21 Ocak 2014 Salı

MADDENİN ARDINDAKİ BİLGİ VE LEVH-İ MAHFUZ



Maddenin Ardındaki Bilgi ve Levh-i Mahfuz

Bilgi... Bu kavram günümüzde bundan yarım yüzyıl öncesine göre çok daha fazla şey ifade ediyor. Bilim adamları "bilgi"nin ne olduğunu tanımlamak için teoriler geliştiriyorlar. Sosyal bilimciler "bilgi toplumu"ndan söz ediyorlar. Bilgi, giderek insanlığın en önemli kavramlarından biri haline geliyor. Peki, nedir bilgi? Bilgi kavramını bu denli önemli hale getiren en önemli bilimsel bulgu, evrenin ve yaşamın kökeninde bilgi olduğunun tespit edilmesi. Tüm evreni "madde ve enerji"den ibaret sayan 19. yüzyıl materyalist felsefesinin yerine, bilim adamları artık evrenin "madde, enerji ve bilgi"den oluştuğunu söylüyorlar.

Bilgi... Bu kavram günümüzde bundan yarım yüzyıl öncesine göre çok daha fazla şey ifade ediyor. Bilim adamları "bilgi"nin ne olduğunu tanımlamak için teoriler geliştiriyorlar. Sosyal bilimciler "bilgi toplumu"ndan söz ediyorlar. Bilgi, giderek insanlığın en önemli kavramlarından biri haline geliyor. Peki, nedir bilgi? Bilgi kavramını bu denli önemli hale getiren en önemli bilimsel bulgu, evrenin ve yaşamın kökeninde bilgi olduğunun tespit edilmesi. Tüm evreni "madde ve enerji"den ibaret sayan 19. yüzyıl materyalist felsefesinin yerine, bilim adamları artık evrenin "madde, enerji ve bilgi"den oluştuğunu söylüyorlar.

Peki Bu Ne Anlama Geliyor?

Bunu bir örnekle açıklamak mümkün: DNA. Bilindiği gibi tüm canlı hücreleri, DNA adı verilen sarmal yapıdaki genetik bilgiye göre işliyor. Bizim de bedenimizdeki trilyonlarca hücrenin her birinin çekirdeğinde DNA var ve vücudumuzun tüm fonksiyonları bu DNA'larda kayıtlı. Hücrelerimiz yeni proteinler üretmek için DNA'da yazılı olan protein şifrelerini kullanıyor. DNA'da yazılı olan bu bilgi o kadar büyük ki, insan vücudunun genetik bilgisini kağıda dökmek için, yaklaşık 900 ciltlik bir ansiklopedi yazmak gerekiyor!

Hologram Bir Dünyada Mı Yaşıyoruz?

Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutla gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır.

Amerika'nın en ünlü bilim dergilerinden biri olan New Scientist adlı dergi, 27 Nisan 2002 tarihindeki kapak konusunda, okuyucularına önemli bir bilimsel gelişmeyi aktarmıştır. J. R. Minkel tarafından kaleme alınan makale "Neden Hepimiz Bir Hologramın İçinde Yaşıyoruz?" başlığı altında yayınlanmıştır. Bu makalede açıklanan bilimsel tespiti şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgı olacaktır.

New Scientiest'in Yorumu

Bilim adamı-yazar J.R Minkel bu önemli konu ile ilgili şu itiraflarda bulunmuştur:

"Şu an bir dergi tutuyorsunuz, bunu katı bir madde olarak algılıyorsunuz ve siz bunun evrende bağımsız bir şekilde varolduğunu görüyorsunuz. Etrafınızdaki objelerde aynı şekilde, belki bir fincan kahve ya da bir bilgisayar, hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor. Ama hepsi yalnızca bir hayal."

Minkel makelesinde, bazı bilim adamlarının bu fikri "herşeyin teorisi" olarak adlandırdıklarını söylemektedir. Ayrıca Minkel, bilim adamları tarafından "herşeyin teorisi"nin, evrenin yapısının açıklanmasında ilk basamak olarak kabul edildiğini aktarmaktadır.

Söz konusu Amerikan dergisinde yayınlanan bu makale gerçekten de son derece önemlidir. Üstelik insanın hayata bakış açısını etkileyebilecek kadar. Çünkü bu konu atomlardan oluşan evreni en kolay şekilde anlamamızı ve maddenin mahiyeti konusunda en net yargıya varabilmemizi sağlamaktadır. Bu makale, evreni beynimizde algıladığımızı, dolayısıyla bizim dışımızda var olduğunu zannettiğimiz maddenin bir hayalden ibaret olduğunu açıklayan bilimsel bir belgedir.

Beyinde Sanal Dünya

Daha önceki bilimsel çalışmalarda da bu gerçek farklı yönlerden tespit edilmişti aslında. Bilim adamları dış dünyanın, maddenin varlığına gerek olmadan beyinde sanal bir dünya oluşturulabileceğini de birçok kez kanıtlamışlardı. Örneğin yapılan üç boyutlu ve gerçeğinden farkı olmayan bilgisayar simülasyonları yoluyla aslının aynı özelliklere sahip görüntüler elde edilebilmektedir. Ayrıca rüya gören insanlar üzerindeki araştırmalar da benzer sonuçlar doğurmuştur. Anlaşılmıştır ki, mesela bisiklete binen biri ile rüyasında bisiklete bindiğini gören kişinin fizyolojilerinde aynı tepkiler meydana gelmektedir. Bu durum her iki olayında beyinde meydana geldiğini ve ortada bizim dışımızda zannedildiği gibi maddesel bir dünyanın olmadığını göstermektedir.

Yapay uyarılarla bir dünya oluşturulabileceği gerçeğine verilebilecek en iyi örneklerden biri de hipnoz tekniğidir. Bilindiği gibi hipnozda, hipnotize edilen kişiye bir dizi telkin yapılır ve bu kişinin, gerçeğinden ayırt edilemeyecek derecede inandırıcı birtakım olaylar yaşaması sağlanır. Söz konusu kişi, bulunduğu odada olmayan görüntüleri, kişileri veya manzarayı görür, sesleri duyar, kokuları ve tatları alır. Bu sırada yaşadığı olaylardan dolayı sevinir, üzülür, heyecanlanır, sıkılır, endişelenir. Hatta hipnoz altındaki kişinin yaşadığı olayların etkileri dışarıdan fiziksel olarak da izlenebilir: Yapılan telkinle doğru orantılı olarak kişide nabız artışı, tansiyon artışı, cildinde kızarıklık oluşması, ateşinin yükselmesi, mevcut ağrıyı veya acıyı hissetmemesi gibi durumlar meydana gelebilmektedir.

Hipnoz Örneği

Örneğin hipnoz uygulanan bir deneyde, bir kişiye hastanede bulunduğu söylenmiş, bu hastanenin 10. katında ölmek üzere olan bir hasta olduğu ve ancak kendisinin hızlı bir şekilde elindeki ilacı yetiştirirse hayatının kurtulabileceği telkin edilmiştir. Bu kişi hipnoz sırasındaki telkinin etkisiyle, son derece hızlı bir şekilde 10 katı çıkmaya başladığını sanmıştır. Bu sırada nefes nefese kalmış, iyice yorulduğu için de nefesini kontrol edemeyecek hale gelmiştir. Bunun üzerine artık en üst kata geldiği, ilacı yetiştirdiği söylenmiş ve rahat bir yatağa uzanabileceği telkin edilmiştir. Böylece hipnoz uygulanan kişi rahatlamaya başlamıştır. Hipnoz yapılan kişi, kendisine telkin edilen mekanı ve ortamı tüm gerçekliğiyle yaşamasına rağmen, ortada ne bahsedildiği gibi bir mekan, ne insanlar, ne de olaylar vardır. Bir diğer deneyde ise normal bir odada bulunan kişiye bir hamamda olduğu ve hamamın çok sıcak olduğu telkin edilmiş, ardından bu kişi aşırı derecede terlemeye başlamıştır. Burada çok önemli bir nokta dikkat çekmektedir. İnsan vücudunda terlemenin oluşması için bazı etkilerin meydana gelmesi gerekir. Bu hipnoz olayında karşımıza çıkan gerçek ise şudur: Hipnotize edilen kişi, dışarıda terlemeye sebep olacak hiçbir etken bulunmadığı halde terlemiştir. Bu örnek açıkça göstermektedir ki, bir mekanda bulunmak ya da bir ortamı hissetmek için o ortamın ya da mekanın fiziki varlığı şart değildir. Suni uyarılar veya telkin yoluyla benzer etkilerin oluşturulması mümkündür.

Ulusal Hipnoterapi Derneği, Ulusal Psikoterapistler Derneği, Profesyonel Hipnoterapistler Merkezi, Hipnoterapi Araştırma Derneği gibi birçok kuruluşun üyesi olan İngiliz hipnoterapi uzmanı Terrence Watts bir makalesinde, hipnoz sırasında geçmişteki bir olayı hatırlayarak anlatan kişilerde, anlattıkları olayla bağlantılı olarak bazı fiziksel değişimler gözlendiğini belirtmektedir. Örneğin kişinin anlattığı olayda nefes alamama durumu oluşmuşsa, olayı hipnoz altında anlattığı sırada yine nefesi daralmakta, hatta nefesi bir süre için tamamen durmaktadır. Watts, hipnoz altındayken, küçükken dövüldüğü bir anı anlatan kişinin yüzünde tokat izlerinin belirdiğini belirtmektedir. Ayrıca Watts bunun bir gizem olmadığını, vücudun acı algısına tepki verdiğini belirtmektedir.

Hipnoz Anında Fiziksel Değişimler

Hipnoz uygulamalarında görülen en çarpıcı örneklerden biri de, hipnoz yapılan kişinin cildinde telkin sonucu yaralar dahi oluşabilmesidir. Örneğin Paul Thorsen isimli bir araştırmacı, hipnoz altındaki bir kişinin koluna sadece bir kalemin ucunu değdirmiş ve bunun kızgın bir şiş olduğunu telkin etmiştir. Kısa bir süre sonra kalemin ucunun değdiği noktada bir yanık kabarcığı belirmiştir. Yine aynı araştırmacı, Anne O. isimli kişiye, hipnoz esnasında kolunun A harfi şeklinde kanırtırcasına çizildiğini telkin etmiştir. Başka hiçbir şey yapılmadığı halde, o bölgede A harfi şeklinde kızarıklık belirmiştir. Hipnoz sırasında insan vücudunda meydana gelen bu değişiklikler, görme, duyma, dokunma, işitme, acı, ağrı gibi algılarımızın oluşması için dış dünyaya ihtiyacımızın olmadığını göstermektedir.

İnsan, ömrü boyunca bedeninin dışındaki bir dünyada yaşadığını zanneder. Halbuki dünya dediğimiz herşey, beynimizin, algı merkezlerimize ulaşan sinyalleri yorumlamasıdır. Yani biz beynimizin içinde oluşan dünyadan başka bir dünyayla hiçbir zaman muhatap olamayız. Dışımızda ne olduğunu asla bilemeyiz. Beyne ulaşan sinyallerin kaynağının, dışarıda mevcut bulunan maddi varlıklar olduğunu iddia edemeyiz. Bugün bu konu en temel bilimsel kitaplarda yer alan ve lise çağlarından itibaren insanlara öğretilen, kesin bir gerçektir. Sorun, insanların bu gerçek üzerinde düşünmemeleridir.

 Dış dünya ile ilgili bize hissettirilenler, Allah'ın bize algılattırdıklarından ibaret duyulardır. Allah duyu organlarımıza hakimdir ve neyi isterse bize onları algılattırır.

Allah bu gerçeği Kuran'da, Kendisi'nin kulaklara ve gözlere malik olan olduğunu belirterek açıklamıştır.

"Demişlerdir ki:"Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş." (Yasin Suresi, 52)

Dünya Hayatı Beynimizde Yaşanır

Yaşadığımız dünyaya ait her türlü niteliği, her özelliği ve bildiğimiz herşeyi duyu organlarımız aracılığıyla öğreniriz. Duyu organlarımız aracılığı ile bize ulaşan bilgiler, bir dizi işlem sonucunda elektrik sinyallerine dönüşür ve bu sinyaller beynimizin ilgili noktalarında yorumlanır. Beynimizin bu yorumları sonucunda biz, örneğin bir kitap görürüz, çileğin tadını alırız, ıhlamur ağaçlarını koklar, ipek bir kumaşın dokusunu bilir veya rüzgarda sallanan yaprakların hışırtısını duyabiliriz.

Aldığımız telkinle, hep bedenimizin dışındaki kumaşa dokunduğumuzu, bizden 30 santimetre uzaklıktaki kitabı okuduğumuzu, metrelerce uzaktaki ıhlamur ağaçlarının kokusunu aldığımızı ve çok yükseklerdeki yaprakların hışırtısını duyduğumuzu zannederiz. Oysa, bu saydıklarımızın hepsi bizim içimizde gerçekleşen olaylardır. Derginin görüntüsünden yaprakların hışırtısına kadar herşey içimizde, beynimizde meydana gelir.

Bu noktada şaşırtıcı bir gerçekle daha karşılaşırız: Beynimizde, gerçekte ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey elektrik sinyalleridir. Bu, felsefi bir görüş değildir; algılarımızın işleyişi ile ilgili bilimsel bir açıklamadır.

Şimdi bu büyük mucizenin nasıl gerçekleştiğini, yani "dünyayı nasıl algılıyoruz?" sorusunun cevabını tüm algılarımız için tek tek inceleyelim.

Gören Gözlerimiz Değildir, Görüntü Beynimizde Oluşur!

Hayatımız boyunca aldığımız telkinle, tüm dünyayı gözlerimizle gördüğümüzü zannederiz. Oysa, görmenin bilimsel açıklamasına göre biz gözlerimizle görmeyiz. Gözlerimiz ve gözlerimize bağlı olan milyonlarca sinir hücremiz, sadece "görme olayının" gerçekleşmesi için beyne mesaj ileten kablo görevine sahiptirler. Görme olayının nasıl gerçekleştiğini hatırlayacak olursak bu gerçeği daha kolay fark edebiliriz.

Bir cisimden gelen ışık, göz merceğinden geçer ve gözün arka tarafındaki ağ tabakanın üzerine baş aşağı ve iki boyutlu bir görüntü bırakır. Ağ tabakadaki çubuk ve koni hücreler, bazı kimyasal işlemlerden sonra bu görüntüyü elektriksel akıma dönüştürür. Bu elektriksel akımlar, göz sinirleri aracılığı ile beynin arka kısmında yer alan görme merkezine götürülür. Beyin ise bu gelen sinyali anlamlı ve üç boyutlu görüntüler haline getirir.

Burada çok yüzeysel olarak anlattığımız görme, gerçekte son derece olağanüstü bir işlemdir. Işık demetleri anında ve kusursuz şekilde elektrik sinyallerine dönüştürülmekte ve sonra bu elektrik sinyalleri, üç boyutlu, rengarenk, ışıl ışıl bir dünya olarak bize görünmektedir. Tüm bunlar bizi hep aynı gerçeğe götürmektedir: Biz hayatımız boyunca, dünyayı bizim dışımızda zannederiz. Oysa, dünya herşeyiyle bizim içimizdedir. Biz, dışımızda sandığımız dünyayı aslında içimizde, beynimizdeki küçücük bir noktada yani görme merkezimizde görürüz.

Bütün Sesleri Beynimizde Duyarız!


Duyma işlemi de aynı görme gibi gerçekleşir. Diğer bir deyişle dış dünyaya ait görüntüleri nasıl beynimizin içinde görüyorsak, sesleri de beynimizin içinde duyarız. Dış kulak, çevredeki ses dalgalarını kulak kepçesi ile toplayıp orta kulağa iletir. Orta kulak ise aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır. İç kulak da bu titreşimleri sesin yoğunluğuna ve sıklığına göre elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Beyinde birkaç konaklamadan sonra mesajlar, son olarak bu sinyallerin işleme koyulup yorumlandığı duyma merkezine iletilirler. Böylece duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.

Beynimizin dışında sesler değil, ses dalgaları olarak bilinen fiziksel titreşimler vardır. Bu ses dalgalarının sese dönüştüğü yer ise dışarısı veya kulağımız değil, beynimizin içidir.

Tüm Kokular Beynin İçinde Meydana Gelir!

Bir insana kokuları nasıl hissettiği sorulur ise, muhtemelen "burnumla" diyecektir. Oysa çoğu insanın kesin bir gerçek olarak gördüğü bu cevap doğru değildir. Yale Üniversitesi'nden nöroloji profesörü olan Gordon Shepherd "Burnumuzla kokladığımızı düşünürüz, ama bu sanki 'kulak memesi ile duyuyoruz' demek gibi bir şeydir" sözleriyle bunun doğru olmadığını açıklamaktadır.

Burnumuzun dışarıdan görünen bölümünün görevi sadece bir kanal gibi, havadaki koku moleküllerini içeri almaktır. Vanilya veya gül kokusu gibi uçucu moleküller, burnun epitelyum denilen bölgesindeki titrek tüylerde bulunan alıcılara gelir ve bu alıcılarda etkileşime girer. Koku moleküllerinin epitelyum bölgesindeki etkileşimleri beynimize elektrik sinyali olarak ulaşır. Bu elektrik sinyalleri ise beynimizde koku olarak algılanır. Ses ve görüntüde olduğu gibi koku algısında da beyninize ulaşan yalnızca elektrik sinyalleridir.

Tüm Lezzetler Beyinde Oluşur!


Tat alma algısı da diğer duyu organlarına benzer şekilde açıklanabilir. İnsan dilinin ön tarafında dört farklı tip kimyasal alıcı vardır; bunlar tuzlu, şekerli, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. Tat alıcılarımız bir dizi işlemden sonra bu algıları elektrik sinyallerine dönüştürür ve beyne iletirler. Ve bu sinyaller de beyin tarafından tat olarak algılanır. Bir pastayı, yoğurdu, limonu ya da sevdiğiniz bir meyveyi yediğinizde aldığınız tat, gerçekte elektrik sinyallerinin beyin tarafından yorumlanmasıdır. (Harun Yahya, Hayalin Diğer Adı Madde)

Beyninizde oluşan bir pasta görüntüsüne beyninizde oluşan şeker tadı eklenir ve pasta hakkında herşey sevdiğiniz hale gelir. Siz pastanızı yediğinizde aldığınız tat aslında elektrik sinyallerinin beyninizde oluşturduğu bir etkiden başkası değildir. Beyniniz dışarıdan gelen uyarıları nasıl yorumlarsa siz ancak onu bilirsiniz. Yoksa dışarıdaki nesneye asla ulaşamazsınız; örneğin çikolatanın kendisini göremez, koklayamaz ve tadamazsınız. Ya da beyninize giden tat alma sinirleri kesilse, o an yediğiniz herhangi bir şeyin tadının beyninize ulaşması mümkün olmaz; tat duyunuzu tamamen yitirirsiniz.

Dokunma Duyusu Beyinde Oluşur!

İnsanların, yazıda anlatılan gerçeklere, yani görme, duyma, tat alma gibi hislerin tamamının beyinde oluştuğu hissine kanaatlerinin gelmesini engelleyen en önemli etkenlerden biri dokunma hissidir. Örneğin bu dergiyi beyninde gördüğünü söylediğiniz bir insan, dikkatli düşünmediği takdirde, "beynimde görüyor olamam, bak elimle dokunuyorum" diyecektir. Bu insanların anlayamadıkları veya anlamazlıktan geldikleri gerçek şudur: Diğer tüm duyu organlarımız gibi, dokunma hissi de beyinde oluşur. Yani siz bir cisme dokunduğunuzda onun sert, yumuşak, ıslak, yapışkan veya ipeksi olduğunu beyninizde algılarsınız. Parmak uçlarınıza gelen etkiler, beyninize yine elektrik sinyali olarak ulaştırılır ve beyninizde bu sinyaller dokunma hissi olarak algılanır.

Beynimizde Oluşan Dünyanın Aslına Asla Ulaşamayız


İnsan, beynindeki ekranda izlediği, anlamlı şekilde biraraya getirilen algılarının tamamına "yaşantım" der ve bu izlediğimiz ekranın dışında maddenin gerçeği nasıldır, bunu hiçbir zaman bilemeyiz. Gerçeği de bizim gördüğümüz gibi mi, örneğin bir yaprağın yeşili dışarıda da böyle mi, bilemeyiz. Veya yediğimiz şekerin tadı gerçekte bu şekilde mi yoksa beynimiz mi onu böyle algılıyor, bunu kesinlikle öğrenme imkanımız yoktur.

Biz hayatımız boyunca bize gösterilen kopya algılarla yaşarız. Ancak bunlar o kadar gerçekçidir ki, hiçbir zaman kopyalarını yaşadığımızı fark etmeyiz. Her insan, beynindeki hücresinin içinde yaşar ve algılarının kendisine gösterdikleri dışında hiçbir şey yaşayamaz. Algılarının dışındaki dünyada, neler olduğunu hiçbir zaman bilemez. Bu nedenle "dışarıda asılları var" demek büyük bir ön yargı olur, çünkü hiçbir insanın buna getirebileceği tek bir delil dahi bulunmamaktadır. Kaldı ki dışarıda asılları olsa dahi, insan yine bu "asıl"ları beyninde görecektir, yani yine beyninde oluşan hayal ile muhatap olacaktır. İnsan sadece beynindeki algılar dünyasını izler. Maddelerin asılları ile hiçbir zaman karşılaşamaz. Bir Kuran ayetinde şöyle buyurulur:

"O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz." (Mü'minun Suresi, 78)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder