20 Eylül 2013 Cuma

HER ŞEYDE HAYIR GÖRMEK

Şöyle geçmişe doğru bir bakıp bugüne kadar yaşadıklarınızı kısaca gözden geçirecek olsanız, on yıllara sığan olayların aslında dakikaları aşmadığını görürsünüz. Bir zamanlar çok önemli olduğunu düşündüğünüz, kimi zaman heyecanla kimi zaman endişeyle kimi zaman da merakla beklediğiniz tüm olaylar sizin için artık birer hatıra olmuştur. Tüm bunlardan dünyevi anlamda geriye kalan sadece hafızanızdaki bilgilerden ibarettir. Ancak tüm bu zaman dilimi içerisinde sarf etmiş olduğunuz her söz, göstermiş olduğunuz her tavır, aklınızdan geçirdiğiniz her düşünce, Allah Katında saklanmış durumdadır.
Her insanın mutlak olarak karşılaşacağı ölüm gerçeğiyle birlikte bu bilgiler önünüze dökülecektir. Sizin hafızanızda artık dakikalarla ifade ettiğiniz ömrünüz Allah Katında size an an, dakika dakika, tek bir saniyesi bile eksik olmadan sunulacaktır.
Eğer ömrünüzü, Allah'ın hayatınız üzerindeki mutlak hakimiyetini ve hikmetli yaratışını fark ederek geçirdiyseniz, karşınıza çıkan tüm olayları hayra yorup, Allah'ın kaderinizi en hayırlı şekilde yarattığının şuuruna vardıysanız, bilin ki sonuç sizin için yine hayır olacaktır.
Çünkü ölüm ile birlikte insanın karşı karşıya kalabileceği sadece iki ihtimal vardır; eğer insan ömrünü Allah'ın razı olduğu ahlakı yaşayarak geçirmişse, sonsuz bir kurtuluşla, aksindeyse sonsuz bir azapla karşılık bulacaktır. Allah'ın hoşnut olacağını bildirdiği ahlak ise, insanın, herşeyin O'ndan geldiğini bilerek, her an her şart ve durumda O'na şükretmesi, tüm hayatını her olayda bir hayır olduğuna iman ederek yaşamasıdır.
İnsanın yaşadığı tüm olaylardan hoşnut olabilmesi, her olayda bir hayır olduğuna iman etmesi ve her an Allah'a karşı şükredici bir tavır gösterebilmesi ise, son derece kolaydır. Bu, Allah'ın büyüklüğünü ve üstünlüğünü kavramanın insanı ulaştırdığı kesin bir gerçektir. Bunun için insanın yaşadığı dünyayı ve bu dünyada karşılaştığı her detayı yaratan Rabbimiz'i tanıması O'nu gereği gibi takdir edebilmesi yeterlidir.
İnsanın gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren karşılaştığı her olayı, duyduğu her sözü, muhatap olduğu her detayı yaratan Yüce Allah'tır. Allah sonsuz kuvvet, sonsuz akıl, sonsuz adalet ve sonsuz hikmet sahibidir.
Kuran'da, "Hiç şüphesiz, Biz her şeyi kader ile yarattık" (Kamer Suresi, 49) ayetiyle de bildirildiği gibi Allah her şeyi belirli bir plan ve hikmet doğrultusunda yaratmaktadır. Allah'ın bu sonsuz güç ve üstünlüğüne karşılık insan ise son derece sınırlı ve aciz bir varlıktır.
Hayatta kalabilmek için Allah'ın kendisine imkan tanımasına ve nimet vermesine muhtaçtır. Aklı ve anlayışı, ancak Allah'ın kendisine öğrettiği kadarını kavramaya yeterlidir. Bu durumda Allah'ın sonsuz aklına ve sonsuz hikmetlerle dolu yaratışına teslim olmak insan için büyük bir ihtiyaçtır. Her yaşadığı olayda Allah'ın tüm evrenin ve tüm varlıkların hakimi olduğunu bilecek, kendisinin göremediği, bilemediği olayları Allah'ın görüp bildiğini, kendisinin duyamadığı sesleri O'nun duyduğunu, yine kendisinin habersiz olduğu geçmişteki ve gelecekteki tüm gelişmeleri Rabbimiz'in bildiğini düşünecek ve böylece de Allah'ın her olayı olabilecek en hikmetli ve en hayırlı şekilde yarattığını görecektir.  Bu gerçeğe iman etmek de ona, hayatın her anına şükredebilmeyi bilen üstün bir ahlak kazandıracaktır. Bir başka şekilde ifade edecek olursak, insan yaşadığı bu iman ile duyduğu her sese, gördüğü her görüntüye, yaşadığı her olaya, kısacası hayatın her anına "hayır gözüyle bakacak" ve böylece hayatı en gerçek ve en doğru şekliyle yorumlayabilmiş olacaktır.
Ve ayette, "Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör" (İnsan Suresi, 3) hükmüyle haber verilen seçenekler arasından en doğrusunu seçerek, yaşamın en hayırlı sonucunu alacak ve Allah'ın izniyle en hayırlı hayat olan sonsuz cennet hayatına kavuşmayı umut edecektir.
İşte bu kitabın amacı da insanlara hayatı, yaşanan her anı, her olayı hayra yorarak yaşamanın güzelliğini gösterebilmek, kaderin her saniyesine hayır gözüyle bakmanın insana dünyada ve ahirette getireceği nimetleri hatırlatabilmektir. Yine aynı şekilde insanın hayırları görebilmesini engelleyen perdeleri ortadan kaldırarak, aksi bir hayat şeklinden kurtulabilmesini sağlayabilmektir.
İnsanın kaderinin her anına sadece diliyle değil, kalbiyle de "vardır bir hayır" diyebileceği, yaşadığı zorluklara tahammülle değil kalpten gelen güzel bir teslimiyetle ve hoşnutlukla sabır gösterebileceği bir ahlaka teşvik etmektir. Kaderin kusursuz yaratıldığını hatırlatarak tüm inananları Allah'ın sonsuz aklına teslim olmanın neşesini yaşamaya çağırmaktır.

HERŞEYİ HAYRA YORMAK




Olayları hayra yormak aslında toplumun büyük çoğunluğunun aşina olduğu bir deyimdir. Birçok insan günlük hayatlarında sık sık "vardır bir hayır" ya da "hayırdır inşaAllah" gibi sözleri kullanırlar. Ancak bu kullanım genellikle ya ağız alışkanlığından ya da bu sözlerin halk arasında gelenekselleşmiş olmasından kaynaklanır. Yoksa bu insanlar hayra yormanın gerçek anlamda ne ifade ettiğinin ya da bu anlayışın günlük hayata nasıl aktarılacağının bilincinde değildirler. Hatta, kimileri bu sözün bir deyimin ötesinde yaşama geçirilebilecek nitelikte bir anlam taşıyabileceğinin bile farkında değildir.
Oysa insanın iyi ya da kötü, olumlu ya da olumsuz gibi görünen tüm olayları her ne olursa olsun mutlaka hayra yorması, Allah'a karşı duyulan samimi imandan kaynaklanan önemli bir ahlak özelliği ve yine imanın getirdiği bir yaşam şeklidir. Ve bu gerçeğin farkına varmak da insana dünyada ve ahirette tüm nimetlerin kapısını açan, kişinin hayatına huzur ve esenlik getiren önemli bir konudur.
Gün içinde müminin hiçbir şeye üzülüp karamsarlığa kapılmaması, imanı doğru anladığının bir göstergesidir. Karşılaşılan olayları hayır gözüyle değerlendirememek, sürekli tedirgin ve ümitsiz bir ruh hali içinde yaşamak, aksilik beklentisi içinde olmak, hüzne kapılıp duygusallaşmak ise, tertemiz, açık bir imanı puslu anlamanın alametleridir. Bu pus hemen kaldırılmalı, kesintisiz iman neşesi sabit hayat özelliği haline getirilmelidir. Allah'a iman eden bir insan terslik veya hata gibi görünen bir olayla karşılaştığında, aslında bunun kendisi için mutlaka en hayırlısı olduğunu bilmelidir. "Aksilik", "terslik", "keşke" gibi kelimeleri ise ancak ders almak, ibret çıkarmak amacıyla kullanmalıdır. Yani, "bu olay hikmetli ve hayırlı, fakat bir dahaki sefer aynı hatayı yapmayayım, şu an öğrendiğim şekilde doğrusunu yapayım" şeklinde bir bakış açısı içinde olmalıdır. Tekrar aynı zorlukla karşılaşırsa veya aynı hataya düşerse, yine hayır ve hikmetle yaratıldığını aklından asla çıkarmamalı ve "bir dahaki sefere doğrusunu yapayım" diye niyet etmelidir. Hatta aynı olay defalarca da tekrarlansa, yine de Müslüman için bu durumda bir hayır olduğunu bilmelidir; çünkü bu, Allah'ın kanunudur ve Allah'ın kanunu asla bozulmaz.
Bir insanın nefsinin mutmain, dengeli hale gelmesi ise Allah'tan gelen hayır ve hikmetin kesintisiz devam ettiğini bilmesi ile olur. Bu hakikati kavramak dünyada mümin için büyük bir nimettir. Din ahlakından uzak, inkar içindeki insan kesintisiz azap içindedir; her olayı kendi aleyhinde yorumlar. Ve bundan dolayı da sürekli sıkıntı içindedir. Mümin ise olayların hikmet ve hayır yönlerini görebilmenin sevincini yaşar.
İşte bu yüzden ortalı bir tavır içinde olmak, karşılaştığı olayları hem hayra hem şerre yorarak azap içinde kalmak ahirette mümine büyük utanç verebilir. Bu kadar açık ve kolay olan bir gerçeği tembellik ve gafletle anlamazlıktan gelmek, vicdana ve akla tam kabul ettirmemek ahirette ve dünyada azap içinde yaşamaya sebep olabilir. Bilinmelidir ki, Allah'ın hazırladığı kader bütün olarak kusursuz yaratılmıştır. Milyonlarca olaydan oluşan bu bütünde, hayır gözüyle bakan insan için sadece güzellikler, hayırlar ve hikmetler vardır. İmanlı bir mümin irade ve akıl ile gün içinde hiçbir olayda şeytanın tuzağına düşmez. Olayın şekli, kişileri, günü, yeri ne olursa olsun hayır hükmünde olduğunu asla unutmaz. Kendisi o an bu hayrı göremiyor olabilir, ama önemli olan her şeyin hayırla yaratıldığına kesin olarak inanmaktır.
Ne var ki insan kimi zaman aceleci yapısı nedeniyle karşılaştığı olaydaki hayrı hemen görmek isteyebilir. Eğer bunu o an için göremezse, kendisinin zararına olacak şeylerde ısrarcı ve inatçı bir tavır sergileyebilir. Kuran'da insanın bu aceleci yönü şöyle bildirilmiştir:

İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan pek acelecidir. (İsra Suresi, 11)

Oysa insanın kendi doğru ve iyi gördüğü şeylerde ısrar etmesi, bunlara ulaşmak için acele etmesi, hırsa kapılması değil, Allah'ın karşısına çıkardığı olaylardaki hikmetleri ve hayırları görebilmek için çalışması gerekir. Örneğin bir insan maddi imkanlarının genişlemesini çok istiyor ve bunun için çaba harcıyor olabilir. Ancak tüm çabasına rağmen bu isteği uzun bir süre, hatta hiçbir zaman gerçekleşmeyebilir. Bu durumu kendisinin aleyhine değerlendiren insan ise yanılır. Elbette herkes Allah rızası için kullanmak üzere malca ve mülkçe zenginleşmek için dua edebilir. Ancak bu, gecikiyorsa veya hiç gerçekleşmiyorsa bunda büyük hayırlar vardır. Belki belirli bir olgunluğa ulaşmadan elde edeceği zenginlik insanı Allah yolundan saptıracak, şeytanın tuzağına düşürecektir. Böyle bir olayın ardında, insanın yakın zamanda görebileceği veya ancak ahirette kavrayabileceği buna benzer daha pek çok hayır gizlenmiş olabilir. Bir başka örnek olarak ise bir iş adamı, çalışma hayatında büyük başarı elde edebileceği çok önemli bir toplantıyı kaçırabilir. Ama belki o toplantıya gitse yolda bir trafik kazası geçirecektir ya da toplantı başka bir şehirdeyse bindiği uçak düşecektir.
Elbette bunlar çok genel örneklerdir ve her insan yaşamında bu tarz olaylarla karşılaşmıştır. İlk bakışta ters gidiyor gibi görünen olayların birçok hayrını görmüştür. Ama şunu unutmamak gerekir ki, kişi ilk bakışta terslik gibi görünen bu olayların hayrını henüz kavrayamamış da olabilir. Çünkü biraz önce de belirttiğimiz gibi insanın bir olaydaki hayrı kısa süre içinde görmesi gibi bir şart yoktur. İnsan belki bir olayın hayrını seneler sonra öğrenebilir veya hiç öğrenmeyebilir. Belki de Allah, karşılaştığı zor bir durumun hayrını ona ahirette gösterecektir. Sonuç olarak tevekküllü ve kadere teslim olmuş bir insanın yapması gereken, her olayı -kendi hikmetini kavrasın veya kavramasın- hayır gözüyle değerlendirmek ve herşeyden razı olmaktır.
Ancak şunu da özellikle belirtmek gerekir ki "hayır gözüyle bakmak", olayları görmezlikten gelmek, umursamamak ya da aşırı iyimser davranmak demek değildir. Tam tersine, her insan karşılaştığı olaylarda elinden gelen tüm tedbirleri almakla, her yolu denemekle yükümlüdür. Olayın bu yönünün de mutlaka göz önünde bulundurulması gerekir çünkü cahiliye ahlakında farklı anlayışlar geliştiren insanlar da vardır. Örneğin cahiliye toplumunda olaylara kayıtsız kalan ve son derece umursamaz davranan belli bir kesim vardır ki, bunlar her olayı aşırı iyimser değerlendirirler. Böyle insanlara toplum içerisinde genellikle "hayata pembe gözlüklerle bakıyor" denilir. Bu kişiler hem olaylara karşı umursamaz yaklaştıkları hem de çözüm getirmek yerine çocuksu bir iyimserlik ve saflıkla hareket ettikleri için akılcı tavırlar gösteremezler. Örneğin, kendisine ciddi bir hastalık teşhisi konulan kişi "boşver, bir şey olmaz" mantığıyla hareket ederse hastalığı daha da ilerleyecektir. Ya da evi soyulduğu halde tedbir almayı gereksiz gören insan, yeni hırsızlara kendi eliyle imkan sağlamış olacaktır.
Kuşkusuz böylesine saf bir yaklaşımın bu kitapta bahsedilen hayra yormak ve tevekkül kavramları ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu tarz tavırlar açıkça umursamazlıktır. Nitekim bu modeldeki akılcılıktan uzak insanların aksine müminler, bir olay karşısında ellerinden gelen tüm gayreti göstererek fiilen de bir çaba harcarlar; yani bir nevi "fiili dua" yapmış olurlar. Ancak bu çabayı gösterirken, her işin sonucunun Allah'ın dilediği şekilde gerçekleşeceğini de akıllarından bir an olsun çıkarmazlar.
Kuran'da bu gerçeğin bilincinde olan peygamberlerin ve salih müminlerin yaşamlarından örnekler verilmiş, zorluk ve baskılar karşısındaki tevekküllü tavırları insanlara örnek gösterilmiştir. Bu örneklerden biri Hz. Hud'un inkarcı kavminin tehditlerine karşı verdiği, tevekküllü ve Allah'a olan teslimiyetini gösteren cevabıdır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

"Ey Hud" dediler. "Sen bize apaçık bir belge (mucize) ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terk etmeyiz. Sana iman edecek de değiliz."
"Biz: 'Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır' (demekten) başka bir şey söylemeyiz." Dedi ki: "Allah'ı şahid tutarım, siz de şahidler olun ki, gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."
"O'nun dışındaki (tanrılardan). Artık siz bana, toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana süre tanımayın."
"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)"
"Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır." (Hud Suresi, 53-57)
Müminler her olayı en ince detayına kadar Allah'ın yarattığını ve hepsinin kaderde önceden takdir edilmiş olaylar olduğunu bilerek, büyük bir teslimiyet içerisinde yaşarlar. Elbette inananlar da yaşamları boyunca pek çok zorluk ve çeşitli imtihanlarla karşılaşırlar. Ama asla "keşke şöyle olsaydı", "böyle yapsaydım daha hayırlı olurdu" gibi sözler söylemez ve böyle kuruntulara kapılmazlar. Olayların özünde belki de hiç bilmeyecekleri bir hikmet ve hayır olduğuna kesin olarak iman ederler. Böylece hoşlarına gitmeyen, sıkıntılı görünen durumlarda bile son derece huzurlu bir yaşam sürerler.
Ancak bu sırrı bilmeyen inkarcılar, büyük veya küçük, kötü olarak nitelendirdikleri her olayda müthiş bir sıkıntı yaşarlar. Yaşamlarına çoğunlukla mutsuzluk ve ümitsizlik hakimdir. Halbuki insan, yapısı gereği sürekli olarak huzur ve rahatlık içerisinde yaşaması gereken bir varlıktır. Çünkü insan için, sıkıntı, stres ve hüznün getirdiği fiziksel ve manevi tahribatlar şiddetli olabilmektedir. Allah'a dayanıp güvenmeyen ve her olayı hayır gözüyle değerlendirmeyen insanın içine düştüğü sıkıntı, elem, hüzün ve stres o kişiyi sarıp kuşatır. Gelecek korkusu, ölüm korkusu, hastalık korkusu, mal kaybı korkusu gibi korkularının hiçbir zaman sonu gelmez.
İnsanın tek kurtuluşu, tüm olayları Allah'ın mutlaka bir hayır ve hikmet üzerine yarattığını bilerek yaşamasındadır. Mümin, istisnasız karşılaştığı her olayı Allah'ın, bir hayır ve hikmetle yarattığını bilirse, Allah'a gerçek manada tevekkül eder. Tahammülle değil, güzel bir sabırla sabrederse kulluk görevine uygun davranmış olur. Güvenlik, huzur ve güç sağlamak Allah'ın gücü ile oluşan bir şeydir. Dua ve tevekkülle, herşeyi Allah'tan beklemek müminin vasfıdır.
Mümin, bu dünyada, cennetin kapısında beklerken çeşitli olaylarla karşılaşır ve denenir. Bu olaylar sırasında Allah'ın rahmetini, rızasını, cennetini kazandıracak güzel tavırlar içinde olan, cehennemden sakınan, Allah'tan korkan ve hayırları gören, kendisi göremese de her olayın hayır yönlerini Allah'ın bildiğini bilen bir varlıktır.
Allah, Kendisi'nden korkup sakınan kullarının kaderlerinde takdir edilmiş, muhakkak yaşanacak olan bir olayı ayetlerde şöyle haber vermiştir:

Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin." (Onlar da) Dediler ki: "Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir ve: "Alemlerin Rabbine hamdolsun" denilmiştir. (Zümer Suresi, 73-75)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder