12 Kasım 2013 Salı

KADERE GERÇEK TESLİMİYET

İnsan yaşadığı bir olay karşısında hiçbir zaman için kendini, 'ne yapacağını bilmediğine' inandırmamalıdır. Allah, her insanı, her zaman 'ne yapması gerektiğini bilecek' şekilde yaratmıştır...

Çoğu insan hayatının olağan akışının biraz dışına çıktığında dahi, az da olsa bir duraksama ve bocalama yaşar. Alıştığı hayat şeklinden ve her zaman karşılaştığı olaylardan farklı, yeni bir şeyler tecrübe etmek, bu kişiler üzerinde pek çok açıdan önemli etkiler oluşturur. Bazı insanlar, bu tür olaylar karşısında durumu çok daha hızlı kavrar ve yeni oluşan şartlara hemen adapte olurlar. Akıllarını ve dikkatlerini iyi kullanarak, bu yenilikler karşısında şaşkınlığa kapılmadan ve hiç vakit kaybetmeden harekete geçerler. Durumu iyi analiz ederek, atılması gereken en doğru adımları atmaya ve olabilecek en doğru kararları almaya çalışırlar.
Ancak bazı insanlar da vardır ki, bu kişiler hayatlarında oluşan yeni gelişmeler ve farklılıklar karşısında çok daha tutuk ve donuk tavırlar gösterirler. Bir an önce oluşan duruma uyum sağlamak ve eğer varsa bu durumun olumsuz yönlerini bertaraf edip olumlu kısımlarını benimsemek yerine, uzun bir süre bocalayarak vakit kaybeder ve uyum sağlamakta güçlük çekerler. Bunun yerine geride kalanları kaybetmiş olmanın hüznünü ve huzursuzluğunu yaşarlar. Dikkatlerini yeni hayat şartlarına vererek, bunun içerisinde yeni güzellikler oluşturmak yerine, tüm enerjilerini, geçmişte kalan ve halihazırda artık var olmayan şartlarını ve imkanlarını düşünüp üzülmekle tüketirler.
Bu tür durumlarda insanların genel olarak içerisine düştükleri hatalardan biri de kendilerini, bu yeni oluşan şartlar karşısında ‘ne yapacaklarını bilmediklerine inandırmaları’ olur. Kendilerine sürekli olarak geçmişi, eski alışkanlıklarını ve yitirdikleri bazı nimetleri nasıl unutabileceklerini, yeni hayat şartlarına nasıl adapte olabileceklerini ve herşeye yeniden, en iyi şekilde nasıl başlayabileceklerini bilmediklerini telkin ederler. Çevrelerindeki insanlarla sohbetlerinde de bu yanlış inançlarını sürekli olarak dile getirirler. Ve tüm bunları düşünüp konuşmakla geçen süreç içerisinde aslında ne kadar büyük bir vakit kaybettiklerinin farkına varmazlar.
Elbette ki insanların sevdikleri, alıştıkları, rahat ettikleri imkan ve nimetler içerisinde yaşayabilmeleri çok güzeldir. Ancak Allah dünya hayatındaki imtihanın gereği olarak, insanların içerisinde bulundukları şartları sürekli olarak değiştirmekte; çok farklı şartlar yaratarak insanların gösterecekleri ahlakı denemektedir. Allah Kuran'da bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez;
(Yine bu) Allah'ın, iman edenleri arındırması ve inkar edenleri yok etmesi içindir.
Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (mücadele edenleri) belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Al-i İmran Suresi, 140-142)



 İşte Allah'ın ayetlerde bildirdiği bu sebeplerle insan kimi zaman dünyada çok geniş imkanlara sahip olmakta, kimi zaman da sınanması için bunlarda bir eksilmeyle karşı karşıya kalmaktadır.
Burada yapılması gereken, insanın en başta, ‘başına gelen herşeyi Yüce Rabbimiz'in yarattığını asla unutmamasıdır’. Bir insan iman etmişse, Allah'ı gönülden bir aşkla ve sevgiyle seviyorsa, Allah'ın onun için yarattığı şey, -her nasıl görünürse görünsün- mutlaka o kişinin lehinedir. Allah mutlaka o kişinin imanının, Allah'a olan yakınlığının daha da artması, daha iyi ve daha mutlu olması, daha çok nimete kavuşması ve sonsuz kurtuluşunu kazanması için bunları yaratmaktadır. İşte bu, hayatında eksiklikler oluşan bir insanın, hiçbir zaman için unutmaması gereken bir gerçektir.
Bu şuurla hareket eden bir insanın atması gereken ikinci adım ise, ‘geçmişi analiz edip, kaybettiklerine ya da oluşan değişikliklere üzülmenin Kuran ahlakına uygun olmayan bir ahlak olduğunu kavraması’dır. Üzülmek, Allah'ın Kuran'da haram kıldığı bir tavır bozukluğudur. Ayrıca üzülmek insana hiçbir şey kazandırmayan; aksine hem fiziksel hem de manevi açıdan yıpratan çok büyük akılsızlık ve önemli bir vakit kaybıdır. Dolayısıyla böyle bir durumda insanın geçmişi düşünmesi ancak Allah'ı anmak, şükretmek, tevbe etmek, tefekkür etmek, ibret almak gibi Kuran ahlakının gereklilikleri için söz konusu olabilir. Bunların dışında mümin için, geçmişle zaman tüketmek yerine, mevcut durumu değerlendirip hemen bunları hayra dönüştürmesi esastır.
Mümin, hayatında meydana gelen değişikliklere Kuran gözüyle bakar. Eğer birtakım eksiklikler oluşmuşsa, hemen bunları nasıl telafi edebileceğini düşünür. Telafisi mümkün olmayan bir durum söz konusuysa, o zaman bu şartlara nasıl uyum sağlayabileceğini tespit eder. Oluşan bu durumun hayırla yaratıldığını bilmesi, bu konuda çok samimi düşünebilmesini ve samimi kararlar alabilmesini sağlar.Örneğin bazen insanın hayatında sadece belirli nimetler eksilir. Kişinin maddi geliri azalır ve sevdiği, alıştığı yaşam koşulları değişir. Her zaman yediği yemeklerin kalitesi düşer; imkanları ancak çok daha mütevazi besinlere yeter. Ya da her zaman kullandığı lüks arabası artık olmadığı için, gideceği yere 2-3 vesayetle, çok daha uzun vakitte ve çok daha zor şartlar altında gitmek zorunda kalır. Ancak elbetteki tüm bunlar, insanın hayatının bir başka aşamasında kolaylıkla değişme ihtimali olan şartlardır. İnsan sebeplere sarılır, çok çalışır, iktisatlı davranır ve Allah dilerse o kişiyi tekrar eski imkanlarına kavuşturabilir.
Ancak bazen de insanın hayatında, dünya şartlarında telafisi mümkün olmayan bazı değişiklikler olur. Sözgelimi, tüm yüzü ya da bedeni bir yangında yanan bir kişi, bir anda sahip olduğu tüm güzellikten mahrum kalır. Ya da bir insan bir trafik kazasında bir kolunu ya da bacağını kaybedebilir. Bu tarz durumlarda pek çok insan, neredeyse hayatının geri kalan bölümünü bu olaya üzülmekle geçirir. Bir an önce içerisinde bulunduğu şartları kabul edip, bunlardaki hayırları, güzellikleri görerek, Allah'a şükrederek bunlardan yeni güzellikler oluşturmaktansa, aylarca, yıllarca yaşadıkları bu olayın şaşkınlığı içerisinde duraksarlar.
Bazen de bir insan, hayatının bir bölümünde hiç yapmaması gereken büyük bir hataya düşer. Hatasını fark ettikten sonra ise, neredeyse her anını bu hatanın pişmanlığını yaşayarak tüketir. Harekete geçmek, hatasını telafi etmenin yollarını aramak, bulduğu bu çözüm yollarını ısrarla denemek yerine, atıl bir şekilde hayatını kendine kızarak ve üzülerek geçirmeye başlar.
Oysa ki insanın içerisinde bulunduğu durum, bu örneklerin hangisi gibi olursa olsun, eğer bu şartlarla karşılaşan kişi bir müminse, onun için her zaman bir çıkış yolu vardır. Müslüman için çözüm yolu sonuna kadar açıktır. İnsanın, her ne şartlar altında olursa olsun, ‘ne yapacağını bilmediğine’ kendini inandırması da bir kaçış yolu değildir. Çünkü bu mümkün değildir. Allah her insan için, her şartta her zaman bir kurtuluş yolu yaratmıştır.
Kuran'da insanlara bu konuyu hatırlatan çok fazla ayet vardır. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
 
Gerçek şu ki kulluk eden bir topluluk için bunda (Kur'an'da) 'açık bir mesaj' (veya gerçek bir çıkış yolu) vardır. (Enbiya Suresi, 106)
... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir;
Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 2-3)
... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. (Talak Suresi, 4)
Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.
Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 5-6)

Önemli olan insanın, her zaman herkes için mutlaka ‘kesin bir çıkış yolu olduğuna’inanması ve Allah'a güvenerek harekete geçmesidir. Allah her insanı,‘her zaman ne yapması gerektiğini bilecek şekilde’ yaratmıştır. Elbetteki insanın tecrübe ya da bilgi eksiklikleri olabilir. Ya da kendisinden daha iyi bilenlere danışması, fikir alması, yol ve yöntem öğrenmesi gerekebilir. Ancak Allah her insanın içinde, ona her zaman doğruyu söylemekle ve ona her zaman yol göstermekle görevli olan ‘vicdanı’ yaratmıştır. Dolayısıyla insan, hayatındaki değişiklikler karşısında bocalamak, duraklamak ya da alışmaya çalışarak vakit kaybetmek zorunda değildir. Bunlar, her insanın mutlaka yaşaması gereken bir sürecin parçaları da değildir. Bu tavırlar, insanların Allah'a sığınmamaları, Kuran ahlakını yaşamamaları dolayısıyla içerisine düştükleri sıkıntılardır. Yoksa insan, fiziksel açıdan da manevi açıdan da, dünyanın en büyük kayıplarına uğramış da olsa; Allah'a güvenip, hayır gözüyle bakıp şükrederek, içerisinde bulunduğu şartlarda olabilecek en güzel ahlakı gösterebilme imkanına sahiptir. Ve ne yapması gerektiğini daha ilk anda bilebilecek bir şuura sahiptir.Vicdanını ve aklını kullandığı takdirde Allah ona herşeyin en güzelini ve en doğrusunu ilham edecek; ona izlemesi gereken yolları gösterecek ve onu mutlaka başarılı kılacaktır. Vicdanına uyan insan da Allah'ın izniyle, en zor koşullar altında dahi elindeki nimetlerle sevinmeyi ve bunları yeni yeni hayırlara dönüştürmeyi bilecektir.
Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir.
Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 14-15)
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. (Şems Suresi, 8-9)

İnsanın hayatındaki ani değişiklikler, sürpriz gelişmeler, beklenmedik iniş çıkışlar, insan için özel yaratılan büyük güzelliklerdir.

Kimi insanlar çok sakin ve düzenli bir hayatları olsun isterler. Ani ve sürpriz gelişmelerle karşılaşmadan, büyük iniş çıkışlar yaşamadan, hayatlarının sonuna kadar alıştıkları gibi bir yaşam sürmeyi hayal ederler.

Söz konusu kişilerin bu tercihlerinin sebebi ise, elbetteki kendileri için en iyi olanın bu olduğunu zannetmelerindendir. Hayatları ne kadar tekdüze ve ne kadar sakin olursa, alıştıkları düzen ne kadar az bozulursa, o kadar mutlu olacaklarını sanırlar.

Oysa ki bu her zaman için insana fayda getirecek bir istek değildir. Bazen insanın hayatındaki düzgünlükler, yaşam tarzındaki sabitlikler, kişiye umduğu faydayı sağlamaz. Tam tersine, bu kimse için asıl kazançlı olan, hayatındaki ani gelişmeler, sürpriz olaylar, büyük inişler ve çıkışlar olur.

İnsan sınırlı bir akla sahip olduğu için, kendisine asıl fayda sağlayacak olan şeyin gerçekte ne olduğunu bilemez. Ama Allah sonsuz akıl sahibidir. Ve Allah, dünya hayatındaki iniş çıkışları, kimi zaman zorluk, sıkıntı, yokluk veya hastalık gibi eksiklikleri, kimi zaman da nimet artışlarını büyük hikmetlerle yaratmaktadır.

İnsan ruhu, sakinliği, alıştığı gibi yaşamayı, büyük sürprizlerle karşılaşmadan, beklentileri doğrultusunda yaşamayı sever. Elbette bu şartların insana sağladığı belirli bir konfor, huzur ve rahatlık vardır. Ancak sakinliğin, durağanlığın, tekdüzeliğin ve rutin bir hayat tarzı içerisinde yaşamanın zararları da vardır.

İnsanın alışkanlıklarının dışına çıkmadan yaşamak istemesinin altındaki en önemli sebeplerden biri, bu durumda kişinin zekasını, aklını, vicdanını, iradesini olabilecek en minimum düzeyde kullanma ihtiyacı oluşmasıdır. Böyle bir yaşam tarzında insan, kafa kullanmadan, risk almadan, deneyip yanılmadan, ezberlediği ve defalarca test edip onayladığı kurallar içerisinde, en az hata yapacak şekilde yaşama imkanı elde etmiş olur.

İnsanın hayatında meydana gelen ani değişiklikler, sürpriz gelişmeler, beklenmedik düşüşler ya da çıkışlar ise, insanın aklını maksimum derecede kullanmasını gerektiren durumlardır. Hızlı ve seri şekilde kafa kullanmak, ani ve akılcı kararlar almak, şartların değişmesi için gereken tedbirleri bulup uygulamak, risk alıp cesur ve kararlı davranmak, hayati girişimlerde bulunabilmek bu tür durumlarda neredeyse zaruri birer ihtiyaç halini alır. Normal akla sahip bir insanın- zorluk ve sıkıntılar karşısında,  umursuz, sakin ve ilgisiz bir tavrı olması genelde mümkün olmaz. Kişi, ister istemez, içerisinde bulunduğu durumdan; yüzleştiği maddi ya da manevi zorluklardan kurtulmanın yollarını aramaya başlar.

İşte o anda pek çok insan belki çok önemli bir gerçeğin farkına varmaz. Ancak içerisinde bulunduğu zor şartlar; düzenini bozan, alışkanlıklarını terk etmesine sebep olan, onu yaşadığı sakin hayattan uzaklaştıran ani gelişmeler, aslında onun için yaratılmış çok büyük nimetlerdir.

Çünkü insan ruhu kendi haline bırakıldığında, kendi kendine gelişecek bir yapıda değildir. Gerçekten sabırla, iradeyle emek verildiğinde bir ilerleme kaydedebilir.

İşte Allah'ın bir insanın hayatında yarattığı sürprizler, ani düşüşler, sürpriz yükselmeler, zaruri değişiklikler, insanın çok hızlı ilerleme kaydedebilmesinin çok önemli ve etkili bir yoludur. İnsan kendini ne kadar eğitmek ve geliştirmek istese de, kendi kendine hayatında böyle beklenmedik değişiklikler oluşturamaz. Ama bu tür şartlarda oluşan doğal zorlanma, kişiyi, gücünü en üst noktasına kadar kullanmaya adeta mecbur eder. Dolayısıyla -o an için kişinin nefsinin o kadar hoşuna gitmese ya da gerçekten çok zorluk çekse bile- karşısına çıkan bu olaylar onun için büyük birer nimete dönüşür.

İnsan kişiliği içten ya da dıştan kararlı bir baskıyla karşılaşmadığı sürece çok zor değişir. Bir insanın böyle bir değişiklik yapabilmesi için çok ciddi bir irade göstermesi gerekir. Ciddi şekilde vicdan ve akıl kullanması; çok dirençli ve sabırlı olması gerekir. İşte Allah'ın –imtihanın bir gereği olarak- hayat içerisinde yarattığı değişiklikler, insana bu konuda büyük bir kolaylık sağlar. İnsanın kişiliğinde hızlı değişmeler ve gelişmeler yaşamasına vesile olur.

Bu nedenle insanın, hayatında hep alıştığı şeyleri aramak ve eksiklikler olduğunda bundan rahatsız olmak yerine, Allah'ın yarattığı değişikliklerde hayır ve hikmet görmesi; bunlardaki güzellikleri yakalamaya çalışması gerekir.
Örneğin bir insan işine, akrabalarına, dostlarına ya da okuluna çok yakın bir semtte oturur ve kurduğu bu mükemmel düzenden ve bunun kendisine sağladığı kolaylık ve konforlardan dolayı da çok mutludur. Ani bir zaruret sonucunda buradan taşınmak zorunda kaldığında, pek çok konuda alıştığı konforu kaybedeceği ve çeşitli zorluklar yaşayacağı için huzursuz olur. Halbuki yeni taşınacağı yer onun için özel yaratılmıştır. Orada kendisini bekleyen özel olaylar, yeni dostluklar, yeni gelişmeler vardır. Allah orada onu, “hiç ummadığı bir yerden rızıklandıracak, bereketlendirecek, geliştirecek ve nimetlendirecek olabilir”. Ya da bunun tam tersi olacak ve kişi daha önce hiç karşılaşmadığı zorluk ve sıkıntılarla yüzleşmek zorunda kalacak olabilir. Ama bu zorlanma sonucunda kişiliği gelişecek; eksik olduğu bir çok konuda kendini aşacak bir imkan bulacak ve yeni özellikler, yeni yetenekler kazanacak olabilir.

Ya da pek dışadönük ve konuşkan olmayan, insanlarla rahat iletişim kuramayan, rahat davranamayan bir kişi, çözümü kendi halinde yaşamakta ve gerekmedikçe kimseyle diyalog kurmamakta bulmuş olabilir. Ve kurduğu bu düzen içerisinde hem rahat ediyor hem de risk almaktan kurtuluyor olabilir. okulunda ya da işyerinde böyle bir kişiye insanlarla tek tek iletişim kurmasını gerektiren bir görev verildiğinde, o kişi sözde başına büyük bir felaket geldiğini düşünür. Gerçekten de bu, onun gibi bir insan için bir sorun ve zorluktur. Ama bu kişi, ancak böyle bir dayatma sonucunda kişiliğini değiştirmek zorunda kalacaktır. Kendi haline bırakılacak ve alıştığı sakin hayat şartlarına devam edecek olsa, hayatının sonuna kadar kendini değiştirmeyecek, konuşkan ve dışadönük bir insan olamayacak olabilir.

İşte insan bunların hiçbirini bilemez. Ama Allah hepsini ve herşeyi bilir. Ve insan için en güzelini yaratır. Kişinin Allah'a çok güvenmesi ve –her ne olursa olsun- dünyanın en büyük eksikliği, en büyük zorluğu da olsa, hepsinde binlerce hayır ve hikmet gizlendiğini bilmesi gerekir. Bu gerçeğin şuurunda olduğunda, Allah ona dünyadaki ve ahiretteki her şeyin en güzelini yaşatacağını vadetmiştir:

 
(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)

İnsanın, kendince hiçbir çözüm yolu kalmadığını sandığı bir durumda bile, gerçekten inananlar için mutlaka bir çıkış yolu vardır

İnsanların yaygın olarak düştükleri hatalardan biri de, bir parça zorlukla dahi karşılaştıklarında hemen karamsarlığa kapılmalarıdır. Çoğu insan, bu tür durumlarda “Mutlaka bu durumu düzeltecek bir çıkış yolu vardır” diye düşünmektense, nedense öncelikle hep “Bitti artık”, “Yapacak bir şey yok”, “Buraya kadarmış”, “Açmaza girdik”, “Bu konu burada tıkandı artık” gibi mantıklarla hareket edip tüm çözüm yollarının tükendiğine inanmaya eğilimlidirler.
Oysa ki şartlar ne kadar zorlu ve eldeki imkanlar her ne kadar kısıtlı olursa olsun ve insan her ne kadar yapılabilecek her şeyi yapmış olursa olsun, mutlaka her zaman için yeni bir çıkış yolu olabileceğine inanmalı ve ümidini asla kaybetmemelidir.
Allah Kuran'da, Allah'a inanan bir kimsenin hiçbir konuda asla ümit kesmeyeceğini şöyle bildirmiştir:
 
"Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez." (Yusuf Suresi, 87)
Dediler ki: "Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse umut kesenlerden olma." 15/55)
 Dolayısıyla bir müminin, karşısında nasıl bir durum olursa olsun, -dolaylı yoldan da olsa- asla ümitsizliğe, karamsarlığa ya da olumsuz düşüncelere kapılmaması gerekir. Bu Müslümanlara, Allah'ın bir emridir.
Nefis, bu tür bir durumla karşılaşıldığında, kişiyi olumlu düşünmekten önce, -adeta bir refleks gibi- hemen olabilecek en olumsuz ihtimalleri düşünmeye yöneltir. Neredeyse hemen her insan çocukluğundan itibaren, -Kuran ahlakını öğrenene kadar- her olaya bu bakış açısıyla yaklaşır. Bunun yanlışlığını ve zararını düşünmediği için de, bu reflekse karşı koyup değiştirmeye gerek duymaz. Zor bir durumla karşılaşıldığında insanların ilk anda ağızlarından çıkan kelimelerin hep “Eyvah”, “Maalesef” gibi sözler olması da bu sebepledir.
Ve karamsarlığın, olumsuz ihtimallerle düşünmenin, çözümsüzlüğe inanmanın insana verdiği azap çok şiddetlidir. Bu duygulara kapılan insanların yaşadıkları ruh hali, Allah'ın beğenmediği bir ahlakı yaşamaları dolayısıyla, Allah'ın onlar için dünyada yarattığı bir karşılıktır.
Oysa ki bunun tam tersi bir ahlakı yaşamak çok kolaydır. İnsanın, sonsuz akıl sahibi, sonsuz adaletli, sonsuz merhametli, sonsuz lütufkar, affedici ve sonsuz yaratma gücüne sahip olan Allah'ı tanıması, insan için çok büyük bir lütuftur. Allah dilediği an dilediğini yaratmaya kadirdir. Ve Allah Kuran'da “Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (Bakara Suresi, 186) buyurmuştur. Kuran'da insanların, Allah'tan diledikleri her şeyi isteyebilecekleri bildirilmiştir. İnsan, istediği an istediğini yaratma gücüne sahip olan Allah’tan herşeyi isteyebildiğine göre, açmaza girmesi, çözüm yollarının tükenmesi, çıkış yolunun kalmaması gibi ihtimaller içinde yaşaması da tümüyle gerçek dışıdır. Çünkü -Allah'ın istemesiyle ve yardımıyla- insanın her konuda yolu açıktır. Ve Allah'ın bu gücünü ve merhametini bilmesi de, insanın her zaman her konuda ümit dolu olmasını sağlar.
Bu ahlak, Allah'ın Kuran'da emrettiği ahlaktır. Ve Allah'ın bu emrini uygulamak, insanlar için büyük bir nimete dönüşür. İnsanın karamsarlık yerine, böyle ümitvar bir ahlak içinde yaşaması, çok daha güzel, güven verici ve konforludur. Aksinde kişi sürekli tedirgin, korku içinde, olumsuz tahminlere akıl yorarak yaşarken; Allah'ın istediği ahlaka uyan kişi, en zor şartlarda bile Allah'ın yardımını, rahmetini, yakınlığını ummanın huzuru, güveni, neşesi ve sevinci içinde yaşar.
Bir de burada düşünülmesi gereken bir konu da, insanın nimet, bolluk, huzur ve güvenlik içindeyken Allah'a güvenmesi ve tüm bunların Allah'ın sonsuz gücü sayesinde gerçekleştiğini bilmesi; ama tüm bunlarda bir eksiklik oluştuğunda da, Allah'ın gücünün ne kadar sınırsız ve sonsuz olduğunu unutmasıdır. Kuran'da bu durumdaki insanların gösterdiği ahlak şöyle bildirilmiştir:
 Biz insanlara bir rahmet taddırdığımız zaman, onunla sevinirler; kendi ellerinin takdim ettiği dolayısıyla onlara bir kötülük isabet ettiğinde, hemen umutsuzluğa kapılırlar. (Rum Suresi, 36)
İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur. (Fussilet Suresi, 49)
 Böyle bir insan, nimeti bir kez veren Allah'ın,- yeniden ve tekrar tekrar ve istediği her zaman ve dilediği kadar çok- vermeye Kadir olduğunu takdir edemez.Hayatındaki tüm güzelliklerin, kendisi bir yol bulup da elde ettiği için değil, Allah öyle dilediği ve ona lütfedip o imkanı tanıdığı için var olduğunu düşünmez. Sahip olduğu ne varsa, tüm bunlar yoktan var edilerek yaratılmıştır. İşte zorluk ve sıkıntı oluştuğunda da durum bundan farklı değildir: herşeyi yoktan yaratan Allah, hiçbir çıkış yolu görünmeyen bir durum bile olsa, yine yoktan yaratacak ve insana yol gösterecektir.
Allah Kuran'da, “... Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.” (Furkan Suresi, 31) buyurmuştur. Allah'ın yol göstermesi, insan için, -Allah'ın izniyle- her konuyu çözebileceği çok büyük bir nimettir. Ve ayrıca insan zaten kendi kendine bir çıkış yolu bulacak güce sahip değildir. Allah dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyen aciz bir varlıktır. Allah'ın ona çıkış yollarını, çözümleri, doğruları göstermesine muhtaçtır. Dolayısıyla insanın yapması gereken Allah'a çok güvenmek, Allah'a çok samimi olup, ümit dolu olarak yardım istemek ve aklını, vicdanını en iyi şekilde kullanarak elinden gelen her türlü çabayı göstermektir. Ancak buradaki sır, insanın umutla ve gerçekleşebileceğine kesin inanarak Allah'tan istemesidir. Sonucu yaratacak olan Allah'tır. Ve Allah, müminler için dünyada ve ahirette her zaman en güzelini yaratandır.
Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır.Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (Secde Suresi, 16)
İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler.
(Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir."
Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. (Şuara Suresi, 61-65)
CÜZİ İRADE DE KÜLLİ İRADE GİBİ ALLAH TARAFINDAN YARATILMAKTADIR. CÜZİ İRADE DİYE İFADE EDİLEN KAVRAM DA KADERİN BİR PARÇASIDIR.
HER İNSAN GÖRÜNÜRDE SEÇİMİNİ KENDİ YAPAR. AMA HER SEÇİM ALLAH'IN BİLDİĞİ, KADERDE BELİRLEDİĞİ SEÇİMDİR. 
YANİ İNSAN SEÇİMİNİ YAPTIKTAN SONRA -HAŞA- ALLAH'IN ONU ÖĞRENMESİ GİBİ BİR ŞEY SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. HİÇ BİR KİMSE İÇİN ALLAH'IN BİLGİSİ DIŞINDA BİR ŞEY YAPMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder