21 Ocak 2014 Salı

ŞU ANDA RÜYADA OLABİLİR MİSİNİZ?

Şu Anda Rüyada Olabilir misiniz?
Elinizdeki Bu Dergiye Dokunmuyorsunuz !

Size şu anda elinizde tuttuğunuzu düşündüğünüz bu derginin, yazı ve resimleriyle, parlak ve canlı renkleriyle, aslında beyninizde seyrettiğiniz üç boyutlu bir görüntü olduğunu, hatta biraz daha detaya inerek derginin kapağına elinizi sürdüğünüzde hissettiğiniz altın yaldızlı kabartmaların da, aynı şekilde beyninizde dokunduğunuz dergiye ait olduğunu söylesek, bunun bir varsayım olduğunu düşünebilirsiniz... Ama bu bir varsayım değil, bilimin ortaya koyduğu kesin bir gerçektir.

Şöyle ki:

Örneğin bu dergiye baktığınızda derginin sayfalarından yansıyan ışık, gözünüzün retina hücreleri tarafından elektrik sinyallerine çevrilir. Optik sinirler aracılığıyla iletilen bu sinyaller, derginin şekli, rengi, kalınlığı gibi özellikleri hakkında bilgileri beynin görme merkezine taşırlar. Burada yorumlanan (ruh tarafından) sinyaller, anlamlı bir bütün haline getirilir; böylece derginin görüntüsü sizin için, ışığın asla giremediği kafanızın içindeki karanlıkta yeniden inşa edilmiş olur.

Dolayısıyla "gözümle görüyorum", "dergi karşımda duruyor" gibi ifadeler aslında gerçekleri yansıtmaz. Göz sadece kendisine gelen ışığı elektrik sinyaline çevirmekle görevlidir. Muhatap olduğunuz dergi görüntüsü de zannedildiği gibi sizin dışınızda değil, tam tersine içinizdedir. Dahası zihninizde oluşan bu görüntünün gerçekleri yansıtıp yansıtmadığından veya maddesel bir karşılığı olup olmadığından da hiçbir zaman emin olamaz, derginin dışarıdaki aslına hiçbir zaman ulaşamazsınız.

İnsan Maddeye Dokunamaz

Belki sayfaların kayganlığını elinizde hissediyor olduğunuz için dergiyi dışınızda zannedebilirsiniz. Oysa, bu kayganlık hissi de, aynı görme algısında olduğu gibi beyninizde meydana gelmektedir. Derinizdeki sinirler uyarıldığında, bu uyarılar elektriksel sinyaller halinde beyne gönderilirler. Beyindeki dokunma merkezine ulaşan bu mesajlar dokunma, basınç, sertlik-yumuşaklık, sıcaklık-soğukluk gibi hisler olarak algılanır. Ve siz beyninizde, dergiye dokunduğunuza, derginin sertliğini, sayfalarının kayganlığını ya da kapağındaki kabartmaları algıladığınıza dair hislere sahip olursunuz. Gerçekte ise, hiçbir zaman bu derginin dışarıdaki aslına dokunamazsınız. Dokunduğunuzu sandığınızda, aslında beyninizin içinde derginin sayfalarını çevirir, beyninizin içinde sayfaların inceliğini, kayganlığını hissedersiniz.

Beynimizin İçi Sessizdir

Aynı durum diğer duyular için de geçerlidir. Örneğin; titreyen bir gitar teli havada basınç dalgaları oluşturur. Bu dalgalar iç kulakta bulunan tüycükleri uyarır ve bu titreşimler elektriksel uyarılar şeklinde beyninizin ilgili merkezine gönderilir. Bu sinyallerin beyinde yorumlanması neticesinde ise, gitar sesi duyduğunuz hissini yaşarsınız.

Koku algısı da aynı şekilde beyninizde oluşur. Bir limonun kabuğundan çıkan kimyasal moleküller burundaki koku algılayıcılarını uyarır. Buradan elektrik sinyali olarak yorumlanmak üzere beyne iletilirler.

Kısacası tüm algıladıklarınız -gördüğünüz, duyduğunuz, tattığınız, dokunduğunuz ve kokladığınız şeyler- beyninizde size özel olarak tekrar oluşturulur. Dolayısıyla "etrafımdaki dünyayı algılıyorum" derken, zihnimizde oluşan kopya renklerden, şekillerden, seslerden ve kokulardan bahsederiz.

Beynimizde gördüğümüz görüntüleri, işittiğimiz sesleri, duyduğumuz kokuları yorumlayan ruhumuzdur.

Zihnimizde algıladıklarımızın dışarıdaki karşılıklarına asla ulaşamayız. Çünkü biz, beynimizin dışına çıkıp da dışarıda ne olduğunu göremeyiz. Sadece dışarıdaki maddelerin beynimizdeki kopyaları ile muhattap oluruz.

Şu An Bir Rüyada Olabilir Misiniz?

Dünyayı algılayış şeklimiz, "dışarıda" yani bedenimizin etrafında bir görüntü olduğuna bizi inandıracak mükemmelliktedir; ama içinde bulunduğumuz durumun gece gördüğümüz rüyalardan pek farklı bir yönü yoktur. Rüyalarımızda çevremizdeki olayların, seslerin ve görüntülerin farkında oluruz; hatta bedenimizin de... Düşünürüz ve muhakeme yaparız; korku, öfke, memnuniyet ve sevgi duyarız. Diğer insanlarla konuşur, onlarla aynı şeyleri gördüğümüzü düşünerek etrafımızdakiler hakkında fikir alışverişinde bulunur hatta üzerimize gelen bir araba çarpmasın diye kaçarız. Kısacası rüyamızda da çevremizde maddesel bir dünya olduğu izlenimine kapılırız. Ta ki uyanıp da yaşadığımızı zannettiğimiz şeylerin sadece zihnimizde yaşandığını fark edene kadar...

Uyanıp "herşey bir rüyaymış" dediğimizde ise, yaşadığımız deneyimin aslında fiziksel bir gerçekliğe dayanmadığını; tüm olup bitenlerin zihnimizde yaratıldığını ifade etmek isteriz. Uyanık olduğumuzu düşündüğümüz zaman ise, dünyayı algılayışımızın gerçek olduğuna kesin kanaat getirerek hareket ederiz. Ancak uyanık olduğumuz zamanki deneyimlerimiz de tıpkı rüyada olduğu gibi zihnimizde yaşanmaktadır. Bu yüzden, şu anki algılarımızın da bir rüya olmadığına kesin emin olamayız.

Uyanık olduğunuzu düşünmenizin sebebi, muhtemelen okuduğunuz bu kitabı elinizde tuttuğunuzu hissetmeniz, okuduklarınıza yorum getirebilmeniz, tüm olayların çok tutarlı bir şekilde devam etmesi gibi nedenlerdir. Fakat bunların tamamı -kitabı tuttuğunuz eliniz, sayfalarını çevirdiğiniz kitap, etrafınızda duran eşyalar, odanın içindeki konumunuz.- beyninizde seyrettiğiniz kopyalardır. "Şu anda uyanık mısınız, yoksa düş mü görüyorsunuz?" gibi bir soruyla karşılaşacak olsanız, cevabınız "elbette ki uyanığım" şeklinde olacaktır. Belki bu soruyu pek çok kereler rüyalarınızda da sorduğunuz olmuştur. Fakat bu soruya rüyanızda verdiğiniz cevabın -uyanık olduğunuz yanıtının- uyandıktan sonra yanlış olduğunu görmüşsünüzdür. Peki aynı yanılgıya şu anda da düşüyor olamaz mısınız?

Şu anda da rüya görmediğinizin, hatta bütün hayatınızın bir rüya olmadığının güvencesini size kim verebilir?

İşte tüm bunlardan dolayı, içinde bulunduğunuz dünyanın gerçekliğinden nasıl emin olabilirsiniz?

Bu görüntülerin dışarıda maddesel karşılıkları olsa bile, siz bunların asıllarına hiçbir zaman ulaşamazsınız.


Et Parçasından Oluşan Sinirler Işığı ve Sesi İletebilir mi?

Belirttiğimiz gibi bizim tek görebildiğimiz, koklayabildiğimiz, tadabildiğimiz, dokunabildiğimiz veya duyabildiğimiz tıpkı bir rüya gibi beynimizdeki kopyalardır.

Baştan beri anlatılanları tekrar düşündüğümüzde bu gerçek bütün açıklığı ile ortaya çıkacaktır. Örneğin;

Işığın olmadığı beyinde, rengarenk ışıklarla donatılmış bir caddeyi, bütün renkleri, canlılığı ve parlaklığı ile seyredebiliyorsak, o zaman bu caddenin, ışıklı panoların, vitrinlerin, sokak lambalarının, arabaların farlarının dışarıdaki beynimizde elektrik sinyallerinden oluşan kopyalarını görürüz.

Beynimize hiçbir ses giremediğine göre, o zaman biz hiçbir zaman yakınlarımızın seslerinin asıllarını duyamayız. Duyduklarımız hep kopyalarıdır.

Veya biz hiçbir zaman denizin serinliğini, güneşin sıcaklığını hissedemeyiz. Biz hep beynimizde bunların kopyalarını yaşarız.

Aynı şekilde, bugüne kadar hiçbir insan nanenin aslının tadına bakmamıştır. Nane olarak algıladığı tat, dışarıdaki aslı değil, beyninde oluşan bir algıdan ibarettir. Çünkü nanenin aslına ne dokunabilir, ne onun aslını görebilir, ne aslının kokusunu veya tadını alabilir.


Sonuç olarak, dış dünyada maddenin aslı vardır ancak biz hayatımız boyunca bize gösterilen kopya algılarla yaşarız. Ancak bu kopyalar o kadar gerçekçidir ki, hiçbir zaman kopyalarını yaşadığımızı fark etmeyiz. Örneğin, şu anda başınızı kaldırın ve bulunduğunuz odada gözünüzü gezdirin. Kendinizi içinde mobilyalar bulunan bir odanın içinde gibi görüyorsunuz. Oturduğunuz koltuğun kollarına dokunduğunuzda, sanki gerçekten bu kolların asıllarına dokunuyormuş gibi sertliğini hissediyorsunuz. Gösterilen görüntülerin gerçekçiliği, bu görüntülerin yaratılışında kullanılan sanatın mükemmelliği çoğu insanın, maddenin gerçeği konusunda bir yanılgıya düşmelerine sebep oluyor. Bunun nedeni, görüntünün muhteşem bir sanatla, son derece gerçekçi ve kusursuz olarak her an yaratılıyor olmasıdır.

Bilim adamlarının ittifakla kabul ettiği bu gerçeği, tanınmış felsefeci George Politzer şu şekilde ifade etmektedir:

Kendilerini gördüğümüz ve dokunduğumuz için ve bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir. Şu halde algılar aracılığıyla ulaştığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler ve bu fikirler, zihnimizden başka yerde bulunmazlar zorunlu olarak… Bütün bunlar madem ki sadece zihinde var olan şeylerdir, öyleyse evreni ve şeyleri zihnin dışında varlıklar olarak hayal ettiğimizde, yanılmaların içine düşmüş oluyoruz demektir... (George Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, s.38-39)

Tanınmış bilim adamı Rita Carter, dış dünyanın aslını göremeyeceğimizi, dışarıda madde olduğu halde beynimizde oluşan görüntünün ancak bir algıdan ibaret olduğunu şöyle açıklar:

Bir yüz veya manzara gördüğümüzde, tam aslını görmeyiz, gördüğümüz orjinalinin bir yorumu veya tamamen yeni inşa edilmiş bir versiyonudur... Bunlar her ne kadar çok iyi kopyalar olsa bile orijinalinden eksik veya farklıdır. (Rita Carter, Mapping The Mind, s. 135)

Bu Konu Materyalestleri Neden Tedirgin Etmektedir?

Dikkat edilecek olursa, bugün maddenin gerçeği ile ilgili yapılan yorumlardan olağanüstü şekilde rahatsızlık duyan kesimi materyalistler oluşturmaktadır. Materyalistler, büyük bir ilgiyle gündemde tutulan "yaşadığımız dünyanın tıpkı bir rüyadaki gibi hayal olabileceği" konusuna karşı, kendilerince küçümser bir yaklaşım sergilemekte; "sakın kendinizi idealizmin telkinlerine kaptırmayın, materyalizme olan sadakatinizi koruyun" mesajları vermektedirler. Ancak bu tür tepkilerin temelinde bu konunun gündeme getirilmesinden duyulan rahatsızlık ve endişe duyguları yer almaktadır.

Bu kişilerin öğütleri ise kendilerine Rusya'daki kanlı komünist devriminin lideri Vladimir I. Lenin'den miras kalmıştır. Lenin'in, bir asır önce yazdığı Materyalizm ve Ampiryokritisizm isimli kitabında şu satırlar yer almaktadır:

Duyularımızla algıladığımız nesnel gerçekliği bir kere yadsıdın mı, kuşkuculuğa (agnostisizme) ve öznelciliğe (subjektivizme) kayacağından, fideizme (dini inanca) karşı kullanacağın tüm silahları yitirirsin; bu da fideizmin (inancın) istediği şeydir. Parmağını kaptırdın mı, önce kolun sonra tüm benliğin gider. Duyuları nesnel dünyanın bir görüntüsü olarak değil de, özel bir öğe olarak aldığında, diğer bir deyişle materyalizmden ödün verdiğinde, benliğini fideizme kaptırırsın. Sonra duyular hiç kimsenin duyuları olur, us (akıl) hiç kimsenin usu, ruh hiç kimsenin ruhu, istenç hiç kimsenin istenci olur.

Bu satırlar, Lenin'in büyük bir korkuyla fark ettiği ve hem kendi kafasından hem de "yoldaş"larının kafalarından silmek istediği gerçeğin, günümüzün materyalistlerini de aynı biçimde tedirgin ettiğini göstermektedir. Ama günümüz materyalistleri Lenin'den daha da büyük bir tedirginlik içindedirler; çünkü bu gerçeğin bundan 100 yıl öncesine göre çok daha açık, kesin ve güçlü bir biçimde ortaya konduğunun farkındadırlar. Bu konu, tüm dünya tarihinde ilk kez bu kadar karşı konulamaz bir biçimde anlatılmaktadır.

Materyalistlerin "sakın bu konuyu düşünmeyin, yoksa materyalizmi kaybedersiniz ve kendinizi dine kaptırırsınız" şeklindeki uyarıları, maddenin aslı ile ilgili olarak anlatılan gerçeklerin materyalist felsefeyi temelden yıkarak, üzerinde tartışmaya dahi gerek bırakmayan bir konuma sokmuş olmasından ötürüdür. Materyalistler körü körüne inandıkları, bel bağladıkları maddesel dünyanın yok olduğunu görmekten dolayı yaşadıkları tedirginlikle, "maddenin aslı ile muhatap olma imkanı yoktur ki maddecilik olsun" gerçeğini kabullenememektedirler.

Bilim yazarı Lincoln Barnett, bu konunun sadece "sezilmesinin" bile materyalist bilim adamlarını korku ve endişeye sürüklediğini şöyle belirtmektedir:

Filozoflar tüm nesnel gerçekleri algıların bir gölge dünyası haline getirirken, bilim adamları insan duyularının sınırlarını korku ve endişe ile sezdiler. (Lincoln Barnett, "Evren ve Einstein", Varlık Yayınları, 1980, s. 17-18)

Ülkemizde ve tüm dünyada, bu konu ile karşı karşıya gelen her materyalistte bu "korku ve endişe" çok güçlü olarak görülmektedir.

Ancak 21. yüzyıl, bu gerçeğin tüm insanlar arasında yayılacağı, materyalizmin ise yeryüzünden silineceği tarihi bir dönüm noktasıdır. Bu gerçeği görebilen insanların, geçmişte neye inandıkları, neyi niçin savundukları hiç önemli değildir. Önemli olan, gerçeği gördükten sonra, buna direnmemek, ölümle birlikte zaten apaçık anlaşılacak olan bu gerçeği geç olmadan anlamaktır.

Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size. (Enbiya Suresi, 18)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder