikleri için Allah'ın Katında lanetlidirler. Aradaki bu farkın çok iyi anlaşılması gerekmektedir. 

"Musevi ve Hristiyanları Dost Edinmeme" Yanılgısı

Genellikle bağnazlar ve Batıda bir kısım İslam karşıtları tarafından Musevi ve Hristiyan aleyhtarlığına delil olarak gösterilmeye çalışılan Kuran ayetlerinden biri Maide Suresindedir: 

Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez. (Maide Suresi, 51)

Ayette "dost" kelimesi iki defa geçmektedir. "Yahudi ve Hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin" ifadesinde geçen ve "dostlar" şeklinde çevrilen kelimenin Arapçası "evliyau"dur. Bu kelimenin gerçek anlamı, "koruyucular, kanun nazarında sorumlular, evliyalar, efendiler, sahipler, malikler" şeklindedir. "Sizden onları kim dost edinirse" ifadesinde geçen ve yine "dost" şeklinde çevrilen kelimenin Arapçası ise "Yetevellehum"dur. Bu kelimenin anlamı ise "bakımını üstlenir, hakim duruma geçer, yönetimi ele alır" şeklindedir. Arapça anlamına baktığımızda bu ayette geçen "dost" ifadelerinin gerçekte "yönetici" anlamına geldiğini rahatlıkla anlayabiliriz. Burada Müslümanlara yasaklanan,  Musevi ve Hristiyanların idaresi ve yönetimi altına girmeleridir. (Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı, Kuran Meali)

Buradaki hikmeti ise anlamak zor değildir. Her din, aynı tevhid inancı ve aynı temeller üzerinde olsa da her dinin kendine ait ibadet şekilleri ve hükümleri vardır. Dolayısıyla bir Musevi veya Hristiyanın yönetimi altındaki Müslümanın ibadet ve hükümlerini uygulamada zorluk çekebilme ihtimali son derece yüksektir. Böyle bir zorluğun olmaması için ayette böyle bir hüküm verilmiştir. 

Cizye ve Savaş Konusunda Yanlış Bilinenler 

Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. (Tevbe Suresi, 29)

Gerçek İslam’ı yanlış tanıyanlar genellikle yukarıdaki ayette geçen cizye (bir tür vergi) verme zorunluluğunun sadece Kitap Ehli’ne ait olduğunu iddia eder ve bunun Müslüman olmayanlara yönelik haksız bir uygulama olduğunu savunurlar. Ayette geçen “cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın” hükmünden de Kitap Ehli eğer İslam’a dönmezse ve cizye vermezse onlarla savaşmak gerektiği hükmünün çıktığını iddia ederek Kuran’ı ve İslam’ı sorgularlar (Kuran’ı ve İslam dinini tenzih ederiz). 

Oysa burada ciddi bir yanlış anlaşılma vardır. 

İlk olarak şunu belirtmek gerekir: Cizye bir vergi türüdür. Vergi bir ülkede yaşayan her insan için geçerli bir yükümlülüktür. Yani kişi Müslüman bir ülkede yaşıyorsa Müslüman olsun olmasın, dini ayırt edilmeksizin, vergiye tabidir. Müslüman ülkede Müslümandan vergi alınmaz fakat Kitap Ehli’nden vergi alınır gibi bir ayırım yoktur. Vergi her yurttaşın sorumluluğudur. 

Cizye ile ilgili konuda ise bizim için geçerli olan, söz konusu hükmün tarihte Müslüman devletler tarafından nasıl uygulandığı değil, Kuran’da nasıl geçtiğidir. Tevbe Suresi 29. ayette geçen hükmü incelediğimizde karşımıza çıkan gerçek ise şudur: 

Ayette belirtilen kişiler “Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyenler” yani Hristiyan ve Musevilerin arasından çıkmış olup Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, dini ve peygamberleri tanımayan kişiler, yani inkarcılardır. Daha önce de çok kez belirttiğimiz gibi, her insan iman edip etmemekte özgürdür. Kuran, dinde zorlamayı yasaklamıştır. Bir Müslüman, herkese olduğu gibi bir inkarcıya da saygı duymak ve Tevbe Suresi 6. ayete göre onu korumakla yükümlüdür. Kuran’a göre inkar eden bir insanı suçlu yapan unsur ise saldırgan olması, dindarlara karşı mücadele vermesi ve fitne çıkarmasıdır. İşte bu bölümde ele aldığımız Tevbe Suresi 29. ayette de söz konusu inkarcı topluluğun bu özelliğine dikkat çekilir. Bu kişiler ayete göre “Allah'ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan” kişilerdir. Dolayısıyla hiçbir yasağı dinlememekte, bozgunculuk çıkarmakta ve saldırganlık göstermektedirler. 

Şimdi bir düşünelim: Müslüman idare altındaki devlet içinde Müslümanlar ve gayri Müslimler ve hatta puta tapan paganlar bir arada huzurla yaşamaktadırlar. [Peygamberimiz (sav)’in idaresi altındaki tüm şehir devlet yapılanmalarında bu şekilde olmuştur. Medine Vesikası dahil olmak üzere Peygamberimiz (sav)’in belirlediği tüm anlaşmalar, devletin her ferdine eşitlik getiren ve onların tüm haklarını koruyan mükemmel demokratik anayasalardır.] Fakat o devletin yurttaşları arasında inkarcı olmasının yanında sürekli olarak yasakları delen, haram olanı haram saymayan dolayısıyla toplumları dejenerasyona sürüklemeye yeltenen, dindar topluluklara karşı saldırganlaşan, toplum içinde huzursuzluk çıkaran, devletin kendilerine sunduğu tüm nimetlerinden, tüm imkanlardan faydalanmalarına karşın devletin kendi kanunlarına başkaldıran bir topluluk bulunmaktadır. Müslüman bir devlet yönetimi altında rahatları yerindedir, her anlamda iyi bakılmakta ve kollanmaktadırlar; fakat buna rağmen hem fitne çıkararak büyük bir suç işlemekte, hem de hiçbir fayda getirmedikleri gibi devlete mesuliyetleri olan vergiyi de ödememektedirler. Toplum içinde anarşi çıkartmakta, terör eylemleri gerçekleştirmekte, aynı toplum içinde yaşayan diğer insanların ve özellikle de dindarların canlarına kastetmektedirler. Bu şartlar meydana geldiğinde, yaptıklarından pişman olup devlete karşı boyun eğdiklerini göstermedikleri sürece böyle bir toplulukla savaş kaçınılmazdır. 

Tevbe Suresi 29. ayet, toplum içindeki bu bozguncu ve anarşist kesime işaret etmektedir. Bu insanlar sadece Müslüman devlet idaresindeki Müslümanlar için değil, o toplumdaki Hristiyanlar ve Museviler için de büyük birer tehlikedir. Dolayısıyla onlara karşı güç kullanımı ile fitnelerinin sona erdirilmesi, o toplumda yaşayan Musevi ve Hristiyanların rahat yaşaması için de gereklidir. Söz konusu inkarcı ve fitneci toplulukların Hristiyanlardan, Musevilerden veya Müslümanlardan çıkmış olması bir ölçü değildir. İnkarcı zaten dini terk etmiş olan kişidir; dolayısıyla Müslümanlar veya Ehli Kitap ile eş tutulamaz. Burada söz konusu fitneci topluluklarla “onlar cizye verinceye kadar savaşılması”, cizye verdiklerinde devletin hakimiyetini kabul ettiklerinin bir göstergesi olduğu içindir. Açıktır ki bundan sonra, devletin kanunlarına aykırı davranmayacak, bozgunculuğa yeltenmeyecektir.

Yanlış Bilinen Bir Başka Kavram: Takiye 

Takiye, "korunmak, saklanmak" anlamlarına gelen bir kelimedir. Kuran'da bu ifade ayette şu şekilde geçer: 

"Kim imanından sonra Allah'a (karşı) inkara sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkara göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazab vardır..."(Nahl Suresi, 106) 

Bu ayette özel bir durum tarif edilmektedir: Kişi, iman etmiş olmasına rağmen baskı altındadır ve bulunduğu zor durumdan kurtulabilmek için, geçici olarak Allah'ı inkar ettiğini söylemesi veya imanını gizlemesi durumu söz konusudur. Kuran'a göre takiyenin bunun dışında bir anlamı yoktur.

Oysa takiye, şu anda bir kısım hurafeci İslam anlayışına sahip kişiler tarafından farklı uygulanmakta, bir kısım İslam karşıtları tarafından da yanlış anlaşılmaktadır. Hurafeci İslam anlayışına sahip bir kısım kişiler, takiyeyi, bütün hayatlarına hakim olması gereken bir iki yüzlülük metodu olarak kullanmaya kalkmakta, hiçbir hayati tehlike söz konusu olmadığı durumlarda dahi İslam dışı uygulamalara rahatlıkla girebilmekte ve mevzu hadisler neticesinde düşman olarak addettikleri kişilere rol icabı dostmuş gibi davranmaktadırlar. 
Bir kısım İslam karşıtları veya radikaller nedeniyle İslam'a şüpheyle bakanlar ise bunu genele vurup, hiçbir Müslümanın barış ve sevgi yönündeki söylemlerine inanmamak gerektiğini, nihai ve büyük bir savaş için tamamının rol yaptığını iddia ederler. Onlar, söz konusu Müslümanlar tarafından Kuran'da geçen takiyenin bu şekilde uygulandığını ve aslında savaşı sabırsızlıkla bekleyen Müslümanların rol gereği birer barış ve sevgi elçisi gibi davrandıklarını öne sürerler. Dolayısıyla bu kişilere göre, sevgi ve barıştan söz eden her Müslüman aslında yalan söylemektedir. 

Burada elbette iki tarafın da en büyük sorunu Kuran'dan habersiz olmalarıdır. 
Öncelikle Kuran'da geçen takiye kelimesinde önemli bir şart vardır: "kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç"... Ayette belirtilen takiye için şart, kişinin baskı veya tehdit altında, yani zor bir durumda olmasıdır ve baskıdan kurtulmak için imanını gizlemesidir; husumetini veya düşmanlığını değil. Yüce Allah Kuran'da Firavun'un ailesinden olup imanını gizleyen bir kişiyi haber vermektedir: 

"Firavun ailesinden olup imanını gizleyen bir adam şöyle dedi: Siz, bir adam 'Rabbim Allah'tır diyor,' diye öldürecek misiniz..." (Mümin Suresi, 28)

İmanını gizleyen bu kişi açık bir tehlike içindedir. Firavun gibi dönemin en zalim hükümdarının yanında yaşamakta ve ölüm tehdidi altında olması nedeniyle imanını gizlemekte yani takiye yapmaktadır. Bu durum tam olarak Kuran'daki takiye şartının yerine getirildiği bir durumdur. Bu kişi, ciddi bir tehdit altında bulunmasından dolayı, iman etmiş olmasına rağmen bunu gizlemektedir. Takiyenin Kuran'a göre uygulaması sadece ve sadece bu şekildedir. 

Şu anda bir kısım hurafeci zihniyetlerin takiye adı altında uygulamaları ve bu uygulamaları İslam'a uygun zanneden bir kısım İslam karşıtları, Kuran'dan uzak oldukları için barış ve sevginin de önünü tıkamaya yeltenmektedirler. Takiyenin Kuran'dakinden farklı algılanması ve uygulanması dünyaya hali hazırda dehşet getiren savaş ve çatışma ortamını bir nevi desteklemektedir. Bunu yaparak insanlara, asla barışın gelmeyeceği telkini verilmekte, kitle katliamlarının, dehşet senaryolarının devam edeceği söylenmektedir. 

Bu anlayış Kuran'a aykırı olduğu gibi mantığa da aykırıdır. Düşünün ki bir Müslüman, Allah rızası için bütün hayatını barışa, kardeşliğe, insanları dost edinmeye adayacak, bunun için savaş yanlılarından, radikallerden tehditler alacak, hayatını tehlikeye atacak, İslamofobinin yıkıcı etkisini göze alarak Hristiyanları ve Musevileri dost olmaya ikna edecek, bu dostluk için vaktini, parasını, imkanlarını ve gençliğini harcayacak... Sonrasında ise bin bir güçlükle bir araya getirdiği ve tüm zorluğuna rağmen aralarında sevgi birliği kurduğu insanları aniden katletmeye karar verecek! 

Bu oldukça sapkın bir bakış açısıdır. Bir insan eğer şeytani fikirliyse ve insanları katletmeyi aklına koyduysa, bunun için ortam ve imkan bulmakta kuşkusuz zorlanmamaktadır. Bu şeytani fikrini zaten her şartta uygulayabilir. Eğer bunu din adına yapacaksa zaten dini kendilerince kullanıp katliamlar yapan kişiler çok uzakta değiller. 

Müslüman hayatını bir yalanla yaşamaz, bu haramdır. Gerçek bir Müslüman hayatını daima Kuran'a göre yaşar. Kuran ayetleri ışığında Müslümanlar, bu dünyaya sevgiyi getirmekle sorumlular (Meryem Suresi, 96), tüm dünyada barışı sağlamakla yükümlüler (Bakara Suresi, 208), birlik ve beraberliği sağlamakla sorumlulardır (Enfal Suresi, 73). İnkar edenleri bile koruyup, gerekirse bunun için kendilerini riske atmakla emrolunmuşlardır (Tevbe Suresi, 6). 

Kuran'da özel bir yeri olan Kitap Ehli ile ise kardeş, dost, yakın arkadaş olmakla sorumludurlar. Onları katletmek için değil, onları zorla kendi dinlerine döndürmek için değil; onları sevdikleri için, Allah'ın emri olduğunu bildikleri için, hep birlikte "Allah birdir" dedikleri için onları kucaklamakla sorumludurlar. Takiye kavramını sahtekarca kullanıp Müslümanlığı savaş dini gibi göstermeye çalışanlar sinsi planlarında başarılı olamayacaklardır. Çünkü sinsi plan daima bozulmuş olarak kurulur. Tüm savaş senaryolarına rağmen, üç dinin temsilcileri bu dünyaya barışı hakim edecekler. Çünkü Allah mutlaka hakkı galip kılar, sevgi ve barışı ister. İnsanlığı ve tüm kainatı sevgi üzerine yaratmıştır. 

Kuran'dan bağnazların ve İslam karşıtlarının Musevi karşıtlığına delil olarak getirmeye çalıştıkları Kuran ayetlerinin gerçek açıklamalarını gördük. Şimdi, bağnazların Musevi karşıtlığını empoze etmek için kullandıkları ve kayıtsız şartsız inandıkları mevzu hadisleri açıklayalım: 

Hristiyan ve Musevilerle İlgili Mevzu Hadisler ve Kuran'a Göre Açıklamaları

"Ergenlik Çağına Girmiş Musevilerin Öldürülmesi" İddiası 

Atiyet el -Kuraziy dedi ki: "Kurayza savaşı günü Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem tenasül bölgesi kıllanmış her Yahudinin öldürülmesini emretti. Ben o zaman henüz kıllanmamıştım. Benim durumumu Rasulullah'a arz ettiler. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem beni bıraktı." (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn Mace, İbn Hibban)

Bu mevzu hadisle, ergenlik yaşına gelmiş olan her Musevinin katledilmesi emri verilmiş olmaktadır. İslam dini, haksız yere can almayı en büyük suç sayan, samimi Musevileri büyük bir ecirle müjdeleyen, sevgi ve şefkati öğütleyen bir dindir. Bir insanın "hiçbir suçu yokken" –suçlu olsa bile kişiyi affetmek esastır– sırf Musevi olduğu için ergenlik yaşına geldiğinde öldürülmesi asla İslam gibi bir barış dininin hükmü olamaz. Kuran'da elbette ki böyle bir hüküm yoktur; böyle bir izah Kuran'a ve Yüce Rabbimiz'in bu güzel dinine bir iftira niteliğindedir. Bu Kuran'a göre bir cinayet, bir katliamdır. Samimi olup cehalet nedeniyle inanmadığı sürece, böyle bir sahte hadisi hüküm olarak alıp uygulayan bir kişi Müslüman değil katildir. Allah samimi Musevileri överken, onların kayıtsız şartsız katledilmesini emreden bir hükme inanıyor olmaları, bağnazların cehaletlerinin boyutunu göstermektedir. 

"Müslümanların Günahlarının Musevilere Yüklenmesi" İddiası

"Kıyamet günü Müslümanlar üzerlerinde dağslar gibi günahlarla gelecekler, Allah (c.c) onlardan bunların tümünü bağışlayacak, Yahudilerin üzerine yükleyecektir." (Ramuz el-Hadis )

Bu sahte hadise Kuran ile cevap verelim: 

Üzerlerinde dağlar gibi günahlarla gelen tüm Müslümanlar kendi günahlarıyla, tüm Museviler de kendi günahlarıyla sorguya çekileceklerdir. Hiç kimse, kendi üzerindeki günahı bir başkasına yükleyemeyecek, sadece kendi günahlarıyla sorguya çekilecektir. Allah Kuran'da bunu açıkça bildirmiştir: 

Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez... (İsra Suresi, 15)

Bir başka Kuran ayetinde Allah, kendi günahını bir suçsuza yüklemeye çalışanın hükmünü de açıkça belirtmiştir: 

Kim bir hata veya günah kazanır da sonra bunu bir suçsuza yüklerse, gerçekten o, böyle bir yalan (bühtan)ı ve apaçık bir günahı yüklenmiştir. (Nisa Suresi, 112)

Her insan ahirette kendi amelinden sorumlu olacaktır. Allah'ın bildirdiği gibi, "Allah'a döneceğiniz günden sakının. Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek ve onlara haksızlık yapılmayacaktır." (Bakara Suresi, 281) ayeti gereği kimse ahirette haksızlığa uğratılmayacaktır. Kimse ahirette, Rabbimiz'in Katında, "benim günahlarımı o yüklendi, o yüzden günahsızım" diyemeyecek, dünyada pervasızca yaşadığı bu aldatıcı zihniyeti orada zikredemeyecektir. Çünkü aslında vicdanen bu iddianın bir sahtekarlık olduğunu herkes bilir. 

"Yemeklerin Museviler Yüzünden Bozulduğu" İddiası 

"Eğer İsrailoğulları olmasaydı, yemekler ekşimez, etler kokmazdı." (Cami-üs Sağir)

Mevzu hadislerin nasıl bir zihniyetten çıktığını anlamak ve uydurma olduklarını kanıtlamak için bu sahte hadis oldukça önemli bir delildir. Kitabın başından beri bahsettiğimiz mevzu hadisler işte bu zihniyetin ürünüdür. Eğer Museviler yeryüzünde olmasa yemeklerin bozulmayacağını, etlerin kokmayacağını iddia eden bir zihniyetten kadınlara, hayvanlara, sanata ve tüm sosyal hayata yönelik ürkütücü yorumların çıkması elbette ki sürpriz olmaz. Söz konusu mevzu hadis, aynı zamanda Musevilerle ilgili aşağılayıcı ve düşmanca hadislerin de uydurma ve sahte olduğunun önemli bir delili niteliğindedir. Kuran'da adı geçen, övülen ve Hz. Musa (as)'ın soyu olan bir topluluğun varlığının, yemeklerin ekşimesine ve etlerin kokmasına neden olduğunu anlatan bir inanç sistemi, kuşkusuz ki kesin olarak bir hak dine ait olamaz. Ayrıca Rabbimiz'in, Kuran'da Maide Suresi 5. ayette Müslümanlara; Musevi ve Hristiyanların yemeklerini helal kıldığını da hatırlatmak gerekir. Burada karşımıza çıkan Kuran'ın zihniyetinden farklı ve kuşkusuz ki bağnaz bakış açısıdır. Karşımıza çıkan derin mantık çöküntüsü, bağnazların bozuk mantıklarını bir bütün olarak izah etmek için yeterlidir. 

"Arap Topraklarında İki Din Kalmasın" İddiası 

"Resullah'ın son sözlerinden biri, (Allah, Yahudi ve Hristiyanları helak etsin. Arap topraklarında iki din kalmasın) idi." (Beyheki) 

Söz konusu uydurma hadis, yine, Peygamberimiz (sav)'e büyük bir iftiradır. Yüce Allah Kuran'da Hristiyanlık ve Musevilik dinlerinin varlığını belirtmiş ve Kuran'ın bu iki hak dini doğrulayıcı olarak gönderilmiş olduğunu haber vermiştir. Kuran, bu iki dinin hükümlerini yürürlükten kaldırmamakta, o dinleri doğrulamaktadır. Kuran'da çok fazla ayette bu önemli bilgi verilmiştir, bu ayetlerden biri şu şekildedir: 

O, sana Kitab'ı hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. (Al-i İmran Suresi, 3)

Yine Kuran, yeryüzünde Musevi ve Hristiyanların bulunacağını ve yukarıdaki satırlarda belirttiğimiz gibi bunlardan bir kısmının, samimi ve Allah'ın seçkin kıldığı bir topluluk olacağı belirtmektedir. Allah, Kuran'da Müslümanlara, Hristiyan ve Musevilerle evlenmeyi, onların sofrasında yemek yemeyi helal kılmıştır (Bu konu birazdan detaylı açıklanacaktır). Ayrıca Yüce Rabbimiz, Müslümanlara sevgi bakımından en yakın olanların "Hristiyanlar" olduğunu belirtmektedir. Allah'ın övdüğü, mükafatlandırdığı, varlığından haber verdiği bu topluluklar varken, "Allah Yahudi ve Hristiyanları helak etsin" ifadesinin Peygamberimiz (sav)'in sözü olmadığı açıktır. Bunu Peygamberimiz (sav)'in sözüymüş gibi yaygınlaştıranlar, bu büyük iftiranın vebalini üstlenirler. Söz konusu sahte hadis, Kuran'da Kitap Ehli ile ilgili övücü hükümlerle ve Peygamberimiz (sav)'in Kitap Ehli'ne yönelik uygulamalarıyla tamamen yalanlanmaktadır. Konuyla ilgili Kuran ayetlerine ve Peygamberimiz (sav)'in uygulamalarına birazdan değineceğiz. 

Hakaret Olarak "Ey Yahudi", Sevap Olarak "Yahudi'ye Lanet"

"Bir adam başka bir adama (Ey Yahudi) dediği zaman ona 20 sopa vurunuz." (Tirmizi)


"Kim ki, fakire verecek paraya sahip değildir, Yahudi'ye lanet etsin, aynı sevabı kazanır."
(Deylemi, İbn-i Adiyy)

Yine bu mevzu hadislerde de "Yahudi" ifadesi bir hakaret gibi gösterilmeye çalışılmış, Museviye lanet etmek sevap olarak kabul edilmiş ve Musevi nefreti bu yolla yaygınlaştırılmak istenmiştir. Bağnazların neden bu kadar farklı bir din yaşadıkları açıktır. Samimi Musevilerin ahirette mükafatlandırılacaklarını belirten, samimiyetlerini öven Kuran, bu insanların dünyasından tamamen uzaktır. 

Musevi ve Hristiyan nefretinin kaynağı, bu saçmalıkların yaydığı zihin çöküntüsüdür. Bağnazlık konusundaki şikayetlerini İslam karşıtlığı şeklinde yaygınlaştırmaya çalışanların dikkat vermesi gereken en büyük konu işte budur. Gerçek İslam'a ve samimi Müslümanlara cephe aldıklarında, bağnazlığın zihniyetini ortadan kaldıracak tek büyük silahı yok etmeye çalışmakta böylelikle de kendilerine dönecek bir felaketi hazırlamaktadırlar. 

"Yolun Dar Tarafına Sıkıştırın

"Ebû Hüreyre ra'dan Peygamber sav'den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûlullah sav: 'Yahudilerle Hristiyanlara (rastladığınızda) evvelâ siz selâm vermeyin. Onlardan birine bir yolda rast gelirseniz kendisini yolun dar tarafına sıkıştırın'; buyurmuşlardır." (Muslim, Buluğu'l Meram cilt 4, CİHÂD BAHSİ, Cizye Ve Hüdne Babı»1335/1125- ([246]))

Sevgiyi, nezaketi ve en başta Kitap Ehli'ne yönelik korumacılığı öğreten hak bir dinin hükümlerine karşı uydurulmuş bu hadis ciddi bir vahşilik ve yine Peygamberimiz (sav)'e yönelik bir iftiradır. Kuran'ın hükümlerine uygun olarak, Musevi ve Hristiyanlara karşı müthiş bir şefkat ve sevgi göstermiş olan Peygamberimiz (sav)'in uygulamalarına tamamen ters bir mantık bu mevzu hadiste Peygamberimiz (sav)'in dilindenmiş gibi anlatılmaktadır. 

"Yahudi Ağacı Gargat" 

"Öyle ki Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına saklanacak ama ağaç ve taş dile gelerek 'Ya Müslim! Ey Allah (c.c.) kulu! Gel, bak benim arkamda Yahudi var, buraya gizlendi, benim arkamda, gel onu cezalandır.' diyecek. Sadece 'gargat' ağacı bunu söylemeyecek çünkü o Yahudi ağacıdır" buyuruluyor. (Kitab-ul Fiten H. 2239)

Musevi karşıtlığı konusunda belki de en yoğun olarak kullanılan hadis, gargat ağacı ile ilgili olan bu sahte hadistir. Bu hadise göre taşın veya ağacın arkasına bir Musevi saklandığı takdirde öldürülmelidir. Bu zafiyet içindeki mantığa göre söz konusu Musevi günahsız bir masum olabilir, Musevi bir çocuk olabilir, dindar, sevgi dolu bir insan olabilir. Yine söz konusu sahte hadise göre, ağacın arkasında vasfı ne olursa olsun bir Musevi saklandığında taş ve ağaç bir şekilde bunu Müslüman bir kişiye haber vermekte ve o Musevi de ne olursa olsun mutlaka öldürülmektedir. Küçük bir çocuk olsa bile... 

Oysa bu, Kuran'a göre cinayettir. Kendisini Müslüman olarak gören bir kişi mevzu hadislere inanıp da, "Ağaç bana emir verdi" deyip ağacın arkasındaki Museviyi vuruyorsa, öldürülen Musevi cennete gidebilir ama kendisi tevbe etmediği sürece ahirette cinayet işlemiş olmanın günahıyla cezalandırılır. Üstelik bu, öylesine dehşet verici sistemdir ki, böyle bir uydurmaya inananlar kolaylıkla "taş bana emir verdi" veya "ağaç bana haber verdi" gibi sahtekarlıklarla ortaya çıkabilir ve rahatlıkla katliam yapabilirler. Nedeni sorulduğunda, taştan gelen emri öne sürebilirler. Böylesine sahtekarca bir sistemde onları sorgulayabilen de olmayacaktır. Zaten sistemleri Kuran'a göre işlememektedir. Kendi sistemleri, öldürmeyi, aşağılamayı, bir kenara sıkıştırmayı mübah gören bir sistemdir. Oysa Allah Kuran'da onların bu sahtekarca sistemlerini aşağılamaktadır: 

Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi öğüt alıp-düşünmüyorsunuz? Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var? Eğer doğru söylüyorsanız, öyleyse getirin kitabınızı. (Saffat Suresi, 154-157)

Şimdi, Museviler ve Hristiyanlarla ilgili uydurulmuş olan bu hadislerin Kuran'la ve Peygamberimiz (sav)'in uygulamalarıyla nasıl yalanlandığını görelim: 

Kuran'da Kitap Ehli'ne Verilen Değer

Müslümanlar Kitap Ehli ile evlenebilirler, onların yemekleri Müslümanlara, Müslümanların yemeği onlara helaldir: 

Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) kitap verilenlerin (Musevi ve Hristiyanların) yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü'minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden (Musevi ve Hristiyanlardan) özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (Maide Suresi, 5)

Bu ayet, çok çeşitli ve önemli detaylarla Kitap Ehli'nin Müslümanlar için değerini anlatan bir ayettir. Bu ayetin hükmüne göre bir Müslüman erkeğe, Kitap Ehli'nden bayanlar ile evlenebilme yetkisi verilmiştir. Buradaki yetki önemli bir yetkidir, çünkü Kuran'ın "Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara; iyi ve temiz erkekler, iyi ve temiz kadınlara (yaraşır)..." (Nur Suresi, 26) emri gereği Müslümanlar temiz ve iyi insanlarla evlenmekle yükümlüdürler. Bu hüküm ile Musevi ve Hristiyanların temiz ve iyi insanlar olduklarının önemli bir işareti verilmiş olmaktadır. 

Bununla birlikte bu ayet ile belirtilen önemli bir ölçü vardır. Bir Müslüman, Musevi veya Hristiyan bayanı eşi olarak almakta, ona "karım, eşim, sevgilim" diye hitap etmekte, onunla bir aile kurmakta, bütün ömrünü onunla birlikte geçirmekte, hatta ahirette de sonsuz hayatını onunla birlikte geçirmeye niyetlenmektedir. Bu insan, bütün dünya hayatı boyunca tüm zorlukları, güzellikleri paylaştığı yegane insan haline gelmektedir. Hastalandığında ikisi birbirine bakmakta, ikisi birbirine güvenmektedir. 

Bağnazların ölçüsüne göre, bir insan "sevgilim" dediği, hayatını birlikte geçirdiği, kendi canını emanet ettiği, kendi çocuklarının annesi olan bir insana Hristiyan veya Musevi olduğu için aniden düşman kesilecek, onu lanetli mi ilan edecektir? Bütün hayatını onunla geçirdikten sonra günün birinde "şu ağaç bana haber verdi, karım bir Musevi ve onun arkasında saklanıyor" deyip onu katletmeye mi karar verecektir? Bir insan bunu ancak bir zihinsel bozukluğa sahipse yapabilir. Kuran'a uyan, aklı başında bir Müslüman için Musevi ve Hristiyana sevgi ölçüsü bu ayettedir. 

Ayette ayrıca Müslümanlara önemli bir yetki de verilmektedir: Kitap Ehli'nin yemeğinden yeme yetkisi. Bu önemli bir ölçüdür, çünkü bilindiği gibi Müslümanlar yiyecekleri yemeklerde belli haramlara dikkat etmek zorundadırlar; domuz eti ve Allah adına kesilmemiş bir hayvan eti Müslümanlar için haramdır. Musevi ve Hristiyanların yemeklerinin Müslümanlara helal kılınması, bu kişilerin güvenilir olduğunun bir güvencesidir. Aynı ölçü Musevi ve Hristiyanlar için de geçerlidir ve ayetin hükmüne göre Müslümanların yemekleri de onlara helal kılınmıştır. 

Burada ayrıca bir başka dostluk ifadesine de dikkat çekmek gerekir. Kitap Ehli ve Müslümanlar aynı yemek ortamında bir arada bulunabilmekte, birbirlerinin misafiri olabilmekte, aynı sofrada oturabilmekte, birbirlerini ağırlayabilmektedirler. Burada bir dost ilişkisinin tarifi yapılmaktadır. Kine, öldürmeye dayalı bir nefret ortamı değil, bir sevgi, dostluk ve kardeşlik ortamı tarif edilmektedir. 

Bu ayette geçen hükümler bir bağnazın asla yanaşmayacağı ve asla kabul etmeyeceği hükümlerdir. Kuran ile verilmiş bu ehliyet bağnazların dünyasında hem haram ve hem de dehşetli bir senaryodur. Kitap Ehli'nden bir insanla evlenilebileceği veya onun misafiri olarak onun sofrasından yemek yiyebileceği ihtimali bir bağnaza sorulsa, bunu öfkeyle reddedecektir. Açıktır ki bağnazların hükümleri Kuran'dan değildir çünkü hüküm koyucunun Kuran olduğunu kabul etmemektedirler. 

Kitap Ehli'nin konumunu anlatan sadece bu ayet değildir. Allah Kuran'da bir kısım Kitap Ehli'ni övmektedir. Konuyla ilgili ayetler şu şekildedir: 

Musa'nın kavminden hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır. (Araf Suresi, 159)

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115)

Şüphesiz, Kitap Ehli'nden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah'a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 199)

Bu (Kur'an)dan önce, kitap verdiklerimiz buna inanmaktadırlar. Onlara okunduğu zaman: 
"Biz ona inandık, gerçekten o, Rabbimiz'den olan bir haktır, şüphesiz biz bundan önce de Müslümanlar idik" derler. (Kasas Suresi, 52- 53)

Ancak onlardan (Yahudilerden) ilimde derinleşenler ile mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Suresi, 162)

Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)

Gerçek şu ki, iman edenlerle Yahudiler, Sabiîler ve Hristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (Maide Suresi, 69)

...Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Hristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir. Elçiye indirileni dinlediklerinde Hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz inandık; öyleyse bizi şahidlerle birlikte yaz. Hem Rabbimiz'in bizi salihler topluluğuna katmasını umarken ne diye Allah'a ve bize Hak'tan gelene inanmayalım?" Böylelikle Allah, dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır. (Maide Suresi, 82-85)

Andolsun, Allah İsrailoğulları'ndan kesin söz (misak) almıştı. Onlardan on iki güvenilir- gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara: "gerçekten Ben sizinle birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekatı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah'a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır." (Maide Suresi, 12)

Ayetlerde çok açıkça anlaşılabildiği gibi salih ve samimi olan Musevi ve Hristiyanlar, Kuran'da güzel sözlerle övülmekte ve Allah'tan bir mükafatla müjdelenmektedirler. Allah bu kişileri, cennetine alacağını belirtmektedir. Bu Allah'ın bu insanlara sevgi ifadesidir. Allah'ın sevdiği, cennetinde ağırladığı, razı olduğu bir insana, bir Müslüman nasıl düşman olabilir? Kuran'a göre olamaz. Kuran'a göre böyle bir düşmanlık suçtur. Dolayısıyla bağnazlar, Kuran ayetlerine rağmen sahte hadisleri kendilerine yol gösterici olarak alarak, Kitap Ehli düşmanlığını yayarak, İslam'a göre suç işlemektedirler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder