20 Şubat 2014 Perşembe

İNSAN, HAYATI İDRAK ETMEYE BAŞLADIĞI ANDAN İTİBAREN MÜKEMMELLİĞE ULAŞABİLMEK İÇİN, İÇİNDE SÜREKLİ OLARAK BÜYÜK BİR İSTEK DUYAR.



"ÖĞÜT VE HATIRLATMA" BAZI KİŞİLİKLERDE İNANDIĞI YÖNDEN GERİ ADIM ATMAYA NEDEN OLUR Kİ, BU DA KİŞİNİN SAMİMİYETİ ORANINDA KENDİNİ KİBİR, RİYA VE MÜSTAĞNİYETTEN ARINDIRAMADIĞININ GÖSTERGESİDİR.

DİNİ YAŞAMAK SAMİMİYET GEREKTİRİR

Gerçek ve samimi imana sahip insanlar hiçbir konuda kendilerini kandırmaz ve gerçeklerden kaçmazlar. Çünkü bu insanlarda güçlü bir Allah korkusu vardır ve bu nedenle Allah'ın rızasını kaybetmekten, O'na kullukta kusur etmekten şiddetle sakınırlar. Ama Kuran'da bildirilen ifadeyle "kalbinde hastalık olan kişiler" Allah'a ibadet etmekte "ağır" davranırlar. Allah bu insanların varlığını Nisa Suresi'nin 72. ayetinde"Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır" şeklinde bildirmiştir. Bu insanlar Kuran'a uygun olan yaşam ve ahlak modelini bilirler, ama din konusunda samimi olmadıkları için bu konuda isteksizdirler. İbadetleri yerine getirmemek için daima bahane ararlar. Sürekli böyle bir arayış içinde oldukları için de her şart ve ortamda kendilerini kandıracak ya da doğru olandan uzaklaştıracak sahte gerekçeler bulurlar. Allah'ın bir başka ayetinde bildirdiği gibi "bir ucundan dini yaşarlar" ve Allah'a gereği gibi kulluk etmezler. Halbuki onlar böyle samimiyetsiz bir ibadet anlayışıyla yalnızca kendilerini kandırırlar. Allah bu durumu Kuran'da şöyle açıklar:
İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlarlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 8-10)
Allah'ın dininde samimiyet esastır. Eğer bir insan sırf alışkanlıklar nedeniyle veya çevresinden tepki görmemek için bazı ibadetleri isteksizce yerine getiriyorsa, yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi bununla yalnız kendisini kandırmış olur. Yaptıklarının Allah katında bir geçerliliği olmasını bekleyemez. Allah Kuran'da isteksizce yapılan ibadetlerin kabul görmeyeceği ile ilgili olarak insanları şöyle uyarır:
İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah'ı ve elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak etmeleridir. (Tevbe Suresi, 54)
Samimiyetten uzak insanların Allah'a karşı olan sorumluluklarından kaçmak, ömürlerini dünyevi hırslarla tüketmek için bitmeyen tükenmeyen bahaneleri vardır. Genç yaşlarında, okul yıllarında, iş hayatına atılınca, eğlencede, yazın, kışın, çocuk sahibi olunca, üzülünce, sevinince... Her durumda ibadet etmelerine, Allah'ın emirlerine uymalarına engel olarak gösterebilecekleri suni sebepler üretebilirler. İlerleyen bölümlerde insanların bahane olarak öne sürdükleri konular günlük hayattan örneklerle açıklanacaktır. Burada önemli olan, insanların bu gerekçeleri öne sürerken samimiyetsiz olduklarının anlaşılmasıdır. Çünkü dünya üzerinde bir insanın Allah'ın emirlerini yerine getirmesine engel olabilecek hiçbir gerekçe olamaz. Eğer insan böyle bir gerekçe öne sürüyorsa, bu, kendi samimiyetsizliği veya iradesizliğinin göstergesidir.


Allah'ın kendisini her an sarıp kuşattığını, kendisine şah damarından yakın olduğunu, herşeyi gördüğünü, işittiğini, herkesin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bildiğini bilen bir insan, O'na olan kulluğunda asla samimiyetsizlik yapmaya kalkışamaz. Bir bahane öne sürecek olsa bunu, daha kalbinden geçirirken ve hatta henüz geçirmeden Allah'ın bileceğini ya da kullukta çekimser davranan bir insanın içindeki isteksizlikten Allah'ın haberdar olacağını çok iyi bilir. Ve böyle bir samimiyetsizliğe kalkışmanın karşılıksız kalmayacağını da düşünüp anlar. Dolayısıyla da kendisini kandırmanın bir kaçış olamayacağının aksine onu çok büyük kayıplara uğratacağının bilincindedir. Böyle bir insan hiçbir şartta Allah'ın rızasından taviz vermez. Çünkü Allah'a kesin bir bilgi ile iman ettiği için zaafı yoktur. Kayıtsız şartsız bir samimiyet içindedir.

Kalbinde hastalık olan bu insanlar ise, Allah'ı açıkça inkar etmeseler de imanlarında bir zaafiyet olması söz konusudur. Yani inançları belli koşullara bağlıdır. Nefislerinin rahatıyla ya da çıkarlarıyla çelişen ilk anda dinden taviz vermekten çekinmezler. Bunun dışındaki zamanlarda da kendilerince kolaylarına gelen ibadetleri yerine getirerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar.

Bu insanlar kendilerini çok açık bir şekilde kandırırlar, ama bir türlü bunun şuuruna varmazlar. Siz de bu insanların Allah katında düştüğü samimiyetsiz duruma düşmek istemiyorsanız dikkat edin ve sakın kendinizi kandırmayın. Eğer bilgi eksikliği içindeyseniz, Rabbimizi en iyi Kuran'ı okuyarak tanıyabilirsiniz. Çünkü Allah Kendisini kullarına indirdiği kitabında tanıtmıştır. Böylelikle Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edebilir ve imanı bütün, samimi bir dindar olabilirsiniz. Ama Allah'ı ve dinini cahiliyenin bakış açısı ile değerlendirirseniz, telafisi mümkün olmayan büyük hatalara düşersiniz. Unutmayın; ancak Allah'a kesin bir bilgiyle iman ettiğinizde ve samimi bir kullukta bulunduğunuzda kurtuluş bulabilirsiniz.


Samimi insanın bakışları, konuşması, üslubu, mimikleri çok doğal ve etkileyicidir.

Din ahlakını yaşamanın temel şartı samimiyet ve doğallıktır.


Sorunlar, Kuran Ruhunun Samimi Olarak Yaşanmasıyla Çözülür

Dünyada var olan sorunlara genel olarak bakıldığında, tüm bu olaylara sevgisizlik, nefret, kin, düşmanlık, çıkarcılık, bencillik, umursamazlık, acımasızlık gibi duyguların ve akılsızlığın neden olduğu görülür. Bu olayları çözmenin ve tamamen ortadan kaldırmanın yolları ise Kuran ahlakının özü olan; sevgi, şefkat, merhamet, karşılık beklemeden hizmet etme şevki, duyarlı olma, fedakarlık, sağduyu ve akıldır. Bu nedenle dünyadaki terörün, adaletsizliğin, kargaşanın, katliamların, açlığın, sefaletin ve zulmün tek bir çözümü vardır: Kuran ruhunun samimiyetle yaşanması… Her gün gazetelerde çok fazla adli vaka ya da toplumsal olay yer alır. Bu olaylar çoğu zaman okunur fakat üzerinde düşünülmeden geçilir. Çoğu zaman da bu konularda birkaç yorum yapılır. Aslında temeline inildiğinde hepsinin ortak bir sorundan, din ahlakının yaşanmamasından kaynaklandığı görülür. Bu gerçek dile getirildiğinde bazı kişiler buna itiraz edebilir, “herşey dine bağlanmak zorunda mı?” gibi yanlış bir mantıkla karşı çıkmaya çalışabilirler. Bu kişilere verilecek tek cevap “Evet”tir. Toplumsal Her Sorun Din Ahlakı ile Çözülür İnsanların yaşamın gerçek amacından uzaklaşmaları, manevi değerlerini de kaybetmeleri demektir. Dünyayı yaşayabilecekleri tek yer olarak gören, hem kendilerinin hem de diğer insanların ölümle birlikte yok olacaklarını zanneden kişilerin manevi yönlerinin gelişmiş olması da beklenemez. Dünyada, yaptıkları iyilikler ve kötülüklerle denendiklerini, bunların ölüm sonrası hayatta karşılarına getirileceğini düşünmeyen kişilerin insani yönlerinin gelişmesi de mümkün değildir. Böyle çarpık bir yaşam felsefesine sahip insanların oluşturdukları toplumların manevi yönden büyük bir boşluk içinde olması kaçınılmazdır. Toplumu oluşturan bu gibi insanlar, dünyada kendileri için mümkün olduğunca çıkar sağlamaya, kendi istek ve tutkularını tatmin etmeye, kısa bir yaşam süresini sorumsuzca geçirmeye çalışırlar. Ahlaki yönden bir güzellik elde etme konusunda ise çabaları olmaz. Çünkü bunun kendileri için bir çıkar sağlamayacağını düşünürler. Hatta aksine yardımsever, şefkatli, merhametli, hoşgörülü, vicdanlı insanları kendi çarpık bakış açılarıyla “saf” kişiler olarak değerlendirirler. Onların yaşam felsefeleri, kuvvetli olanın zayıf olanı ezmesi, güçlü olanın hiç kimsenin hakkını gözetmeden insanlara dilediği şekilde zulmetmesi üzerine kuruludur. Allah Kuran’da, ahirete ve hesap gününe inanmayan böyle insanların günah konusunda da sınır tanımayacaklarına dikkat çekmiştir: O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar. Oysa onu, ‘sınır tanımaz, saldırgan’, günahkar olandan başkası yalanlamaz. (Mutaffifin Suresi, 10-12) Din ahlakından uzak yaşayan bu insanlar, yaşamları boyunca hep daha fazla şey elde etme hırsı içinde olurlar. Ve çevrelerindeki insanlara da bu yönde telkinde bulunur, onları da Allah’ın sınırlarını tanımadan yaşamaya teşvik ederler. İşte içinde yaşadığımız dönem, din ahlakını tamamen terk etmiş ve çevrelerini de böyle karanlık bir yola çekmek isteyen insanların çoğunlukta olduğu bir zamandır. Bundan dolayı birçok ülkede günahta sınır tanımama, saldırganlık, manevi çöküntü yaygınlaşmakta, ahlaki değerler yitirilmekte, bir ayette geçen ifadeyle “çirkin hayasızlıklar” yaygınlaşmaktadır. Fuhuş, sapkın cinsel ilişkiler, uyuşturucu bağımlılığı ve kumar gibi her türlü ahlaksızlık teşvik edilmektedir. Ekonomik Sorunları Din Ahlakı ile Çözebiliriz Günümüzde en çok konuşulan konuların başında ekonomik sorunlar gelmektedir. Dünya üzerindeki insanların büyük bir bölümü açlık sınırında yaşamakta, pek çok ülke dış yardım olmadan varlığını devam ettirememektedir. Ülkelerin sadece yardım almaları da yeterli olmamakta, çünkü bu yardımların faizlerini ödeyemedikleri için çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Sağlıktan eğitime kadar her konu çok büyük bir maddi güç gerektirir. Ama bugün en zengininden en fakirine kadar tüm ülkelerde çok büyük bir ekonomik darboğazın yaşandığını, işsizliğin arttığını görmekteyiz. Bir tarafta çok büyük bir zenginlik, sefahat, israf ve bunun sonucunda da dejenerasyonun her türlüsü yaşanmaktayken, diğer tarafta insanlar tek bir ekmek için birbirleriyle kavga etmektedirler. Sürekli bu konularda yazılar yazılmakta, sempozyumlar düzenlenmekte, toplantılar yapılmakta, ama köklü bir çözüm üretilememektedir; hatta açlık ve sefalet gün geçtikçe daha da artmaktadır. Çünkü bazı insanlar bolluk ve bereketin sadece teknik önlemler alınarak sağlanacağını düşünmektedir. Oysa çözüm tamamen metafiziktir. Ekonomik tedbirler elbette ki bir duadır ama asıl olarak, Allah’a teslim olmak, şükretmek, sadaka vermek ve yardımlaşmak ve Kuran ahlakını yaşamak bereket verir. Ülkeler Arasındaki Sorunların Kaynağı da Din Ahlakının Yaşanmamasıdır Dünya üzerinde ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar çok basit sebeplerle çıkar. Bazen bir ülke diğerine ait olan topraklarda geçmişe yönelik hak iddia eder, o ülkeye saldırır. Bir parça toprak uğruna başlatılan bu savaş, iki ülkeyi de geriye götüren çalkantılı bir dönem halini alır. Savaş bir türlü bitmek bilmez, iki taraf da silahlanmak için tüm maddi varlığını harcar. Ülkelerin bütçeleri sağlık ya da eğitim yerine silahlanmaya ayrılır ve hiçbir sonuç elde edilmez. Bu çatışmalardan çıkar elde eden gruplar, silah lobileri, büyük şirketler vardır. Zarar gören kesim ise çoğunluğu oluşturan halktır. Sonuç genellikle her iki taraf için de çok büyük bir yıkım olur.


Samimi insan, Allah korkusu ve Allah’a olan derin sevgisi nedeniyle doğruyu yanlıştan rahatlıkla ayırt eden, Kuran’a göre doğru olanı mutlaka uygulayan, Allah’a yakınlık ve sevgi konusunda sınır tanımadan dinin tüm gereklerini en doğru ve en kesin biçimde uygulayan insandır. Dolayısıyla samimiyet, Allah korkusuyla, Allah’a yakınlık ve sevgiyle ortaya çıkan, Kuran’da tarif edilen şekliyle yaşanan samimiyettir.

Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Ali İmran Suresi / 104)


Dikkat edin, Allah'a karşı samimi olmaya yönelten yol, insan için en kolay olanıdır. Bir anlık düşünmenin ve karar almanın ardından insan tüm yaşamı boyunca bu kararın getirdiği şuur açıklığı ile yaşayabilir. Bu şuur açıklığını kazandığında ise hiçbir konuda kendini kandırarak, kendi kendini ebedi bir zarara uğratmaz.

"KİŞİNİN İSTİDADI VARSA DESTEK OLUNUR"

İnsan hiçbir zaman için bir iyiliği, güzelliği yalnızca ‘nimet elde etmek’ için yapmamalıdır. Müminin asıl hedefi Allah'ın rızasıdır. Mümin, hiçbir dünya nimetini, Allah'ın rızasına, sevgisine, dostluğuna ve yakınlığına değişmez. Tüm bunlar, dünyadaki nimetlerin tamamı biraraya gelse, yine de hiçbiriyle değişilmeyecek çok büyük bir nimetlerdir. Dolayısıyla ‘kendinde olanı değiştirirken’ müminin amacı da asla yalnızca ‘daha çok nimete kavuşmak’ değildir.
Eğer bir insan, ayette haber verilen bu sır gereğince, tüm bu yönleriyle de düşünerek samimi bir adım atarsa, -Allah'ın izniyle- Allah ona, ‘daha önce kendisinden alınan nimetlerden çok daha güzelini ve hayılısını vereceğini’ vadetmiştir. Çünkü Allah'ın kullarından istediği asıl istediği, ‘sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse)’ sözleriyle bildirdiği gibi, ‘samimiyet’tir.

Ey Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse size sizden alınandan daha hayırlısını verir) ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."(Enfal Suresi, 70)


GERÇEK İMAN EDENLERLE KALPLERİNDE HASTALIK BULUNANLARI AYIRT ETMEK İÇİN ALLAH MUTLAKA DENEYECEKTİR;

İşte kalplerinde hastalık olanları: "Zamanın, felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz" diyerek aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih veya Katından bir emir getirecek de, onlar, nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı pişman olacaklardır. (Maide Suresi / 52)

Münafıklar ve kalblerinde hastalık olanlar şöyle diyorlardı: "Bunları (müslümanları) dinleri aldattı." Oysa kim Allah'a tevekkül ederse, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Enfal Suresi / 49)


MÜMİN KENDİSİNE GÜÇSÜZLÜĞÜ, İRADESİZLİĞİ YAKIŞTIRMAZ VE BÖYLE BİR ŞEYİ ASLA KABUL ETMEZ.
NE KADAR ZORLANIRSA ZORLANSIN YİNE DE SÖYLECEĞİ SÖZ, ‘BEN ALLAH'IN İZNİYLE BUNU HALLEDERİM, ALLAH BANA YARDIM EDER’ OLUR. BU SÖZÜ SÖYLEYEN BİR İNSANA, ALLAH O YOLDA BÜTÜN KAPILARI AÇAR; GÜÇ KUVVET VERİR. O HATASINI YENECEK AKLI, ALLAH O İNSANIN RUHUNDA OLUŞTURUR.

"(Ancak) Beni yaratan başka. İşte O beni hidayete yöneltip-iletecektir." (Zuhruf Suresi / 27)

Enaniyeti olana tebliğ yapamazsın, bir şey yapamazsın. Önce enaniyetin gitmesi lazım. Allah’a kul olduğunu bilecek.

Gururu kırmamak çok hayatidir. Gururu kırılan bir insan deli gibi olur, enaniyeti kırılan bir insan deli gibi olur. Gururunu kırmamak, şefkat göstermek, tevazu içinde konuyu anlatmak, gerekiyor.

“Enaniyet yok. Doğal halinle, tabii halinle, sevecenliğinle, tevazunla yaşayacaksın” diyor Cenab-ı Allah.“Haddinizi bileceksiniz” diyor Cenab-ı Allah. Zaten hiçiz, Allah var. Biz gölge varlıklarız. Elhamdülillah.

ENANİYET SONSUZ AZABA GÖTÜRÜR

Enaniyet, kişinin kendisine bağımsız bir benlik vermesi, hem kendi varlığını hem de etrafındakilerin varlığını Allah’tan bağımsız görmesi anlamına gelir. Kibir ise enaniyetin dışa vurumlarından biridir. İman etmeyen insanların en önemli özelliklerinden biri olan enaniyet –benlik verme-Kuran’da şeytanın karakterinin en temel özelliği olarak bildirilmektedir.

Enaniyet ve ondan kaynaklanan kibir, tüm sapkınlıkların kaynağı, tüm azgınlıkların kökenidir. Bu özellikler, tarih boyunca milyonlarca insanı sonsuz azaba götürmüştür ve kıyamete kadar da sayısız insanı şeytanın yoluna çekmeye devam edecektir.

BÜTÜN ENANİYETLİ TİPLER DECCALA TABİ OLURLAR.

MÜNAFIK ENANİYETLİDİR, KENDİ ÜSTÜNDE BİR İNSAN İSTEMEZ. O yüzden Hz. Mehdi (as)’ın gelişini istemez. O yüzden Hz. İsa Mesih (as)’in inişini istemez. 

Kibir, enaniyet insanı deli gibi gösterir. Enaniyet yapan insanın aklı gider, çirkinleşir.
Adnan Oktar

 
Allah enaniyetlileri sevmez. Sevmeyince helak ediyor Cenab-ı Allah. O halde Müslüman mütevazi olacak. 

Allah'ın Kuran'da övdüğü peygamber ahlakı gibi hayatlarının her anında vicdanlarının sesine uyan insanlar, güzel ve huzurlu bir yaşam sürdürürler. Çünkü bu insanlar doğruya uymanın ve ahirette güzel bir karşılık ummanın verdiği manevi rahatlık içindedirler.

Çekilen vicdan azabı, yaptığı yanlışlıktan dönmesi için kişiye Allah'tan bir uyarıdır.

Adam Olmak!

"Sen önce adam ol!"

"Adam gibi insan olsan bunlar başımıza gelmezdi!"

Bu sözleri hayatımız boyunca kimbilir kaç defa duymuşuzdur. Özellikle gençlik yıllarında, büyüklerimize pek de onaylamadıkları bir şeyi söylediğimizde ya da onların istemedikleri bir şeyi yaptığımızda...
Bu sözü sarf eden insan için "adam olmak" herşeyin başında gelir. "Adam olmak" tabiriyle kastedilen, toplum tarafından genel kabul görmüş bir anlayışa, kültüre, tavra ve yaşama sahip olmak, makbul olarak tanıtılan belli kalıpları üzerinde taşımaktır. Bu değerler sistemi, kalıpları ve kuralları ile toplumun büyük bir çoğunluğunca kabul görmekte ve uygulanmaktadır. Bu kalıpların ve kuralların nereden doğdukları, ne derece doğru oldukları ise kolay kolay tartışmaya açılmaz, çarpıklıkları yargılanmaz. Zira, toplumun büyük çoğunluğunca benimsenen bu yapıyı sorgulamak, kitlelere ters düşmek, geniş bir kesimin tepkilerine hedef olmak tehlikesini de beraberinde getirir.
Doğruluğuna kesin olarak inanılmış bu yapı, yalnızca belli toplumlara has bir özellik olarak değerlendirilmemelidir. Bu sistem gerek Doğu'da gerekse de Batı'da, her çeşit kültürün yer aldığı ortamlarda kendine özgü bir inanç ve kabuller sistemi olarak varlığını sürdürmekte, yasaklamaları, yaptırımları ve tavsiyeleriyle adeta kendi başına, müstakil bir din -adam olmanın dini- halinde uygulanmaktadır: "Adamlık Dini".
"Adam olmak", Müslüman olmanın, Allah'a inanmanın, güzel ahlaklı olmanın, hatta insan olmanın dışında apayrı bir kavramdır. Allah'ın Kuran'da tarif ettiği tavır ve ahlakın bu dinde kesinlikle yeri yoktur. Zaten adamlık dini, Kuran ahlakının gerçek anlamda yaşanmadığı ortamlarda doğmakta ve gelişmektedir. Genelde toplumda hayran olunan, özenilen, üstün görülen kişiler adamlık dinini çok iyi öğrenmiş ve bu batıl sistemi bütün kurallarıyla uygulayan kişilerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder