21 Ocak 2014 Salı

DÜNYA SERABA BENZER

Dünya Seraba Benzer

Gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz ve adına "madde", "dünya" ya da "evren" dediğimiz kavramlar, aslında beynimizde yorumlanan elektrik sinyalleridir. Biz hiçbir zaman maddenin, beynimiz dışındaki aslına ulaşamayız. Ancak, dış dünyanın beynimizde oluşan görüntüsünü görür, duyar ve tadarız. Beynimizde, gerçekte ne renkler ne sesler ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey, elektrik sinyalleridir. Bu, felsefi bir görüş ya da varsayım değil; algılarımızın işleyişi ile ilgili bilimsel bir açıklamadır. Örneğin Mapping The Mind (Zihnin Haritasını Çıkarmak) isimli kitabında bilim yazarı Rita Carter, dünyayı nasıl algıladığımızı şöyle açıklar:

Her bir duyu organı kendine uygun uyarıya cevap verecek şekilde yaratılmıştır. Bu uyarılar ise, moleküller, dalgalar veya titreşimler şeklindedir. Tüm bu çeşitliliklerine rağmen duyu organları temelde aynı görevi görürler: kendilerine özgü uyarıları elektrik sinyallerine dönüştürürler. Bir uyarı ise sadece bir uyarıdır. Kırmızı bir renk değildir veya Beethoven'ın Beşinci Senfonisi’nin ilk notası ses değildir; sadece bir elektrik enerjisidir. Aslında, bir duyuyu diğerlerinden farklı hale getirmek yerine, duyu organları hepsini benzer hale, yani elektrik sinyallerine dönüştürürler.

Öyle ise, tüm duyulara ilişkin uyarılar, birbirinden tamamen farksız bir formda beyne elektrik akımları şeklinde girerler ve buradaki sinir hücrelerini uyarırlar. Tüm olan budur. Bu elektrik sinyallerini tekrar ışık dalgalarına veya moleküllere dönüştüren bir geri dönüşüm sistemi yoktur. Bir elektrik akımının görüntüye ve bir diğerinin kokuya dönüşmesi ise, bu elektrik akımının hangi sinir hücrelerini etkilediğine bağlıdır. (Rita Carter, Mapping The Mind, University of California Press, London, 1999, s. 107)

Kısacası etrafınızda gördüğünüz, duyduğunuz, kokladığınız; beş duyunuzla algıladığınız herşeyin aslında elektrik sinyallerinin beyninizde oluşturduğu etki yani bir seraptan ibaret olduğu, bugün bilim adamları tarafından ispatlanmış bir gerçektir.

Ancak unutulmamalıdır ki, maddenin beynimizde oluşan bir hayal olması onu "yok" hale getirmez. Bize, insanın muhatap olduğu maddenin mahiyeti hakkında bilgi verir, ki bu da maddenin aslı ile hiçbir insanın muhatap olamadığı gerçeğidir.

Elektrik sinyallerini bizim için anlamlı hale getiren, bu sinyalleri koku, tat, görüntü, ses veya dokunma olarak yorumlayan beyindir. Beyin gibi ıslak bir etten oluşan bir maddenin, hangi elektrik sinyalini koku, hangisini görüntü olarak yorumlayacağını bilmesi, aynı malzemeden birbirinden çok farklı duyular ve hisler meydana getirmesi ise büyük bir mucizedir.

Şimdi bu büyük mucizenin nasıl gerçekleştiğini, yani "Dünyayı nasıl algılıyoruz?" sorusunun cevabını inceleyelim.

Algılarımızla Oluşan Hayali Dünya

Meyve yiyen birisinin "meyve" diye nitelendirdikleri; meyvenin biçimi, tadı, kokusu ve sertliğine ait elektriksel bilginin beyinde algılanmasından ibarettir. Eğer beyne giden görme sinirini keserseniz, meyve görüntüsü de bir anda yok olur. Veya burundaki algılayıcılardan beyne uzanan sinirdeki bir kopukluk, koku algısını tamamen ortadan kaldırır. Çünkü meyve, birtakım elektrik sinyallerini beynin yorumlamasından başka bir şey değildir.

Üzerinde düşünülmesi gereken ayrı bir nokta da uzaklık hissidir. Uzaklık, örneğin bu yazıyla aranızdaki mesafe, sadece beyninizde meydana gelen bir boşluk hissidir. Bir insanın kendisinden çok uzakta sandığı maddeler de aslında beyninin içindedir. Örneğin insan göğe bakıp yıldızları seyreder ve bunların milyonlarca ışık yılı uzakta olduklarını sanır. Oysa yıldızlar onun içinde, beynindeki görüntü merkezindedirler. Bu yazıları okurken içinde oturduğunuzu sandığınız odanın da aslında içinde değilsiniz; aksine oda sizin beyninizin içinizdedir. Bedeninizi görmeniz, sizi odanın içinde olduğunuza inandırır. Ancak bedeniniz de beyninizde oluşan bir görüntüdür.

Tüm diğer algılar için de aynı durum geçerlidir. Örneğin yan odadaki televizyonun sesini duyduğunuzu sanırken aslında beyninizin içindeki sesle muhatapsınızdır. Metrelerce uzaktan geldiğini sandığınız ses de, hemen yanınızdaki kişinin konuşması da aslında beyninizdeki birkaç santimetrekarelik duyma merkezinde algılanmaktadır. Algıladığınız kokular da böyledir; koku alma merkezinizde oluşan etkileri, dışarıdaki maddelerin kokusu zannedersiniz. Oysa bir gülün görüntüsü nasıl ki görme merkezinizin içindeyse, o gülün kokusu da aynı şekilde koku alma merkezinizin içindedir; dışarıdaki gülün ve kokusunun aslı ile muhatap olamazsınız. Çünkü bizim için "dış dünya", aynı anda beynimize ulaşan "elektrik sinyalleri bütünü"nden başka bir şey değildir. Aslında varlıklara yüklediğimiz tüm nitelikler, "dış dünyada" değil, içimizdedir.

Dünyanın “Bir Hayal” Olmadığı Nasıl İddia Edilebbilir?

Elektrik sinyallerini yorumlayan beynimiz, bir et parçasıdır. Eğer algılayan beyin olsaydı o zaman kafatasının içi karanlık olduğu için hiçbir şey görmememiz gerekirdi. Ama üç boyutlu son derece net bir görüntü algılıyoruz. Bu kusursuz netlikteki görüntü için elips biçiminde bir et parçası olan gözün, görme görevini üstlendiğini düşünmek ne derece doğrudur? Aynı şekilde kafamızın içinde hiç ses yokken, yine etten oluşan kulağın sesi duyduğunu nasıl iddia edebiliriz?

Bir rüya gördüğümüzü düşünelim. Rüyada hayali bir bedenimiz olacaktır. Hayali bir kolumuz, hayali bir gövdemiz ve de hayali bir gözümüz… Ancak rüyada yediğimiz yemekten tat alır, heyecanlanır, seviniriz veya güneşin bedenimizi ısıttığını hisseder, etrafımızdaki görüntüyü de son derece net olarak görürüz. Oysa uyandığımızda rüyadaki her şeyin hayal olduğundan eminizdir.

Bazı insanlar rüyalarından uyandıklarında o ana kadar görmüş olduklarının hayal olduğunu anlarlar, ama "uyanma" görüntüsüyle başlayan ve adına "gerçek hayat" dedikleri hayatın bir hayal olabileceğinden nedense hiç kuşkulanmazlar. Oysa, "gerçek hayatımız" dediğimiz görüntüleri algılayış şeklimiz, rüyalarımızı algılayış şeklimizle tamamen aynıdır. Her ikisini de zihnimizde görürüz ve rüyalarımızdan uyandırılmadığımız sürece, onların bir hayal olduğunu anlamayız. Ancak uyandığımız zaman "demek ki gördüklerim bir rüyaymış" deriz. Öyle ise şu anda gördüklerinizin bir rüya olmadığını nasıl ispatlayabilirsiniz? Sadece henüz uyandırılmamış olduğunuz için, içinde bulunduğunuz anı gerçek zannediyor olabilirsiniz. Her gece gördüğünüz rüyalardan daha uzun süren bu rüyadan bir gün uyandırıldığınızda, bu gerçekle karşılaşacak olabilirsiniz. Bunun aksini ispatlayabileceğiniz hiçbir deliliniz yoktur.

Gerçek ve Tek Mutlak Varlık: Yüce Allah

Gören, işiten ve hisseden varlık, madde ötesinde bir varlıktır. Beyninin içindeki görüntüyü "görüyorum" diyen, beyninin içinde duyduğu sesleri "duyuyorum" diyen, kendi varlığının şuurunda olan ve "ben benim" diyen bu varlık, “ruh”tur.

Akıl ve vicdan sahibi her insan, hayatı boyunca yaşadığı her olayı beyninin içindeki ekranda izleyen varlığın, ruhu olduğunu hemen anlayacaktır. Her insan göze ihtiyaç duymadan görebilen, kulağa ihtiyaç duymadan duyabilen, dile ihtiyaç duymadan tad alabilen bir ruha sahiptir.

Bu aşamada sorulması gereken bir soru daha vardır: Ruhumuz, beynimizde oluşan görüntüleri izlemektedir. Peki bu görüntüleri oluşturan kimdir? Kapkaranlık beynimizin içinde, ışıklı, rengarenk, aydınlık, gölgeli görüntüleri oluşturan, elektrik sinyallerinden, küçücük bir mekanda koskoca bir dünyayı meydana getiren beyin olabilir mi? Beyin, ıslak, yumuşak, kıvrımlı bir et parçasıdır. Böyle bir et parçası, en ileri teknoloji ile üretilmiş televizyonlardan daha net, hiçbir kayması veya karlanması olmayan, renkleri son derece canlı olan, pussuz bir görüntü oluşturabilir mi? Bir et parçasının üzerinde bu kalitede bir görüntü meydana gelebilir mi? Veya bu ıslak et parçası, en gelişmiş müzik setinden daha kaliteli, daha net, cızırtısız, stereo bir ses meydana getirebilir mi? Beyin gibi yaklaşık 1,5 kilo ağırlığındaki bir et parçasının bu kadar kusursuz algılar oluşturabilmesi elbette imkansızdır. (www.evrimmasali.com)

Ruhumuza, tüm görüntüleri gösteren, tüm sesleri duyuran, ruhumuzun zevk alması için tüm tatları ve kokuları yaratan, tüm alemlerin Rabbi, herşeyin Yaratıcısı olan Allah'tır. Yüce Allah’ın tecellisi olan insanın ise, Allah'tan bağımsız bir güce sahip olması mümkün değildir. Nitekim "Sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır." (Saffat Suresi, 96) ayeti yaşadığımız tüm olayların Yüce Allah'ın kontrolü altında gerçekleştiğini gösterir. Kuran'da bu gerçek insanlara bildirilmekte ve "... attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir." (Enfal Suresi, 17) ayetiyle, hiçbir fiilin Yüce Allah'tan bağımsız olmadığı vurgulanmaktadır. İnsan Allah’ın tecellisi olduğu için atma eylemini yapan kendisi olamaz. Ancak Allah, tecellisi olan insana kendisinin attığı hissini vermektedir. Gerçekte ise tüm fiilleri gerçekleştiren Yüce Rabbimiz’dir. Maddesel varlıklar birer algı olduklarına göre, hiçbir güçleri yoktur. Tüm güç, maddeyi her an yaratmakta olan Allah'a aittir. Yalnızca Allah ve O'nun tecellileri vardır. Görünen her şey, O'nun tecellisidir.

Dünyanın Adeta Bir Seraptan İbaret Olduğunu Peygamber Efendimiz (sav) de bir Hadisinde Haber Vermiştir

Dünya hayatının bir rüya gibi olduğu, ancak bu rüyadan "büyük bir uyanış" ile uyanıldığında insanların rüya gibi bir alemde yaşadıklarını anlayacakları, İslam alimleri tarafından da dile getirilen bir gerçektir. Büyük İslam alimi Muhyiddin Arabi, bir sözünde Peygamber Efendimiz (sav)’in bir hadisini aktararak, dünya hayatını rüyalarımıza şöyle benzetmiştir:

Hazreti Muhammed Aleyhisselam "insanlar uykudadır, öldükleri vakit uyanırlar" buyurmuştur. Demek ki, dünya hayatında gördüğü şeyler uyuyan kimsenin rüyasında gördüğü şeyler gibidir. Yani hayaldir. (Fusus-ül Hikem, çev. Nuri Gencosman, İstanbul 1990, s. 220)

Asılları dış dünyada var olan madde bizim için bir algı olduğuna göre, "yapay"dır. Yani bu algının bir başka güç tarafından yapılması, daha açık bir ifadeyle yaratılması gerekir. Hem de sürekli olarak… Eğer sürekli bir yaratma olmazsa, bu algılar da yok olur giderler. Bu, bir televizyon ekranında görüntünün devam edebilmesi için, yayının da sürekli devam etmesi gibidir. İşte Yüce Allah yıldızları, dünyayı, bitkileri, insanları, bedenimizi ve gördüğümüz diğer her şeyi sürekli olarak yaratarak ruhumuza seyrettirmektedir. Nitekim Yüce Rabbimiz, bir Kuran ayetinde, her şeyi sürekli Yüce Allah'ın yarattığını şöyle haber verir:

"Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?" (A'raf Suresi,191)

İnsanların çoğu dünya hayatında mal edinme ve çoğalma hırsı ile dünyevi değerlere yönelseler bile, aslında sahip olmak için çaba sarf ettikleri her şey, Yüce Allah’ın onlara gösterdiği ve sahip olmalarına izin verdiği görüntülerdir. Allah'ın Zatı dışındaki, zaten birer görüntüden ibaret olan herşey yok olucudur. Baki kalacak olan ise yalnızca Yüce Rabbimiz'dir. Ve insana her zaman en yakın olan varlık, Yüce Allah'ın Zatı’dır.

Beynimizin dışında, Yüce Allah'ın yarattığı varlıklardan oluşan maddesel bir evren vardır. Ancak, Allah bir mucize ve yaratışındaki üstünlüğün ve sonsuz ilminin bir tecellisi olarak, bu maddesel evreni bize bir "hayal", "gölge" veya "görüntü" gibi izlettirir. Allah'ın yaratışındaki mükemmelliğin bir sonucu olarak insan, beyninin dışındaki dünyaya asla ulaşamaz. Bu gerçek maddesel evreni bilen, sadece Yüce Rabbimiz’dir.

Dünyevi değerlerin dış dünyada var olan asıllarına hiçbir zaman ulaşamadığımız gibi, onların mahiyetlerini de tam olarak bilemeyiz. Tek bildiğimiz, tüm bunları yaratan, Yüce Allah'ın varlığıdır. İmam Rabbani gibi büyük İslam âlimleri, bu gerçeği "var olan tek mutlak varlık sadece Allah'tır, O'nun dışındaki her şey Rabbimiz’in tecellileridir" şeklinde ifade etmişlerdir.

Sonuç

Bizim "dış dünya"nın dışarıda var olan aslı ile doğrudan muhatap olmadığımız, Yüce Allah'ın sürekli olarak ruhumuza dış dünyanın bir kopyasını gösterdiği bilimsel ve mantıksal bir gerçektir. Bu kesin gerçek, bazı insanların düşünmek istemedikleri bir konudur. Oysa dünya Yüce Allah’ın yalnızca kullarını denemek için yarattığı bir âlemdir. İnsanlar kısa yaşamları boyunca asla dışarıda var olan gerçeğine ulaşamayacakları algılarla denenirler. Bu algılardan bazıları ise, imtihan gereği özellikle süslü ve çekici gösterilir. (Al-i İmran Suresi, 14) İnsanların bir kısmı, dünyanın bu "süslü ve çekici" yüzüne aldandıkları için ahirette kendilerine fayda sağlayacak ibadetlere yönelmezler. Aksine yalnızca dünyevi değerleri kazanmak için çalışarak ömürlerini tüketirler. "Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır" (Rum Suresi, 7) ayetinde bu yanılgı haber verilmiştir. Dünya hayatının bir serap veya hayalden ibaret olduğu gerçeği, bu yanılgıya düşülmemesi ve bütün bu Kuran dışı ve dünyevi hırs ve bağlılıkların anlamsızlığının görülmesi açısından çok önemlidir.

Bazı insanlar bu gerçeği şu an kabul etmek istemeseler ve tüm sahip olduklarını var kabul ederek kendilerini aldatsalar bile, sonuçta öldükten sonra yeniden dirildiklerinde, yani ahirette herşey çok net ortaya çıkacaktır. O gün insanın "görüş gücü keskinleşecek" (Kaf Suresi, 22) ve insan herşeyi çok daha açık fark edecektir.

Bilinmelidir ki, tüm evreni yaratan Yüce Allah bu dünyadaki tüm malın da gerçek sahibidir. O halde bizlerin sorumluluğu da, tüm kâinatın bu en büyük gerçeğini zaman varken kavramaya çalışmaktır. Bütün ömrünü hayaller peşinde koşmaya harcayan bir kişi sonunda büyük bir yıkıma uğrar. Dünyada aslında gerçekliği olmayan "hayaller" ya da "seraplar" peşinde koşup Yaratıcımız olan Yüce Allah'ı unutan (Allah’ı tenzih ederiz.) bu insanların uğrayacakları sonu Rabbimiz, bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:

"İnkar edenler; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir." (Nur Suresi, 39)

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mall ve çocuklarda bir çoğalma tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) da vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka birşey değildir. (Hadid Suresi, 20)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder