Allah'ın rahmetinden
yalnızca inkar edenler
ümit keser
İnsanlar zorlu
olaylarla karşılaştıklarında gösterdikleri tavra göre ikiye ayrılırlar.
Bunlardan birinci grup Allah'ın varlığını inkar eden ve dünya hayatının
koşuşturması içine dalan insanlardır. Herhangi bir zorluk, sıkıntı, fiziksel ya
da manevi baskıyla karşılaştıklarında bir anda saldırganlaşıp, umulmadık
isyankar tavırlar gösterirler. Zorluklar iman etmeyenlerin büyük bir
ümitsizliğe düşmelerine neden olur. Bu ümitsizlik tüm yaşantılarını engeller,
şevk ve heyecanlarını kırar, çok büyük bir yılgınlık meydana getirir. Her
zorluğu bir bela olarak görür, bu nedenle de olgun ve dengeli bir tavır
gösteremezler.
Allah'ın rahmetinden
umut kesen kişiler Allah'a inanmayan, ahiret inancı taşımayan insanlardır.
Kendi rahmetinden umut kesenlerin ancak inkar edenler olduğunu Allah ayetinde
şu şekilde belirtmektedir:
Allah'ın
ayetlerini ve O'na kavuşmayı 'yok sayıp inkar edenler'; işte onlar, Benim
rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azab onlarındır. (Ankebut
Suresi, 23)
Kuran'da övülen
peygamberlerden biri olan Hz. Yakup da kendi oğullarına Allah'a karşı ümitvar
olmayı öğütlemiştir. Hz. Yakup oğullarına Allah'ın rahmetinden umut kesenlerin
yalnızca inkar edenler olduğunu şöyle hatırlatmaktadır:
"Oğullarım,
gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve
Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası
Allah'ın rahmetinden umut kesmez". (Yusuf Suresi, 87)
Allah'ın rahmetini umut
etmemek, Allah'ın herşeye güç yetiren olduğunun bilincinde olmamak demektir. Ki
bu herşeyini Rabbimiz'e borçlu olan insan için son derece büyük bir
nankörlüktür. Çünkü insanı yaratan, ona görme, işitme, düşünme yeteneklerini
veren, yürümesini, koşmasını, nefes almasını sağlayan, onu güldüren, sağlığını
ona veren, rızıklandıran, sevdiği şeyleri ona ikram eden Allah'tır. Bu durumda
Allah'ın rahmetini ummamak kişinin bütün bunları görmezlikten gelmesi anlamına
gelir. Özellikle de elindeki nimetleri kaybettikten sonra ümitsizliğe kapılmak,
Allah'ın beğenmediği bir tavırdır:
İnsana
bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman
da umutsuzluğa kapılır. (İsra Suresi, 83)
Nimetler içindeyken
bu nimetleri kendilerine Allah'ın verdiğini hiç düşünmeyen, şükretmeyen
insanlar, nimetler ellerinden alındığında, bir anda büyük bir şaşkınlığa
kapılmakta ve bütün umutlarını yitirmektedirler. Nankörlük ve umutsuzluk
Kuran'dan uzak kimselerde birarada bulunan kötü ahlak özellikleridir. Başka
ayetlerde de bu tür kimselerden şöyle bahsedilmektedir.
Derken
kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine herşeyin
kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle 'sevince kapılıp
şımarınca', onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler
oldular. (Enam Suresi, 44)
Sonunda,
üzerlerine azabı şiddetli olan bir kapı açtığımızda, onlar bunun içinde şaşkına
dönüp umutlarını kaybettiler. (Müminun Suresi, 77)
İnkarcıların bu
zayıf ve basit karakterlerinden bir başka ayette de şöyle bahsedilir:
İnsan,
hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se
düşen bir umutsuzdur. (Fussilet Suresi, 49)
Allah iman edenlere
inkarcıları dost edinmemeyi, onların ahirete hiçbir şekilde inanmadıklarını,
ahiretten yana umut kesmiş kimseler olduklarını bildirmektedir. Bu tür kimseler
müminlerin muhatap olmaktan özellikle sakındıkları kimselerdir. Çünkü ahiretten
umut kesen bir insan her açıdan olumsuz özellikler taşıyan bir insandır. Hiçbir
sınır ya da kural tanımaz, her türlü suçu işleyebilecek bir yapıda olur.
Nitekim dünya üzerinde cinayetten hırsızlığa kadar her türlü gayrimeşru işin
arkasında yer alan, insanlara çekinmeden zulmeden, yolsuzluğu, dolandırıcılığı
yaşam tarzı haline getiren kişiler hep ahirete inanmayan, ahiret umudu
taşımayan, Allah'tan korkmayan insanlardır. Bu nedenle, müminlerin ahiretten
umudunu kesmiş bu tür kişileri dost edinmemeleri ayette şöyle bildirilmektedir:
Ey
iman edenler, Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve
müttefik) edinmeyin; ki onlar, kafirlerin mezar halkından umut kesmeleri gibi
ahiretten umut kesmişlerdir. (Mümtehine Suresi, 13)
Ümitsizlik, iman
etmeyen kişilerin, iman edenlerle arasındaki en belirgin farklardan biridir.
İnkarcılar Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yaşamadıkları için Allah'tan
gelen herşeye razı olan bir müminin rahatlığını taşımazlar. Bu yüzden bir an
sonrasının dahi endişesi içindedirler. Her olayın kendi aleyhlerinde gelişeceği
zannına kapılırlar.
Bir an için ümitlenseler
de, yaşadıkları olayın herhangi bir aşamasının bekledikleri gibi gelişmediğini
gördüklerinde hemen ümitsizliğe kapılırlar.
İmanlı insan için
ise bu durum tam tersi şeklindedir. İman, dünyada insanın sahip olabileceği en
büyük nimetlerin başında yer alır. Allah’a inanan insan ayetin ifadesiyle
"... sapasağlam bir kulpa yapışmıştır...". (Bakara Suresi, 256)
Yokken var eden, ölüyken dirilten, hastalandığında şifa veren, yediren, içiren,
büyüten, karanlıklar içindeyken aydınlığa çıkaran Allah’tır ve bu yüzden insan
iman eder.
İman, kişiyi
ümitsizliğe sürüklenmekten, üzüntü, keder, sıkıntı, stres, öfke, gelecek
kaygısı, korku ve tedirginlik gibi insana maddi-manevi zarar veren etkenlerden
uzak tutar. Bütün bunların aksine son derece neşeli ve huzurlu olmasına neden
olur. İmandan başka hiçbir şey insanı kurtuluşa ulaştırmaz. Nitekim imandan
başka bir kulba tutunmaya kalkan insan bir türlü huzuru bulamadığını, edindiği
amaçlara ulaşsa dahi mutluluğu yakalayamadığını kendisi de görür.
Özellikle
hastalandığında ya da yaşlandığında hayatını adadığı şeylerin ya da kişilerin
kendisine sadık olmadığını, boşa geçen yılların kendisine bu dünyada da hiçbir
yarar getirmediğini düşünüp ruhen çöküntüye uğrar. O güne kadar kendisini
ayakta tutan idealleri, beklentileri, dostları, sevdikleri yok olup gitmiştir.
İman ehli ise
dünyaya bağlı olmadığı için bedenen uğradığı değişiklikler, çevresinde ve
hayatında yaşadığı kayıplar kendisinde bir üzüntü ya da moral bozukluğuna yol
açmaz. Yıllarını Allah yolunda mücadeleye adamış değerli İslam alimi
Bediüzzaman Said Nursi imanın kendisine yettiğini ve kendisine bitmeyen bir
ümit kaynağı olduğunu şu şekilde dile getirmiştir:
"… İşte bütün
ihtiyarlığımdan ve firak (ayrılık) belâlarından gelen teessürâtıma
(üzüntülerime), bana nur-u iman tam kâfi geldi; kırılmaz bir rica, kopmaz bir
ümit, sönmez bir ziya, bitmez bir teselli verdi. Elbette sizlere ihtiyarlıktan
gelen karanlık ve gaflet ve teessürat ve teellümâta (tasalanmalara), iman kâfi
ve vâfidir. Asıl en karanlıklı ve en nursuz ve tesellisiz ihtiyarlık ve en elîm
ve müthiş firak, ehl-i dalâletin (hak yoldan sapanların) ve ehl-i sefahetin
(sefihlerin) ihtiyarlıklarıdır ve firaklarıdır. O rica ve ziya ve teselli veren
imanı zevk etmek ve tesirâtını hissetmek için, ihtiyarlığa lâyık ve İslâmiyete
muvafık ubudiyetkârâne (kulluğa yakışır bir tarzda) bir tavr-ı şuurdârâne
(şuurlu bir tavır) takınmakla olur. Yoksa, gençlere benzemeye çalışmak ve
onların sarhoşça gafletlerine başını sokup ihtiyarlığını unutmakla
değildir…"
Bir insanın, nimetler
içindeyken neşeli ve mutlu olup, nimetler kendisinden alındığında bir anda
bütün karakterinin değişmesi, müthiş bir sıkıntı ve kaygıya düşmesi aslında tam
anlamıyla bir basitlik, küçüklüktür. Kişinin Allah'a ve ahirete gerçek anlamda
bir imanı olmadığının delilidir. Aynı zamanda önemli bir akılsızlık ve kavrayış
eksikliğinin de göstergesidir.
Çünkü nimeti veren
de alan da Allah'tır. Mümini diğer kişilerden ayıran en önemli özelliklerinden
biri de böyle bir durum karşısında göstereceği güzel ahlaktır. Mümin her iki
durumda da büyük bir neşe ve teslimiyet içindedir. Müminlerin en temel
özellikleri tüm varlıklarıyla tamamen Allah'a teslim olmaları, O'nun
kendilerine gönderdiği Kuran'a göre hareket edip düşünmeleri, Kuran’ın dışında
hiçbir zihniyet, model ve bakış açısını üzerlerinde barındırmamalarıdır.
İman etmeyenler ise,
Kuran’a aykırı bir hayat modelini bütün yönleriyle yaşarlar. Alaycılık, zulüm,
endişe, korku, sıkıntı, yalan, ölüm korkusu, dünya hırsları, üzüntü, vs. hep bu
modelin içinde yer alan özelliklerdendir. Ümitsizlik de iman etmeyenlerin hemen
hemen tamamında rastlanan bir vasıftır. Yaşama amaçlarını ve yaşam biçimlerini
sağlam bir zemin üzerine, yani Allah'a iman ve kulluk üzerine kurmadıkları için
hayatları, dirayetleri, dayanma güçleri pamuk ipliğine bağlıdır. Her an
sarsılmaya, yıkılmaya müsait bir ruh hali içindedirler.
Bitip tükenmeyen,
sönmeyen, coşkulu bir ümit olması için Allah'a tam bir iman, güven ve sadakat
gerekir. Ümidi ancak Allah'la dost olan insan gereği gibi yaşar. Allah'a
inanmayan insan gerçek ümidi, yani dünyevi şartlara dayalı olmayan daimi bir
ümidi bilmez. Her zaman olumsuz ihtimaller üzerinde düşünür, olayları hep
olumsuz yönden değerlendirir. Allah’a güvenip dayanmayan böyle insanların
endişelenmek için bitmek tükenmek bilmeyen sebepleri vardır. Herşeyin başıboş
tesadüflere bağlı olduğunu zannederler. Böyle bir durumda yalnızca
gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan doğal afetler bile tevekkülsüz insanlar
için büyük bir sıkıntı kaynağıdır.
Evrende çok hassas
dengelerle birbirine uyum sağlayan birçok ayrıntı vardır. Bu dengelerin birinde
meydana gelecek çok küçük oranlardaki bir oynama bile evrende büyük felaketler
meydana getirebilir.
Örneğin, şiddetli
bir deprem yer kabuğu üzerindeki herşeyi alt üst etmeye yeterlidir. Yer kabuğu
alev alev kaynayan, en ağır metallerin bile eriyik halinde bulunduğu, binlerce
derece sıcaklıktaki mağma üzerinde adeta bir zar gibi yüzmektedir. Bu zarın her
an birkaç yerinden yırtılması ve yeryüzünün kaynayan lavlarla küle dönmesi son
derece kolaydır. Yeryüzünün en güvenli sayılan yerleri bile bu tehlikeden uzak
değildir. Çünkü yapılan hesapların hiçbiri kesinlik taşımamakta, yalnızca bir
tahmin ve varsayım boyutunda kalmaktadır. Bu arada, Dünya müthiş bir süratle
uzay boşluğu içinde dönerek gitmektedir, binlerce göktaşı yeryüzünün çok
yakınından teğet geçmektedir. Günün birinde büyük bir göktaşının Dünya'ya
isabet etmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Yalnızca bir kilometre çapındaki
bir göktaşı bile Dünya'daki iklim dengelerini alt üst ederek canlı yaşamını
tehdit etmeye yeterlidir. Güneş'te meydana gelecek büyük bir patlama sonucunda
etrafa yayılacak enerji ve radyasyon da Dünya'daki canlılığa bir anda son
verebilir. Üstelik bunlar sadece birkaç örnektir ve bunlar gibi daha binlerce
alternatif düşünülebilir.
Tüm bunların
farkında olan kişinin eğer Allah’a inancı ve tevekkülü yoksa çok yoğun bir
korku ve tedirginlik hisseder. Ancak iman ehli ise evrenin tamamının, kendi
bedeni de dahil, Allah'ın kontrolünde olduğunu bilir. Allah'ın aklına ve ilmine
tamamen teslimdir. Evrenin hassas dengeler üzerine kurulu olması onun imanını
daha da artırmakta, Allah'a olan bağlılığını, hayranlığını güçlendirmektedir.
Bediüzzaman Said
Nursi bu konuda Müslümanların rahatlığıyla inkarcıların içine düştükleri
ümitsizliği samimi üslubuyla şöyle ifade etmektedir:
"… İşte, kâinat
içinde maddî ve mânevî bütün bu silsileler, imânsız ehl-i dalâlete (doğru ve
hak yoldan sapanlara) hücum ediyor, tehdit ediyor, korku veriyor, kuvve-i
mâneviyesini (manevi kuvvetini) zîr ü zeber (altüst) ediyor. Ehl-i imana
(inananlara) değil tehdit ve korkutmak, belki sevinç ve saadet, ünsiyet
(dostluk) ve ümit ve kuvvet veriyor. Çünkü ehl-i iman, iman ile görüyor ki, o
hadsiz silsileleri, maddî ve mânevî şimendiferleri, seyyar kâinatları mükemmel
intizam ve hikmet dairesinde birer vazifeye sevk eden bir Sâni-i Hakîm onları
çalıştırıyor. Zerre miktar vazifelerinde şaşırmıyorlar, birbirine tecavüz
edemiyorlar. Ve kâinattaki kemâlât-ı san'ata (mükemmel sanatlara) ve
tecelliyat-ı cemâliyeye (güzellik görüntülerine) mazhar olduklarını
(kavuştuklarını) görüp kuvve-i mâneviyeyi tamamıyla eline verip, saadet-i
ebediyenin bir nümunesini iman gösteriyor…"
İnkarcıların en
fazla ümitsizliğe kapılacakları gün, bütün insanların hesap vermek üzere
diriltilecekleri ahiret günü olacaktır. Kıyametin başlamasıyla, zorlu bir günle
karşı karşıya kaldıklarını hemen anlayan inkarcılar, hayatları boyunca
kaçtıkları gerçekle çok açık bir şekilde karşılaşacaklar, dünyada bulundukları
sürece imana hiç yaklaşmadıkları için tarifsiz bir pişmanlığa kapılacaklardır.
Allah'ın vaatlerini hatırlayacaklar, kendilerinin cehenneme sokulacaklarını
anlayacaklardır. Bu noktada ve bundan sonra yaşayacakları ümitsizlik,
ümitsizlik sınırının en sonudur. Nitekim dünyada yaşanan hiçbir pişmanlık,
hiçbir ümitsizlik örneği bu derece şiddetli değildir. Allah, ahiretin
başlangıcı olan kıyamet gününde inkarcıların yaşayacakları yıkımı şu şekilde
ifade etmektedir:
Kıyamet-saatinin
kopacağı gün, suçlu-günahkarlar umutsuzca yıkılırlar. (Rum Suresi, 12)
Kuran'a davet
edildikleri halde kendi istekleriyle inkarda direten kişilerin cehennem
azaplarının çok şiddetli olacağı ve bu azabın hafifletilmeyeceği de ayetlerden
anlaşılmaktadır. Zuhruf Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır:
Onlardan
(azab) hafifletilmeyecek ve orda onlar umutlarını kaybetmiş kimselerdir. Biz
onlara zulmetmedik; ancak onların kendileri zalimlerdir. (Zuhruf Suresi, 75-76)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder