21 Ocak 2016 Perşembe

“Çöp Dna” Neden Çöp Değildir?


Gelişen bilimin ortaya çıkardığı gerçek, canlıların asla tesadüflerle ortaya çıkamayacak kadar kusursuz bir düzene ve son derece kompleks yapılara sahip olduklarıdır. Bu ise canlıları üstün güç ve ilim sahibi olan Rabbimiz’in yarattığının apaçık bir delilidir. Yaratıcımız olan Allah’ın varlığını reddederek tesadüflere bel bağlayan evrim teorisi de, ortaya atıldığı tarihten bu yana, en sarsıcı darbelerden birini moleküler biyoloji alanındaki gelişmelerle birlikte almıştır. Çünkü moleküler biyoloji, canlılığın kökeninin sözde basit yapılara dayandığını öne süren Darwinizm’in iddialarını tartışmasız delillerle temelinden çürütmektedir. Bilim adamları, hücre içinde, “moleküler makine” olarak ifade ettikleri kompleks yapıları keşfettikçe, bunların rastlantılar sonucu oluşamayacağını açıkça görmüştür.

www.darwindnayibilseydi.imanisiteler.com

DNA, canlıları oluşturan bilgi bankası olarak tanınır. Her insanın gözü, kaşı, boyu, organları bu bilgi bankasında bulunur. Tüm insanlar %99.9 oranında birbirine benzer ve dış görünüş olarak insanları birbirinden ayıran bu genlerin sadece binde biridir. Protein kodlayan kısımlar tüm DNA’nın sadece %2-3’lük kısmıdır ve geri kalanı ile ilgili bilim adamları hala araştırmalar yapmaya devam etmektedirler.

DNA muhteşem bir kütüphaneye benzer ve sadece 4 harfin çeşitli sıralanışlarından oluşan, 3.2 milyar harflik bir bilgiye sahiptir. Bu harflerin sırası ve yeri o kadar eşsiz ve önemlidir ki, küçücük bir hata bile çok ciddi hastalıklara hatta ölüme yol açabilir. Sadece 1 gram DNA içerisinde 700 terabaytlık (1 terabayt= trilyon bayt) bilgi bulunabilir ve tüm dünyadaki bilgiler sadece 2 gram DNA içerisine sığabilir.

DNA’nın bu özellikleri yanı sıra fiziksel şekli de mükemmel bir sarmal oluşturur. Bu sarmal, kromozomlara dönüşürken muhteşem bir düzen içinde katlanır. Ancak DNA’nın enine kesiti de en etkileyici sanat eserlerini gölgede bırakacak bir güzelliğe ve altın orana sahiptir. Aklı ve şuuru olmayan atomların tesadüfen bir araya gelerek böyle eşsiz sanat eserleri oluşturmaları tabi ki mümkün değildir. Görünmeyen dünyada karşımıza çıkan sanat eserlerinde de Allah’ın örneksiz yaratışına şahit oluyoruz. Ayette şöyle buyrulur:

“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Allah, herşeye güç yetirendir.” (Ali İmran Suresi, 189)

DNA’nın Keşfi  ve Hayatın Sırrının Çözüldüğü İddiası

Francis Crick ve James Watson 1953 yılında DNA molekülünün yapısını keşfettiklerinde, bütün dünyaya “hayatın sırrının çözüldüğünü” duyurmuşlardı. Ayrıca DNA’nın anlamının, proteinleri kodlama yeteneğinin altında gizli olduğunu düşünmüşlerdi. Daha sonraki çalışmalarda DNA’nın sadece %2’sinin protein kodladığı keşfedilince, Susumu Ohno ve David Comings tarafından 1972 yılında, DNA’nın geri kalan %98’lik kısmı sözde gereksiz ya da “Junk DNA” olarak adlandırılmıştır.1

Bu büyük keşiften sonra canlı vücudunun inşası için gereken bilgileri barındıran ve organizmanın bir nevi bilgi bankası olan bu esrarengiz moleküle olan ilgi arttı ve her geçen gün yenisi eklenen çalışmalarla bilinmeyenler gün yüzüne çıkmaya başladı. Bu konudaki en önemli çalışmalardan olan Genom projesi, DNA’da kayıtlı bulunan bilginin pek de hafife alınacak gibi olmadığını göstererek karşımıza inanılmaz bir tablo çıkardı. Tek bir DNA molekülünde vücudun inşasını sağlayan devasa bir bilgi bankası bulunuyordu. Öyle ki, DNA içindeki bilgi 61 metre kalınlığında bir kitaba eşdeğerdi. Bu da yaklaşık 1000 kitabı dolduracak miktarda bir bilgi demektir.2

www.molekulmucizesi.imanisiteler.com 

ENCODE Projesi Allah’ın Kusursuz Yaratışını Bir Kez Daha İspatlamıştır

Cop-dna-3İnsan Genom Projesi’nin 2003 yılında büyük ölçüde tamamlanması ile birlikte elde edilen bilgilerin daha detaylı incelenmesi için, değişik projeler başlatıldı. Genom projesi ile, genetik materyali (genomu) oluşturan bazların sıralanışı ve genlerin yeri ile ilgili bilgiler elde edilmişti. Fakat hala belirlenen genlerin ne kadar fonksiyonu olduğunu kimse bilmiyordu. Ulusal Genom Araştırma Enstitüsü (NHGRI) insan genom dizilimindeki bütün fonksiyonel elementleri tanımlamak için bir proje oluşturdu. ENCODE (DNA ansiklopedisi) olarak adlandırılan projede dünya çapında 442 bilim adamı, 1642 uzman, 32 farklı laboratuvarda, 147 farklı tip hücreyle çalıştı. Üç kıtadan düzinelerce laboratuvardan gelen deney sonuçları şaşırtıcı bir şekilde birbirleriyle tamamen uyumluydu. Ve elde edilen bulgular eş zamanlı olarak kamuoyuyla paylaşıldı. Projenin sonuçları DNA hakkında bilinenleri tamamen değiştirmişti. ENCODE projesi DNA hakkında bilinenleri kökten değiştirdi.3  

ENCODE’dan önce, uzun yıllar boyunca genomun sadece protein kodlayan %2’lik kısmı dikkate alındı. Ve genetik dizimizin kodlama yapmayan %98’lik kısmı sözde gereksiz ya da junk (çöp) olarak değerlendirildi. Bu %98’lik kısmın fonksiyonunu yitirmiş, artık kullanılmayan bölümler olduğu düşünülüyordu.4 Ulusal İnsan Genom Enstitüsü başkanı Francis Collins’in bilimsel devrim olarak adlandırdığı ENCODE (DNA ansiklopedisi) projesiyle, araştırmacılar DNA hakkında ne kadar az bilgileri olduğunu anladılar. ENCODE analizleriyle genomların %80’inin biyokimyasal reaksiyona sahip olduğu saptandı. Özellikle kodlama yapmayan proteinlerin çok önemli fonksiyonları olduğu fark edildi. Ve birçok somut örnek gün ışığına çıkmaya başladı. ENCODE projesinde çalışan Tom Gingeras ulaşılan yeni durumu şöyle ifade etmiştir: “Hemen hemen her nükleotid bir fonksiyonla bağlantılıdır. Ve biz şimdi onların nerede olduklarını, bağlantılarının neler olduğunu ve aralarındaki ilişkileri biliyoruz.” Avrupa Moleküler Biyoloji Laboratuvarı’ndan Ewan Birney bu konuda şu açıklamayı yapmıştır:

“İnsan DNA’sı tahmin ettiğimizden daha aktif bir yapıya sahiptir ve yine orada tahmin edilenden daha fazla şey gerçekleşmektedir.”

Nature dergisinde de benzer bir bilimsel yorum, Biyolog Joseph Ecker tarafından yapılmıştır. Ecker’a göre, ENCODE projesi genomların %80’inin biyokimyasal fonksiyonlara bağlı elementler içerdiğini göstermiş ve yaygın bir görüş olan Junk DNA tabirinin sonunu getirmiştir.5

ENCODE projesi, bir zamanlar çöp olarak adlandırılan DNA kısımlarının, hücrelerin, dokuların ve organların nasıl davranacağını kontrol eden gen düzenleyicilerden oluştuğunu ortaya koydu. Araştırmacılar, DNA’nın bu kısmında elektrik anahtarlarına benzer bir sistemle çalışan, hücre içindeki genlerin ne zaman kullanılacağını kontrol eden milyonlarca gen anahtarı (=switch) tespit ettiler. Bu anahtarlardan çok büyük bir kısmı diğer genlerin faaliyetlerini artırıyor ya da engelliyor, bir kısmı ise, diğer genlerin kilitlerini açıyordu. Ulaşılan noktada neredeyse bütün genomun anahtarlardan oluştuğu görüldü. Gen anahtarları kapalı olduğunda, DNA işlevsel değildir protein sentezi ve protein oluşumu gözlenmez.  Gen anahtarları açıldığında, DNA aktifleşir ve protein sentezi başlar. Araştırmacılar birçok hastalığın yüzlerce gen anahtarında görülen bu küçük değişikliklerden kaynaklandığını belirlediler.6 

Görüldüğü gibi DNA’nın genetik bilgisinin yalnız içeriği değil, aynı zamanda yapısı ve bulunduğu ortamın özellikleri de hassas bir düzen gerektirir. Bu düzen, gökleri ve yeri yaratan Yüce Rabbimiz’in eserlerinden bir tanesidir. Yusuf Suresi’nin 100. ayetinde şöyle bildirilmektedir:

... Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O’dur. (Yusuf Suresi, 100)

www.atommucizesi.imanisiteler.com

Allah Herşeyi Bir Amaçla Yaratır

DNA’nın bu görünmeyen yüzü, canlılardaki adaptasyon mekanizmaları ile ilgili yeni bilgilere ulaşmamızı sağladı. Anahtarlar kilitli olan genleri gerekli olduğu zaman açıyor, açılan kısımda aktifleşen genler ilgili proteinleri sentezliyor ve bu proteinlerin sentezlemesiyle aktifleşen sistem, canlının ortama adaptasyonunu kolaylaştırıyordu. Bu duruma, arıların rol değişimiyle ilgili Johns Hopkins Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma örnek verilebilir.7 

Bilim adamları, bu çalışmayla ilk kez genlerin kendisinde bir değişim olmaksızın gerçekleşen davranış değişikliğine şahit oldular. Bal arıları yaşamlarına birer bakıcı arı olarak başladıktan iki veya üç hafta sonra kaşif olarak dışarı çıkmaya başlarlar. Arının her iki durumdayken genleri aynıdır, değişen sadece genleri aktifleşen işaretleyicilerin konumlarıdır. Daha sonra, araştırma ekibi bakıcı arıları kovandan uzaklaştırdı ve geri dönen kaşif arıların, bakıcı arıların yokluğunda tekrardan bakıcı arı rolüne girdikleri gözlemlendi. Bu durumda kimyasal işaretleyicilerin yarısından fazlası inanılmaz bir şekilde yine ilk durumdaki konumlarına geldi. Gro Amdam (Arizona State University School of Life Sciences) bu durumu şöyle anlatır: “Bu durum, tıpkı sizin görüş açınıza göre farklı görüntüleri gösteren resimler gibidir. Arıların genomları hem bakıcı hem de kaşif görüntülerini içerir. DNA üzerindeki etiketler, beyne ne türde bir hareket yapması gerektiği hakkında koordinasyonları verir”.8  Ayrıca sözde çöp olarak ifade edilen DNA’nın bu kısmının;

• Embriyolojik gelişimi de yönlendirdiği

• Özelikle protein kodlamayan mikroRNA’ların hücresel trafiği düzenlediği,

• Hücreye giden yolda yönlendirici olduğu keşfedildi.9

Yapılan araştırmalar, kök hücredeki bir genin ne zaman açılıp ne zaman kapanacağının gen düzenleyiciler tarafından belirlendiğini ortaya koydu. (Genome Biology’de John Rinn ve David Kelley, Harvard Universitesi ve  The Broad Institute Boston).10 Allah’ın DNA’da yarattığı kusursuz düzen sayesinde, insanın kompleks yapısı ve sahip olduğu zengin özellikler ortaya çıkmaktadır. Nur Suresi’nin 45. ayetinde şöyle bildirilmektedir:

… Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)

www.darwinistlerozurdileyin.imanisiteler.com

ENCODE Projesi ile Bilim Bir Kez Daha Allah’ın Kusursuz Yaratışını Kanıtlar

ENCODE projesiyle Richard Dawkins ve diğer bazı evrimci bilim adamlarının DNA’nın büyük bir kısmını “çöp-gereksiz” olarak gördükleri düşüncesi tamamen yıkılmıştır. Bu bilim adamları uzun yıllar boyunca “çöp DNA”yı Darwin teorisi için bir kanıt olarak ele almışlardır. “çöp-gereksiz DNA” olarak bilinen DNA dizilerinin sözde genom evriminde önemli bir rolü olduğunu düşünüyorlardı. Çöp DNA’nın canlının deneme- yanılma yoluyla elde ettiği geçmiş kazanımlarını içeren tekrarlanan –işe yaramaz genlerden oluştuğunu savunmuşlardı. Ancak 2012 yılına gelindiğinde, “Çöp DNA” nın aslında gereksiz olmadığı ve canlı yaşamı için oldukça önemli olduğu ortaya çıkınca durum değişti. Yaygın çöp DNA fikrini ortadan kaldıran ENCODE sonuçları karşısında, normalde her bilimsel olayı evrime göre yorumlayan birçok bilim adamı garip bir şekilde suskunluğunu korudu. Dr. Jerry A. Coyne hiçbir şekilde Encode ile ilgili bu haberlerden bahsetmedi.11 İngiltere’nin hahambaşı Lord Jonathan Sacks ile, ENCODE projesi sonuçlarını temel alarak BBC’nin sponsorluğunda gerçekleşen bir tartışmaya katılan Dawkins ise şüpheli ve kendi kendiyle çelişen ifadelerde bulundu.

Görüldüğü gibi evrimciler tarafından ortaya atılan çöp DNA senaryosu kendi içinde hem mantık hataları içermektedir, hem de bilimsel olarak yanlıştır. Çünkü insanlar diğer canlılardan rastlantılarla türememiş, bugünkü formlarıyla eksiksiz ve mükemmel bir biçimde yaratılmışlardır. Tüm bunlar göstermektedir ki, DNA’nın sahip olduğu tüm özelliklerin tesadüf eseri bir anda var olması kuşkusuz ki imkansızdır. Bunların her biri, Yüce Rabbimiz’in emriyle bilinçli olarak bir araya gelmiştir. Bir Kuran ayetinde Allah şöyle bildirir:

... İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O’nundur. O’ndan başka taptıklarınız ise, ‘bir çekirdeğin incecik zarına’ bile malik olamazlar. (Fatır Suresi, 13)

DNA’nın Her Fonksiyonu Allah’ın Kontrolündedir

DNA’ya dair veriler, Ulusal Genom Araştırma Enstitisü başkanı Francis Collins’in “bilimsel devrim” olarak adlandırdığı ENCODE projesiyle hızlı bir şekilde değişiyor. Zaman geçtikçe sözde “bencil” olduğu iddia edilen DNA’nın tamamen farklı olduğu anlaşılmaya başlandı. Bu analizler arttıkça kodlama yapmayan DNA’nın diğer fonksiyonel özellikleri de gün ışığına çıkarak bizleri şaşırtmaya devam edecektir. Birçok bilim adamının çözüldüğünü sandığı DNA’nın sırların araştırılması Allah’ın yaratma sanatının anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Materyalist ve Darwinist dogmalardan bağımsız düşünebilen herkes, DNA’daki muhteşem düzenin kendi kendine oluşamayacağını, aksine üstün akıl sahibi Yüce Rabbimiz’in eseri olduğunu takdir edecektir. DNA Allah’ın dilemesiyle ve kusursuz bir koordinasyonla kendisine verilen görevi yerine getirmektedir. Kuran’da Allah şöyle bildirmektedir:

Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. (Secde Suresi, 7)

Tek bir insanın vücudundaki DNA’ların toplamı uç uca eklense dünyadan güneşe yaklaşık 600 yüz kez gidip gelinmesi mümkün olurdu.

Kaynak:

1. ‘Why All the Fuss Over Some Junk?’,Jonathan Wells, September 25, 2012 

2. http://yunus.hacettepe.edu.tr/~dugel/genom

3. ‘ENCODE: the rough guide to the human genome’, Discover ,September 5,2012

4. ‘Our Top 10 Evolution-Related Stories: #1, ENCODE Project Buries “Junk DNA”,Casey Luskin , January 1, 2013

5. “Bits of Mystery DNA, Far From ‘Junk,’ Play Crucial Role,” Gina Kolata,  New York Times (September 5, 2012)

6. http://www.washington.edu/news/2012/09/05/millions-of-dna-switches-that-power-human-genomes-operating-system-are-discovered/

7. http://www.sciencedaily.com/releases/2012/09/120916160845.htm; How Bees Decide What to Be: Reversible ‘Epigenetic’ Marks Linked to Behavior Patterns  

8. ‘Bees Can Switch Roles Epigenetically’ ,Evolution News & Views September 25, 2012

9. ‘Junk DNA’ Drives Embryonic Development, December 3, 2012, Science News

10. More Functions for Junk DNA’, Jonathan M. November 29, 2012  

 11. ‘At Why Evolution Is True, Jerry Coyne Is Strangely Silent on the ENCODE Results’ ,David Klinghoffer, September 20, 2012


Ülfet nasıl kırılır? -I-


İnsan vicdanını tam olarak kullanmadığı takdirde, gördüğü her görüntüye hemen alışabilen bir varlıktır. Allah imtihanın bir gereği olarak insan ruhunu telkine açık yaratmıştır. Kişi doğduğu andan itibaren çevresinden aldığı telkinlerin etkisiyle hareket eder. Herşeyi yaratanın Allah olduğu ve insanın Allah'ın yaratışındaki üstün hikmetleri düşünüp kavramakla yükümlü olduğu hatırlatılmadığında, kişi tüm hayatını yüzeysel bir bakış açısıyla sürdürebilir. Bunun yerine çoğunluğa ayak uydurup onların batıl inançlarına gözü kapalı inanmasının yeterli olduğu kendisine sürekli empoze edildiği takdirde de, adeta etrafını bir pus kaplar. Herşeyi o pus tabakasıyla görür. Çocukluk yıllarından itibaren bu pusun dışına çıkmadığı için, net ve keskin bir bakış açısının farkını ve konforunu çoğu zaman aklına dahi getirmez. İşte insanın etrafını saran bu pusun adı "ülfet"tir. 'Ülfet', 'alışkanlık' anlamına gelir.

Allah dünyada herşeyi adetullaha yani belirli sebeplere bağlı yaratır. Bu insanın dünya hayatındaki imtihanının bir parçasıdır. Örneğin bir insanın dünyaya gelmesi için Allah belirli bir süreç var eder. Bir bebeğin oluşması için spermlerin anne rahminde yumurtayla birleşmesi gerekir. İlk hücre oluşur, o hücreler bölünmeye başlar. Belli bir zaman sonunda her bir hücre topluluğu adeta bilinçli bir şekilde kendi oluşturacağı organın özelliklerini kendi DNA'sında yazılı olan bilgi doğrultusunda şekillendirir. Böylece kimi hücre topluluğu gözü, kimi burnu, kimi beyni oluşturur ve bu sayede bir insan oluşur. İnsanın bir sperm ve yumurtanın birleşmesi sonucu anne rahmine düştüğü andan, doğum anı da dahil olmak üzere, doğumuna kadar geçirdiği sürecin her anı çok büyük bir mucizedir. Burada sadece kısaca özetleyerek ele aldığımız bu süreçte yaşanan her gelişme için ayrı bir kitap yazılabilir. Ancak insan bu her biri mucize olan yaratılış harikalıklarını düşünmek yerine, şeytanın da etkisiyle dikkatini boş, hatta dünyada ve ahirette kendisine fayda sağlamayacak konulara yöneltebilmektedir. Doğum olayında olduğu gibi, kainataki her bir detayın Allah'ın dilemesiyle ve Yüce Rabbimiz'in yalnızca "Ol!" demesiyle oluştuğunu unutup üzerinden geçebilmektedir.

    Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82)

    ... Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "Ol" der, o da hemen oluverir." (Al-i İmran Suresi, 47)

 Allah'ın her olayı belirli sebepler akışı içerisinde yaratması insan için çok büyük bir nimettir. Örneğin yandaki resimde görüldüğü gibi, insan çocukluktaki görüntüsünden bir andan yaşlılıktaki görüntüsüne dönüşseydi, insan böyle bir durumda heyecandan ne yapacağını şaşırabilirdi. Ancak Yüce Rabbimiz'in rahmetiyle her insan doğduktan sonra yıllar içerisinde gelişiyor, büyüyor, yürümeye başlıyor, dişi çıkıyor, konuşmaya başlıyor. Görünümü, sesi değişiyor, hemen her on yıllık dönemde fiziki görünümünde farklılıklar oluşuyor. Belli bir yaştan sonra ise yaşlanmaya başlıyor.

Ancak bu sebepler zinciri içerisinde makul görünen bu durum insanı yanıltmamalıdır. Olayların zamana yayılmış olması insanı ülfete sürüklememelidir. Allah annesinin karnından yeni çıkan bir bebeği o an şuurlu bir yetişkin gibi konuştursa, ya da kişinin boyunun uzaması için yıllar geçmesi gerekmese, Allah insanı yetişkinlikteki boyuna bir anda ulaştırsa, şüphesiz insan olaylardaki mucizevi yönleri çok açık görebilirdi. Tüm bunlar hiç alışmadığı olaylar olduğu için şiddetli heyecana kapılırdı. Böyle bir durumda ülfete yol açan 'zaman' ya da 'çok kere tekrarlanmışlık' kavramları olmadığı için insan Allah'ın üstün yaratma gücünü hemen kavrayabilirdi. Böyle bir durumda o kişiye hiçbir detayı anlatmaya ve olaylardaki mucizevi yönleri görmesi için ikna etmeye hiç gerek kalmayabilirdi.

Ancak Yüce Rabbimiz dünya hayatındaki imtihanın gereği olarak bu mucizeleri, insanların ancak düşünüp akıllarını kullandıkları ve vicdanlarını açtıklarında takdir edebilecekleri şekilde yaratmıştır. Bu, gerçekten samimi iman edenlerin, inkar edenlerden ayrılması ve ahiretteki sonsuz mükafata ancak vicdanlarını kullanan insanların ulaştırılması içindir. Zira iman eden, akıl ve şuur sahibi olan bir insan için gördüğü herşey, sebepler içerisinde yaratıldığında da Allah (cc)'ın mucizevi yaratışının örnekleridir.

O Allah ki, Yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Ülfet nasıl kırılır? -II-



Sadece teknik aletlerin varlığı bile insana Allah'ın varlığını düşündürmesi açısından son derece önemli bir vesiledir. Allah dünyanın bağlanılacak bir yer olmadığını anlaması; sürekli ahirete yönelme ihtiyacında olması ve daha başka pek çok hikmetle insanı aciz ve ihtiyaç içinde yaratmıştır. Ancak her bir acizlik de, aslında başlı başına bir mucizedir. Bu acizliklerle birlikte, insanların ihtiyaçları gideren, acizliklerine çözüm sunan malzemeleri yaratan da Allah'tır. İnsan bir bebeğin doğumuna şahit olduğunda, Allah'a iman etmese de bunun gerçekten mucizevi bir olay olduğunu düşünebilir. Ancak bir tırnak makası, iman etmediği için bu kişide aynı heyecanı oluşturmaz. Hergün banyosunda gördüğü, belli zaman aralıklarında kullandığı, hemen her eczanede satıldığına şahit olduğu, hatta zaman geçtikçe paslanıp eskidiği için çöpe attığı böylesine basit bir malzemeyi Allah'ın yarattığını düşünmeyebilir. Kuran'da insanların çevrelerindeki iman delillerini gördükleri halde kavramadıkları şöyle bildirilmiştir:

    "Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler." (Yusuf Suresi, 105)

 Halbuki tırnağı uzatan, tırnağın kesilmesi için gerekli aleti yaratan Allah'tır. Dünyada insanın tırnağı uzamıyor olsa, tırnak makasının ne olduğunu dahi bilmeyiz. Kimsenin de aklına böyle bir malzemeye ihtiyaç duyacağı gelmez. Ancak Allah tırnağı uzayacak şekilde var eder.

İnsanlarda tırnağı kesmek için bir alete gereksinim duyurtur. Sonra bir kişiye o gerekli aletin nasıl olacağını ve nasıl yapılacağını ilham eder.

Allah imtihanın bir gereği olarak sebeplerle yarattığı için bu aşamalar olur. Yoksa Allah'ın bu aşamalara ihtiyacı yoktur. Allah insanları, herşeyin Allah'tan olduğuna, Allah'ın herşeyi yaratan tek güç sahibi olduğuna iman ediyorlar mı, yoksa bebeği hücreler yapıyor, binayı mühendis yapıyor, domatesi tohum oluşturuyor şeklinde sığ düşünüp, sebeplere ilahlık verip (Allah'ı tenzih ederiz), ülfetle mi değerlendiriyorlar diye insanları dener. Allah zaten sonsuz ilmiyle herşeyi bilir. Kimin iman edeceğini, kimin iman etmeyeceğini hepsini bilir.

Tüm bunlar yanlızca insanların denenmesi içindir. Yüce Rabbimiz sonsuz rahmetini, kullarına olan şefkat, merhamet ve ilgisini insanın hayatının her detayında tecelli ettirmektedir. Rabbimiz'in yaratmasındaki bu güzellikleri görebilen müminler, Allah'ın izniyle ahirette tüm bu acizliklerden arındırılmış olarak yaratılacaklardır.


Ülfet nasıl kırılır? -III-


İnsan doğduğu andan itibaren sürekli tırnakları uzar, kesilir, tekrar uzar, tekrar kesilir. Ve ölene kadar da bu fiziksel olay devam eder. İnsan alıştığı için bunu makul karşılar. Halbuki "benim kaşım da uzuyor ama belli bir boyda duruyor, aslında tırnağımın sürekli uzaması için hiçbir sebep yok. 50 sene, 60 sene, 70 sene nasıl bitmez tükenmez şekilde vücudum böyle bir karar alıyor da tırnaklarım kestiğim halde sürekli uzuyor" diye düşünmez. Ya da tam tersine, insanın kaşı da saçı gibi sürekli uzayabilirdi ve sağlık açısından da, estetik açıdan da sürekli kısaltmak gerekebilirdi. Ancak böyle bir şey olmaz. Hatta dünya üzerindeki 7 milyara yakın insanın hemen hiçbirinde –özel hastalık durumları hariç- alışık olduğumuz sistemin dışında bir farklılık görülmez.

İnsan böyle derinlemesine düşündüğünde bunların hiçbirinin tesadüfen oluşabileceğini iddia edemez. Ülfetten kurtulup da dünyayı akılcı bir bakış açısıyla değerlendirdiğinde, Allah'ın varlığına iman etmesi için çevresinde milyarlarca delil olduğunu görür. Baktığımız her nokta, Allah'ın varlığının, yüceliğinin delilleriyle doludur. 

Bu konuda başka bir örnek vermek gerekirse, bebek doğduktan belli bir süre sonra diş çıkarmaya başlar. Bir süre sonra o diş sallanır ve düşer. Yerine kişinin bütün hayatı boyunca kullanacağı daha sağlam köklere sahip dişler çıkar. Ancak bu, sonrasında devam etmez. İnsan bir durup düşünse bunun ne kadar alışılmamış bir durum olduğunu hemen görebilir. Ancak ülfetin şiddetinden böyle bir şeyi hayatı boyunca hiç aklına dahi getirmez belki de.

Allah dilese dünya hayatında hiç acizlik yaratmayabilirdi. Ancak Allah dünyada bir tarafta 'acizlik ilmini', bir tarafta da acizliği ortadan kaldıracak 'çare ilmini' yaratmıştır. Örneğin hastalık bir acizliktir ve aynı zamanda başlı başına bir mucizedir. Çünkü Allah dilediği takdirde, insan hiç hasta olmayabilir. İnsan hastalıktan önce nasıl sağlıklıysa, Allah dileyecek olsa, insanın bu durumunu ölene kadar devam ettirir. Ancak Allah'ın adetullahındaki hikmetler sebebiyle insanın yaşamı bu şekilde gelişmez. Yeryüzünde yüzlerce hastalık çeşidi vardır. İnsanın beyni bu konuda da ülfete açıktır. "Her insan hasta cocukzaten hastalanır", gibi bir telkinle düşünen insanlar, hastalıkla birlikte karşılaştıkları acizliklerin yaratılmasındaki hikmetleri gereği gibi farkedemezler. Bunu farkedemeyen bir insan, Allah'ın, acizliğin karşılığında yarattığı çarelerin harikalığını da idrak edemez. Çünkü insanın karşılaştığı hastalıklar bir mucizedir, ama o hastalıkların iyileşmesine vesile olan ilaçlar çok daha büyük birer mucizedir. Küçücük bir hapın insanı iyileştirebileceğine inanmak, toplumdaki düşünmemeden kaynaklanan yaygın telkinin bir sonucudur. Tabii ki insanların yeniden sağlıklarına kavuşabilmeleri için Allah ilacı vesile eder. Ancak insanı hasta yatağından ayağa kaldıran küçük bir ilaç değildir. İnsana hastalığı veren de, iyileştiren de Allah'tır. Şifayı verenin Allah olduğunu unutup, ilaçlardan medet ummak, ülfetten kaynaklanır. Doğduğu andan itibaren, ne zaman bir yeri ağrısa, bir sıkıntısı olsa hemen "bir ilaç alırım, hemen geçer" telkiniyle hareket eden bir insan, "bu minicik ilaç nasıl olur da 60-70 kiloluk bir insan bedenini yatağa düşüren bir hastalığı iyileştirebilir" diye düşünmez. Dolayısıyla da her an her saniye yaşadığı, açıkça gördüğü iman delillerini, Allah'ın mucizelerini farkedemeyecek bir şuur kapanıklığı içinde yaşar.

"Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; bana yediren ve içiren O'dur; hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur." (Şuara Suresi, 78-80)

 Hiç şüphesiz ki ülfetten kaynaklanan bu durum, kimi insanların iman etmelerinin, kimi insanların da imanda derinleşmelerinin önündeki ciddi bir engeldir. Ülfetten kurtulmak Allah'ın izniyle şuur açıklığına vesile olur. Şuuru açık, sağlıklı düşünebilen bir insan ise, olayları hikmetleriyle düşünebilecek bir akla sahip olur. Böyle bir insan her nereye baksa, Allah'ın yaratmasındaki güzellikleri, detayları, mucizevi yönleri görür ve bunlardan hem çok zevk alır hem de imani bir derinlik kazanır. Ülfeti kırabilmenin önemli bir yolu, insanın materyalist zihniyetin yıllar yılı evde, sokakta, gazetelerde, televizyonlarda kendisine aşıladığı sebeplere bağlı düşünme telkinini bir kenara bırakmasıdır. Herşeyi, sanki dünyada o an yaratılmış da herşeyi ilk o an tanıyormuş ve görüyormuş gibi açık bir şuurla değerlendirmesidir. Böyle bir insan karşılaştığı hiçbir detayı alışkanlık gözüyle değerlendirmeyecek ve herşeyden derin bir heyecan duyacaktır. Kuran'da müminlerin dünya hayatında kendileri için yaratılan her bir detay üzerinde derinlemesine düşündükleri ve bu şekilde Allah'ın büyüklüğünü, sonsuz güzellikteki yaratma sanatını, kulları üzerindeki sonsuz rahmet ve şefkatini çok daha iyi kavradıkları bildirilmektedir:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)


20 Ocak 2016 Çarşamba

Allah'ın kadrini hakkıyla takdir etmek nasıl olur?




İnsan her gün uyandığı andan itibaren Allah'ın kendisine verdiği nimetlerle karşılaşır. Nefes alabilir, görebilir, duyabilir, düşünebilir, kalbi atar, hücreleri yenilenir. Acıkır yemek yer ve lezzet alır, güç bulur. Susar, susuzluğunu giderebilir. Konuşabilir.Bunlar Allah'ın insan için yarattığı nimetlerden sadece bir kaç tanesidir. Nimetlerin farkında olan insan için asıl önemli olan Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edebilmektir. Çünkü Allah şanı çok yüce olandır, herşeyin sahibidir, yaratıcısıdır. Allah'ı üstün sıfatlarıyla düşünerek, tanımaya çalışmak gerekir. Allah ayetlerde şanının yüceliğini bize şöyle bildirmektedir: 

Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucundadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. (Zümer Suresi, 67)

Kainatta; insanın kendi yaratılışından kıyametin meydana geliş aşamalarına, göklerin yaratılmasından denizlerin ve dağların varlığına kadar her olayda bir ihtişam ve sınırsız bir güç vardır. Ve bu güç yalnızca üstün akıl sahibi olan Allah'a aittir. Allah insanlara kitaplar indirmiştir ve peygamberler göndermiştir. Kendisini hem yarattığı canlılarda sergilediği benzersiz sanatıyla ve ilmiyle, hem de kitapları ve peygamberleri vasıtasıyla bize tanıtmaktadır. İnsana düşen ise Allah'ın yüceliğini, büyüklüğünü gereği gibi takdir edebilmek için olabildiğince derin düşünmektir. 

YARATILIŞ AMACIMIZ NEDİR?

Yaratılış amacımızı Allah bizlere Kuran'da şöyle bildirir:

...insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)

Bu ayetle bize haber verildiği gibi, insanın yeryüzünde bulunuş amacı yalnızca Allah'a kulluk etmek, O'na ibadet etmek, O'nun rızasını kazanmaktır. İnsan dünyada bulunduğu süre boyunca bu konuda denenir.Allah dünyada Kendisi'ne iman edenlerle, etmeyenleri birbirinden ayırmak ve iman edenlerden de hangisinin daha güzel davranışlarda bulunacağını belirlemek için insanları dener. Bu yüzden bir insanın "ben iman ettim" demesi yeterli değildir. İnsan yaşadığı süre boyunca, Allah'a olan imanı ve bağlılığı, dindeki kararlılığı kısaca Allah'a kulluktaki sabrı ile özel olarak yaratılan şart ve ortamlarla denenir. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirir: 

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)

Allah'a kulluk etmek ise insanın tüm yaşamını Allah'ın hoşnutluğunu, rızasını kazanmak amacıyla sürdürmesidir. Yaptığı her işi Allah'ın razı olacağı en güzel şekilde yerine getirmeye çalışması, yalnızca Allah'tan korkup sakınması ve tüm düşüncelerini, sözlerini, fiillerini bu amaç doğrultusunda yapmasıdır. 

"KESİN BİLGİYLE İMAN" NE DEMEKTİR?

Bir insan elini ateşe uzattığında yanacağını bilir, bundan hiçbir şüphesi yoktur. "Acaba gerçekten yanar mı?" gibi bir düşünceye kapılmaz. Bu kişi ateşin elini yakacağına kesin bir bilgiyle inanıyor demektir. Kuran ayetlerinde ise "kesin bir bilgiyle iman"dan şu şekilde bahsedilir:

Bu (Kur'an), insanlar için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir. (Casiye Suresi, 20)

Kesin bilgiyle iman, yukarıdaki ateş örneğinde olduğu gibi kesin bir eminlikle, hiçbir şüphe duymadan, o an etrafında gördüğü, konuştuğu şeyler kadar gerçek olduğuna emin olarak Allah'ın varlığına, tekliğine, kıyamet gününe, cennetin ve cehennemin varlığına iman etmek demektir. Kesin bilgiye dayanan bir iman, kişinin her hareketini, hayatının her anını sadece Allah'ı hoşnut edecek şekilde geçirecek bir vicdana yöneltir.Allah kendisinden korkan insanın vicdanına her zaman mutlaka en doğru olanı ilham eder. Ayrıca unutmamak gerekir ki, genellikle insanın kalbinde ilk duyduğu ses doğruyu yanlıştan ayırt etmesini sağlayan vicdanının sesidir ve Allah'ın hoşnut olacağı tavır ilk duyulan sesin söylediğidir. İşte Allah'tan korkan insanlar da, vicdanlarının sesini dinleyerek doğruyu bulurlar. 

BİR ŞEYİ "PUT EDİNMEK" NE DEMEKTİR?

"Put edinmek" halk arasında yalnızca birtakım heykellere tapınmak anlamıyla bilinir. Oysa bu kavramın çok daha geniş bir anlamı vardır ve yalnızca geçmiş dönemlere ait değildir. Bir şeyi kendisine put edinen insanın mutlaka put edindiği şey için "bu bir ilahtır, ben buna tapıyorum" demesi veya o varlığın önünde secde etmesi gerekmez. Put edinmenin temelinde kişinin, bir şeyi veya bir kimseyi Allah'a tercih etmesi yatar. Buna örnek olarak da, bir kimsenin hoşnutluğunu Allah'ın hoşnutluğuna tercih etmeyi, bir kimseden Allah'tan korkar gibi korkmayı ya da onu Allah'ı sever gibi sevmeyi verebiliriz. Kuran'da Allah, insanların Kendisine ortak koştukları putların onlara bir yarar sağlayamayacağını şöyle bildirir:

Siz yalnızca Allah'tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. (Ankebut Suresi, 17)

Bundan kurtulup sadece Allah'a yönelen insanın yaşadığı köklü değişim ise, öncelikle kalbinde meydana gelir. Eskiden kendi istek ve tutkularına, birtakım fikir ve cahiliye kurallarına göre sürdürdüğü yaşamını artık sadece Allah'ın rızasına ve hoşnutluğuna göre sürdürür.

ALLAH'IN RIZASININ EN FAZLASINI SEÇMEK NE DEMEKTİR?

Bulunduğunuz yer dev bir sel felaketiyle karşı karşıya kalınca ne yaparsınız? En üst kata çıkarak kurtulmayı mı beklersiniz yoksa sular yükseldikçe katları birer birer mi çıkarsınız? En üst kata çıkarken merdivenleri mi kullanırsınız, yoksa asansörü mü? Böyle bir anda kişiyi kurtaracak alternatiflerden en süratli sonuca ulaştıracak olanı tercih etmek hiç kuşkusuz ki en akılcı tavırdır. Bunun aksi bir alternatif düşünülemez. Kişi asansörü kullanarak ve en üst kata çıkarak bu işte en fazla yapabileceğini yapmış demektir. İşte bu, "en fazlasını seçmek"tir. Mümin de elindeki her türlü maddi ve manevi imkanını, yaşamının her saatini hatta her saniyesini Allah'ın rızasına uygun bir şekilde değerlendirir. Bunu yaparken karşısına çıkan alternatifler arasında bir seçim yapmak durumunda kalırsa, akıl ve vicdan kullanarak hareket eder yani Allah'ın hoşnut olacağı şekilde davranır. Bu şekilde Allah'ın rızasının en fazlasına uygun hareket etmiş olur. Allah'ın rızasını gözeterek bir iş yapmak, Allah'ın rızasının en fazlasına uygun davranmaktır. Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise; biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız. (Kehf Suresi, 30)

HER İNSAN DİNİ YAŞAMAKLA SORUMLU MUDUR?

Allah'ın varlığını kavrayabilecek bir şuur açıklığına ulaştığı andan itibaren her insan, Allah'ın emirlerini yerine getirmekle sorumludur. Fakir olması, sakat olması, hasta olması, çok zengin ve çok ünlü olması ya da çok yüksek bir mevki sahibi olması bir insanın dini yaşamasına engel değildir. Çünkü bunların hiçbiri, insanların Allah'a kulluk etmeleri için yaratıldıkları gerçeğini değiştirmez. Kuran'da sadece fiziksel olarak özürlü olan kişilerin dinin bazı hükümlerinden sorumlu olmadığı bildirilmiştir. Ancak insanın sadece diliyle Müslüman olduğunu söylemesi yeterli değildir. Çünkü iman etmek, dil ile tasdik etmenin yanında Allah'ın dinini fiili olarak yaşamak ve yaşatmakla mümkün olur. Allah Kuran'da iman eden insanları bize şu özellikleriyle tarif etmiştir: Din ahlakının yaşanması için çaba gösteren, gerektiğinde dinin menfaati için kendi çıkarlarından özveride bulunabilen, nefsinin bencil tutkularını yenebilen, başkalarının hatalarını bağışlayabilen, öfkesini tutup itidalli davranabilen, ihtiyaç içinde olsa bile başkaları için fedakarlıkta bulunabilen, malını Allah yolunda harcayan, Allah'ı çok anan, adaletli ve bunun gibi daha pek çok konuda çaba harcayan kimseler... Bunların hiçbiri sözle yerine getirilebilecek fiiller değildir. Elbette ki "ben Müslümanım" demek belki iman etmenin ilk aşamasıdır, ancak gerçek iman Allah'ın hükümlerini tümüyle yaşamakla mümkün olur. 

ADAMLIK DİNİ NEDİR?

Dünya üzerinde ideolojisi, felsefesi, dünya görüşü ne olursa olsun, hak dinden uzaklaşmış tüm insanların tabi oldukları ortak bir "din" vardır. Hak dinin yaşanmadığı toplumların tümünde yaşanan, bu dindir. Söz konusu toplumlardaki insanlar dünyaya geldikleri andan itibaren çevrelerinden aldıkları uzun telkinlerin sonucunda, bu dinin sunduğu değer yargılarını, ahlak kurallarını, düşünce şekillerini benimserler. İşte bu dinin ismi "adamlık dini"dir. Adamlık dinini yaşayan insanların en temel özelliği Allah'ın rızasını değil, içinde yaşadıkları toplumun rızasını hedef edinmeleri ve yaşamlarını bu hedef doğrultusunda yönlendirmeleridir. Adamlık dinini yaşayan toplumların kişilerden en önemli beklentisi "adam olmak"tır. 

"Adam olmak" tabiriyle kastedilen ise, toplum tarafından genel kabul görmüş bir ahlaka, kültüre, tavra ve adaba sahip olmak, makbul olarak tanıtılan belli kalıpları üzerinde taşımaktır. (Bu konu ile ilgili bkz. Harun Yahya, Adamlık Dini, İstanbul: Vural Yayıncılık, Mayıs 1997)

Allah'ı inkar temeli üzerine kurulmuş bu sistemden kurtulmanın yolu öncelikle yalnızca Allah'ın rızasını aramak, O'nun Kuran'da sunduğu ahlakı ve yaşam tarzını eksiksiz olarak hayata geçirmeye çalışmaktır. Tüm yaşantısını Kuran ayetleri doğrultusunda düzenleyen insan, doğal olarak cahiliye toplumunun sunduğu kötü ahlaktan ve çirkin tavırlardan da uzaklaşır.

KADER NEDİR?

Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları "tek bir an" olarak bilmesidir. İnsanların önemli bir bölümü, Allah'ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiğini sorarlar ve kaderin gerçekliğini anlayamazlar. Oysa "yaşanmamış olaylar" bizim için yaşanmamış olaylardır. Allah ise zamana ve mekana bağımlı değildir, zaten bunları yaratan Kendisi'dir. Allah katında zaman diye bir kavram yoktur. Bu nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup bitmiştir.

Toplumda yaygın olan çarpık kader anlayışına göre Allah'ın belirlediği kaderi insanların değiştirebileceği düşünülür. Örneğin ölümden dönen bir hasta için "kaderini yendi" gibi cahilce ifadeler kullanılır. Oysa kimse kaderini değiştiremez. Ölümden dönen kişi, kaderinde ölümden dönmesi yazılı olduğu için ölmemiştir. "Kaderimi yendim" diyerek kendilerini aldatanların bu cümleyi söylemeleri ve o psikolojiye girmeleri de yine kaderlerindedir.

Kader Allah'ın ilmidir. Tüm zamanı aynı anda bilen ve tüm zamana ve mekana hakim olan Allah için, herşey kaderde yazılmış ve bitmiştir. Allah için zamanın tek olduğunu Kuran'da kullanılan üsluptan da anlarız. Bizim için ölümümüzden sonra yaşanacak bazı olaylar, Kuran'da çoktan olup bitmiş olaylar olarak anlatılır. Allah tüm olayları zamansızlıkta dilemiş, insanlar bunları yapmış, tüm bu olaylar yaşanmış ve sonuçlanmıştır. 

ŞEYTAN NASIL BİR VARLIKTIR?

Şeytan Allah'ın yarattığı cinlerden biridir. Allah ilk insan olan Hz. Adem'i yarattıktan sonra tüm meleklere Adem'e secde etmelerini emretmiştir. İçlerinden sadece şeytan Allah'ın emrine, büyüklendiği için, itaat etmemiş ve şöyle demiştir: 

Dedi ki: Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana baş kaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. (Hicr Suresi, 39)

R0115Allah'ın huzurundan kovulan şeytan, tüm insanları Allah'ın yolundan alıkoymak ve onların tamamını saptırmak için Allah'tan kıyamete kadar süre istemiştir. Şeytan kendisine tanınan bu süre içerisinde insanları Allah yolundan şaşırtıp saptırmaya çalışacak ve bunun için her yolu deneyecektir. Bu nedenle şeytan, her insanın ahireti için en önemli tehlikedir ve her insanın en büyük düşmanıdır. 

Allah Kuran'da, "'Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir. (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar) (Nas Suresi, 4-5) ayetiyle şeytanın kalplere gizlice vesvese verdiğinden söz etmektedir. Bu, şeytanın en sinsi yöntemidir. Çoğu insan zihnindeki düşüncelerin şeytandan olduğunu anlayamaz. Bunların hepsini kendi düşünceleri zanneder. Örneğin dini yeni öğrenen bir kişi şeytanın önemli bir hedefidir. Bu kişiye dini zormuş gibi gösterebilir. Veya kendi yaptıklarının zaten yeterli olduğunu daha fazlasını yapmasına gerek olmadığını söyleyebilir. Bu kişi ise bunların doğru olduğu yanılgısına kapılabilir. Veya şeytan insanlara korku, endişe, gerilim, huzursuzluk gibi olumsuz hisler verir, onların gücünü azaltır. İyilik ve hayır yapmalarını, sağlıklı düşünmelerini engellemeye çalışır.Bu arada unutmamak gerekir ki, dünyadaki tüm kötülüklerin, savaşların, katliamların, ahlaksızlıkların kökeninde şeytanın insanlar üzerindeki etkisi vardır.

ALLAH'A NASIL TEVBE EDİLİR? "TEVBE ETTİM" DEMEK YETERLİ MİDİR?

İnsanın işlediği günahlarından veya hatalarından dolayı samimi olarak Allah'a tevbe ettiğini söylemesi, Allah'tan bağışlanma dilemesi ve bir daha tekrarlamamaya niyet etmesi yeterlidir. Allah şöyle bildirir:

Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 39)

Allah samimi olarak yapılan ve insanın samimi olarak hatasını tekrarlamamaya niyet ettiği, tevbesinin ardından tavrını düzelttiği her tevbeyi kabul eder. Günahın büyük veya küçük olması gibi bir ayrım söz konusu olmaz. Önemli olan kesin olarak o tavrı düzeltmeye karar vermektir. Allah'ın tevbe ile ilgili hükmü şöyledir:

Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (Nisa Suresi, 17)

"Nasıl olsa tevbe ettiğimde Allah beni affedeceğine göre, herşeyi yapar sonra da tevbe ederim" demek ise birçok insanın yanılgıya düştüğü son derece samimiyetsiz bir düşüncedir. Allah tüm kalpleri, kalplerdeki gizlinin gizlisini bilir. "Nasıl olsa Allah beni bağışlar" diyerek günaha girenler ahirette her yaptıklarından dolayı sorgulanacaklar ve bir karşılık göreceklerdir.


Güzel Ahlak Zorluk İçindeyken Anlaşılır



Peygamberlerin zorlu koşullar karşısındaki tutumları nasıldır?

İnsanların güzel ahlaklı olmaları için niçin zorluk yaşamaları gerekir?

Yüce Allah kullarını aklın ihtiyarını almayacak şekilde imtihan eder. Bu imtihanda mutlaka zorluk olması gerekir. Konfor içinde olunursa imtihan olmaz. Çünkü insanlar konfor içinde yaşarken gerçek ahlaklarını gösteremezler. Yaşadıkları da imtihan değil keyif içinde yaşamak olur. İmtihan olmak için mutlaka zorluk gerekir, çünkü Allah’a derin aşkla olan bağlılık ancak zorluk anlarında belli olur. Örneğin peygamberlerimiz hapse atılmışlar, (peygamberlerimizi tenzih ederiz) delilik iftirasına maruz kalmışlar, fakat onlar herşeye rağmen yiğitçe, kararlılıkla din ahlakını tebliğ etmeye devam etmişlerdir. Bu nedenle hiçbir Müslümana, umutsuz ifadeler kullanmak ya da bahaneler öne sürmek yakışmaz. Kuran’da bildirilen ve peygamberlerimizin zorluklar karşısındaki sabırlarını ve güzel ahlaklarını örnek veren pek çok kıssa vardır. Allah ayetlerinde Müslümanların da bu güzel ahlaka sahip olmalarını öğütler.

Allah Peygamberleri Çok Zorlu Şartlarla İmtihan Etmiştir

Bazı insanlar, “zorluklar sadece bize geliyor, biz hastalanıyor, sıkıntılarla karşılaşıyoruz ama peygamberler daha kolay şartlarda imtihan oluyorlardı” gibi yanlış düşüncelere kapılabilirlerdi. Ancak Rabbimiz peygamberlerin çoğunun hayatında çeşitli zorluklar yaratmış, hatta onların şehitliğine imkan vererek, en zorlu koşullarla imtihan edildiklerini fakat bu zorlu koşulların onların Allah’a olan yakinlerini artırdığını göstermiş, onların sahip oldukları güzel ahlakın tüm Müslümanlara örnek olmasını istemiştir. 

Mübarek peygamberlerimizin tüm Müslümanların sahip olması gereken bu güzel tavırlarına bazı örnekler şunlardır:

Hz. Yunus (a.s.), balığın karnında bulunduğu o zorlu süre boyunca Allah’a yönelmiş ve ayette bildirildiği üzere  “...içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.”Kalem Suresi, 48) Bu zorlu imtihan ortamında Allah’a kalpten yönelen Hz. Yunus (a.s.), Rabbimiz’in rahmeti ve şefkati ile balığın karnından kurtulmuş ve bir topluluğa peygamber olarak gönderilmişti. Hz. Yunus (a.s.)’ın bu zorlu imtihanı, Kuran’da şu şekilde anlatılır:

“Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı. Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı, Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı. Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık. Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik. Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik. Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Saffat Suresi, 139-148)

Hz. Eyüb (a.s.), kendisini saran şiddetli zorluk ve sıkıntılara rağmen o hali ile peygamberlik görevini şerefli şekilde sürdürmeye devam etmiştir. İçinde bulunduğu her türlü ağır şarta karşın, daima sabır göstermiş ve Allah’a olan tevekküllü tavrını devam ettirerek müminlere örnek olmuştur. Bu kutlu peygamberimizin içli duası bir ayette şöyle bildirilmiştir: 

“Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” (Enbiya Suresi, 83) 

 



Hz. Yahya (a.s.) da büyük zorluklarla karşılaşmış, dönemin zorlu inkarcıları tarafından hapsedilmiş, çok zor anlarda bile namazlarını, ibadetlerini kesintisiz devam ettirmiştir. Başı kesilerek şehit edilirken de Allah’ı anmaş ve bu zorlu imtihanı Allah’ın yarattığını bilerek Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olmuştur.

Hz. Zekeriya (a.s) dönemin baskıcı ve zorba kişilerinden kaçarak ağaç kovuğunun içine gizlenmiş, bu kişiler Hz. Zekeriya (a.s)’ı saklandığı ağaç kovuğunda bulduklarında ağacı biçerek bu mübarek peygamberi şehit etmişlerdir. Hz. Zekeriya (a.s.) testerenin sesini duymuş, fakat bu onun Allah’a olan bağlılığını arttırmış ve “Baki olan Allah’tır” sözlerini tekrarlayarak şehit olmuştur. 

Hz. İsa (a.s.) da  münafıkların tuzaklarına karşı mücadele ederken aynı zamanda Roma yönetiminin ve askerlerinin baskısına maruz kalmış, hatta Hz. İsa (a.s)’ı şehit etmek üzere askerler evine gelmiş fakat Hz. İsa (a.s.) Allah’a olan teslimiyetini asla kaybetmemiştir. Allah, Hz. İsa (a.s)’ın bu teslimiyetine büyük bir mucize ile karşılık vermiş ve onu Kendi Katına yükseltmiştir. Hz. İsa (a.s.)’ı ihbar eden Yahuda İskaryot’u ise Allah Hz. İsa (a.s.)’a benzetmiş ve Yahuda İskaryot’un tüm karşı çıkmalarına rağmen Romalı askerler onu Hz. İsa (a.s.) zannederek çarmıha germişlerdir. Yahuda İskaryot Hz. İsa (a.s.)’a kurduğu düzenin Allah tarafından bozulması ile çarmıhta can çekişerek feci şekilde ölmüştür. Ayette bu gerçek şöyle haber verilir: 

“Ve: “Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)

İnsanların Çok Güzel Ahlaklı Olması İçin Dünyada Zorluklar ve  Çile ile Eğitilmeleri Gerekir

Rabbimiz, “Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Bakara Suresi, 155) ayetiyle dünya hayatında insanların nimetlerle olduğu kadar, sıkıntı ve zorluk ortamlarıyla da karşılaşabileceklerini bildirmiştir.

Bir ayette Allah bu durumun bir hikmetini, “Andolsun, Biz sizden cehd edenlerle (çaba harcayanlarla) sabredenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız).”(Muhammed Suresi, 31) sözleriyle açıklamıştır.

Allah Kuran’da ayrıca, “İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebut Suresi, 2-3) şeklinde buyurmuştur.

Zorluk ortamları, kişilerin içlerinde yaşadıkları asıl karakterlerinin ortaya çıkmasına vesile olur.Bir insanın cesur mu yoksa korkak mı, cömert mi yoksa cimri mi olduğu; insaniyetli, vicdanlı, merhametli mi yoksa düşüncesiz ve bencil bir ahlaka mı sahip olduğu hep zor şartlar altında ortaya çıkar. Tüm hayatını, sahip olduğu herşeyi Allah’a adamış, Rabbimiz’in rızasını kazanabilmek için her türlü fedakarlığı göze almış bir insanın ahlakındaki üstünlük de yine bu şekilde anlaşılır. Her ne zorluk ya da sıkıntıyla karşılaşırsa karşılaşsın, imanın verdiği şevk, azim ve iradeyle büyük bir sabır gösterir. En zor şartlarda bile elinden gelenin, güç yetirebildiğinin en fazlasını yapmaya, içerisinde bulunduğu zor koşullara rağmen başkalarına yardım etmeye çalışır. Allah‘ın bu tür şartları insanları denemek için özel olarak yarattığını, insanın refah içerisindeyken olduğu kadar zorluk içerisindeyken de güzel bir ahlak göstermekle yükümlü olduğunu bilir. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmiştir:

“İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebut Suresi, 2-3)

Allah Her Zorlukla Beraber Bir Kolaylık Yaratmıştır

Allah’ın inananlara bir deneme olarak verdiği çeşitli sıkıntı ve zorluklar karşısında müminler hep üstün ahlak gösterirler. Bu sırada içlerinde şevk, huzur, sevgi ve saygı hazzı yaşarlar. Fakat burada özellikle vurgulanması gereken bir nokta tüm zorlukların yanında Allah’ın iman eden kullarına çok büyük güzellikler ve kolaylıklar verdiğidir. Allah pek çok ayetinde salih müminlerin işlerinde büyük kolaylıklar kıldığını bildirir:

“Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.” (İnşirah Suresi, 5-6)

“… Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara Suresi, 185)

“… Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız.” (Ala Suresi, 8)

“… Kim Allah’tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. Bu, Allah’ın size indirdiği emridir. Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, Allah, kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür.” (Talak Suresi, 4-5)

“… Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir.” (Talak Suresi, 7)

Zorluk Anlarında Gösterdikleri Sabır ve Şevk Müminlerin İhlaslı Ahlaklarının Bir Tecellisidir

Bir müminin en önemli özelliklerinden biri,  her işini Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için yapması yani ihlas sahibi olmasıdır. İhlas sahibi bir mümin, yaptığı her hareketin hesabını ahirette vereceğini bilerek, Rabbimiz’i en fazla hoşnut edeceği umulan tavrı gösterir. Dolayısıyla daima sabırlı ve tevekküllüdür. Sabrının ve tevekkülünün sırrı ise, “Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık.” (Kamer Suresi, 49) ayetinde de bildirildiği gibi, her olayı Yüce Allah’ın kaderle yarattığını bilmesidir. Bu nedenle, zorluklar salih bir müminin sabrını ve tevekkülünü pekiştirir, bu özelliklerinin derece derece artmasına vesile olur.

Hiç kimse bir an sonra ne olacağını bilemez. Bunun ilmi sadece Rabbimiz’e aittir. Ancak Yüce Allah Kuran’da birçok ayeti ile her işlerinde Allah’a yönelen müminlerin sonunun hayır olacağını bildirmektedir. Bu nedenle zorluk zamanlarında neşe ve şevkle sabredip tevekkül eden bir müminin sabrettiği her saat, her dakika, hatta her saniye ahirette sonsuz nimetlerle donatılmış cennetle karşılık bulmasını sağlayabilir.  Soğuk, açlık, hastalık, hepsi sona erecek olan, süresi Rabbimiz Katında belirli, sadece dünyaya ait zorluk ve sıkıntılardır. Yüce Allah, imtihan olarak verdiği zorluklara sabretmenin karşılığında inanan kullarına cenneti müjdelemiştir:

“Sizin yanınızda olan tükenir, Allah’ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz.” (Nahl Suresi, 96)

İnsanların Rızasını Arama Yanılgısı


Din ahlakına göre değil, kendi koydukları birtakım kurallara göre yaşayan insanların, daimi mutluluk ve huzuru yaşamaları neden mümkün değildir? Yalnızca insanların rızasını gözeten bu kişiler, mutsuzluk ve huzursuzluklarının asıl kaynağının "Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu aramamaları" olduğunu niçin kavrayamazlar? İnsanların rızasını gözetmelerine ve bunun için ciddi bir çaba sarf etmelerine rağmen diğer insanları neden asla hoşnut edemezler? İnsan merhamete, şefkate, sevgiye, hoşgörüye, anlayışa ve yardıma muhtaç olarak yaratılmıştır. Bu istediklerini de yalnızca Allah’ın Zatında ve O’nun tecellilerinde bulabilir. Beklentilerini, isteklerini ve ihtiyaçlarını tek yerine getirebilecek olan yalnızca Yüce Allah’tır. Ancak bazı insanlar, Allah’ın rahmetini kendilerine ulaştırmak için vesile kıldığı insanları, Allah’tan bağımsız varlıklar olarak değerlendirip, istediklerine ve ihtiyaçlarına ulaşabilmek için onlara yönelir ve büyük bir yanılgıya düşerek onların hoşnutluğunu ararlar. Peki, bu kişileri ahirette büyük hüsrana uğratacak bu yanılgının dünyada getirdiği kayıp nedir?

İnsanların Rızasını Amaçlayanların Yaşadıkları Manevi Sıkıntı

Kendisi gibi aciz birer varlık olan diğer insanların rızasını arayan bir kişinin bu yanılgısının en büyük nedenlerinden biri, ihtiyaç duyduğu ve istediği maddi-manevi her şeyin karşılığını diğer insanlarda bulacağını zannetmesidir. Ancak bu mantık, kişinin büyük sıkıntı yaşamasına neden olur. Çünkü;

Kişinin ihtiyaçları ve istekleri devam ettiği sürece hoşnutluğunu kazanması gereken kişilerin sayısı artacaktır.

Okulda, işte, evde, arkadaşları arasında kısacası bulunduğu her ortamda, çoğu zaman din ahlakına uygun olmayan, şefkat, adalet ve samimiyetten uzak birtakım kurallara göre davranması veya çoğunluğa uyması gerekecektir. Bu nedenle bu yanılgıdaki bir kişinin bütün ömrü, diğer insanların rızasını kaybetmemek için çoğunluğa uymaya çalışarak sıkıntı içinde geçecektir.

Bu kişi, dostluklarını ve arkadaşlıklarını devam ettirebilmek için onların kendisinden hoşnut olacakları “dedikodu yapmak”, “sevmese de seviyormuş gibi görünmek”, “gerçekleri yansıtmayan övgülerde bulunmak” gibi yanlış davranışları benimsemek zorunda kalacaktır.

Kişiliğinden, beklentilerinden taviz vermesi gerekse bile bunu yapacaktır. Sonuç olarak da bu davranışlarda bulunduğu ve sürekli kendisini farklı göstermeye çalıştığı için ruhen ve bedenen kendisini yıpratacaktır.

Bu yanılgılara kapılmış olan kişi, tüm gününü hatta tüm hayatını da bu şekilde geçirse bile ne kendini ne de diğer insanları mutlu ve hoşnut etmesi mümkün olur. Çünkü; insanların beklentileri sınırsız, arzuları sonsuzdur. Kendisinden medet umulan insan ise son derece aciz ve aynı şekilde yardıma muhtaç bir haldedir. Kendisinden beklenene ve istenene Allah’ın dilemesi dışında güç yetiremez, dolayısıyla da aynı anda birçok kişiyi hoşnut edemez.

Allah’ın Rızasına Uymayanların Dünyadaki Durumu

Zamanla insanlar, rızasını aradıkları kişilerin buna layık olmadığını ve beklentilerine bu şekilde ulaşamayacaklarını anlarlar. Kuran ahlakına uygun yaşamayan toplumlarda sıkça duyulan “Seni bir türlü mutlu edemiyorum.”, “Gençliğimi size harcadım.”, “Ama değmezmiş!” ,”Benim kıymetimi bilmiyorsunuz!”, ”Emeğimin karşılığı bu mu olacaktı?” ifadeleri bunun açık bir göstergesidir.

Toplumların içindeki kargaşaların, kavgaların, cinayetlerin, savaşların nedeni de aslında bu yanlış mantıktır. Çünkü bu anlayışa sahip insanlar sürekli olarak istediklerinin yapılmasını ve hoşnut edilmeyi beklerler. Ancak bu arzuları gerçekleşmediği zaman ortaya mutsuzluk ve huzursuzlukla dolu, kin, öfke, şiddet ve gözyaşının hakim olduğu toplumlar çıkmaktadır.

İnsan, Fıtratına En Uygun Hayatı Allah’ın Rızasına Uymakla Bulur

İnsanın yaratılışını, ihtiyaçlarını ve fıtratına en uygun olanı bilen, yalnızca Yaratıcımız olan Allah’tır. Yüce Allah’ın emirlerinin tümü, insanın fıtratına en uygun hayatı yaşamasına, ömrü boyunca mutluluk ve huzur içinde olmasına birer vesiledir. Manevi huzurundan, sağlığına, maddi durumundan temizliğine kadar her konu; korku ve endişelerinin çözümü, en güzel tavır ve davranış örnekleri Kuran’da en ince ayrıntısına kadar insana bildirilmiştir. Kuran’ın tümünde, hikmetli anlatım tarzıyla insana haber verilen bu bilgileri bilmek ve bunlara uymak, insana güzel bir hayat tarzının yanında Yaratıcımız olan Allah'ın hoşnutluğunu da kazandırmaktadır. Dolayısıyla Rabbimizin hoşnutluğunu arayan insan, aslında kendisi için de en güzel ve yaratılışına en uygun yaşam şeklini bulmuş olur. Yalnızca Allah’ın rızasını aramanın verdiği huzur ise insanın ruh haline ve davranışlarına hemen yansır.

Allah’ın Rızasına Uymak Her İşi Kolaylaştırır

Allah rızasına uymak, ancak Kuran ahlakına uygun bir hayat yaşamakla mümkündür. Kuran insanın yaratılışına en uygun hayat şeklini içeren bir rehberdir. Bu da kullanım kılavuzuna göre bir elektronik aleti kurmaya çalışmak gibi hatta kıyas kabul etmeyecek şekilde insanın hayatını kolaylaştırır. Nasıl bir cihazın her parçasını kullanım kılavuzundaki yerine bakarak yerleştirmek ve çalıştırmak işi hızlandırıyor ve doğruluğundan şüphe duyulmadan sonuca kolayca ulaştırıyorsa; dünya hayatı da Kuran’da bildirilen hükümlere göre yaşandığında son derece onurlu, zevkli, şerefli, huzur, mutluluk ve sevinç dolu olur. Bu, ahirette de kişinin Rabbimiz’in sonsuz rahmetine kavuşmasına vesile olur.

Kuran ahlakına göre yaşadığı sürece insan her yeni güne; karşısına çıkacak olayların Kuran’da bildirilen karşılıklarını bulmanın, ayetlerin tecellilerini görmenin ve kendisinden istenilen davranışı aramanın heyecanı ve Allah Katında göreceği karşılığın sevinci ile başlayacaktır. Bu nedenle zahiren ne kadar aynı görünse de hiçbir gün diğeriyle aynı olmayacak, insan her an kendi gelişimi için dua edip, cennete hazırlandığının bilinciyle şevk ve heyecan içinde yeni günleri karşılayacaktır.

Allah’ın Rızasına Uyanların Mekanı: Cennet

Allah’ın rızasına uymak, insanı dünyada güzel bir hayatla yaşatır. Ahirette ise bu yaşam güzellikler ve nimetlerle sonsuza dek sürer. Bu nedenle insan kişilerin rızasını kazanmak ya da dünyanın geçici metaına sahip olmak için harcadığı çabadan çok daha fazlasını Allah’ın rızasını arayanlara vaat ettiği cennet için harcamalıdır. Üstad Said Nursi bu konuyu şöyle örneklendirmiştir:

"Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubudiyet (kulluk) neticesiz midir, ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır ve fütursuz (bezginlik duymadan) çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut (gıda) ve gına (zenginlik) ve elbette bir menzilin (inilen yer) olan kabrinde gıda (zenginlik) ve ziya (aydınlık) ve herhalde mahkemen olan Mahşer'de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsü'nde nur ve Burak (binek) olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır? Bir adam sana yüz liralık bir hediye va'detse, yüz gün seni çalıştırır. Hulf-ul va'd edebilir (sözünden dönebilir) o adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulf-ul va'd hakkında muhal (sözünden dönmesi imkansız) olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va'd etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre (isteksiz) gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle onu va'dinde ittiham (suçlasan) ve hediyesini istihfaf etsen (hafife alsan), pek şiddetli bir te'dibe (edeplendirme) ve dehşetli bir tazibe (azaba) müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde; Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı (korkusu), en hafif ve latif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?"

Allah’ın rızasını kazanmanın dışında yapılan bütün işlerin, harcanan çabanın kazancı çok az ve yetersizdir. Hiç kimse, tüm gücünü ve mal varlığını harcasa da, Allah’ın yarattığı bu dünya içinde Allah’ın rızasını kazanmadan kendisini gerçekten hoşnut edecek bir sonuca ulaşamaz. İnsan istekleri için harcadığı çabanın sonucunda eline geçeceklerle Allah’ın rızası için çalıştığında kazanacaklarını kıyaslamalı ve kişiye tek fayda sağlayacak olan Allah’ın rızasını tercih etmelidir. Şüphesiz ki Allah’ın rızasının karşılığı hiçbir dünyevi karşılıkla kıyas kabul etmez. Çünkü bu karşılık, kısa süreli dünyada güzel ve huzurlu bir hayatın yanında sonsuza kadar sürecek şölen niteliğinde, tarifi mümkün olmayan eşsiz bir hayatı kapsamaktadır.

Allah’ın Rızasına Uymayanların Sonu: Cehennem

Yüce Allah’ın rızası ve hoşnutluğundan uzak bir hayat yaşayan insanlar, dünyada sıkıntılı ve zorlu bir yaşam geçirdikleri gibi ahirette de sonsuza kadar sürecek şiddetli bir azabın içinde olacaklardır. Bir ayette bu gerçek şöyle haber verilir:

“Allah'ın rızasına uyan kişi, Allah'tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? Ne kötü barınaktır o.” (Al-i İmran Suresi, 162)

Yaşamını Allah’ın hoşnutluğu üzerine kurmayan bu insanlar, kendi istekleriyle dünyada huzur ve mutluluktan uzak bir hayatı; ahirette de cehennem gibi kızgın ateşin, tarifsiz bir manevi azabın olduğu barınma yerinde yaşamayı göze alıyorlar demektir. Tevbe Suresi’nde bu gerçeğin haber verildiği bir ayette şöyle buyrulur:

“Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi?...” (Tevbe Suresi, 109)

Allah Razıysa Herkes Razı Olur

Allah bütün insanların Yaratıcısı ve Hakimi’dir. Bütün kalpler Mukallib (kalpleri çeviren) olan Allah’ın elindedir. Dolayısıyla bütün insanları hoşnut etmek için yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak yeterlidir. Çünkü insanların kalbine hoşnutluğu koyacak olan her şeye güç yetiren Allah’tır. Nitekim, samimi bir kalple Allah’a yönelen her kul için Allah’ın rızası her şeyden daha önemlidir.

Bütün hayatıyla tüm Müslümanlara güzel bir örnek olan Bediüzzaman Said Nursi "... Rıza-yı İlahi kafidir (Allah’ın rızası kafidir). Eğer O yar (dost) ise, her şey yardır (dosttur). Eğer O yar değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez..." (Risale-i Nur Külliyatı, 21. Lema, s. 668) diyerek Allah’a olan bağlılığını, sevgisini ve Allah’ın rızasını kazanmanın müminler için önemini ifade etmiştir.

Samimi bir kalple Allah’a yönelen müminler, diğer insanların rızasını aramadıkları gibi kendi nefislerini hoşnut etme hevesinde de olmazlar. Allah’ın şefkatine mazhar olan müminlerin bu üstün ahlakı bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmektedir:


“İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.” (Bakara Suresi, 207)


İman Etmeyenlerin Kaçış Yöntemleri




Bazı insanlar Allah'ın varlığını kabul eder, ancak kendi geliştirdikleri yanlış bir din anlayışına göre yaşarlar. Kuran'daki pek çok ayetle bu insanların Allah'ın varlığını bildikleri halde düşünmedikleri ve gerçekleri kavrayamadıkları haber verilmiştir: Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş'i ve Ay'ı kim emre amade kıldı?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar? (Ankebut Suresi, 61) Söz konusu insanların Allah'ın varlığını, her şeyin Yaratıcısı olduğunu bildikleri halde böyle sapmalarının nedeni ise, dünyaya karşı duydukları şiddetli tutkudur. Bu tutku sebebiyle farkına vardıkları gerçekleri göz ardı eder ve kendilerini çeşitli bahanelerle kandırırlar. Eğer bu konu hakkında samimi bir biçimde düşünecek olurlarsa, etraflarındaki düzeni mükemmel bir şekilde yaratan Allah'a kulluk etmeleri gerekeceğini anlayacaklardır. Ancak onlar bundan kaçar ve sadece kendi nefislerinin istediği gibi yaşarlar. Eğer Allah'a samimi şekilde iman edecek olurlarsa, ahiretin varlığını da kavrayacaklarını ve ahiret için ciddi bir hazırlık yapmaları gerekeceğini bilirler. Böyle insanların bu noktada sığındığı yöntem, düşünmemek ve vicdanlarını rahatlatacak bahaneler bularak açıkça gördükleri bu gerçekten kaçmaya çalışmaktır.

Bu sapkın inanışlardan birkaç tanesini şu şekilde sıralayabiliriz:

İbadetleri Sadece Yaşlılıkta Uygulamanın Yeterli Olacağına İnanma

İbadetleri yerine getirmekten kaçınan kimseler, "henüz din ahlakına uygun yaşamak için çok erken olduğu, yapınca tam yapmak gerektiği, bunun içinse daha çok genç oldukları" gibi bozuk bir mantık geliştirebilirler. Bu kimseler vicdanlarını rahatlatmak için kendilerine "bir gün din ahlakının gereklerini mutlaka uygulayacakları" telkinini yaparlar. Oysa ölüm her an bu kişiyi bulabilir ve insanın ibadetlerini yerine getirmeye vakti kalmayabilir. Ayrıca ömrünün belli bir bölümünün değil tamamının hesabını verecektir. Dolayısıyla bu konuda bir erteleme kesinlikle söz konusu olmamalıdır.

Peygamberimiz (sav) ahiret için yapılacak hazırlıkların ertelenmemesi konusunda bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) omuzumdan tuttu ve: "Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol" buyurdu. "Akşama erdin mi, sabahı bekleme, sabaha erdin mi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap." (Kütübi Sitte / Fasıl: Emel ve Ecel Bölümü / Ravi: İbni Ömer)

"Nasıl Olsa Bağışlanırız" Düşüncesi

Din ahlakını yaşamamak için geliştirilen sapkın inançlardan biri de, her ne kadar kusur ve hata işlemiş olurlarsa olsunlar, bazı insanların, kıyamet günü bağışlanacaklarını düşünmeleridir. Rabbimiz olan Allah sonsuz bağışlayıcıdır ancak bu, kusur işleyen ve bunun bilincine vardığında da hemen vazgeçen ve bunu devam ettirmeyen insanlar için geçerlidir. Ayetlerde şöyle buyrulur:

Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (Furkan Suresi, 71)

Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (Nisa Suresi, 17)

Çoğunluğun Doğru Yolda Olduğuna İnanma

Kimi insanlar "Bu kadar çok kişi böyle düşündüğüne ve böyle yaşadığına göre bir bildikleri vardır" ya da "yanlış olsa bu kadar insan bu fikrin peşinden gider mi?" gibi yanlış mantıklarla din ahlakını yaşamamak için kendilerini kandırırlar. Oysa ki çoğunluk tarafından uygulanması, yapılan bir şeyin meşru olduğunu göstermez. Ayette bu sır müminlere haber verilmiş ve körü körüne çoğunluğun peşinden gitmemeleri konusunda uyarılmışlardır:

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle' yalan söylerler. (Enam Suresi, 116)

Cehenneme Belirli Sayıda İnsanın Gireceğini Zannetme

Bazı insanlar cehennemin dar ve kısıtlı bir mekan olduğunu ve buraya ancak belirli sayıda insanın sığabileceğini sanırlar. Oysa Kuran'da bize cehennemin sınırlı bir mekan olmadığı, aksine inkar edenlerin sayısı ne kadar çok olursa olsun, hepsini alacak ve hatta daha fazlasını dahi soracak kadar geniş bir yer olduğu açıklanmıştır:

O gün cehenneme diyeceğiz: "Doldun mu?" O da: "Daha fazlası var mı?" diyecek. (Kaf Suresi, 30)

İman Etmek İçin Mucize Görmeleri Gerektiğine İnanma

Kimi insanların din hakkında geliştirdikleri sapkın inançlardan biri de, iman etmek için doğaüstü bir olay görmeleri gerektiğini düşünmeleridir. Aslında bu kimseler Allah'ın apaçık varlığını inkar edebilmek için bahane aramaktadırlar. Kuran'da onların bu taleplerinin samimiyetsiz olduğu şöyle haber verilmiştir:

Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah Katındadır; onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz?" (En'am Suresi, 109)

Kendini Cennete Layık Zannetme

En çok kullanılan "vicdan rahatlatma" bahanelerinden biri, "kalp temizliğinin yeterli olacağı" açıklamasıdır. Kimi insanlar din ahlakını yaşamadıkları halde, kalplerindeki iyi niyet sebebiyle kendilerinin cennete layık olduklarına inanırlar. Kendilerince iyi insanlardır ve kimseye bir zararları yoktur. Kuran'da onların bu sapkın inançları şöyle ifade edilmiştir:

Oysa ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet taddırsak, mutlaka: "Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O'nun Katında benim için daha güzel olanı vardır." der. Ama andolsun Biz, o kafirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azabtan taddıracağız. (Fussilet Suresi, 50)

Sonuç

Kullarına karşı sonsuz rahmet sahibi olan Yüce Allah’ın varlığını inkar edip, nefsani isteklerine uyarak, birtakım sapkın inançlar ve bahaneler geliştiren insanlar, bağışlanma dilemedikleri takdirde, bu dünyada mutluluğu yakalayamadıkları gibi ahirette de sonsuz bir azabla karşılaşabileceklerini unutmamalıdırlar. Kuran ahlakını öğrendikten sonra Allah'ın davetine uyup samimi bir tevbe ile tevbe eden ve Kuran'a tabi olanlar ise, hem dünya hayatında hem de ahirette -Allah'ın izniyle- kurtuluşa ereceklerdir:

Rableri Katında dileyecekleri herşey onlarındır. İşte bu, ihsanda bulunanların ödülüdür. Çünkü Allah, onların (dünyada) yaptıklarının en kötüsünü temizleyip-giderecek ve yaptıklarının en güzeliyle ecirlerini verecektir. (Zümer Suresi, 34-35)