3 Temmuz 2015 Cuma

Dünya İçin Yapılan İşler Dünyada Kalır




İnsanların çoğu yılların dahi hesabını yapamadan kendilerini ilk önce okul sıralarında, ardından iş yerlerindeki masalarında, daha sonra çocuklarıyla, en son olarak da torunlarıyla birlikte parkta gezerken bulur. Yirmili yaşlardayken bir anda ellili yılları geride bıraktığını, kendi hesaplarına göre hayatının sonlarına doğru yaklaştığını aniden fark eder. Çünkü artık; Çok rahatlıkla spor yaptığı, koşup hareket ettiği bedeni, neredeyse ayağını bir kaldırıma dahi yükseltemeyecek kadar güçsüzleşir.

Çok keskin gören gözlerindeki net görüş azalır, pırıl pırıl parlayan cildi derin çizgilerle dolar.

 Eski resimlerine baktığında, yılların kendi üzerinde çok büyük değişiklikler yaptığını fark eder.

 Ruhu ne kadar koşup oynamak, hızla yürümek veya eğlenmek istese de vücudu buna kesinlikle izin vermez.

 Tüm bu gerçekleri fark ettikten sonra, oturup düşünmeye başlar.

 Sahip olduğu evi, onun içine özenle yerleştirdiği eşyaları, bahçesi, kurduğu işi, biriktirdiği parası… Bunların kendisine bundan sonra ne gibi bir faydası olacağını, ölümünden sonra ise hiçbir anlamı kalmayacağını düşünür.

 Aklına kendi babası, annesi, dedeleri gelir; onlardan geriye kalanların bu kişilere ölümlerinden sonra hiçbir yardımlarının olmadığını anlar.

 Zamanın, dünyada geride kalanları büyük bir bozulmaya uğrattığını, nice güzel renkli çiçeklerin solduğunu, bitkilerin zamanla kuru bir dal haline geldiklerini, en yeni diye düşündüğü eşyaların dahi zamana direnemediklerini bir kez daha fark eder.

 En önemlisi de dünya mallarını tutkuyla kullananların, elde etmek için büyük bir hırs içinde çalışan insanların ölümleriyle birlikte, bunları arkalarında bırakmak durumunda kaldıklarını görür.

 Bu gerçeğin en zengin insan için de, en fakir insan için de aynı şekilde olduğunu fark eder. Örneğin büyük paralar verip aldıkları değerli eserlerin, yaptırdıkları yüksek sütunlu evlerin, içinde en güzel çiçeklerin yer aldığı geniş bahçelerin, paha biçilmez mücevherlerin sahipsiz kaldığını görür.

 ``Dünya için yapılanın dünyada kaldığı`` gerçeğinin istisnasız tüm dünya tarihi boyunca işleyip işlemediğini sorguladığında ise karşısına çok büyük bir gerçek çıkar. Nice kralların ve imparatorların da hep aynı sona uğradıklarını hatırlar. Çünkü bu kişilerden hiçbirinin öldükten sonra yanlarına, tek bir parça eşyalarını dahi almaları mümkün olmamıştır. Ruhları Allah Katında çoktan hesaba çekilmiş, yaptıklarıyla karşılıklarını almışlardır. Allah Hakka Suresi'nde bu insanların kıyamet günü ağızlarından dökülen sözlerini şöyle bildirir:

 "Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti." (Hakka Suresi, 27-29)

 Dünya Süslerinin Gerçek Mahiyeti

 Allah dünya hayatında insanları cezbeden tüm süsleri, onlara sadece geçici bir meta olarak sunmaktadır. Bunların tek var olma amacı, her biriyle ahiret yurdu için hayırlı işler yapılmasıdır. Değerli İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi de dünyanın ve üzerindekilerin bu yönü üzerinde durmuştur. Dünyayı bu haliyle, üzerinde ekim yapılıp ürün toplanan bir tarlaya, bir eğitim alanına ve üzerinde ahiret için ecir kazanılan bir pazara benzetmiştir:

 "Bu muvakkat (geçici) memleket bir tarla hükmündedir, bir talimgahtır (imtihan yeridir), bir pazardır. Elbette arkasında bir mahkeme-i kübra (büyük bir mahkeme), bir saadet-i uzma (mükemmel bir mutluluk) gelecektir." (Sözler / Onuncu Söz -s.247)

 Oysa insanların çok büyük bir çoğunluğu bu gerçeği gözardı ederek, dünya üzerindeki herşeye tutku derecesinde bağlanırlar. Var olmalarının tek nedeninin bunları kullanıp tüketmekten ibaret olduğunu düşünürler. Genellikle bu nimetlerin kaynağını, bunları Yaratan Yüce Allah'ı ve yaratılış amaçlarını akıllarına getirmezler. Bir gün tüm bunları arkalarında bırakarak öleceklerini unuturlar. Halbuki tüm bunlar tıpkı güzel kokulu ve dikkat çekici rengiyle insanlara süs olarak yaratılmış bir çiçek gibidir. Bunlar sadece dünya hayatının süsleridir. Ancak ahirete kesin olarak inanmayan kimseler, onların bu yönünü unutur ve hiç yok olmayacak gibi şiddetli bir tutkuyla bunlara bağlanır. İlim bakımından her yeri kuşatan Rabbimiz, Hadid Suresi'nde dünya hayatının üzerinde taşıdığı bu süslerin karşılaşacağı mutlak sonu şu şekilde haber vermektedir:

 "Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluver-miştir…" (Hadid Suresi, 20)

Dünya Hayatı Müminler İçin Cennete Vesile Olan Bir Köprüdür

 İman eden bir insan dünyada hoşuna gidecek, Allah'a olan yakınlığını ve şükrünü artıracak, kendine Allah yolunda güç, kuvvet kazandıracak olan herşeyi en güzel şekilde kullanırken; diğer yandan bunların gerçek mahiyetini de aklından çıkarmaz. Asıllarının ahiretteki cennet mekanlarında olduğunu bilir. Dünyada iken ahirette kendisi için kazanç olacak salih ameller peşinde olur. Dünyasını değil ahiretini zenginleştirme, huzurlu ve mutlu kılma yönünde çaba gösterir. Her yaptığı işte mutlaka Allah'ı razı edecek ve O'nun dostluğunu kazanacak bir çaba içinde olur. Kuran ahlakını hem kendi üzerinde hem de dünya üzerindeki insanlarda hakim kılacak salih amellerde bulunur. Amaçlarını nefsinin tutkulu arzuları değil, Kuran'da bildirilen ulvi hedefler belirler. Bu hedefler ona dünyada nimet bolluğu; hepsinin üstünde Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edebileceği bir akıl, Kuran'ın hikmetlerini kavrayabilme anlayışı ve üstün bir ahlak kazandırır. Allah tüm nimetlerinin kapılarını bu kişilere açar. İşte bu kişilerin dünya hayatında yaptıkları, ahirette bir güzellik olarak karşılarına çıkar. Onlara cennetin kapılarını açar, nefislerinin arzu ettiği sayısız güzelliği ve hepsinin de üstünde Allah'ın rızasını kazandırır.


Karar Verme Mucizesi ve Kader Gerçeği



 Bir seçim yaptığınızda içinizde özgür irade olarak adlandırılan bir his duyarsınız. Bu hissin sizdeki kuvvetli etkisinden dolayı, nefsiniz yaptığınız hareketlerin gerçek failini kendisi zanneder. Örneğin yürüyorum, koşuyorum, yemek yiyorum derken nefsiniz bütün bunların failinin kendisi olduğunu düşünür. Çünkü içinizdeki hisle algıladığınız davranışlar birbiriyle uyum içindedir. Ayrıca bu hissinizin yaptıklarınızdan önce geldiğini düşünürsünüz. Nefsinizin kendisine benlik vermesi zamanla giderek artar ve bir tür küçük firavun haline gelir. İşin doğrusu ise insanın hiçbir kudreti yoktur, istekleri de Allah’ın lütfüyledir. Nitekim bir Kuran ayetinde Allah: “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan Suresi, 30)” buyurmaktadır.  Size çay ve kahve sunulduğunu düşünün. Bunlardan birini seçmeniz istensin. Siz istediğinizi seçip keyifle içeceğinizi yudumladığınızda yaptığınız seçimin ne kadar doğru bir karar olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak yapılan araştırmalar çarpıcı bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Seçimlerinizden önce, isteğinizden bağımsız olarak karar zaten verilmiştir. Bu çarpıcı gerçek, bilim dünyasında müthiş bir yankı uyandırmış ve “Kader bilimsel olarak ispatlandı” şeklinde duyurulmuştur.

 Algıladığınız Dünyanın Geçmişin İzi Olduğunu Biliyor muydunuz?


 Son 30-40 yıldır sürdürülen bilimsel araştırmalar aslında özgür iradenin bir tür algı olduğunu gösterdi. Buna göre özgür iradenin davranışların ardındaki mutlak güç olduğu düşüncesi bir yanılgıdır. California Üniversitesi nörofizyologlarından Prof. Benjamin Libet, 1973 yılında yaptığı deneyler sonucunda tüm kararlarımızın, seçimlerimizin önceden belirlendiğini, bilincin ise herşey olup bittikten yarım saniye sonra devreye girdiğini ortaya koymuştur. Bu durum diğer nörofizyologlarca da, hep geçmişte yaşadığımız ve bilincimizin tüm yaşananları yarım saniye sonra gösteren bir "monitör" gibi olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. Benjamin Libet deneklere beyinlerindeki belli bölgeleri uyararak ellerine dokunulduğu hissini oluşturdu. Deneklerden dokunma hissini algıladıkları anda da bunu belirtmelerini istedi. Neticede ortaya şu çıktı. İnsanın algılama anı, gerçek zamana göre yarım saniye geç oluyor. Yani aslında biz hayatımız boyunca hep önceden çekilmiş bir filmi izleriz.


 Bir filmi izler gibi şu an yaşadığınız hayatı izlediğinizi biliyor muydunuz? Bilimsel araştırmalar göstermiştir ki yaşadığınızı düşündüğünüz anlar aslında geçmişin izleridir.


 Verdiğiniz Kararların Sizden Önce Verildiğini Biliyor Muydunuz?


 Araştırmalarını sürdüren Benjamin Libet daha da ilginç sonuçlara ulaşmıştır. Bu sefer Libet, parmakları hareket ettirme “kararını” deneklere bıraktı ve bunun neticesinde beyinde oluşan sinyalleri inceledi. Parmağı hareket ettirmenin karar anı, beyinden emir yollanması anı ve parmağın hareket anlarını not etti. Son derece ilginç bir gerçekle karşılaştı. Karar anından önce, parmağı hareket ettirmek için beyinde ilgili hücreler harekete geçiyorlar. Yani aslında parmağınızı hareket ettirme emri, sizden önce veriliyor. Ondan sonra size bu kararınız bir his olarak yaşatılıyor. Libet’in bu çalışmaları, bilim dünyasını derinden etkiledi. Çünkü deneyin sonuçları derin anlamlar içeriyor.


 Son olarak Max Planck Enstitüsünden bilim adamı Prof. John-Dylan Haynes gelişmiş manyetik rezonans ve bilgisayar tekniklerini kullanarak son derece ilginç araştırmalar yapmıştır. Araştırmalarda deneklerden önlerinde bulunan 2 düğmeden birini seçmeleri istendi. Düğmeye basılışın karar anının incelendiği bu deneylerde, Benjamin Libet’in deneylerini doğrular neticeler elde edildi. Esasen seçim yapıldığı düşünülen an, hissettirilen bir algıdan ibarettir. Yapılan deneylerde düğmeye basma kararının 7 saniye öncesinden deneklerin hangi düğmeye basacağı, beyin hücrelerinin aktivitelerinden tahmin edilebildiği görülmüştür.


 Prof. Haynes’in dünyada büyük yankı bulan çalışmasını gösteren bir resim. Deneklere sol ve sağ düğmelerden istediği birine basması istenmiştir. Deneğin karar verdiğini hissettiği an ile düğmenin basılma anı da dahil olmak üzere, beyindeki bütün faaliyetler incelenmiştir. Neticede çok çarpıcı bir gerçek ortaya çıkmıştır. Kişi, karar verdiğini düşündüğü andan 10 saniye öncesinde yapacağı  seçim, beyninde zaten bellidir. Bu son derece çarpıcı sonuç özgür iradenin aslında hissettirilen bir algı olduğunu bir kez daha göstermiştir. (Not 1)


 Araştırmayı yürüten ekibin lideri Prof. Haynes Nature dergisinde çıkan alıntısına göre “Kararlarımızın bilinçli olduğunu düşünürüz, ama bu veriler göstermiştir ki bilinç yalnızca buzdağının ucudur.” demektedir. 


 Bu yazıda anlatılan bilimsel çalışmalarda gördüğümüz gibi insanların kendilerinden kaynaklanan bir iradeleri yoktur. Bütün davranışların yaratıcısı Allah’dır. Sayısız insanla muhatap olduğunu düşünen biri, aslında yalnızca Allah’la yüzyüze olduğunu bilmelidir.  Nitekim Allah bir Kuran ayetinde “Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)  buyurmaktadır.


 Bu çarpıcı deney, dünyada büyük yankı uyandırmış ve “Özgür İradenin Sonu mu?” gibi başlıklarla duyurulmuştur. 4 Deneyi değerlendiren nörolog Mark Hallett bu çalışmanın kendisinin özgür iradenin karar verici güç yerine bir algı olduğu anlayışını doğrulamıştır diyerek ifade etmiştir. Vanderbilt Üniversitesinden Frank Tong sonuçları “oldukça dramatik” olarak niteleyerek 10 saniye beyin aktivitesi açısından “bir ömür boyu”dur demiştir.



1 Temmuz 2015 Çarşamba

İki yol, iki amaç, nasıl bir dost?




Biz ona 'iki yol-iki amaç' gösterdik. (Beled Suresi,10)

Her insan "yakın bir dost" arayışı içerisindedir. Mutluluklarını paylaşacak, zor anlarında kendisine destek olacak, çözümsüz kaldığı konularda çözüm yolları gösterecek, kendisini kayıtsız şartsız sevecek, sadakat gösterecek, koruyup kollayacak, hatalarına şefkatle yaklaşacak, sağlığında olduğu kadar hastalıklarında ya da yaşlılığında da kendisini yalnız bırakmayacak insanlar arar.

Ancak insanın böyle bir dost bulabilmesi için önünde iki farklı yol vardır. Bunların bir tanesi yalnız Allah rızasını gözeten müminlerin tercih ettiği Kuran ahlakının gerektirdiği Rahmani yoldur. Diğeri ise dünya menfaatini amaçlayan ve çıkara dayalı dostlukların yoludur. İki farklı durumun sebeplerini incelediğimiz bu yazımızda müminlerin arasındaki güçlü bağın ve iman etmeyen insanlar arasındaki dünyevi menfaatlere dayanan ilişkilerin açık farklarını ortaya koyacağız.

Ahlaka Önem Verilen Dostluk: "Gerçek dost" olabilmek için bir insanı, "sadece güzel ahlakı için sevebilmek" gereklidir. Bunlar, bir kişinin "Allah korkusu ve sevgisi, imanı, samimiyeti ve takvası"dır. Ancak bu değerler üzerine kurulan dostluklar kalıcıdır. Böyle yüksek bir ahlaka sahip kişilerin dostluğu sarsılmaz bir özellik kazanır.

Bitmeyen Bir Dostluk: Kuşkusuz her insanın ihtiyacını hissedip aradığı "gerçek dostluk" çok büyük bir nimettir. Gerçek bir dost, insanın iyi gününde de kötü gününde de yanında olan, kendisi için ne istiyorsa arkadaşları için de hiç tereddütsüz aynısını isteyen, onun mutlu olmasını, iyi olmasını en az kendisi kadar arzu eden insandır. Kıskançlık, çekememezlik, rekabet gibi düşüncelere kapılmadan karşısındaki insanı samimiyetle seven ve onun her zaman iyiliğini isteyen insandır. Kuran ahlakından kaynaklanan böyle sağlam bir dostluğu başka hiçbir şekilde elde etmek mümkün değildir.

Ahireti Hedefleyen Dostluk: Gerçek dost olmanın şartı, o kişinin dünyada ve ahirette mutlu olmasını hedeflemektir. Gerektiğinde dürüst ve açık konuşup, varsa ona imani yönden eksik olan yönlerini anlatmak, şefkatle bunları telafi etmesinin yollarını göstermek de önemli bir dostluk vasfıdır. Bu tür bir davranışı ancak gerçekten seven ve gerçekten dost olan bir insan yapar.

Saygı ve Sevgiye Dayanan Dostluk: Kuran ahlakının yaşandığı bir ortamda, Allah korkusu ve iman, insanların birbirlerine gerçek anlamda sevgi ve saygı duymalarını sağlayacak değerlerdir. İman edenlerin birbirlerine karşı duydukları sevgi, güven ve sadakat tamamen onların Allah yolunda gösterdikleri çabaya göre şekillenmektedir. Allah'ın rızasını kazanabilmek için sahip olduğu herşeyini hayır için kullanan, bu yolda 'dosdoğru' bir istikamet tutturan bir mümin, diğer Müslüman kardeşlerinin sevgisini kazanacak ve onlara en güzel şekilde örnek olacaktır. Aralarındaki güçlü sadakatleri, birbirlerine karşı olan sevgi, bağlılık ve güvenlerinin de artmasına neden olacaktır. Dolayısıyla dostluk ve yakınlık, kişilerin Allah korkuları, imanları ve güzel ahlakları üzerine kurulmuş ise, hastalık ya da yaşlılık nedeniyle oluşan fiziki değişiklikler bu dostluğa kesinlikle etki edemez. Aksine bu durumdaki bir mümine daha da fazla şefkat ve merhamet duyulur.

Dürüstlüğe Dayanan Dostluk: Samimiyet, insanın içiyle dışının bir olması, kalbinde ne hissediyor, ne yaşıyorsa dışarıya da bunu yansıtmasıdır. Son derece dürüst, açık ve net olması, gerçek düşüncelerini, duygularını hiç saklamadan, hiç hesap yapmadan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmadan, gerçek karakterini açıkça ortaya koymasıdır. Kuran ahlakına göre bir insan samimiyeti ölçüsünde değer kazanır; yakınları ve sevdikleri ona samimi olduğunu bildikleri için güven ve sevgi duyarlar.

"Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir." (Maide Suresi, 55)

Yalnızlığa Mahkum Bir Dostluk: Kuran ahlakını kendilerine rehber edinmeyen insanlar, tüm isteklerine rağmen gerçek bir yakın dostu asla bulamazlar. Bu nedenle birçok insanın bu konudaki "Çok yalnızım", "Tek bir dostum bile yok", "Hepsi zor günümde yalnız bıraktılar, meğer hepsi de iyi gün dostuymuş" gibi yorumlarına sıkça rastlanır.

İtibara ve Makama Dayalı Dostluk: Bazı insanların zenginlik, güzellik, itibar, makam ya da sosyal statü gibi değerlere göre kurdukları dostluklar hiçbir zaman için uzun süreli olmaz. Çünkü dostluğun dayandığı bu değerlerde bir değişiklik olduğu anda, dostluk da biter. Örneğin bu ahlaka sahip bir insan, çok güzel ve gösterişli olduğu için arkadaş olduğu bir kişinin, bir anda bir kaza sonucu tanınmayacak kadar kusurlu ve aynı zamanda da bakıma muhtaç, aciz bir duruma gelmesiyle birlikte bu kişiye olan tüm ilgisini, yakınlığını kaybedebilir.

Rekabete Dayalı Dostluk: Rekabet gözüyle bakan, haset eden insanlar çoğu zaman sadece mecbur kaldıklarında başkalarına hatalarını söylerler. Çünkü genellikle başkalarının kendilerinden iyi olmasını istemez veya dostluklarının bozulacağını düşünerek yanlış yönlerini görseler bile "Çok iyisin", "Biz seni böyle, olduğun gibi seviyoruz" gibi sözler söyleyerek çoğu zaman samimiyetsiz yaklaşımlarda bulunurlar.

Çıkarlara Dayanan Bir Dostluk: Çıkarlarına göre yaşayan insanlar, kendileri de yaşamları süresince birtakım maddi manevi iniş ve çıkışlar yaşarlar. Güzelliklerini, gençliklerini, sağlıklarını, sahip oldukları malları, zenginliklerini yitirebilirler. Öncesinde gerçek dost zannettikleri insanların, yaşlılıklarında, düşkün hale geldiklerinde kendilerine değer vermediklerini görürler. İyi günlerinde çok candan, çok yakın davranan, birbirlerine ölümüne sadakat sözleri veren bu insanlar, birbirleriyle konuşmayacak ve hatta birbirlerini tanımazlıktan gelecek kadar uzak bir tavra bürünürler. Bir sorunları olduğunda bunu paylaşacakları, danışacakları, yardım isteyecekleri, güvenebilecekleri kimselerinin olmadığını görürler. "En yakınım" dedikleri insanların bile, menfaatlerini dostluktan öncelikli tuttuklarını anlarlar.

Güvensizliğin Hakim Olduğu Dostluk: Kuran ahlakına göre yaşamayan insanların, birbirlerinin kötü ahlak özelliklerini bilerek birbirlerine gerçek anlamda sevgi, saygı duyabilmeleri, güvenebilmeleri imkansızdır. Bir kişinin yalan söylediğini, ikiyüzlü ve yapmacık bir tavır içerisinde olduğunu bilip, çıkarları için başkalarını kullandığını görüp de ona içten bir sevgi ve saygı duymak mümkün değildir. İnsan, -her ne kadar dostum, yakınım dese de- bu kişinin başkalarına olduğu gibi, kendisine karşı da aynı yaklaşım içerisinde olacağını bilir.  O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: "Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım,"
"Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim."
"Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kur'an'dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı 'yapayalnız ve yardımsız" bırakandır." (Furkan Suresi, 27-29)



Allah'ın her insana ilhamı: Vicdan


Vicdan, her insana güzel olan tavrı ve düşünceyi söyleyen, bir insanın sağlıklı muhakemede bulunmasını, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edebilmesini sağlayan manevi bir özelliktir.

Vicdanın önemli bir özelliği tüm insanlarda ortak olmasıdır. Yani bir insanın vicdanına göre doğru olan, aynı koşullar söz konusu olduğu sürece diğer insanların vicdanları için de geçerlidir. Vicdanlar hiçbir zaman çatışmaz. Bunun nedeni ise vicdanın kaynağıdır; vicdan Allah'ın ilhamıdır. Allah, her insana vicdanı aracılığı ile Kendisi'nin hoşnut olacağı umulan en doğru ve en güzel tavırları bildirmektedir.

Vicdanın Allah'ın ilhamı olduğu Kuran-ı Kerim’in Şems Suresi'nde şöyle bildirilmektedir:

Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene'. Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)