20 Ocak 2016 Çarşamba

İnsanların Rızasını Arama Yanılgısı


Din ahlakına göre değil, kendi koydukları birtakım kurallara göre yaşayan insanların, daimi mutluluk ve huzuru yaşamaları neden mümkün değildir? Yalnızca insanların rızasını gözeten bu kişiler, mutsuzluk ve huzursuzluklarının asıl kaynağının "Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu aramamaları" olduğunu niçin kavrayamazlar? İnsanların rızasını gözetmelerine ve bunun için ciddi bir çaba sarf etmelerine rağmen diğer insanları neden asla hoşnut edemezler? İnsan merhamete, şefkate, sevgiye, hoşgörüye, anlayışa ve yardıma muhtaç olarak yaratılmıştır. Bu istediklerini de yalnızca Allah’ın Zatında ve O’nun tecellilerinde bulabilir. Beklentilerini, isteklerini ve ihtiyaçlarını tek yerine getirebilecek olan yalnızca Yüce Allah’tır. Ancak bazı insanlar, Allah’ın rahmetini kendilerine ulaştırmak için vesile kıldığı insanları, Allah’tan bağımsız varlıklar olarak değerlendirip, istediklerine ve ihtiyaçlarına ulaşabilmek için onlara yönelir ve büyük bir yanılgıya düşerek onların hoşnutluğunu ararlar. Peki, bu kişileri ahirette büyük hüsrana uğratacak bu yanılgının dünyada getirdiği kayıp nedir?

İnsanların Rızasını Amaçlayanların Yaşadıkları Manevi Sıkıntı

Kendisi gibi aciz birer varlık olan diğer insanların rızasını arayan bir kişinin bu yanılgısının en büyük nedenlerinden biri, ihtiyaç duyduğu ve istediği maddi-manevi her şeyin karşılığını diğer insanlarda bulacağını zannetmesidir. Ancak bu mantık, kişinin büyük sıkıntı yaşamasına neden olur. Çünkü;

Kişinin ihtiyaçları ve istekleri devam ettiği sürece hoşnutluğunu kazanması gereken kişilerin sayısı artacaktır.

Okulda, işte, evde, arkadaşları arasında kısacası bulunduğu her ortamda, çoğu zaman din ahlakına uygun olmayan, şefkat, adalet ve samimiyetten uzak birtakım kurallara göre davranması veya çoğunluğa uyması gerekecektir. Bu nedenle bu yanılgıdaki bir kişinin bütün ömrü, diğer insanların rızasını kaybetmemek için çoğunluğa uymaya çalışarak sıkıntı içinde geçecektir.

Bu kişi, dostluklarını ve arkadaşlıklarını devam ettirebilmek için onların kendisinden hoşnut olacakları “dedikodu yapmak”, “sevmese de seviyormuş gibi görünmek”, “gerçekleri yansıtmayan övgülerde bulunmak” gibi yanlış davranışları benimsemek zorunda kalacaktır.

Kişiliğinden, beklentilerinden taviz vermesi gerekse bile bunu yapacaktır. Sonuç olarak da bu davranışlarda bulunduğu ve sürekli kendisini farklı göstermeye çalıştığı için ruhen ve bedenen kendisini yıpratacaktır.

Bu yanılgılara kapılmış olan kişi, tüm gününü hatta tüm hayatını da bu şekilde geçirse bile ne kendini ne de diğer insanları mutlu ve hoşnut etmesi mümkün olur. Çünkü; insanların beklentileri sınırsız, arzuları sonsuzdur. Kendisinden medet umulan insan ise son derece aciz ve aynı şekilde yardıma muhtaç bir haldedir. Kendisinden beklenene ve istenene Allah’ın dilemesi dışında güç yetiremez, dolayısıyla da aynı anda birçok kişiyi hoşnut edemez.

Allah’ın Rızasına Uymayanların Dünyadaki Durumu

Zamanla insanlar, rızasını aradıkları kişilerin buna layık olmadığını ve beklentilerine bu şekilde ulaşamayacaklarını anlarlar. Kuran ahlakına uygun yaşamayan toplumlarda sıkça duyulan “Seni bir türlü mutlu edemiyorum.”, “Gençliğimi size harcadım.”, “Ama değmezmiş!” ,”Benim kıymetimi bilmiyorsunuz!”, ”Emeğimin karşılığı bu mu olacaktı?” ifadeleri bunun açık bir göstergesidir.

Toplumların içindeki kargaşaların, kavgaların, cinayetlerin, savaşların nedeni de aslında bu yanlış mantıktır. Çünkü bu anlayışa sahip insanlar sürekli olarak istediklerinin yapılmasını ve hoşnut edilmeyi beklerler. Ancak bu arzuları gerçekleşmediği zaman ortaya mutsuzluk ve huzursuzlukla dolu, kin, öfke, şiddet ve gözyaşının hakim olduğu toplumlar çıkmaktadır.

İnsan, Fıtratına En Uygun Hayatı Allah’ın Rızasına Uymakla Bulur

İnsanın yaratılışını, ihtiyaçlarını ve fıtratına en uygun olanı bilen, yalnızca Yaratıcımız olan Allah’tır. Yüce Allah’ın emirlerinin tümü, insanın fıtratına en uygun hayatı yaşamasına, ömrü boyunca mutluluk ve huzur içinde olmasına birer vesiledir. Manevi huzurundan, sağlığına, maddi durumundan temizliğine kadar her konu; korku ve endişelerinin çözümü, en güzel tavır ve davranış örnekleri Kuran’da en ince ayrıntısına kadar insana bildirilmiştir. Kuran’ın tümünde, hikmetli anlatım tarzıyla insana haber verilen bu bilgileri bilmek ve bunlara uymak, insana güzel bir hayat tarzının yanında Yaratıcımız olan Allah'ın hoşnutluğunu da kazandırmaktadır. Dolayısıyla Rabbimizin hoşnutluğunu arayan insan, aslında kendisi için de en güzel ve yaratılışına en uygun yaşam şeklini bulmuş olur. Yalnızca Allah’ın rızasını aramanın verdiği huzur ise insanın ruh haline ve davranışlarına hemen yansır.

Allah’ın Rızasına Uymak Her İşi Kolaylaştırır

Allah rızasına uymak, ancak Kuran ahlakına uygun bir hayat yaşamakla mümkündür. Kuran insanın yaratılışına en uygun hayat şeklini içeren bir rehberdir. Bu da kullanım kılavuzuna göre bir elektronik aleti kurmaya çalışmak gibi hatta kıyas kabul etmeyecek şekilde insanın hayatını kolaylaştırır. Nasıl bir cihazın her parçasını kullanım kılavuzundaki yerine bakarak yerleştirmek ve çalıştırmak işi hızlandırıyor ve doğruluğundan şüphe duyulmadan sonuca kolayca ulaştırıyorsa; dünya hayatı da Kuran’da bildirilen hükümlere göre yaşandığında son derece onurlu, zevkli, şerefli, huzur, mutluluk ve sevinç dolu olur. Bu, ahirette de kişinin Rabbimiz’in sonsuz rahmetine kavuşmasına vesile olur.

Kuran ahlakına göre yaşadığı sürece insan her yeni güne; karşısına çıkacak olayların Kuran’da bildirilen karşılıklarını bulmanın, ayetlerin tecellilerini görmenin ve kendisinden istenilen davranışı aramanın heyecanı ve Allah Katında göreceği karşılığın sevinci ile başlayacaktır. Bu nedenle zahiren ne kadar aynı görünse de hiçbir gün diğeriyle aynı olmayacak, insan her an kendi gelişimi için dua edip, cennete hazırlandığının bilinciyle şevk ve heyecan içinde yeni günleri karşılayacaktır.

Allah’ın Rızasına Uyanların Mekanı: Cennet

Allah’ın rızasına uymak, insanı dünyada güzel bir hayatla yaşatır. Ahirette ise bu yaşam güzellikler ve nimetlerle sonsuza dek sürer. Bu nedenle insan kişilerin rızasını kazanmak ya da dünyanın geçici metaına sahip olmak için harcadığı çabadan çok daha fazlasını Allah’ın rızasını arayanlara vaat ettiği cennet için harcamalıdır. Üstad Said Nursi bu konuyu şöyle örneklendirmiştir:

"Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubudiyet (kulluk) neticesiz midir, ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır ve fütursuz (bezginlik duymadan) çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut (gıda) ve gına (zenginlik) ve elbette bir menzilin (inilen yer) olan kabrinde gıda (zenginlik) ve ziya (aydınlık) ve herhalde mahkemen olan Mahşer'de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsü'nde nur ve Burak (binek) olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır? Bir adam sana yüz liralık bir hediye va'detse, yüz gün seni çalıştırır. Hulf-ul va'd edebilir (sözünden dönebilir) o adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulf-ul va'd hakkında muhal (sözünden dönmesi imkansız) olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va'd etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre (isteksiz) gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle onu va'dinde ittiham (suçlasan) ve hediyesini istihfaf etsen (hafife alsan), pek şiddetli bir te'dibe (edeplendirme) ve dehşetli bir tazibe (azaba) müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde; Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı (korkusu), en hafif ve latif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?"

Allah’ın rızasını kazanmanın dışında yapılan bütün işlerin, harcanan çabanın kazancı çok az ve yetersizdir. Hiç kimse, tüm gücünü ve mal varlığını harcasa da, Allah’ın yarattığı bu dünya içinde Allah’ın rızasını kazanmadan kendisini gerçekten hoşnut edecek bir sonuca ulaşamaz. İnsan istekleri için harcadığı çabanın sonucunda eline geçeceklerle Allah’ın rızası için çalıştığında kazanacaklarını kıyaslamalı ve kişiye tek fayda sağlayacak olan Allah’ın rızasını tercih etmelidir. Şüphesiz ki Allah’ın rızasının karşılığı hiçbir dünyevi karşılıkla kıyas kabul etmez. Çünkü bu karşılık, kısa süreli dünyada güzel ve huzurlu bir hayatın yanında sonsuza kadar sürecek şölen niteliğinde, tarifi mümkün olmayan eşsiz bir hayatı kapsamaktadır.

Allah’ın Rızasına Uymayanların Sonu: Cehennem

Yüce Allah’ın rızası ve hoşnutluğundan uzak bir hayat yaşayan insanlar, dünyada sıkıntılı ve zorlu bir yaşam geçirdikleri gibi ahirette de sonsuza kadar sürecek şiddetli bir azabın içinde olacaklardır. Bir ayette bu gerçek şöyle haber verilir:

“Allah'ın rızasına uyan kişi, Allah'tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? Ne kötü barınaktır o.” (Al-i İmran Suresi, 162)

Yaşamını Allah’ın hoşnutluğu üzerine kurmayan bu insanlar, kendi istekleriyle dünyada huzur ve mutluluktan uzak bir hayatı; ahirette de cehennem gibi kızgın ateşin, tarifsiz bir manevi azabın olduğu barınma yerinde yaşamayı göze alıyorlar demektir. Tevbe Suresi’nde bu gerçeğin haber verildiği bir ayette şöyle buyrulur:

“Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi?...” (Tevbe Suresi, 109)

Allah Razıysa Herkes Razı Olur

Allah bütün insanların Yaratıcısı ve Hakimi’dir. Bütün kalpler Mukallib (kalpleri çeviren) olan Allah’ın elindedir. Dolayısıyla bütün insanları hoşnut etmek için yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak yeterlidir. Çünkü insanların kalbine hoşnutluğu koyacak olan her şeye güç yetiren Allah’tır. Nitekim, samimi bir kalple Allah’a yönelen her kul için Allah’ın rızası her şeyden daha önemlidir.

Bütün hayatıyla tüm Müslümanlara güzel bir örnek olan Bediüzzaman Said Nursi "... Rıza-yı İlahi kafidir (Allah’ın rızası kafidir). Eğer O yar (dost) ise, her şey yardır (dosttur). Eğer O yar değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez..." (Risale-i Nur Külliyatı, 21. Lema, s. 668) diyerek Allah’a olan bağlılığını, sevgisini ve Allah’ın rızasını kazanmanın müminler için önemini ifade etmiştir.

Samimi bir kalple Allah’a yönelen müminler, diğer insanların rızasını aramadıkları gibi kendi nefislerini hoşnut etme hevesinde de olmazlar. Allah’ın şefkatine mazhar olan müminlerin bu üstün ahlakı bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmektedir:


“İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.” (Bakara Suresi, 207)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder