23 Ekim 2016 Pazar

Gerçek dost, kulları için hep güzellik isteyen Allah'tır

                                         DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Kulları için bir imtihan ortamı olarak dünya hayatını yaratan Allah, onlar için sayısız nimetler bahşetmiştir. İhtiyacı olacak veya seveceği her türlü koşul daha insan varolmadan önce kendisi için hazırlanmıştır. Soluyacağı tertemiz hava, gökyüzünde uçan birbirinden güzel kuşlar, sayısız çeşitlilik ve güzellikteki bitkiler, son  derece estetik çiçekler, eşsiz nimetler, sevdiği insanlar, kalpte coşku oluşturacak derecede sevimli ve güzel canlılar, kusursuz bir denge sistemi ve daha pek çok detayı Allah kendisi için varetmiştir. 

İnsan dünyaya geldiğinde ihtiyacı olan herşeyi hazır olarak bulur. Büyük bir konforla donatılmıştır. Herşey kendi boyutlarına ve yaşam koşullarına uygundur. Meyveler, yiyecekler, tüm dünya, içeriğindeki her ayrıntıyla tamamıyla insanın yaşam koşullarına uygundur. İnsanın ise bunları elde etmek için göstermesi gereken  neredeyse hiçbir çaba olmamıştır. Mükemmel bir denge ve düzenle karşı karşıyadır. Tüm bunları en ince detayına kadar onun için Rabbimiz varetmiştir.

Bunların yanı sıra imtihan ortamı olan dünya hayatı için, kullarına kılavuz olmak üzere elçileri aracılığıyla içinde hiçbirşeyin eksik bırakılmadığı bir de kitap indirmiştir. İnsanın ihtiyacı olan her konuyu içinde bulduğu, Allah’ın rızasını kazanmanın yollarının apaçık anlatıldığı bir kitap: 

“...Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık...” (Enam Suresi, 38)

İnsana doğruyu yanlıştan ayıracak, hangi davranışların ve ahlakın Allah’ın rızasına uygun olacağının tarif edildiği, ihtiyacı olabilecek her konuyu eksiksiz olarak bulacağı hikmet dolu, yol gösterici bir kitap indirilmiştir:

“Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.” (İbrahim Suresi, 1)

Herşeyi kendisi için en kapsamlı ayrıntılarla hazırlanmış olarak bulan insanın üzerine düşen ise Allah’ın emir ve tavsiyelerinin bulunduğu Kuran’a uygun bir ahlakla yaşamasıdır. Yalnızca Allah’a yönelmiş bir kul olarak, hayatını, kendisi için sonsuz aklıyla en güzel detayları yaratmış olan gerçek dostunun, velisinin yani Yüce Allah’ın rızasına uygun olarak şekillendirmesidir. Sevilmeye, anılmaya, yüceltilmeye, güvenilmeye, gerçek bir dost olarak yönelinmeye tek layık olan, insana herşeyi daha kendisi bile bunlardan haberdar değilken bahşeden Allah’tır.

Allah’ın tek dostu olduğunu bilen, O’nun gücüne ve kudretine sığınmış, O’nun üstün aklına ve rahmetine güvenen bir insanın, tek vekili de Yüce Allah’tır. Allah’ın yaptığı herşeyin güzellik, hayır ve üstün bir aklın tecellisi olduğunu bilen bir insan yalnızca Rabbimiz’e güvenip, dayanır, yalnızca O’na sığınır. Dolayısıyla imtihan ortamı olarak yaratılan dünya hayatında iman eden bir insanın temel vasıflarından bir tanesi Allah’a tevekkül olmalıdır. Tevekkül insanın Allah’a güvenip dayanması, O’nu vekil edinmesidir. Her anı, muhatap olduğu her olayı Allah’ın yarattığının farkına varmış bir Müslümanın tüm hayatı boyunca Allah’a tam tevekkül ile derin bir güven içerisinde olması imanının bir gereğidir. 

Kendisi hiçbir şey değil iken onu yaratan, nimetlerle her yerden çepeçevre sarıp kuşatan Allah’a gereği gibi teslimiyet göstermek imanın en temel özelliklerindendir. 
Sürekli sonsuz güzel ahlakıyla hayırlar yaratan Allah’tan başka, insanın vekil edinebileceği hiçbir dostu yoktur. Dolayısıyla Kuran ahlakına uygun yaşayan bir Müslümanın hayatı boyunca tevekkül edeceği tek varlık Yüce Allah’tır. Allah, “Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter.” (Ahzap Suresi, 3) diye buyurmuştur.

''Kendinde olanı değiştirmek'' ne demektir?

                                 DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ 

Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.(Enfal Suresi, 53)

Allah Kuran'da, insanlara verdiği nimeti artırmasında ya da azaltmasındaki bir ölçünün de, kişinin ‘kendinde olanı değiştirmesi’ olduğunu bildirmiştir. Bu ayet inanan insanlara çok önemli bir sırrı haber vermektedir. Eğer bir insan, bir konuda gerçekten içten ve samimi bir değişiklik yaparsa, bu inşaAllah, Allah Katında mutlaka en güzel şekilde karşılık görür. Allah, kullarındaki samimi değişikliği gören ve bilendir. Ve Allah, bu samimi değişimin neticesince müminlere, mutlaka bir nimet artışı olacağını vadetmiştir.

Aynı şekilde, insanın sahip olduğu nimetleri takdir edemeyen bir ahlak içerisinde olması da, Allah'ın bu nimetleri azaltmasıyla sonuçlanabilir. Bu da yine Allah'ın Kuran ile bildirdiği bir vaadidir. Kuran'da Allah'ın bu adetullahını açıklayan ayetlerden bazıları şöyledir:

Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.(Nahl Suresi, 112)

Andolsun, Sebe' (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)."

Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece Biz de onlara Arim selini gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük.

Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız?(Sebe Suresi, 15-17)

Elbetteki Allah dünya hayatını pekçok sırla birlikte yaratmıştır. Allah bir insanın sahip olduğu nimetleri, gösterdiği ahlak nedeniyle artırıp azaltabileceği gibi, hiçbir sebep yokken, o kişinin imanını sınamak için de değiştirebilir. Dolayısıyla bir nimet artışı, her zaman için o kişinin ahlakındaki bir düzelmeden kaynaklanmayabilir. Aynı şekilde bir nimet eksilmesi de her zaman için, kişinin kötü ahlak gösterdiğinin bir delili değildir. Kuran'da, Allah'a karşı inkarcı bir ahlak içerisinde olan kimselere Allah'ın özel olarak nimet verdiği anlatılarak, bu önemli sır insanlara bildirilmiştir:

Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)?Hayır, onlar şuurunda değiller.(Müminun Suresi, 55-56)

Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azaplandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister.(Tevbe Suresi, 55)

Bu ayetlere göre, bir insanın hayatındaki nimet kaybının ya da nimet artışının pek çok anlamı olabilir. Bu nedenle mümin, böyle bir durumla karşılaştığında, hemen Kuran'da bildirilen tüm bu ihtimalleri düşünerek, kendi içinde bir ‘vicdan değerlendirmesi’ yapar. Elindeki nimetlerde bir eksilme olduysa, yapmış olabileceği muhtemel hataların, böyle bir nimet kaybına sebep olabileceğini düşünerek Allah'a sığınıp tevbe eder. Ya da hayatındaki nimetlerde bir artış olduysa, Allah'ın lütfederek kendisine nimetini bağışlayıp artırdığını düşünerek Allah'a gönülden şükreder. Aynı zamanda da kendisine verilen nimetlerin ayetlerde bildirildiği gibi, o andan sonraki hayatı için bir deneme olduğunu düşünüp ahlakını daha da güzelleştirmeye ve Allah'ın rahmetine gereği gibi layık olabilmek için daha çok çaba harcamaya çalışır.

Ancak mümin, ayette bildirilen ‘bir kavim kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir’ sırrı üzerinde çok samimi ve vicdanlı bir şekilde düşünmelidir. Allah'ın bu ayette bildirdiği değişim, sadece ‘yüzeysel bir değişim’ değildir. Allah, ‘kalpten, imanla, Allah korkusuyla, şevkle, samimiyetle, gönülden bir değişimi’ bildirmektedir. Yoksa insan, bazen bir konuda olabilecek tüm tedbirleri alır. O konuyu çözüme kavuşturabileceğini düşündüğü fiili eylemleri kusursuz olarak yerine getirir. Dıştan bakıldığında, bu kişinin gerçekten çok çaba sarfettiği açıkça anlaşılır. Ama sonuçta yine de ayette bildirildiği gibi, kişinin hayatında bir nimet artışı olmayabilir. Elbetteki yukarıdaki ayetlerde açıklandığı gibi, insanın hayatındaki nimet eksikliğinin devam etmesinin pek çok başka sebebi ve hikmeti olabilir. Ancak bu durumun bir sebebi de ‘kişinin, kendini sadece dıştan, yani yüzeysel olarak değiştirmiş olması’ olabilir.

Fakat bazen kimi insanlar, çabalarındaki bu yüzeyselliği fark edemez ve ‘neden hala çabalarının sonuç vermediğini’ anlamaya çalışırlar. Aslında bunun sebebi çok açıktır: Kişi derin düşünmediği için, ahlakını da derinlemesine değiştirememiştir. Ama bu eksikliğin gereği gibi şuurunda olmadığı için, ‘çok çaba harcadığını, ama yine de istediği sonuca ulaşamadığını’, ‘başarılı olamadığını’, ‘çabalarının işe yaramadığını’ (Allah'ı tenzih ederiz) düşünür.

Oysa tam anlamıyla çok büyük bir yanılgı içerisindedir. Allah Kuran'da, hiçbir kuluna ‘tek bir hardal tanesi kadar dahi haksızlık yapılmayacağını’ (Enbiya Suresi, 47) bildirmiştir. Dolayısıyla bu konumdaki bir insanın Allah'ın bu sonsuz adaletini bilerek, ‘Allah sonsuz adalet ve merhamet sahibidir. Eğer Allah benim durumumu değiştirmediyse, demek ki bende hala çok önemli bir eksiklik var. Nerede yanlış yapıyorum acaba?’ diye düşünüp, bu sorusunun yanıtını da yine Kuran'da araması gerekir.

Kuran ayetlerinde, Allah'ın bir insanda istediği en önemli özelliklerden birinin ‘samimiyet’ olduğu bildirilmiştir. Samimiyet, insan ne kadar kusurlu ve eksik olursa olsun, onu doğru yola ulaştıracak, Allah'ın rızasını kazanmasına vesile olacak çok önemli bir mümin alametidir. Eğer insan, şeytanın mantıklarını, nefsinin etkisini tamamen dışta bırakarak, Allah'a karşı çok samimi, dürüst ve Allah'tan yana düşünecek olursa, -Allah'ın dilemesiyle- bir konuda hemen en doğru olanı bulabilecek yetenektedir. İşte bu konuda da Kuran'a samimiyetle bakan bir insan da, ‘asıl eksikliğinin, dışta gösterdiği fiili çabada değil, kendi içindeki niyetinde olduğunu’ görecektir.

Zira Allah'ın ayette belirttiği ‘değişme’, insanın içinde Allah'a karşı çok samimi bir karar almasıdır. Allah'ın beğenmeyeceği bir ahlak göstermemeye kesin olarak karar vermesidir. Aksini yapmış olmaktan çok büyük bir pişmanlık ve vicdan azabı duyarak kendisini değiştirmeye çok samimi niyet etmesidir. Ve bu kararında, ‘her ne olursa olsun geri adım atmayacak, gevşeklik göstermeyecek ve istikrarlı olacak bir imanda olması’dır. İşte insan kendi içinde böyle bir karar aldıktan sonra, ayette bildirildiği gibi, ‘Allah'ın, kendisine karşı bağışladığı nimetini de değiştirmesini’ umabilir.

Elbetteki insan hiçbir zaman için bir iyiliği, güzelliği yalnızca ‘nimet elde etmek’ için yapmamalıdır. Müminin asıl hedefi Allah'ın rızasıdır. Mümin, hiçbir dünya nimetini, Allah'ın rızasına, sevgisine, dostluğuna ve yakınlığına değişmez. Tüm bunlar, dünyadaki nimetlerin tamamı biraraya gelse, yine de hiçbiriyle değişilmeyecek çok büyük bir nimetlerdir. Dolayısıyla ‘kendinde olanı değiştirirken’ müminin amacı da asla yalnızca ‘daha çok nimete kavuşmak’ değildir.

Eğer bir insan, ayette haber verilen bu sır gereğince, tüm bu yönleriyle de düşünerek samimi bir adım atarsa, -Allah'ın izniyle- Allah ona, ‘daha önce kendisinden alınan nimetlerden çok daha güzelini ve hayılısını vereceğini’ vadetmiştir. Çünkü Allah'ın kullarından istediği asıl istediği, ‘sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse)’ sözleriyle bildirdiği gibi, ‘samimiyet’tir:

Ey Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse size sizden alınandan daha hayırlısını verir) ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."(Enfal Suresi, 70)


Kuran kolaya yöneltir

                                DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Allah, tarih boyunca tüm insanlara doğruyu bulmaları, kesin olan bilgiye ulaşabilmeleri ve güzel ahlakı tanıyabilmeleri için kutsal kitaplar ile bu kitapları onlara ileten ve açıklayan peygamberler göndermiştir. Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği son kitap ise Kuran'dır.

Kuran kıyamete kadar geçerlidir

Kuran'ın kıyamete dek geçerli olduğunu ve korunacağını bilen müminler bunun huzur ve güvenini yaşarlar. Kuran, insanın her hükmünden, her emrinden kesin olarak emin olduğu, vicdanı hür ve rahat bir şekilde, tabi olacağı bir kitaptır. İnsanların böylesine "emin" bir yol göstericisinin olması Allah katından verilmiş çok büyük bir nimet ve rahmettir. Allah, Kuran'ın müminler için önemini bir ayetinde şöyle haber vermektedir:

...Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89)

Kuran'ı kendisine rehber edinen bir insan, yaratılış amacını ve sırlarını, Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmanın yolunu, cennet ve cehennemde nasıl bir hayat olacağını, en güzel ahlakı ve daha birçok bilgiyi en doğru ve eksiksiz şekliyle öğrenir. Kuran'da herşey açıklanmıştır.

Bir insanın din hakkında sorabileceği ve kendisine başka insanlar tarafından yöneltilebilecek her türlü soru Kuran'da cevaplanmıştır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

"Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, Biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım." (Furkan Suresi, 33)

Kuran ayetleri ile din hakkında herşeyin bilgisi verilmiştir. Bununla birlikte Allah Kuran'ın indiriliş sebeplerinden birinin de insanların ihtilafa düştükleri konuların açıklanması olduğunu bildirmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik." (Nahl Suresi, 64)

Ayette görüldüğü gibi Kuran, Allah'a iman eden, salih kullar için büyük bir rahmet ve her konuda yol göstericidir. Allah, Kuran yoluyla bize bilemeyeceğimiz, yaratışının sırrı olan konuları bildirir ve tüm insanları bu bilgilerle uyarır.

Örneğin Kuran'da şeytanın varlığı, özellikleri, amacı, insanlara hangi yönlerden yaklaşabileceği, ne gibi yöntemler kullanabileceği, şeytanın sinsi karakteri ve daha pek çok bilgi verilmektedir. Bunun da ötesinde, bir insanın şeytanın etkisinden nasıl çıkabileceğinin yolu gösterilmektedir. Kuran'da şeytan hakkında anlatılanlar müminler için çok büyük bir kolaylıktır Çünkü bu sayede şeytan gibi sinsi ve kendilerine görülmez yollarla yaklaşan bir düşmana karşı insanlar daima uyanık olurlar.

Kuran, herkesin anlayabileceği bir dile sahiptir

Kuran'ın kıyamete dek geçerli olduğunu ve korunacağını bilen müminler bunun huzur ve güvenini yaşarlar. Kuran, insanın her hükmünden, her emrinden kesin olarak emin olduğu, vicdanı hür ve rahat bir şekilde, tabi olacağı bir kitaptır. İnsanların böylesine "emin" bir yol göstericisinin olması Allah katından verilmiş çok büyük bir nimet ve rahmettir. Allah, Kuran'ın müminler için önemini bir ayetinde şöyle haber vermektedir:

Allah yine bir kolaylık olarak, insanların daha kolay kavrayıp anlayabilmeleri için Kuran'da ayetleri çeşitli şekillerde açıklamıştır. Allah Kuran'ın bu üslubunu ayetlerinde şöyle bildirir:

"Andolsun, Biz onlara bir Kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık." (Araf Suresi, 52)

"Bak, iyice kavrayıp-anlamaları için ayetleri nasıl çeşitli biçimlerde açıklıyoruz?" (Enam Suresi, 65)

Allah'ın bu hükümlerine rağmen, insanların genel olarak düştükleri önemli hatalardan biri, Kuran'ın her insan tarafından anlaşılır olmadığını düşünmeleridir. Çoğu insan Kuran'ın okunması, anlaşılması ve yaşanabilmesi için uzun yıllar süren bir eğitime ihtiyaç olduğunu zanneder. Bu yargıya varan kişilerin büyük bir kısmı ise bir kez bile Kuran'ı okumamıştır aslında. Veya okumuştur ama anlamayı denememiş, daha başından ayetleri anlamayacağı yönünde kendini şartlandırmıştır. Halbuki Kuran, Allah'ın ayetlerinde bildirdiği gibi apaçıktır. Bu yüzden de samimi olarak Kuran'ı okuyan her insan onu kolaylıkla anlayabilir.Kuran'ın dilinin son derece anlaşılır olması insanlar için çok büyük bir nimettir. Nitekim Allah insanların Kuran'ı rahatlıkla okuyup anlamaları için kolaylaştırdığını bir ayetinde şöyle bildirir:

"Biz bunu (Kuran'ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için." (Meryem Suresi, 97)

Allah, rahmetinin ve merhametinin bir sonucu olarak, insanların anlayışı için dinini bu kadar kolaylaştırmışken, insana düşen sadece Allah'ın bildirdikleri üzerinde düşünmek ve onları uygulamaktır. Ne var ki, pek çok insan böylesine kolay bir yol varken, zor olanı tercih etmektedir. Kendilerine yanlış yol göstericiler aramakta, yaşamlarının amacını öğrenebilecekleri, ebedi kurtuluşlarına vesile olacak Kuran'dan uzak yaşamaktadırlar.

Kuran tek hidayet rehberidir

Kalpleri tatmin bulmuş olarak Allah'a bağlanan halis müminler, Kuran'ın hüküm ve hikmet sahibi olan Rabbimizden gönderilmiş bir hidayet rehberi olduğunu bilirler. Allah Kuran'ın "müminler için bir öğüt ve sinelerde olana bir şifa" (İsra Suresi, 82) olduğunu bildirmiştir.

Kuran ayetleri ile insanın aklında oluşabilecek sorular ve şüpheler tamamen ortadan kalkar ve insan kendisi için en uygun olan ahlakı ve yaşam biçimini öğrenmiş olur. Bu nedenle Kuran, kendisine uyanlara manevi bir şifa ve iyileşme sağlar.

Şu çok önemli bir noktadır: Allah insanları İslam fıtratını yaşadıkları takdirde mutlu, huzurlu, aklen ve bedenen sağlıklı olabilecekleri şekilde yaratmıştır. Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi, Kuran insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran yegane hak Kitap'tır:

"Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirilmiştir" (İbrahim Suresi, 1)

Allah'ın kitabının nuruna uyanlar, yol göstericiliğine tabi olanlar, -Allah'ın dilemesi ile- dünyada ve ahirette daima kolaylıklarla karşılaşacak ve güzel bir hayat yaşayacaklardır.


Allah'ın ruhunu taşıdığını bilen bir insan nasıl yaşar?

                                    DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Bu gerçeğin şuuruna varan her insan, yaratılmış tüm varlıkların Allah'a ait olduğunu kavrar ve Rabbimiz'in bu üstün yaratışının hikmetlerini anlamaya çalışır. 

Dünya hayatının, kendisine gösterilen görüntüler doğrultusunda yaşadığı bir imtihandan ibaret olduğunun; asıl hayatın ise sonsuz ahirette yaşanacağının farkına varır. 

Hırs ve tutkuyla, hayalden ibaret olan bir dünyayı elde etmeye çalışmanın mantıksızlığını anlar. Asıl olarak, varlığın ve sonsuzluğun gerçek hakimi olan Rabbimiz'in rızasını kazanmaya çalışır. Asıl sevgisini, bağlılığını, her şeyin tek ve gerçek sahibi, Varlığı her şeyi kuşatmış olan, sonsuz kudret sahibi Rabbimiz'e yöneltir.

Bu gerçeği kavramasıyla birlikte, hiçbir değeri olmayan geçici dünya hayatı için hırslara kapılıp üzülmek, menfaat elde etmek için çabalamak, bunun için zalimliğe, gaddarlığa ve acımasızlığa yönelmek yerine, güzel  ahlakıyla nimetlerin sonsuz olanının dilediği an insana sunulduğu cennet hayatını kazanmayı hedefler. 

Her şeyin aslına ve en güzeline ahirette kavuşacağını umut eder ve bu sonsuz hayatta pişman olmamak için gücünün yettiği en fazla çabayı harcar. Rabbimiz'in kudretini gereği gibi takdir edebildikçe, Allah'ın cennetteki sonsuz nimet gibi, cehennemde de sonsuz bir azap yarattığını anlar.

Allah'ın her şeyi ve her yeri kapladığını bilen bir insan, Allah'a karşı hayatının her anında samimi davranır. Her an ölümle karşılaşabileceğini, bu dünyanın sona ereceğini ve gerçek ahiret hayatı ile karşılaşacağını aklından çıkarmaz. Bunu bilmek ve buna göre davranmak, insana sonsuz güzellikleri ve nimetleri getirecek olan büyük bir kazançtır.

“Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?” (Enam Suresi, 32)


Bütün Sorunların Çözümü: İman Zafiyetini Ortadan Kaldırmak

                                             DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan çeşitli sorunların asıl kaynağı iman zafiyetidir. İnsanların asıl ihtiyacı olan, imanlarının kuvvetlenmesi, maneviyatlarının takviye edilmesidir. Bu durumda öncelikle yapılması gereken, iman zafiyetini ortadan kaldırmaktır. İman eden bir insan yaşamının her anında itidalli tavırlar sergilemekle; sadece tavır ve hareketlerine değil, konuşmalarına da sürekli bir özen göstermekle yükümlüdür. Her zaman, her ortamda, yapılan her sohbette, yazılan her yazıda Allah’ın razı olacağı umulan ve Müslümana yakışır bir üslup kullanmalıdır. Özellikle yazılı ya da sözlü basın yolu ile geniş kitlelere hitap eden insanlar, bu konuda büyük bir sorumluluk altında olduklarının bilincinde olmalıdırlar. Bu kişiler Allah’ın güç ve kudretinin farkında olan bireyler olarak daima Allah’ın Şanını yüceltmeli, helal ve haram sınırlarına dikkat etmeli, din ve mukaddesatla ilgili ifadelerde saygıda kusur etmemek için son derece titiz davranmalı, sözün en güzelini söylemeye özen göstermelidirler. Ayetlerde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. (İbrahim Suresi, 24–25)

Güzel Sözün Teşvik Edilmesi Neden Önemlidir?

Güzel söz; insanları Allah’a çağıran, Kuran ahlakına uymaya davet eden, olaylardaki hayır yönünü vurgulayan, ümitsizliğe sürükleyici ifadelerden kaçınan sözdür. Kuran-ı Kerim’de birçok ayette, iman edenlerin güzel söz söylemeleri ve güzel söze uymaları tavsiye edilmiştir. Buna rağmen günümüzde birçok makalede olması gerekenden çok daha farklı bir üslup kullanılabilmektedir. Ağırlıklı olarak siyasi konuların işlendiği gazete ve dergilerdeki makalelerde, insanları endişeye sürükleyen, mukaddesata ait konularda saygıda kusur eden, kendince alaycı, ümitsiz, şikayetçi, sürekli olarak olumsuzlukların dile getirildiği bir üslup kullanılabilmektedir. Örneğin dünyanın birçok ülkesindeki Müslümanların maruz kaldıkları zulüm, şikâyetçi bir üslup kullanılarak, olumsuz detaylar verilerek, hiçbir çözüm yolu ortaya konmadan aktarılabilmektedir. Halbuki böyle bir üslubun kullanılması, yeterince bilgi sahibi olmayan bazı Müslümanları yılgınlığa düşürebileceğinden son derece yanlış ve tehlikelidir. İnsanlara faydası olmayan, okuyana sadece vakit kaybettiren boş ifadelerle dolu bu tarz yazıların, mevcut sorunların hiçbirine çözüm olamayacağı da açıktır.

Yazılı basında zaman zaman karşımıza çıkan bu yanlış üslup, aynı şekilde bazı televizyon programlarında da kullanılmaktadır. Birçok program genellikle hem kullanılan üslup hem de içerik olarak insanların boşa vakit geçirecekleri tarzda hazırlanabilmektedir. Birçok kanalda rekabet adı altında, aynı türden, insanları düşündürmekten ve geliştirmekten uzak programlar yayınlanmakta; insanların asıl ihtiyacı olan Allah sevgisi, iman hakikatleri, güzel ahlak gibi hayati konular ise adeta görmezlikten gelinmektedir. Bu yoğun telkin karşısında birçok insan olumsuz etkilenmekte, adeta uyuşmakta ve bu uyuşukluk hali söz konusu kişilerin hemen hemen bütün hayatlarına da etki etmektedir. İnsanlar bir süre sonra, aldıkları bu olumsuz telkinle yaşanan zulümlere ve haksızlıklara karşı ya tamamen ilgisiz kalmakta ya da sadece korku, endişe veya ümitsizlik içeren tepkiler verebilmektedirler.

İnsanları oyalayan, onları korku ve ümitsizliğe düşürüp pasifliğe iten yazı, haber ve programların yapımından bir an önce vazgeçilmelidir. Yayın politikaları, manevi hastalıklara çare olacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Sorunların Kaynağı İman Zafiyetidir

Şunda hiçbir şüphe yoktur ki dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan çeşitli sorunların asıl kaynağı iman zafiyetidir. İnsanların asıl ihtiyacı olan, imanlarının kuvvetlenmesi, maneviyatlarının takviye edilmesidir. Bu durumda öncelikle yapılması gereken, insanların imanlarındaki zafiyeti ortadan kaldırmaktır.

Bazı makalelerde ve televizyon programlarında kullanılan şikayetçi üslubun temelinde de iman zafiyeti yatmaktadır. İman zayıflığından dolayı insanlar herşeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu unutmakta, olaylara hayır ve hikmet gözüyle bakamamakta, bundan dolayı şikâyet etmekte, korku ve endişeye kapılmakta, sorunlara bir çözüm getiremeyip ümitsizliğe düşmektedirler. Oysa Allah’a iman etmiş ve tam olarak teslim olmuş bir kişi, her olayda bir hayır olduğunu bilir ve içinde bulunduğu durumu, karşılaştığı her olayı bu bakış açısıyla değerlendirir. Ne kadar zorlu ve sıkıntılı olaylarla karşılaşırsa karşılaşsın sahip olduğu kuvvetli iman, onu korku ve ümitsizliğe kapılmaktan alıkoyar.

Bu nedenle, maneviyatı kuvvetlendirmeye yönelik yapılacak çalışmalar son derece önemlidir.

İman Zafiyetini Yok Etmenin Yolları

Gazete ve dergilerin köşe yazılarında imani konular işlenmeli, yerel ve ulusal televizyon kanallarında düzenli olarak maneviyatı güçlendirecek eğitici programlar yayınlanmalıdır. İman hakikatleri, Allah’ın yaratmasındaki deliller anlatılmalıdır. İnsanlara, her olayın Allah’ın kontrolünde gerçekleştiği, her olayda hayır olduğu gerçeği devamlı hatırlatılmalıdır. Sıkça kullanılan karamsar üslup terk edilmez ve insanların imanlarını kuvvetlendirecek kültürel faaliyetler yapılmaz ise sorunlar devamlı artar, mevcut sorunlara da çözüm bulunamaz. Bir Kuran ayetinde ümitsizliğin iman etmeyen kişilere ait bir özellik olduğu şöyle bildirilmiştir:

Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez. (Yusuf Suresi, 87)

Kuran’da da açıkça bildirildiği gibi, ümitsizliğe düşmek Müslümana yakışmayacak bir harekettir. Bu yüzden iman edenlerin bilinçlendirilmesi ve imanlarının sağlamlaştırılması için Müslüman Türk Milletine özellikle de yazılı ve görsel basında görev alan kişilere büyük sorumluluk düşmektedir. Bu konumdaki insanlar yazdıkları yazılarda, hazırladıkları programlarda halkımızın maneviyatını sağlamlaştırmaya, onlara güzel ahlakı anlatmaya özen göstermeli, bunları yaparken alaycılıktan şiddetle kaçınan, mukaddesata saygılı ve Allah’ın sınırlarını titizlikle koruyan bir üslup kullanmaya dikkat etmelidirler.


22 Ekim 2016 Cumartesi

Kalp, Akıl Ve Zeka

                                     DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ


 İnsanın içinde heva ve vicdan şeklinde iki ayrı yön olduğuna daha önceki bölümlerde dikkat çekmiştik Bu noktada akıl ve akılsızlık kavramları da büyük önem taşımaktadır. Çünkü Kuran'da, hevaya uymanın akılsızlığı, vicdana uymanın ise aklı getirdiği haber verilir.

Az önce de belirttiğimiz gibi, hevasına uymuş, dolayısıyla Allah'tan kopmuş bir insan, kısa sürede akletme özelliğini yitirir. Allah Kuran'da, inkarcılardan söz ederken, onların "akletmeyen bir kavim" (Haşr Suresi, 14) olduklarını bildirmektedir. İlk anda bunun nasıl olduğu anlaşılmayabilir. Çünkü çoğu kimse, her insanın belli bir akla sahip olduğunu ve bunun da değişmediğini sanmaktadır. Bu bir yanlış anlamadır ve aklın zeka zannedilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa zeka ve akıl çok farklı şeylerdir. Herkes zeki olabilir, ancak akıl yalnızca iman edenlerde bulunur.

Nefsin fücuruna, yani hevaya uymak insanın aklını örttüğüne göre, acaba aklı açan şey ne olabilir? Bunun cevabı açıktır: İnsan nefsinin fücuruna (hevaya) değil de, ona bu fücurdan sakınmayı telkin eden güce (vicdana) itaat ederse, akıl sahibi olur.

Nitekim Kuran'da kastedilen akıl ruhta yaşanan manevi bir özelliktir. Kuran, çoğu ayette "akleden kalplerden" söz eder. Dolayısıyla gerçek akıl, beynin bir fonksiyonu olan zekadan çok farklıdır. Akıl, "vicdan"ın da yeri olan kalpte bulunur. Kuran ayetlerinde aklın kalpte olduğu ve "akılsız"ların kalplerinin kapalı olduğu için akledemedikleri açıkça ifade edilmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir. (Hac Suresi, 46)

Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179) 

(Savaştan) Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar. (Tevbe Suresi, 87) 

Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)

Kuran'da, ancak "kalbi olanlar"ın öğüt almaya ve dolayısıyla iman etmeye istidatlı oldukları da şöyle bildirilir:

Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır. (Kaf Suresi, 37)

Dolayısıyla, Kuran'da sözü edilen gerçek akıl, doğrudan kalple ve vicdanla ilgilidir.

Dikkat çekici olan, bu aklın artıp-azalabilmesidir. Beynin bir fonksiyonu olan zeka, önemli bir yaralanma ya da hastalık dışında, artıp-azalmaz, herkesin "IQ"su sabittir. Ama akıl azalıp-artabilir.

Aklın bu artıp-azalabilme özelliği, insanın vicdanı ile ilgilidir. Vicdan güçlenir ve insan Allah'tan daha çok korkup-sakınırsa (takvası artarsa), "doğruyu yanlıştan ayıran bir anlayış" kazanılır. Tümüyle "metafizik" olan bu sır, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

Allah'tan korkup-sakınmayan bir kişi ise, bu "doğruyu yanlıştan ayıran nur ve anlayış"tan mahrumdur. Çok zeki olabilir, iyi bir fizikçi, sosyolog ya da herhangi bir "saygın kişi" olabilir, zeka ürünü yapıtlar ortaya koyabilir. Ama, gerçek vicdandan ve dolayısıyla gerçek akıldan yoksundur. İyi bir bilim adamı olup, sözgelimi insan vücudunun bilinmeyen sırlarını ortaya çıkarabilir, ama o vücudun kim tarafından yaratıldığını düşünecek vicdana ve kavrayacak akla sahip değildir. Keşfettiği şeyin mükemmelliği ile hayrete düşüp, o şeyi yaratan Allah'a yönelip ve Rabbimizi övecek (tesbih edecek) yerde, bulduğu şeyden dolayı gururlanıp kendisini övmeye (tesbih etmeye) başlar, bu "bilim adamı", hevasını ilah edinmiş ve bir bilgi üzere sapmıştır. Allah Kuran'da bu tür insanların durumunu şöyle haber vermiştir:

Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)

Buna karşın Kuran'da müminler, "kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlar" olarak tarif edilir. (Rad Suresi, 28) Ayetin devamında, "... kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur". şeklinde buyrulmaktadır.

Allah inkarcılarla ilgili olarak da ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 7)

… O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 167)

Zeki kişi bilimsel buluş yapabilir, başarılı bir iş adamı olabilir, mühendis ya da başka herhangi bir işte uzman olabilir. Ancak burada en önemli nokta çoğu zaman yaptığı işlerin yarar ve zararını ayırt edecek bir anlayışa sahip olmadan bu işleri yapmasıdır. Defalarca dinlediği doğrulara karşı tepkisiz ve kör gözlerle cevap vermesi, ayetlerdeki körlük ve sağırlığı, yani kavrayışın ve anlayışın yok oluşunu gösterir. Tevbe Suresi'nin 87. ayetindeki "onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp anlamazlar" ifadesi kalbin kavrayıştaki önemini göstermesi açısından önemli bir örnektir.

Kuran'ın daha pek çok ayetinde, insan davranışlarının kalple olan ilişkisi konu edilmektedir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Allah'ın Kişi İle Kalbi Arasına Girmesi

Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resulüne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız. (Enfal Suresi, 24)

Kalp Uzlaşması

Ve onların kalplerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalplerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Enfal Suresi, 63)

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Kalplerine Sindirilmesi

Hani sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik (ve): "Size verdiğimize (Kitaba) sımsıkı sarılın ve dinleyin" (demiştik). Demişlerdi ki: "Dinledik ve baş kaldırdık." İnkarları yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De ki: "İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?" (Bakara Suresi, 93)

Kalplerin Takvası

İşte böyle; kim Allah'ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır. (Hac Suresi, 32)

Kalpleri Isındırılacaklar

Sadakalar -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 60)

Kalbin Tatmin Bulması

Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28) 

Bu sefer (Havariler:) "Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahitlerden olalım" demişlerdi. (Maide Suresi, 113)

İman edip salih amellerde bulunanlar ve "Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar", işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. (Hud Suresi, 23)

(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kuran'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 54)

Allah bunu (yardımı) size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. "Yardım ve zafer" (nusret) ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'ın katındandır. (Al-i İmran Suresi, 126)

Kalbin Sağlamlaşması

Sana elçilerin haberlerinden -kalbini sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda sana hak ve müminlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir. (Hud Suresi, 120)

Kalplerin Boş Olması

Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalpleri (sanki) bomboştur. (İbrahim Suresi, 43)

Kalplerine Korku Salınması

Kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür. (Al-i İmran Suresi, 151)

Kalbin Öfkeyle Kabarması

Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar. (Zümer Suresi, 45)

Kalplerin Meyletmesi

Bir de ahirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin de ondan (bu yaldızlı ve içi çarpık sözlerden) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını yüklene dursunlar. (Enam Suresi, 113)

Kalplerde Onulmaz Bir Hasret Kılınması

Ey iman edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Al-i İmran Suresi, 156)

Kalplerde Olmayanı Ağızla Söylemek


Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 167)

Kalplerde Gizli Tutmak

Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. (Al-i İmran Suresi, 118)

Kalplerin Parçalanması

Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 110)

Kalplerin Kayması

"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen." (Al-i İmran Suresi, 8)

Andolsun Allah, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (Tevbe Suresi, 117)

Kalplerin Benzemesi

Bilgisizler, dediler ki: "Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?" Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik. (Bakara Suresi, 118)

Kalplerin Karşı Koyması

Nasıl olabilir ki!.. Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne "akrabalık bağlarını", ne de "sözleşme hükümlerini" gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir. (Tevbe Suresi, 8)

İmanın Kalbe Girmemesi

Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resulü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 14)

Kalpte Hastalık Olması

Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 10)

İşte kalplerinde hastalık olanları: "Zamanın, felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz" diyerek aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih veya katından bir emir getirecek de, onlar, nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı pişman olacaklardır. (Maide Suresi, 52)

Şeytanın (bu tür) katıp-bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler. (Hac Suresi, 53)

Kalbin Katılaşması

Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir. (Bakara Suresi, 74)

Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (Enam Suresi, 43)

Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Zümer Suresi, 22)

Kalbin Mühürlenmesi

Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve "kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (Nisa Suresi, 155)

Öyle olmasa, Kuran'ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş? (Muhammed Suresi, 24)

(Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı. (Araf Suresi, 100)

Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 7)

Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler. (Mümin Suresi, 35)

Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "inandık" diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır. (Maide Suresi, 41)

Sonra onun ardından kendi kavimlerine (başka) elçiler gönderdik; onlara apaçık belgeler getirmişlerdi. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte Biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz. (Yunus Suresi, 74)

İşte bu ülkeler, sana onların "haberlerinden aktarmalar yapıyoruz." Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, inkar edenlerin kalplerini böyle damgalar. (Araf Suresi, 101)

Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler. (Tevbe Suresi, 93)

De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, Biz nasıl ayetleri "çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da" sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (Enam Suresi, 46)

Tüm bu ayetler çok açık bir gerçeği ortaya koymaktadır: İman, insanın kalbinin duyarlı olmasıyla ilgilidir. Kalbi katılaşmamış, mühürlenmemiş bir insan, Allah'ı tanımaya ve O'na itaat etmeye zaten eğilimlidir. Din kendisine anlatıldığında, kalbinin verdiği kavrayışla gerçeği görür ve hemen iman eder. Oysa inkarcılar farklı bir ruh hali taşırlar. Onların kalpleri ölüdür, mühürlüdür. Kalplerinde bir duyarlılık olmadığı için, akıl sahibi de olamazlar. Bu durumda iman etmeleri de söz konusu değildir. Kuran'ın farklı ayetlerinde, mümin yapısına sahip kimselerin kendilerine verilen öğütleri hemen dinledikleri, oysa inkarcı yapısına sahip kimselerin de ne olursa olsun iman etmeyecekleri haber verilir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. Gerçekten Biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır. Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar. (Yasin Suresi, 7-10)

Sen ancak, zikre (Kuran'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi, 11)

Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)

Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır. (Neml Suresi, 80-81)

Kalpleri katılaşmış ve dolayısıyla akletme yeteneğini yitirmiş olan inkarcılara karşı, bir de vicdan sahibi olan ancak henüz dini öğrenmemiş kişiler vardır. Bunlar, kendilerine din tebliğ edildiğinde, dinin hak olduğunu kalpleriyle kavrar ve hemen iman ederler. Bu iki taraf, yani kalpleri katı olan inkarcılar ile imana yakın olan ancak kendilerine tebliğ ulaşmamış kişiler arasındaki en büyük fark ise, bir tarafın kibirli, öteki tarafın tevazulu oluşudur. (İlerleyen sayfalarda kibir ve tevazuya daha ayrıntılı olarak değineceğiz.) Bunun bir örneği, kendilerini beğenen ve bu nedenle de "kalpleri kaskatı kılınmış" (Maide Suresi, 13) olan bir kısım Yahudilerle, tevazu sahibi olan bir kısım Hıristiyanlar arasındaki farktır. Kuran'da bu durum şöyle açıklanır:

Andolsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir. Elçiye indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz inandık; öyleyse bizi şahidlerle birlikte yaz." (Maide Suresi, 82-83)

Mümin fıtratına (yaratılışına) sahip kimseler, dine davet edildiklerinde, "Rabbimiz, biz: 'Rabbinize iman edin' diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik..." (Al-i İmran Suresi, 193) ayetinde tarif edilen tavrı göstermekte ve hemen kabul etmektedirler. İnkarcılar ise sürekli bir tepki, hatta düşmanlık içinde bulunmaktadırlar.

ÜLFETE KARŞI ALLAH'A DUA EDİLMESİ LAZIM

                                           DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Peygamber (sav) mucizesine karşı, şeytan insanda ülfet geliştirir. Yani normal görme duygusu geliştirir. Ülfet çok tehlikelidir. Müslüman'ın en çok üstünde duracağı şeylerden birisi odur. Mesela hücrenin yapısını inceliyor, nefesi kesiliyor. Ama beyninin arkasında muazzam bir ülfet dalgası sürekli emer o gelen bilgiyi. Sürekli yok eder. Ülfet felaket bir şeydir. Mesela Peygamber (sav)'in mucizesini duyuyor. Gözleri doluyor, hayret ediyor. Ülfet onu bir anda yutup atar. İnsanın ülfet eğilimi vardır. Ülfete direnmek lazım.

Ülfete peygamberler hiçbir şekilde aman vermezler. Mesela Hz. İsa Mesih (as)'ın özelliğidir. Çok keskin akılla bir şeyi teşhis ediyor. Ülfet geldiğinde ülfet onun beyninde etkili olmuyor. O bilgiye zarar veremiyor ülfet. Alışkanlık yani, normal karşılama. Ona karşı bir kere Allah'a dua edilmesi lazım. ''Yarabbi, beni ülfetten koru. Harika bilginin etkileyiciliğini kalbime hakim kıl, ruhuma hakim kıl. İmanıma vesile olan bu değerli bilgiyi ülfetle yok etmekten beni koru.''

Ülfet tabii bazı şeylerde faydalı olur. İnsan mesela bir acı olayla karşılaşır, kendine göre; tevekkül eder. Bazı insanlar tevekkül etmezler ama bir süre sonra ülfet gelişir. Ülfetle o acıdan rahatsız olmaz artık. Veyahut onu rahatsız eden herhangi bir şey olur. Ülfet gelişir, ona karşı artık direnç kazanır. Ama harika bilgiye karşı ülfet felakettir. Buna çok dikkat etmek lazım.

Mesela böbrek kanda olan atomu, molekülü tek tek tanıyor. Atomu ve molekülü elektron mikroskobu göstermiyor, insan göremiyor. Hücrenin gözü yok, burnu yok, eli yok, kolu yok; hiçbir şeyi yok. Hücre, böbrek hücresi. Geliyor kanda bakıyor insanın zararlı olan maddelerine, ''Şunlar zararlı'' diyor. ''Ben bunları alıyorum'' diyor. Faydalı olan? ''O dursun'' diyor. Kardeşim, yüzlerce binlerce faydalı molekül var. Yüzlerce binlerce de faydasız var. Nasıl ayırt ediyorsun? Gelir gelmez anlıyor. ''Sen bana yararsın, geç. Sen amonyaksın, sen yaramazsın. Seni atıyorum'' diyor. ''Sen? Başka bir molekül, bana yaramazsın. Şu? Faydalı, sen geç.'' Bu müthiş bir şey. Ve gece gündüz biz uyurken de bunu yapıyor, yürürken de bunu yapıyor. Sessiz sedasız geceli gündüzlü sabırla bu temizleme işlemini yapıyor. Şimdi bu ne? Bu tek başına insanın Allah'a tam anlamıyla, kamil anlamda iman etmesine vesile olacak bir bilgi. Ama ülfet bunun üzerine çöktü mü kafa gider. Bir anda dağılır gider. Bu bilgiyi emer ülfet, yok eder.

Ülfetin şu yönden faydası olabilir: Allah tarafından insanlara, Allah'ın haşyetinden helak olmamaları için verilmiş bir özellik. Çünkü normalde Allah'ın varlığından, Allah'ın haşyetinden, Allah korkusundan normalde insan helak olur Allah esirgesin. Ölür yani kaldıramaz. Fakat ülfetle bunu Allah rahatlatıyor. Ülfetle bu şey gider insanın üzerinden. Daha sakin olmasını sağlar. Yani bir sinir ilacı gibidir insana. Psikolojik bir sakinleştirici gibidir ülfet. 

Hz. Meryem'in üstün ahlakını örnek almak

                                  DİĞER BLOGLAR İÇİN TIKLAYINIZ
İnsanlar ancak hak dini yaşayarak sağlıklı bir akıl ve ruha sahip olabilirler. Çünkü hak dini yaşamak, insanı dünyevi bağlardan kurtarır. Kişiyi sadece Allah'a ve O'nun hak kitabındaki emirlere karşı sorumlu hale getirir. Bu, insanlar için çok büyük bir kolaylıktır. Allah Kuran'ın birçok ayetinde İslam dininin kolaylığından bahseder, "Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız." (A'la Suresi, 8) şeklinde bildirerek Müslümanların bu kolaylık içinde başarı sağlayacaklarını haber verir. Başka bir ayette de Müslümanlara gönderilen elçilerin önemli bir özelliğinin insanların üzerine yüklenen ağırlık ve zorlukları, kuralları, batıl inançları kaldırıp onları özgür kılmak olduğunu haber verir. Kurtuluşa eren insanların da bu emirlere uyan insanlar olacağını şöyle müjdeler:

"... O, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır." (Araf Suresi, 157)

Üzerindeki dünyevi zincirlerden kurtulmuş, aklını, cahiliye ürünü olan fikirlerden arındırmış, temiz akıl sahibi bir insan hür düşünebilir. Böyle bir insan diğer insanların düşüncelerinden ve taleplerinden bağımsız olarak yalnızca Allah'ı razı edecek kararlar alabilir. Bunun nedeni bu kişinin, ölçü olarak sadece Kuran'da belirtilen sınırlara uyuyor olmasıdır. Bunun dışında, insanların kendisi hakkında ne söyleyeceklerinin, ne düşüneceklerinin ya da hakkında nasıl bir kanaat edineceklerinin bir önemi olmaz. İman eden bir insan için Allah'ın rızasını kazanmaktan, O'nun emrettiği şekilde yaşamaktan başka bir hayat şekli yoktur. İşte bu gerçeği kavrayan salih müminler cahiliye toplumunun batıl dinlerinden biri olan "insanlara tapınma dini"ni hiçbir zaman yaşamazlar. Allah Kuran'da, bulundukları toplumun İslam ahlakından uzak yapısından uzaklaşan ve kendilerini Allah'a adayan insanlara dair pek çok örnek vermiştir. Bu kutlu insanlar arasında en dikkat çeken örneklerden biri de Kuran'da ismi zikredilen mübarek bir insan olan Hz. Meryem'dir.

Kendisini Allah'a adayan örnek bir kul: Hz. Meryem

Kuran'da Allah, Hz. İsa'nın annesi Hz. Meryem'i yalnızca Kendisine yönelen bir kul olarak örnek vermektedir. Hz. Meryem, doğumu öncesinde annesi tarafından iyi bir kul olması ve dünyevi tüm bağlardan arınmış olması dileğiyle Allah'a adanmıştır. Bunu haber veren ayet şöyledir:

"Hani İmran'ın karısı: 'Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen' demişti." (Al-i İmran Suresi, 35)

Böyle önemli bir dilekle Allah'a adanan Hz. Meryem ile ilgili Kuran'daki diğer ayetler, Allah'ın Hz. Meryem'in annesinin bu duasını kabul ettiğini göstermektedir. Allah Al-i İmran Suresi'nde Hz. Meryem'in son derece güzel ve temiz bir ahlakla yetiştiğini şöyle bildirmektedir:

"Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi..." (Al-i İmran Suresi, 37)

Yine başka bir ayette de Allah, Hz. Meryem'i seçtiğini ve onu üstün kıldığını şöyle haber vermektedir:

"Hani melekler: 'Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı' demişti." (Al-i İmran Suresi, 42) 

Ayrıca Kuran'da Hz. Meryem'e, Allah'a gönülden boyun eğen, itaatli, Allah'ın emirlerine uyan bir insan olması emri verildiği de bildirilmektedir:

"Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et." (Al-i İmran Suresi, 43)

Hz. Meryem yaşamının belli bir döneminde ailesinden ayrılarak doğu tarafa çekildiğinde, burada bir mucize olarak Hz. İsa'nın doğuş haberini almıştır. Cebrail vasıtası ile kendisine Hz. İsa'nın doğumu müjdelenmiştir:

"Hani Melekler, dediler ki: 'Meryem, doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, o- nurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır..'" (Al-i İmran Suresi, 45)

Hz. Meryem, Allah'tan bir mucize olarak, kendisine hiçbir insan eli değmeden Hz. İsa'ya hamile kalmış ve ardından ıssız bir yerde tek başına Hz. İsa'yı dünyaya getirmiştir. Allah'ın kendisi için belirlediği kadere gönülden boyun eğen Hz. Meryem, bu olaylar üzerine kavmi tarafından kendisine atılan tüm iftiralara karşı sadece Allah'a güvenip sığınmıştır. Allah Kuran'da Hz. İsa'nın doğumu öncesi ve sonrasında meydana gelen mucizevi olayları kavrayamayan bu kavmin, Hz. Meryem'e yönelik ağır ithamlarını ve incitici sözlerini şöyle bildirmektedir:

"Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: 'Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi.'" (Meryem Suresi, 27-28)

Allah bir ayette de kavmin inkara sapmış olduğunu ve Hz. Meryem hakkında büyük yalanlar ve iftiralar ortaya attığını şöyle haber vermektedir:

"(Bir de) İnkara sapmaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri" (Nisa Suresi, 156)

Allah, Hz. İsa'yı alıp kavmine geri dönmesini istediğinde Hz. Meryem Allah'ın emrine rıza göstermiş ve insanların kendisi için ne düşüneceklerini, hakkında ne gibi iftiralar atacaklarını önemsemeden Allah'ın emrine uymuştur. Açıklaması son derece güç bir olayın içinde olmasına rağmen, bunu bahane etmemiş ve kendisinden isteneni eksiksiz olarak yerine getirmiştir. Kendisi hakkında kavminin ortaya attığı tüm ithamlara gerçek bir Müslümana yakışır şekilde karşılık vermiştir. Allah'ı unutup insanları ilahlaştıran cahillerden çok farklı bir ahlaka sahip olduğunu, Allah'ın emirlerine uyarak ve insanların kendi hakkındaki düşüncelerine itibar etmeyerek göstermiştir. (Harun Yahya, Kuran Ahlakı)

Allah Kuran'da Hz. Meryem'in hayatından haber verdiği bu örnekle, insanlara önemli mesajlar vermektedir. Çünkü Hz. Meryem dünyada hiç kimsenin başına gelmemiş, eşi benzeri olmayan, mucizevi bir olayla imtihan edilmiştir. Son derece zor ve sabır gerektiren bir ortamda insanların baskı ve iftiralarına karşı güzel bir sabır göstermiştir. Tüm bunların sonucunda ise Allah Hz. İsa'yı henüz beşikteyken konuşturarak annesini, insanların iftiralarından temize çıkarmıştır.


Mümin olmanın rahmeti


                                       DİĞER BLOGLAR İÇİN TIKLAYINIZ
Allah'ın bir insana iman nasip etmesi ve kişinin bütün hayatını Allah'ın rızasına uygun bir şekilde yaşama gayreti içinde olması, Allah'ın bir insana verdiği en büyük nimetlerden biridir. Dünyadaki bütün insanlar doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Bu durum, binlerce yıldır süregelmektedir. Bu süreç içerisinde bazı insanlar hayatlarının tamamını Allah'a iman ederek, Allah'ın rızasını, rahmetini, cennetini kazanmaya çabalayarak geçirirken, bazı insanlar da dünyanın boş aldanışlarına, şeytanın kışkırtmalarına uyum sağlayarak Allah'ın rızasından tamamen uzak bir hayat yaşarlar. İlk bakışta bu insanların çoğunluğunun benzer hayatlar yaşıyor olmaları iman etmeyenleri aldatmaktadır. Nihayetinde herkes yemek yemekte, uyumakta, işe gitmekte, para kazanıp bir yaşam sürmektedir. Halbuki Allah'a iman etmeyenlerin ömürleri boyunca kavrayamayacakları bir gerçek vardır; Allah'a iman etmenin inananlar üzerinde oluşturduğu güzellikler.

İman eden bir insan dünyadaki diğer insanlar gibi yemek yese de, işe gidip, çalışıp para kazansa, araba kullansa, otobüse trene binse de, esasında tüm bu hareketleri yaparken Allah'a iman etmenin, Allah'tan korkarak ve vicdanını kullanarak yaşamanın rahmetini yaşamaktadır. İman eden kişi her an Allah ile birlikte olduğunu, insanların rızasının hiçbir öneminin ve değerinin olmadığını, esas razı edilmesi gereken tek varlığın Allah olduğunu bilir. Tüm hareketlerini, yaşam tarzını Allah'ın rızasını kazanmak gayesi ile planlar ve ahirete iman eder. Dünya hayatının yaşanılacak asıl yer olmadığını, aksine sonsuz ahiret hayatı ile kıyaslandığında çok kısa ve geçici bir süreç olduğunu bilir. Bu da iman eden bir Mümin için bir sevinç vesilesi haline gelir. Çünkü iman edenler imtihan ortamının, zorluk, sıkıntı gibi gözüken olayların sadece dünya hayatının bir parçası olduğunu bilirler. Eğer dünya hayatlarını Allah'ın istediği gibi yaşarlarsa sonsuz ahiret yaşantısında Allah'ın rızasını kazanmış olarak cennette olmayı umarlar. Bu da sonsuz zamanlar boyunca güzellikler, nimetler ve hepsinin üstünde Allah'ın rızasını kazanmış olarak yaşamak anlamına gelmektedir.

İman edenlerin yaşadıkları en büyük güzelliklerden biri de Allah'ın, herşeyi kendileri için en hayırlı şekilde yarattığına iman etmelerinden kaynaklanan kadere teslimiyetleridir. Bulundukları iş yerindeki bir toplantıda, okuldaki bir sınavda veya sıkışık bir trafikte daha birçok insan aynı şartlarla karşı karşıya olup, içinde bulundukları durumdan dolayı öfkelenir, heyecanlanır veya korkarken, iman edenler Allah'a tevekkül etmenin derin hazzını yaşarlar. Başlarına her ne gelirse gelsin bunun göklerin ve yerin Rabbi olan Yüce Allah'tan olduğunu bilirler. Allah tüm evreni yoktan var eden, sonsuz güç sahibi, en Yüce varlıktır. Yüce Rabbimiz mükemmel bir düzen, olağanüstü bir sistem yaratmış ve tüm bu olağanüstülüklerin arasında gelmiş geçmiş milyarlarca insanın da kaderlerini belirlemiştir. Yüce Rabbimiz'in yarattığı kadere teslim olup, sevinç ve şevkle bu kaderi izlemek, bu kadere canı gönülden razı olmak ise Allah'ın müminlere bahşettiği büyük bir rahmettir.