26 Kasım 2015 Perşembe

Kadınları Kısıtlamak ve Aşağılamak İçin Kuran‘dan Delil Getirmeye Çalışanlara Cevaplar


Kadını Kısıtlama Yöntemi Olarak Kuran Meallerine "Başörtüsü" Kelimesinin Eklenmesi
Bilindiği gibi bağnaz dininin en fazla gündeme getirdiği konuların başında kadınların kapanması gelir. Dinin pek çok hükmüne neredeyse hiçbir hassasiyet göstermeyen, temel ibadetleri dahi yerine getirmeyen ama sünnet -yani hadislerin uygulanması- konusunda oldukça titiz olduğunu iddia eden bir kısım kişilerin din ve iman anlayışı genellikle "başörtüsü = din" şeklindedir. Peki bu kişilerin dinin adeta yegane sembolü gibi gördükleri başörtüsü gerçekte Kuran‘da var mıdır? 

Pek çok alim, başörtüsü ve örtünme konusuyla ilgili açıklamaları Kuran‘dan edindiklerini söyler ve bazı ayetleri bu konuda örnek gösterirler. Oysa Kuran‘da başörtüsü kelimesinin geçtiği tek bir ayet dahi bulunmamaktadır. Dolayısıyla önce, Kuran‘ın tefsirlerde ve meallerde nasıl yorumlandığını ve doğru açıklamanın ne olduğunu görmek gerekir. 

Nur Suresi 31. Ayet– 1. Bölüm 

Mü‘min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) salsınlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah‘a tevbe edin ey mü‘minler, umulur ki felah bulursunuz." (Nur Suresi, 31)

Bu ayette, neredeyse her mealde "Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) salsınlar" şeklinde çevirilmiş olan cümlenin orijinal Arapçasında aslında başörtü kelimesi geçmemektedir. Burada geçen kelime "örtü"dür. Ayetteki kelimelerin Arapça anlamlarını incelediğimizde bunu çok açık görebiliriz:

"...Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) salsınlar..." (Nur Suresi, 31)

" Ve kul lil mu‘minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu‘leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhel mu‘minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne)."



  Yadribne: "Darabe" fiilinden türemedir, "vurmak, dövmek, bırakmak, örtmek, kapamak" anlamındadır.

  Humurihinne: "Hamara"dan türemedir. "Hamrü" "şarap, sarhoşluk verici" anlamındadır. Kelime bu ayette "örtü" manasına gelir. Genellikle de "her türlü örtü, perde, paravan, siper, bahane" gibi anlamlara sahiptir.

  Cuyubihinne: Cüyub kelimesinin çoğuludur. Göğüs, yaka, cep, koyun (göğüs bölgesi), sine, bağır, oyuk, gerdanlık gibi anlamları da vardır. 

Şimdi ayetin, "Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) salsınlar" şeklinde çevirilen "vel yadribne bihumurihinne alâ cuyûbihinne" bölümünü kelime kelime inceleyelim:

"Humur" / Örtmek Kelimesinin İncelenmesi

Başörtüsüne delil gibi kullanılan "Humur" kelimesi çok geniş anlamlı olup, genel olarak "örtü" anlamına gelen "hımar" sözcüğünün çoğuludur ve "örtmek" anlamına gelen "hamr" kökünden türetilmiştir. 

Sözlüklerde "hımar"a genel mana olarak "örtü" anlamı verilmektedir, kelime "herhangi bir şeyi örtmek" anlamına gelmektedir. 

Dolayısıyla ayette "başörtülerini" şeklinde çevrilen kelimenin gerçekte sadece örtü olduğu ve "baş" kelimesinin ayetin hiçbir yerinde geçmediği görülebilmektedir. 

"Yadribne" /  Vurmak Fiilinin İncelenmesi

Ayetteki bu fiil, başörtüsünü Kuran‘ın hükmü gibi göstermeye çalışanlar tarafından "indirsinler, salsınlar" şeklinde tercüme edilir. Bunun nedeni, başta zaten bir başörtüsü olduğuna dair önkabullerini haklı çıkarmak için "başörtüsünü yaka açıklarına salsınlar" ifadesini kullanabilmektir. Oysa ki fiilin böyle bir anlamı yoktur ve kullanımı şu şekildedir:
"Yadribne" fiili, "darabe" kökünden türemiştir. Darabe, "vurmak, dövmek, bırakmak, örtmek, kapamak" anlamlarına gelir. Ayetteki kullanımıyla yani, "örtüleriyle (bihumurihinne) göğüslerine (cuyubihinne) vursunlar (liyadribne)" ifadesiyle bir örtü ile göğüs bölgesinin örtülmesi bildirilir. 

Kuran‘da "salsınlar, indirsinler" manasında "felyüdnine" kelimesi kullanılır. Bu fiil ise ayetin hiçbir yerinde geçmemektedir. 

"Cuyub" / Yaka açığı Kelimesinin İncelenmesi

"Cuyub" kelimesi, bildiğimiz cep kelimesinin çoğuludur (gömlekte cep açmak, cebine koymak, cebinden çıkarmak gibi tanımlamalarda kullanılır.) Ayrıca "göğüs, yaka, koyun (göğüs bölgesi), sine, bağır, delik, oyuk, gerdanlık, bozuk para çantası, açıklık, yarık, boyun, gerdan" gibi anlamlara da gelmektedir. 

"Cuyub" kelimesi Kuran‘da 3 kere geçmektedir. "Cuyub" kelimesi Nur Suresi, 31. ayette kullanılmakta, kelimenin tekil hali yani "ceyb" ise Hz. Musa (as) kıssasında bildirilen iki ayette geçmektedir. Kelimenin bu iki ayetteki kullanılışları ise şöyledir:

"Cuyub" kelimesinin tekil hali yani "ceyb" Hz. Musa (as) kıssasında iki kez geçer:

Elini koynuna (fi ceybike) sok da kusursuz bembeyaz çıksın... (Neml Suresi, 12)

Elini koynuna (fi ceybike) sok. Kusursuz olarak bembeyaz bir halde çıksın. ... (Kasas Suresi, 32)

Görüldüğü gibi yukarıdaki iki ayette de cuyub kelimesi, Hz. Musa (as)‘ın ‘göğsü/koynu‘ anlamında kullanılmıştır. Bütün bunlara baktığımızda ‘cuyub‘ kelimesinin, ‘hımar‘ yani örtmek kelimesi ile birlikte kullanıldığında göğsün örtülmesi anlamına geldiği açıktır. "Başı örtmek" gibi bir anlam ise ayetin hiçbir yerinde yoktur. 

Dolayısıyla "Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) salsınlar" şeklinde tefsir edilmiş olan bölümün gerçek anlamı, "örtülerini göğüslerinin üzerine örtsünler" şeklindedir. Ayette bildirilen hüküm başın değil, göğüslerin örtülmesidir. 

Mevzu Hadisler Kaynaklı Yönlendirici/Hatalı Çeviriler 

Kuran‘da "başörtüsü" hükmü varmış izlenimi verebilmek için Nur Suresi‘nin 31. ayeti, bazı tefsirciler tarafından kimi zaman yönlendirici bazı izahlar kullanılarak tercüme edilmiştir. Buradaki amaç, ayeti, birazdan inceleyeceğimiz başörtüsüne yönelik mevzu hadislere uygun hale getirebilmektir (ayeti tenzih ederiz). Yapılan temel yönlendirme ise "başörtülerini salsınlar" yanlış çevirisiyle gerçekleştirilmektedir. 

Bir Hatalı Tefsir: "Başörtülerini Salsınlar"

Bazı meallerde, ayetin "Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) salsınlar" şeklinde tefsir edilmiş olan bu bölümünde, yukarıda kelime kelime Arapça anlamlarından incelediğimiz gibi ne "başörtüsü" ifadesi ne de "salsınlar" ifadesi geçmemektedir. Buna rağmen, ayeti bu şekilde tefsir etmek isteyen kişiler, Kuran ile çeliştikleri için, bu tefsirlerini yaparken ciddi anlam boşlukları ve çelişkiler içine düşerler. Pek çoğu, "zaten başlarında var olan başörtüyü yakalarına saldılar" gibi şaşırtıcı bir izah yaparak, halihazırda kadınların başlarında bir örtü olduğunu iddia etmektedirler. Dönemin Müslüman kadınlarının "zaten başlarında bir örtü" olabilmesi için bu konuda Kuran ile gelmiş olan bir şart, bir hüküm gerekmektedir. Oysa Kuran‘ın hiçbir yerinde başörtüsü ile ilgili bir açıklama geçmemektedir. Dolayısıyla o dönemin kadınlarının dini bir hüküm olarak başlarında bir başörtüsü bulundurmaları imkansızdır. Bu sebeple bazı tefsirlerdeki, "zaten var olan bir başörtüsü" izahı ciddi şekilde mantık hezimetidir. Şimdi bu mantık bozukluklarını inceleyelim:

1- "Zaten başta var olan bir örtü" iddialarına açıklama getirebilmek için bazı tefsirciler, 
Ahzab Suresi‘nin 59. ayetinde geçen "cilbab" yani çarşaf ile ilgili olan ayetin, Nur Suresi 31. ayetten önce indirildiğini ve dolayısıyla Müslüman kadınların başlarında zaten bir örtü olduğunu iddia ederler. Derin mantık boşluklarından bir tanesi de burada ortaya çıkar. Cilbab zaten, birazdan detaylı inceleyeceğimiz gibi, bütün vücudu baştan aşağı örten bir giysi, yani çarşaftır. Amacı da asıl olarak bedeni kapatmaktır. Nur Suresi 31. ayetin kadınların göğüslerini kapatmalarına yönelik bir hüküm olduğunu hatırlarsak, cilbab yani çarşaf ile dolaşan bir kadının göğsünün açık olma ihtimalinin olmadığını, dolayısıyla ayetin, bütün vücudunu ve başını çarşafla kapatmış olan kadınlara hitap etmediğini de anlarız. Söz konusu iddiayı ortaya atanlar, bu önemli ve temel noktayı unutmuş gözükmektedirler.

2- Dönemin Arap toplumlarında kadınlar çıplak dolaşıyorlardı. Ayet bunun üzerine indirilmiştir. Bu ayet üzerine Müslüman kadınlar açıkta olan göğüslerini örtmeye başlamışlardır. Ayette geçen "cuyub" kelimesinin göğüs anlamına geldiğini ve bu ayetteki söz konusu cümlenin gerçek anlamının "örtülerini göğüslerinin üzerine örtsünler" şeklinde olduğunu tekrar hatırlatalım.

3- "Zaten var olan başörtüsü" yanılgısını ısrarla savunan bir kısım tefsircilere göre, söz konusu kadınların başları başörtüsü ile "zaten" kapalıdır, fakat bu mantığa göre her nasılsa göğüsleri açık dolaşmaktadırlar! Buna göre, kadınlar başlarını örtmeyi akıl etmiş fakat göğüslerini örtmeyi akledememişlerdir (Müslümanları tenzih ederiz). Başlarındaki örtüye çok titiz davranmakta ama vücutları çıplak dolaşmaktadırlar. Söz konusu tefsircilerin "zaten var olan başörtüsü" iddiası bu sonucu ortaya çıkarmaktadır. Bu kişiler yaptıkları bu yorum ile, "göğüsleri açıkta ama başları kapalı" olan bu kadınlara başlarındaki örtüyü aşağı doğru salmaları ve göğüslerini de kapamalarının öğütlendiğini iddia etmektedirler. Bu derin mantık boşluğu, başörtüsü hükmünü zorla Kuran‘a dahil edebilme çabasının getirdiği vahim bir sonuçtur. 

4- Bu garip izaha göre "başta zaten var olan başörtüsü" o kadar uzundur ki, göğsü iki yandan tamamen örtecek kadar aşağı inebilmektedir. Dolayısıyla bu kabule göre çıplak gezen dönemin kadınlarının her birinin kafasında "zaten" bir başörtüsü bulunmakta, o da çarşaf gibi uzun olmaktadır. İşte ayet üzerinde "başörtülerini salsınlar" şeklinde hatalı bir tefsirin yapılması, bu tefsirin savunucularını böylesine büyük mantık bozukluklarına sürüklemektedir. Bu durum, anlamı oldukça açık olan bu ayete başka anlam yüklemeye çalışmanın getirdiği bir sonuçtur. 

Ayete başörtüsü izahını ekleyebilmek için uydurulmuş mevzu hadisler ise çok daha büyük mantık çöküntüleri sunmaktadır. Bu konu ilerleyen satırlarda anlatılacaktır. 

Ayetlerin Arapçadaki Anlamları ve Tefsirlerin Doğruluğu ile İlgili Bilinmesi Gerekenler 
Arapça bir metnin tam olarak anlaşılması için yani tercümesinin doğru yapılabilmesi için dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır:

1-Kelimelerin Arapça Kullanımlarının Dikkate Alınması

Hanımlara ait tesettürün kıstaslarının tam belirlenmesi için dikkat edilmesi gereken bir konu, örtü kelimesinin Arapçada nasıl kullanıldığıdır. 

Genel olarak Arapçada örtü kelimesi, örtülecek nesne ile birlikte vurgulanarak kullanılır. Örneğin örtmek kelimesinin yanına masa kelimesi geldiğinde masa örtüsü olur, bunun gibi "örtmek (hımar)" kelimesinin yanına "baş" ("re‘s") kelimesinin gelmesiyle birlikte "hımarü-re‘s" yani "başörtüsü" kelimesi oluşmaktadır. Eğer Kuran‘da kadınların başlarının örtülmesi bildirilseydi kullanılacak ifadelerden biri de bu, yani "hımarü-re‘s" olacaktı. Fakat böyle bir ifade yoktur. 

Nitekim Kuran‘da abdest alınmasıyla ilgili Maide Suresinin 6. ayetinde, başın mesh edilmesi konusunda "baş" kelimesi "res" ile vurgulanmıştır. 

Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı mesh edin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da. (Maide Suresi, 6)

Arapça Okunuşu: Ya eyyuha elleziyne amenuu iza kumtum ila essalati fe iğsiluu vucuhekum ve eydiyekum ila elmerafiki ve imsehuu bi ruusikum.

Açıkça görüldüğü gibi, eğer Allah kadınlar için baş örtüsü emri vermiş olsaydı, bu emir açık ve sarih olarak Kuran‘da belirtilirdi. Ancak kadınların kıyafetleriyle ilgili ayetler incelendiğinde baş ile ilgili bu şekilde bir vurgulamanın Kuran‘da geçmediğini görürüz.

2-Kuran‘daki Kelimelerin Diğer Ayetler ile İncelenmesi

Kuran‘da bir inceleme yaparken, ilgili kelimenin ayetteki diğer kelimelerle birlikte nasıl kullanıldığına ve diğer ayetlerde bu kelimenin nasıl geçtiğine bakılması da gerekir.
Nur Suresi, 31. ayetteki "hımar (örtü)" kelimesinin yanında kullanılan ve konuyu vurgulayan kelime ‘cuyub‘ kelimesidir ki bu, yukarıda da incelediğimiz gibi, kelimenin geçtiği tüm diğer ayetlerde de ‘göğüs‘ bölgesi için kullanılmaktadır. Dolayısıyla ayete göre kapatılması gereken yer, baş değil göğüs bölgesidir. 

3- Arapça Kelimelere Parantez İçinde Anlamlar Yüklenirken Dikkatli Olunması

Arapça, diğer birçok dile göre daha fazla sözcük bulunduran, içerdiği mana zenginliğiyle çok geniş bir dildir. Çok az kelimeyle çok şey anlatılabilir ve bir kelimenin çok farklı kullanımları ve dolayısıyla farklı anlamları olabilir. İşte bu nedenle ayetteki anlam son derece açık olmasına rağmen birçok tefsirde parantez içinde eklemeler kullanılmakta ve çevirmenin kişisel yorumuna göre bir yönlendirme yapılmaktadır. 

Burada hatırlatalım, Kuran tercümelerini yapanlar genelde, hadisleri dinin temeli gören geleneksel İslam anlayışına sahip kişilerden oluşur. Ayrıca genel olarak da bu kişilerin tercümelerine itibar edilir ve ayet çevirilerindeki kişisel yorumlar da çoğunlukla bu kişilerin geleneksel kabullerine göre ve mevzu hadisler ışığında yapılmaktadır. Parantezler veya açıklamalarla söz konusu mealciler, -bilerek veya bilmeyerek- mevzu hadislerin anlamlarına uygun şekilde ayetin anlamını değiştirmeye meyletmektedirler. 

Nur Suresi 31. ayeti meallerden incelediğimizde, ayetin hiçbir yerinde başörtüsü kelimesi geçmemesine rağmen, tefsirciler tarafından parantez içinde ya da direkt olarak metnin kendisinde "başörtüsü" kelimesinin kullanıldığını görürüz. Ayette baş yani "re‘s" kelimesi kesin olarak bulunmamasına ve örtü kelimesi göğüs kelimesi ile birlikte kullanılmış, yani örtülmesi gereken yer –göğüs- açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, "herhangi bir örtü" anlamına gelen "hımar" kelimesi sanki yanında baş kelimesi geçiyormuş gibi "başörtüsü" olarak çevrilmektedir. İşte bu nedenle ayetteki hüküm değiştirilmekte, değiştirilen hüküm bu şekilde yaygınlaştırılıp bir gelenek haline getirilmekte ve kadınların başörtüsü kullanması gerektiği gibi bir sonuç çıkarılmaktadır.

Oysa tefsirciler tarafından sonradan eklenen bu yorum kaldırıldığında, ayetin oldukça açık bir şekilde göğüs bölgesinin örtülmesine işaret ettiği açıktır. Ayeti doğrudan okuyan herkes sadece bu anlamla karşılaşır. 

Nur Suresi 31. Ayetin Açıklaması - 2. Bölüm

Mü‘min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) salsınlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah‘a tevbe edin ey mü‘minler, umulur ki felah bulursunuz." (Nur Suresi, 31)

"Kadınların Süsleri" Konusundaki Teviller

Nur Suresi 31. ayette Allah‘ın dikkat çektiği bir konu da kadınların "süsleri"dir. Ayette yer alan "gizledikleri süsleri bilinmesin diye" ifadesi ile de gizlenmesi gerekenin, kadının baş kısmı değil göğsü olduğu anlaşılmaktadır. 

Ancak bazı hadislerde ve bazı Kuran tefsirlerinde yine parantez içi eklemeleriyle ya da kelimelerdeki anlam değişiklikleri ile bu gerçek çok farklı yansıtılabilmektedir. Bunları inceleyelim: 

"Kadınların Fitne Vesilesi Olduğu" İddiası 

Bu ayette kullanılan "ziynetehunne" kelimesinin asıl anlamı, Türkçede kullandığımız gibi "ziynet" yani "süs" demektir ve kelimenin sonundaki ‘hunne‘ zamiri ile de hanımlara hitap olduğu anlaşılmaktadır.  

Bazı alimler kendi kanaatlerine göre, "kadın vücudu süslü ve çekicidir dolayısıyla ayette tüm vücut kastedilmiştir" demekte ve buradan yola çıkarak kadının tüm vücudunu kapatması gerektiğini iddia etmektedirler. Oysa ayette hiçbir şekilde böyle bir anlatım yoktur. 

Bazıları ise yine Kuran‘ın anlatımından çok daha farklı bir yorumda bulunur ve "ziynetler ile  incik-boncukların takıldıkları yerler kastedilmiştir, dolayısıyla bu ziynetlerin takıldığı yerlere bakmak haramdır" demektedirler. Bir kısmı daha da ileri gitmiş ve ‘‘kadının kesilmiş saçına, tırnağına bakmak haramdır‘‘ diye iddia etmiştir. Buradan hareketle kimileri, "bir parçaya bakış çoğu kez insanı hepsine bakmaya sürükler" (İbn Hâcer, Zevacir) şeklinde inanılması güç gariplikte mantıklar geliştirmişlerdir. 

Dikkat edilirse, ayet son derece açık olmasına rağmen, "gizledikleri süsleri bilinmesin diye" ifadesi üzerine yapılan sayısız, birbirinden farklı ve garip yorumlardır bunlar. Yorumlar, kişilerin zihniyetine göre değişiklik göstermiş, kimi zaman da bunlar kişilerin kadına bakış açılarına göre yapılmıştır. Kadını kapatmaya, pasifize etmeye, çirkinleştirip toplumdan ve insanlıktan uzaklaştırmaya çalışan, onu ikinci sınıf vatandaş gibi gösterip, -Haşa- Allah için değil, erkek için yaşamaya layık bir varlık haline getirmeye çalışan zihniyetler, ayetteki tek bir süs kelimesiyle kadını tamamen yok etme eğiliminde olmuşlardır. İşte Kuran ayetleri üzerinden yapılmaya çalışılan yanlış yorumlarla, pek çok insan Kuran‘ın özünden ayrılmış, Kuran‘ı anlaşılmaz bir kitap olarak görmüş ve bu eklemeler mevzu hadislerle birlikte yorumlanınca da ortaya Kuran‘dakinden çok farklı bir din yorumu çıkmıştır. 

Oysa ayette geçen "gizlenen süsler" ifadesinin anlamı çok açıktır ve gizlenen iki bölgeye; cinsel organ ve göğüslere hitap etmektedir. 

Takı ve Boncukları Haram Kılma Yanılgısı

Bazıları da ayette "ziynet" kelimesi ile kastedilenin "boncuk, takı gibi süs eşyaları" olduğunu iddia edebilmektedirler ki bu da bazı sözde hadislere dayanılarak yapılan tevillerin yanlışlığının ve garipliğinin anlaşılması bakımından manidardır. Bu şaşkınlık uyandırıcı iddiaya göre bir erkek öylesine vahşi bir içgüdüyle yaşamaktadır ki, bir boncuğa bakmak bile onun kontrolden çıkmasına yetmektedir. O yüzden bu garip zihniyete göre apar topar boncuklar yasaklanır ki son derece vahşi bir varlık olan "erkek" dizginlenebilsin! 
Bu ürkütücü mantık, bağnazların aslında Müslüman bir erkeğe bakış açısını da göstermektedir. Oysa Müslüman bir erkek, Allah‘tan korkan bir varlıktır. Haram olan fiilleri etrafta bir şeyler yasaklandığı için değil Allah istemediği için yapmaz. Müslüman bir erkek, açık bir kadın veya bir avuç boncuk gördüğü için kendisini kaybeden, kontrolden çıkan, hayvani içgüdülerle yaşayan bir varlık değildir. Bunu iddia etmek, Müslüman bir erkeğe yönelik yapılmış çok büyük bir hakarettir. 

Yapılan söz konusu yorumlar gerçekte bağnazların vahşi zihniyetlerinin anlaşılması bakımından son derece önemlidir. Bağnazların yorumlarını bir kenara koyup yalnızca Kuran‘a başvurduğumuzda ise, ayette geçen ziynet kelimesinin ne anlama geldiğinin çok açık olduğunu görürüz. 

Ziynet Kelimesi Kuran‘da Nasıl Kullanılıyor?

Bağnaz mantığın süsleri yasaklama; kolye, küpe gibi takıları engelleme mantığının tam tersine Allah Kuran‘daki ayetlerde süs eşyalarını ve takıları iman edenler için indirdiğini/çıkardığını, hatta mescitlere bakımlı ve güzel giysilerle gidilmesi gerektiğini bildirmektedir: 

Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. …(Araf Suresi, 31)

Allah bir ayetinde: "De ki: "Allah‘ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?..."" (Araf Suresi, 32) diye belirterek, Allah‘ın helal kıldığı takıları dahi haram kılacak bir zihniyetin ortaya çıkacağını haber vermektedir. Ayetin devamında ise; 

"...De ki: ‘Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.‘ Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Araf Suresi, 32) ifadesiyle ziynet, takı ve süslerin Müslümanlara dünyada verilmiş güzel birer nimet olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca ahirette yalnızca onlara ait olacağı belirtilerek bu güzelliklere en çok iman edenlerin layık olduğu da belirtilmektedir. Allah bu güzellikleri iman sahiplerine layık görmüşken bağnazların bunu Müslümanlara yasaklamaya çalışmaları Kuran zihniyeti ile ne kadar çeliştiklerinin bir diğer delilidir. 

Ziynet kelimesinin süs olarak kullanıldığı bir başka ayet ise şöyledir:

Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim‘ indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah‘ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Araf Suresi, 26)

Nur Suresi, 31. Ayette Belirtilen Süsler Bölgesi 

Yukarıda süs ifadesinin kullanıldığı söz konusu ayetlerde Allah, ziynetler yani takılar ile süslenilmesini kastetmektedir. Ancak, detaylı açıklandığı gibi, Nur Suresi 31. ayette bahsedilen süsler kelimesinin takı, inci, boncuk ile alakası yoktur. Burada kadınların aile içindeki yaşamları örnek verilmekte ve kadınlara aile içinde nasıl bir özgürlük tanındığı görülmektedir. Şimdi ayetin "süsler" ile ilgili olan bölümünü kelime kelime inceleyerek görelim:

...Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından, kocalarının babalarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah‘a tevbe edin ey mü‘minler, umulur ki felah bulursunuz." (Nur Suresi, 31)

Ayetin anlatımından burada geçen süs kelimesinin boncuk veya takı değil, açık bir şekilde mahrem yerlere işaret ettiği görülebilmektedir. Ayette "süslerin" gösterilebileceği kişiler sayılmıştır. Bu kişilerin arasında kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçiler ve kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklar bulunmaktadır. Özellikle kadınların mahrem yerlerini tanımayan çocuklar bilgisinin verilmiş olması zaten başlı başına süs kelimesi ile kastedilenin mahrem yerleri olduğunu göstermektedir. 
Kuran‘da çok nezih, çok mükemmel bir anlatım vardır. Bu nedenle kelimeler çok özenlidir, inceliklidir ve detaylı incelendiğinde bu hemen anlaşılır. Mahrem yerleri, Kuran‘daki bu muhteşem nezakete ve edebi sanata uygun şekilde tarif edilmiş ve süs olarak betimlenmiştir. 

Bir kısım tefsircilerin, Nur Suresi 31. ayetten zorla başörtüsü yorumunu çıkarabilmek için başvurdukları en büyük dayanak kuşkusuz ki bu konuyla ilgili mevzu hadislerdir. Söz konusu sahte hadisler, ayet ile o kadar büyük ve galiz çelişkiler içermektedir ki açık bir değerlendirme ile bu çok rahatlıkla anlaşılabilir. Şimdi, söz konusu mevzu hadislerin nasıl Kuran ile çeliştiğini, bu sahte hadislerin nasıl İslam camiasını başörtüsü konusunda yanlış yönlendirdiğini ve içerdikleri bariz mantık bozukluklarını inceleyelim: 

Başörtüsü Konusunda Kullanılan Mevzu Hadisler ve İçerdikleri Çelişkiler 

Tüm delilleriyle görüldüğü gibi Kuran‘da başörtüsü konusuna delil gösterilmeye çalışılan Nur Suresi 31. ayette kesin olarak başörtüsü kelimesi geçmemektedir. Fakat bu yanlış, bir kısım mevzu hadislerin İslam literatürüne dahil edilmesiyle yaygınlaştırılmış ve bugüne kadar gelmiştir. Bağnazların türettikleri sahte hadisler, müthiş mantık bozuklukları ve tutarsızlıklarla doludur. Şimdi bunlardan bazı örnekler görelim: 

Hz. Aişe (R.A): "Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eyleye, Yüce Allah: "Mü‘min kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar" âyetini indirince, onlar eteklerinden bir parça keserek, onunla başlarını örttüler." der. (Buhâri, Tefsir, Tefsir-u Süreti‘n-Nûr, 13 (V, 13) Ebû Dâvûd, Libâs, 33(IV, 3577; Beyhaki, VII, 88)

Hazret-i Âişe validemiz de buyurdu ki: İlk muhacir kadınlara Allah rahmet etsin! Tesettür âyeti inince, hemen futalarını (ipekli peştemal) yırtıp başlarını örttüler. [Buhari, Nesai]
Safiyye binti Şeybe şöyle anlatır: Biz Aişe ile birlikte idik. Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ediyorduk. Hz. Aişe dedi ki: "Şüphesiz Kureyş kadınlarının bir takım üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allaha yemin olsun ki, Allah‘ın kitabını daha çok tasdik eden ve bu kitaba daha kuvvetle inanan Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nitekim, Nur Suresi‘ndeki kadınlar başörtülerini yakalarının üstüne taksınlar ayeti inince, onların erkekleri bu ayetleri okuyarak eve döndüler. Bu erkekler eşlerine, kızlarına, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her biri etek kumaşlarından, Allah‘ın kitabını tasdik ve ona iman ederek baş örtüsü hazırladılar. Ertesi sabah, Hz. Peygamberin arkasında baş örtüleriyle sabah namazına durdular. Sanki onların başları üstünde kargalar vardı." (Buhari : Tefsiru Sure 24/12 - Ebu Davud : Libas 29 - Ahmed b. Hanbel : VI 188) (İbn-i Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, cilt:11, syf. 5880)

Görüldüğü gibi bu hadislerin tümünde, Nur Suresi 31. ayetin inmesi üzerine Müslüman kadınların hemen kendi eteklerinden bir parça kesip başlarına sardıkları iddiası vardır. Zaten en şiddetli mantık çöküntüsü burada başlar. Şimdi, söz konusu mevzu hadislerdeki mantık boşluklarını ve nasıl Kuran ile çeliştiklerini birer birer inceleyelim: 

• Ayette "...örtülerini, yakalarının üstüne koysunlar..." ifadesi ile daha önce detaylı incelediğimiz gibi kadınların göğüslerini kapatmaları ifade edilmektedir. Fakat söz konusu hadislerde, bu ayetin indirilmesinin üzerine Müslüman kadınların hemen elbiselerinden bir parça keserek göğüslerini değil de başlarını örttükleri belirtilir. Oysa ayette başların örtülmesine yönelik hiçbir ifade geçmemektedir. Söz konusu hadislerin hiçbirinde Müslüman kadınların ayetin asıl hükmünü yerine getirdikleri, yani göğüslerini örttüklerine dair bir açıklama yer almamaktadır. 

• Buradaki izaha göre, kadınlar kendi eteklerinden parçalar kesmişler bununla ayetin hükmü olan göğüslerini örteceklerine başörtüsü olarak başlarına koymuşlardır. Daha önce açıkladığımız "başörtülerini salsınlar" şeklindeki hatalı tefsiri haklı çıkarmak için hadise eklenen bu uygulamaya göre etekten kesilen parça o kadar büyük olmalıdır ki, hem kafayı hem de göğsü örtebilecek kadar aşağı inebilmelidir. 

• Burada elbette akla gelebilecek ilk şey kesilmiş eteğin durumu olacaktır. Başı ve göğüsleri örtecek kadar büyük bir parçanın etekten kesilmiş olması eteği adeta bir mini etek haline getirecek ve dolayısıyla kadının bacakları açıkta kalmış olacaktır. Bu izaha göre söz konusu kadın göğsü ve bacakları açık haldedir, fakat başını örtmüştür. Oysa bu bölümün başından beri delilleriyle açıkladığımız gibi Nur Suresi 31. ayet kadınların "sadece" göğüs bölgelerini örtmeleri için indirilmiş bir ayettir. 

"Başörtülerini salsınlar" izahının taraftarı olan bir kısım tefsircilerin kendi iddialarını haklı çıkarmak için "başta zaten var olan bir başörtüsü" izahıyla hareket ettiklerinden bahsetmiştik. Onlar, ayette başörtü ifadesinin geçtiğini ispat edebilmek için böyle bir iddiayla ortaya çıkmakta ve ayetin hitap ettiği kadınların zaten bir başörtüsüne sahip olduğunu iddia etmektedirler. Oysa söz konusu mevzu hadislerde, bu ayet indiğinde kadınların kendi eteklerini keserek başörtüsü yaptıkları iddiası vardır. Söz konusu tefsircilerin en büyük dayanak kabul ettikleri bu mevzu hadisler nasıl olmaktadır da onların izahlarıyla bu kadar çelişebilmektedir? 

Çelişir, çünkü İslam‘a Kuran dışında sahte hükümler getirmeye çalışanların dinleri böylesine derin mantık boşlukları ile doludur. Her batıl izah Kuran ile çelişir ve içinde müthiş mantıksızlıklar barındırır. Nur Suresi 31. ayet, anlaşılması son derece kolay ve açık bir ayet olmasına rağmen, sırf başörtüsü konusunu bu ayetten çıkarabilmek için yapılan aldatıcı yorumlar olayın vehametini gözler önüne sermektedir. Söz konusu mevzu hadislerin ışığında yapılan yorumlar ve varılan sonuçlar ise dehşet vericidir. 

Şafi ve Hanbeli mezheplerinde, kadının istisnasız tüm vücudu her zaman kapanması gereken bölgedir (yüz ve eller de dahil). Hanefi ve Maliki mezheplerinde eller ve yüz, o da fitne olmayan koşullarda, açık olabilir, (Sabuni, Tefsirul Ayatil Ahkam 2/154,155). Es Suddi: 

"Kadın gözlerinden birini ve yüzünün açık kalan göz kısmındaki tarafını kapatır. Sadece bir göz açıkta kalır." Ebu Hayyan: "Endülüs‘te adet böyle idi. Kadının bir gözünden başka hiçbir yeri görünmezdi" (Ebu Hayyan, El Bahrul Muhit). Şafi imamları, kadının kesilmiş olan tırnaklarına dahi bakmayı yasaklamışlardır (İbni Hacer El Heytemi, İslam‘da Helal ve Haramlar 2). Yaygın izahlardan birine göre İslam‘ın kadına farz kıldığı örtünme, kadının yüzünü de içine almaktadır (Fıkhus Siyre). Bir başka kaynakta, kadının erkeğe bakışının nasıl olması gerektiği şöyle açıklanmıştır: "Kadının, yabancı erkeğin göğsüne, sırtına, bacağına şehvet korkusu olmasa bile bakması caiz değildir. Yüz ise fitne açısından ayaktan, saçtan ve bacaklardan daha ileridedir. Bu kısımlara bakmak ittifakla haram olduğuna göre, yüze bakmak da evveliyetle haram olması gereken bir fiildir" (Sabuni, Revai 2/156).

İşte ürkütücü boyutlara varan bağnaz zihniyet, ancak kadını tamamen kapattığında rahatlamaktadır. Kimileri için ise bu bile yeterli olmamakta, onlara göre her yerini kapatan kadın kendini de eve kapatmalıdır. Kuran‘da kadına özgürlükler veren, kadının, kimlerin yanında rahatça hareket edebileceğini, kimlerin yanında mahrem yerlerini örtmesi gerektiğini anlatan son derece açık bir ayetten, bu bağnazca ve ürkütücü yorumların çıkarılabilmesi gerçekte mümkün değildir. Fakat incelediğimiz mevzu hadisler onlara bu yolu açmış, ayete kendi yorumlarını ekleyecek kadar ileri gidebilmiş ve kadını "baştan aşağı kapalı, kesilmiş tırnakları bile haram olan" bir hayalet haline getirebilmişlerdir. Bağnaz zihniyetin boyutlarını görebilmek için bu, son derece açıklayıcı bir örnektir. 

Burada ayrıca hatırlatalım: Hadis külliyatında Peygamberimiz (sav) döneminde kadın ve erkeklerin aynı kaptan abdest aldıkları da geçmektedir. (Bkz: Buhari, Vudu 43; Ebu Davud, Taharet 39; İbni Mace, Taharet 36; Nesai, Taharet 56) Abdeste konu olan yerler ayak, dirseklere kadar kollar, yüz ve baş olduğuna göre bu hadisten, kadınların erkeklerle yan yana ve başları açık oldukları anlaşılabilmektedir. Fakat bağnazların özelliği, işlerine gelmeyen hadisleri dikkate almamalarıdır. 

Bizim ölçümüz Kuran olduğu ve Kuran‘daki izahlar da son derece açık olduğuna göre, kadınların erkeklerle aynı ortamda başları açık şekilde bulunmaları Kuran‘a uygun olan davranıştır. 

Kuran‘da Haramlar Muğlak Bırakılmamıştır 

"Kadının kesilmiş tırnakları bile haram" hükmünü çıkaran bağnaz zihniyeti incelerken şu önemli konunun açıklanması elzemdir. Allah Kuran‘da haram ve helalleri çok kesin ve net izahlarla bizlere bildirmiştir. Müslümanlar, örneğin domuz eti yemenin haram olduğu gerçeğini; "O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah‘tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı..." (Bakara Suresi, 173) ayeti ile öğrenmişlerdir. "Kesin olarak haram kıldı" hükmünde bir Müslümanın tereddüte düşeceği, yorumlara ve tefsirlere göre çıkarımlar yapacağı, ikilemde kalacağı hiçbir şey yoktur. Bir başka örnek ise faiz örneğidir. "...Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır..." (Bakara Suresi, 275) ayeti ile faiz açık ve kesin olarak Müslümanlara yasaklanmıştır. Bu ayete rağmen hiç kimse bu konuyu tartışmaya açamaz, "faiz alışverişten farksızdır" çıkarımını yapamaz. 

Dolayısıyla bizler haramları bir kısım tefsircilerin kendi zannı galibleriyle yaptıkları çıkarımlardan, ayetlere ekledikleri parantez içi yorumlardan veya mevzu hadislerden değil, doğrudan ayetin kendisinden öğreniriz. Nur Suresi 31. ayette de bu anlamda, yukarıda incelediğimiz şekilde çok net bir anlatım vardır. Fakat bir kısım tefsircilerin başvurduğu ayetlerin içine parantezlerle yorumlar ekleme hatası özellikle bu ayet söz konusu olduğunda da çok defa yapılmıştır. Örneğin kimi tefsirciler, kendilerine göre hükümler koyan mezhep imamlarının etkisinde kalarak bu ayete parantez içinde "yüz ve el gibi görünen kısımları hariç" şeklinde bir ekleme yapmışlardır. Oysa İslam‘a göre kadınların "el, yüz bölgeleri hariç her yerlerini kapatmaları" gerekseydi, kuşkusuz ki böylesine önemli bir konu tüm detayları ve tüm açıklığı ile Kuran‘da yer alırdı. Ve Yüce Rabbimiz bunun haram olduğunu son derece net ve açık ifadelerle belirtirdi. Bizler, nasıl domuz eti, faiz veya zinanın haram olduğu konusunda asla tereddüte düşmüyorsak, bu konuyu da kesin olarak Kuran‘da görmüş olurduk. Ancak Kuran‘da böyle bir giyinme şekli tarif edilmemiştir. Bu sadece bir kısım tefsircilerin yorumlarında bulunmaktadır. 

Sadece Kadını ve Kadın Bedenini Kapatma Arzusu 

Her nedense bağnazların Kuran‘a yönelik yorumları, mevzu hadislerin de etkisiyle daima kadını eve kapama veya kadının vücudunu kapatma üzerine olmuştur. İddia ettikleri en büyük gerekçe ise tahrik edicilik unsurudur. Oysa, kadın vücudu erkekler için ne kadar çekici ise erkek vücudu da bir kadın için aynı şekilde çekicidir. Kuran‘a göre iki cins arasında herhangi bir ayrım olmadığına göre, erkeklerin tahrik olma korkusu yüzünden kadınları kapatmaya veya yok etmeye çalışmalarının da bir mantığı yoktur. Eğer sorun erkeklerin tahrik olması ise, şu durumda erkeklerin kendilerini eve kapatması veya dışarıda etrafı görmeyecek şekilde yüzlerini bir örtü ile kapatarak çıkmaları daha mantıklıdır. Kendi tahrik olma ihtimalleri nedeniyle kadını kapatacaklarına böyle bir riski külliyen ortadan kaldırmayı seçmeleri gerekir. 

Bu durum konuyla ilgili her detayda uygulanabilir. Örneğin, kadının sesi bazıları tarafından tahrik edici olarak düşünülüyor ve bu nedenle konuşması engelleniyorsa aynı şey erkekler için de geçerlidir. Eğer kadının anlattıkları, söylediği şarkılar dinlenmeyecekse, aynı şekilde kadınların da erkek sesinden tahrik olabileceği dikkate alınarak bu kısıtlamanın erkeğe de getirilmesi gerekir. Eğer bağnaz mantığın sahte kurallarını geçerli ilan etmek istiyor ve bu konuda insanları ikna etmeye çalışıyorlarsa, o zaman aynı uygulamayı erkeğe yönelik de yapmaları gerekmektedir. 

Fakat elbette ki İslam‘da geçerli olan Kuran‘ın mantığıdır ve Kuran‘ın mantığında böyle bir kısıtlama yoktur. Bağnazların getirmeye çalıştığı bu kısıtlamalar, kuşkusuz ki özgürlükleri ortadan kaldırma maksatlı olarak uydurulmuş, toplumu çıkmaza sokacak, kendilerine de içinde yaşadıkları toplumlara da felaket getirecek uygulamalardır.
  
Kadın ve erkek, her konuda olduğu gibi iffet konusunda da eşittir. Kadına zina haram olduğu gibi erkeğe de haramdır. Ahzab Suresi‘nin 35. ayetinde, "ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar" ifadesiyle açıkça belirtildiği gibi bir kadın, ahlaklı olmak, iffetini ve ırzını korumak zorunda olduğu gibi erkek de ahlaklı olmak, iffetini ve ırzını korumak zorundadır. Ancak bunun yolu insanları kapatmak, dışarı çıkarmamak, görüştürmemek, konuşturmamak değildir. Bunun yolu, Kuran ahlakını bir ahlak biçimi olarak benimsemektir. İnsan, içgüdüleriyle hareket eden, dürtüleri onu nereye iterse oraya sürüklenen vahşi bir varlık değildir. İnsan; aklı, bilinci ve en önemlisi Allah‘ın kendisine öğrettiği ahlak ile Allah korkusu ve sevgisi ile doğruyu yanlıştan ayıran ve insan özelliğini alan bir varlıktır. 
Dolayısıyla bir insanın iffetli davranıp davranmayacağını belirleyecek unsur, karşı tarafın ne kadar açık giyinip, saç telinin ne kadarının gözüktüğü değil; onun Allah korkusu ve ahlakıdır. Allah bir ayette, "…Görünmezlikte kimin Kendisinden korktuğunu ortaya çıkarmak için... (Maide Suresi, 94)" şeklinde buyurarak insanları hiç kimsenin görmediği ortamlarda da deneyeceğini bildirmiştir. Dolayısıyla insanların zor kullanarak, evlere hapsedilerek, engellenerek, şiddet yolu kullanarak dini yaşamaları veya helal-haramlara dikkat etmeleri sağlanamaz. İman, ahlak ve ibadet sadece kalpten istenerek yapılmalıdır. 

Kuran‘da Başörtüsü Değil Cilbab Tarif Edilir

Yukarıda yaptığımız bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi Nur Suresinin 31. ayeti, çeşitli tefsircilerin zorlama izahları ve bir kısım mevzu hadislerin de etkisiyle, neredeyse bir tabu haline getirilmiş olan başörtüsü konusu için adeta bir delil olarak kullanılmaktadır. İçinde başörtüsü kelimesinin geçmediği, baş ile ilgili hiçbir bilginin verilmediği, çok açık bir şekilde göğsün kapatılmasını tarif eden bir ayetin, nasıl bu kadar farklı bir yorum için kullanılabildiği hayret vericidir. 

Hayret verici olan bir diğer husus da, Kuran‘da geçmeyen başörtüsü konusunu adeta dinin tek şartı gibi gören pek çok kişinin, açıkça çarşaftan bahsedilen Ahzab Suresi‘nin 59. ayetinden hiç bahsetmemeleridir. Kuran‘da olmayan başörtüsünü bir hüküm ve bir tabu haline getirmiş, fakat Kuran‘da olan çarşaf hükmünü tamamen göz ardı etmişlerdir. 
Şimdi, Ahzab Suresi‘nde çarşaf hükmünün nasıl geçtiği ve neden bu ayetin başörtüsü savunucuları tarafından göz ardı edildiği konusunu inceleyelim: 

Ahzab Suresi 59. Ayetin Açıklaması

Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü‘minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Ahzab Suresi 59)

Cilbab kelimesinin anlamı, "tepeden tırnağa kadar örten rida veya kisveden yahut başka cinsten olan her türlü örtü, elbise" demektir. Dolayısıyla Ahzab Suresi‘nin bu ayetinde çok açık bir şekilde cilbab yani başı ve bütün vücudu örten çarşaf tarif edilmektedir. Böyle bir kıyafetin giyilmesi için ise ayette belirtilen önemli bir şart vardır: Müslüman kadınların özgür ve iffetli tanınmaları.

Bunun anlamı şudur: bazı ortamlar kadınların rahat hareket etmeleri veya rahat giyinmeleri için müsait değildir. Genel toplum yapısı ve orada bulunan insanların ahlak anlayışı kimi zaman medeniyet seviyesinin gerisindedir. Kimi toplumlar her açık kadını belli bir bakış açısıyla adeta damgalar ve onlara sözle veya fiziksel tacizde bulunacak kadar bile ileri gidebilirler. Normal şartlarda Müslüman kadınlar mecbur olmadıkça zaten böyle toplulukların içinde bulunmazlar. Fakat bulunmaları gerektiğinde bir Müslüman kadının tedbir alması ve etraftaki insanlara Müslüman ve iffetli bir kadın olduğunu göstererek muhtemel bir eziyetten kaçınması gerekir. Böyle ortamlarda Müslüman kadınlar üzerlerine aldıkları çarşaf ile buna tedbir almış olurlar. 

Bu elbette bir kadının kendi kanaatine kalmış bir durumdur. Genellikle günümüzdeki demokratik ve modern toplumlar bu "güvensiz ortam" tarifine uymamaktadır. Dolayısıyla Batı toplumlarında kadınlar kendilerini güvende görerek çarşaf giyme ihtiyacı hissetmezler. Fakat bazı kadınlar için bu toplumlarda da tehlike arz edecek kişiler bulunabilir. Dolayısıyla bir Müslüman kadın eğer kendisini güvende görmüyorsa, Batı toplumu içinde bile çarşaf giyebilir çünkü ayetteki şart, bir Müslüman kadının giyim şekli yüzünden yanlış değerlendirilip eziyet görmesinin engellenmesidir. 

Başörtüsüne Sahip Çıkmak ama "Cilbab"dan Hiç Bahsetmemek 

Buradan başörtüsü konusuna gelinecek olursa, dilerse bir kadın, "başörtüsü uygulaması Kuran‘da var ve ben bunu Ahzab Suresi‘nin 59. ayetinde görüyorum" diyerek başörtüsü takabilir. Çarşaf yerine başörtüsü tercih etmiştir ve kapanmayı bu şekilde algılamıştır. Fakat bir insan "başörtüsü uygulaması Kuran‘da var ve ben bunu Nur Suresi‘nin 31. ayetinde görüyorum" derse doğruyu söylememiş olur. İşte bu bir tehlikedir. Çünkü Rabbimiz, helalleri haram sayan veya Kuran ayetlerine yönelik dillerini eğip bükenlerin hükmünü açıklamıştır. Kuran ayetinde olmayan bir hükmün –doğruyu bilmesine rağmen- olduğunu iddia etmek, Allah Katında büyük bir suç olabilir. 

Şaşırtıcı olan ise, bazı kişilerin başörtüsünü adeta dinin temel bir simgesi olarak kabul edip buna keskin bir üslupla sahip çıkarken, Kuran‘daki çarşaf hükmünden hiç bahsetmemeleridir. 

Gerçekten de dindarlığın ölçüsünü başörtüsünde arayan ve Allah takvayı üstün tutarken başörtüsüne göre üstünlük arayışı içinde olan bir kısım kişiler nedense Kuran‘da asıl hüküm olan cilbab konusundan hiç bahsetmezler. Gerçekte Kuran‘da başörtüsü ile ilgili hiçbir hüküm olmamasına ama cilbab konusunda açık bir hüküm olmasına rağmen, Kuran‘da olmayan hükmün savunuculuğunu yapmayı tercih ederler. Başörtüsü bu kadar gündeme gelirken, dünya çapında genel olarak cilbab konusunun hiç dile getirilmiyor oluşu gerçekten şaşırtıcıdır. 

Müslüman Bir Kadın Kuran‘a Göre Nasıl Giyinmesi Gerektiğini Bilir 

Burada bir önemli noktayı da özellikle belirtmek gerekmektedir: Müslüman bir kadın Kuran‘a göre nasıl giyinmesi gerektiğini gayet iyi bilir. Bunun için bir erkeğin kadınlara neyi nasıl giyeceklerini tarif etmelerine ihtiyaç yoktur. Bir erkeğin, bir kadının nasıl giyineceğine karışma, onu yönlendirme veya yargılama hakkı da yoktur. Bu hakkı ona Allah vermemiştir. O halde hak iddia edebileceği bir durum söz konusu değildir. Bugün, özellikle Müslüman toplumlarında dile getirilmesi ve ifşa edilmesi gereken önemli bir gerçektir bu. 
Bir kadın başörtüsü de takabilir, çarşaf da giyebilir, başı açık veya dekolte de olabilir. "Ben Müslümanım" dediğinde, hiçbir insanın onu yargılama hakkı yoktur. Hangisinin daha takva olduğu ancak Allah‘ın Katında bellidir. Dinde ölçü kıyafet değil, daima samimiyettir. Çarşaflı bir insan, samimiyetsiz olup cehennemi hak edebildiği gibi, dekolteli bir bayan da cenneti hak edebilir. Buna hükmedecek olan yalnızca Allah‘tır. 

Kuran‘dan başka yol göstericiler edinildiğinde birbirinden farklı, insan fıtratına uygun olmayan, kişiyi maddi-manevi her yönden sıkıntıya sokacak sorunlar gelişir. Üstelik bunlar sadece kişisel sorunlar olmaktan çıkarak toplumsal kargaşaya, sıkıntılara yol açacak hale gelebilir. Bu bölümün konusunu oluşturan ve başörtülü-başörtüsüz, dekolte-çarşaflı gibi ölçülerle yapılan kıyafet ayrımcılığı da Kuran‘da var olmayan yanlış bir bakış açısıdır ve toplumda da huzursuzluklara yol açar.

Allah Kuran‘a göre üstünlüğün dış görünüş-kıyafet ile değil takva (Allah korkusu ile hareket etme) ile olduğunu ayetinde bildirir: 

Ey Ademoğulları, Biz sizin gizli yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim‘ indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah‘ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Araf Suresi, 26)

İman kalpte yaşanır ve hayata geçirilir. İman, bir insanın güzel ahlakıyla, sevecenliğiyle, şefkatiyle, cömertliğiyle, candanlığıyla, affediciliğiyle, kalitesiyle, kültürüyle, görgüsüyle, sanat anlayışıyla, bilim anlayışıyla kısacası her şeyiyle kendini gösterir. Bu nedenle insanları dış görünüşleriyle değil ahlaklarıyla değerlendirmek esas olandır.

Dış görünüşünün ne olduğu hiç fark etmez, "Ben Müslümanım" diyen kişilerin hepsi aynı şekilde nur gibi değerli Müslümandır. Hiçbiri arasında ayrım yapılması doğru değildir. Hiç kimse ayırım yapmaya hak sahibi de değildir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder