28 Eylül 2016 Çarşamba

Müslüman kadın güçlü bir karaktere sahiptir, iradelidir


Müslüman kadınların bir başka özelliği de, insanların kınamalarından etkilenmeyen güçlü bir şahsiyete sahip olmalarıdır. (Maide Suresi, 54) Kuran ahlakınını yaşamayan kadınlarda görülebilen zayıflıklara hiçbir zaman kapılmazlar. Bir kimsenin yersiz bir sözü, tavrı ya da eleştirisi, zayıflık gösterip güçsüz düşmelerine, cesaretlerinin kırılmasına neden olmaz. Alınganlık, karamsarlık gibi duygusal tepkiler vermeyi hiçbir zaman için kendilerine yakıştırmazlar. Her ne olursa olsun Allah'a tevekkül ederler. Başlarına her ne gelirse gelsin, Allah'ın sonsuz adaletli olduğunu, herşeyi görüp bildiğini, kimsenin 'hurma çekirdeğindeki bir iplikçik' kadar bile haksızlığa uğratılmayacağını bilmenin rahatlığını yaşar ve Allah'a teslim olurlar. (Nisa Suresi, 49)

Allah Kuran ayetleri ile insana doğruyu ve yanlışı tüm detaylarıyla bildirmiştir. Müslüman kadının ölçüsü Kuran ahlakıdır. Eğer Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlakı gösterdiği için çevresindeki bazı insanlar tarafından kınanıyorsa, bu tam tersine onun bu yöndeki şevkini, iradesini ve isteğini daha da güçlendirir. Allah'ın rızasını kazanabilmesi onun için, insanların hoşnutluğunun ve düşüncelerinin çok üzerindedir. Çünkü insanı asıl olarak değerli kılan Allah Katındaki konumudur. Bunu belirleyen de onun Kuran ahlakına uygun hareket edip etmediğidir. Bu nedenle mümin kadınlar insanların ne dediğine ya da çoğunluğun kanaatine göre değil, Kuran ahlakına göre bir kişilik geliştirirler. Tek başlarına kalsalar dahi çoğunluğa uymaz, Kuran ahlakına uygun bir tavır gösterirler. Bediüzzaman Said Nursi de sözlerinde bu konuya dikkat çekmiş, Allah'ın rızasına uygun hareket ettikten sonra insanların rızasının hiçbir önemi olmayacağını şöyle ifade etmiştir:

"... Rıza-yı İlahi kafidir (Allah'ın rızası kafidir). Eğer O yar (dost) ise, herşey yardır (dosttur). Eğer O yar değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez..." (Risale-i Nur Külliyatı, 21. Lema, s. 668)

Müslüman Kadın Cesurdur

Allah'a karşı olan sevgileri, güvenleri, bağlılıkları ve teslimiyetleri Müslüman kadınlara güçlü bir cesaret, gözükara ve yiğit bir karakter kazandırır. Allah'ın insanları zorluklarla deneyeceğini; bunlar karşısında cesaret ve teslimiyetle Allah'a bağlılıkta kararlılık gösterenleri ise rahmetine kavuşturacağını bilirler. Bu da onları daha kararlı ve şevkli kılar.

Müslüman kadının cesareti, dünya hayatına dair hiçbir kaygı yaşamıyor olmasından kaynaklanır. Allah'a olan derin teslimiyeti ve güveni, mal ya da can kaygısına kapılmasını engeller. İnsanı Allah yaratmıştır ve hayatına son verecek olan da yine ancak O'dur. Aynı şekilde dünya hayatında sahip olduğu maddi manevi tüm nimetleri; sağlığını, gençliğini, malını, mülkünü herşeyini kendisine veren Allah'tır. Bunları alacak olan yine ancak Allah'tır. Mümin kadın, Allah'ın herşeyi hayır ve hikmet üzerine yarattığını bildiği için, sahip olduğu değerlerden (maddi ya da manevi) herhangi birine zarar geldiğinde de, bunun Allah'tan bir güzellik ve bir hayır olarak kendisine ulaşacağını bilmenin rahatlığını yaşar. Bundan dolayı, bir tehlike, zorluk ya da risk durumu ile karşı karşıya kaldığında asla yılgınlığa kapılmaz.

Bunun yanı sıra Müslüman kadının cesareti onun Allah'ın sınırlarını koruma konusundaki kararlılığından da anlaşılır. Şartlar ne olursa olsun, Kuran ahlakından kesinlikle taviz vermez. Allah'tan başka hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmaz; Allah'ın rızasına en uygun davranışı sergilemekte hiç tereddüt etmeden büyük bir kararlılık gösterir. Allah iman edenlerin bu özelliklerini Kuran'da şöyle bildirmiştir:

"Ki onlar, Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter." (Ahzap Suresi, 39)

Allah'a ve Kuran'a güvenmede kararlılık göstermek


İnsan Allah'ın verdiği çok sınırlı bir akla sahiptir. Ve kendisine verilen bu çok kısıtlı aklı dahi yönetmekten acizdir. Ancak Allah'ın hak kitabı Kuran'a eksiksiz olarak uyduğu, aklını bu ahlak doğrultusunda yönlendirdiği takdirde bu akıl ona fayda sağlayabilir. Aksinde, Kuran ahlakından uzaklaştığı takdirde ise, aklını nefsinin ve şeytanın yönetimine vermiş olur. Bu da onu hayatının her aşamasında zora ve sıkıntıya sokacak, kayba uğratacak bir akıl zaafiyetine yöneltir.

İnsan, hayatının son anına kadar, nefsinin ve şeytanın aklı üzerinde kurmak istediği hakimiyete karşı mücadele etmek durumundadır. Bu mücadelede baştan galip gelebilmesi ise, kişinin temelde Allah'a ve O'nun insanlara bir lütuf olarak indirdiği hak kitabı Kuran'a kayıtsız şartsız bir güven ve teslimiyet içerisinde olmasıyla mümkün olabilir.

Yüce Rabbimiz sonsuz akıl sahibidir. Kainatın bizim bildiğimiz bilmediğimiz her noktasında, her an var olan her şeyi Allah yaratmaktadır. Allah'ın hakimiyeti dışında hiçbir güç yoktur. İnsanın bu önemli gerçek üzerinde dikkatlice düşünmesi son derece önemlidir. Allah sonsuz akıl sahibidir. Ve Allah bu sonsuz aklıyla insanlara yol gösterici olarak Kuran'ı takdir etmiştir. Böyle iken, insanın kendisine verilen çok kısıtlı aklı daha doğru görüp, Kuran'da tecelli eden akla uymaktansa kendi aklına güvenmesi çok büyük bir hata olur.

Ayrıca Rabbimiz Kuran'ı, insanlara bir rahmet olarak yaratmıştır. Kuran, Allah'ın yoluna uyanları karanlıklardan nurlara çıkaran bir kitaptır. Kendi aklıyla birşeyler yapmak isterken, insanın amacı kendisine fayda sağlayabilemek, zarardan kurtulabilmek, huzuru, mutluluğu, güzelliği, rahatlığı bulabilmektir. Oysa ki Allah tüm bunların yolunu insanlara hazır olarak Kuran ile birlikte vermiştir. İnsanın Kuran dışında kendi aklından bir çözüm bulma ihtiyacı yoktur. Kuran'a uyduğunda zaten kendi aklı da yatışacaktır. Çünkü Rabbimiz zaten insan aklını ve fıtratını, Kuran ile huzur bulacak şekilde yaratmıştır.

Bu nedenle insanın hayatının her aşamasında; gerek sıradan ve günlük gerekse de hayati önem taşıyan büyük olaylarla karşılaştığında tek yapması gereken Allah'a tüm kalbiyle güvenmesi ve hemen Kuran ahlakına teslim olmasıdır. Her olayın Kuran ahlakının yaşanmasıyla kesin olarak çözüme kavuşacağından emin olmalıdır. Bu konuda en ufak dahi bir şüpheye kapılmadan kararlılık göstermelidir. Allah sonsuz akıl ve sonsuz adalet sahibidir. Allah sonsuz güzel ahlaklıdır. Ve Rabbimiz kullarına karşı sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olandır. Mümin, Allah'a ve Kuran'a güvenen bir insanın sonunun, mutlaka güzel olacağını unutmamalıdır. Ve bu ahlakında hiç tereddütsüz devam etmelidir. Bir kere, iki kere bu gerçeği düşünüp üçüncüde kendi aklının gösterdiği yola kapılmamalıdır. Ya da birçok olayda bu güvenini muhafaza edip de, her zamankinden farklı zor bir durumla karşılaştığında taviz vermemelidir. Kendi aklına değil, Allah'ın sonsuz aklına ve Kuran ahlakına güvenmelidir. Ancak Allah'a ve Kuran'a teslim olduğunda mutlu ve başarılı olabileceğini unutmamalıdır. Rabbimiz Kuran'da güzel sonucun takva sahiplerinin olduğunu şöyle bildirmiştir:

İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır. (Kehf Suresi, 44)

... Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir. (Hud Suresi, 49) 

Allah, hidayet bulanlara hidayeti arttırır. Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır. (Meryem Suresi, 76)


Olumlu düşünmekte kararlı olmak

 İnsan zarar göreceğini bile bile neden olumsuz düşünmeyi tercih etmek ister?

 İnsan nefsinde, olayların olabilecek en kötü yönlerini görme, hep en kötü ihtimaller üzerinde durma eğilimi vardır. Bunun kişiye faydadan çok zararı vardır. Ama yine de pek çok insan, bu zararı bile bile, tercihlerini olumsuz düşünmekten yana kullanır.

Bu elbetteki çok ilginç bir durumdur. Çünkü insanın aslında her zaman kendini mutlu edecek, neşe verecek, güçlendirecek, hoşuna gidecek tercihlerden yana tavır koyması gerekir. Zira hiçbir insan kendisine üzüntü ve sıkıntı verecek, gerginliğe sürükleyecek ve mutsuz edecek bir şeyi istemez. Ama bu konuda şeytan sinsice bir oyun ile "olumsuz düşünmeyi" kimi insanlara makul, mantıklı, yararlı ve hatta gerekli bir davranış olarak gösterir.

Kimi zaman "bu olumsuzlukları görmesi gerektiği; aksi takdirde bunlara karşı tedbir alamayacağı" bahanesiyle, kimi zaman "olaylara olumsuz yaklaşmadığı, sadece gerçekçi baktığı" diasıyla şeytan insanları negatif düşüncelere çeker. Halbuki şeytanın asıl istediği önce bir bahaneyle kişiyi olumsuz bir ruh haline sürüklemek, daha sonra da bu negatif düşüncelerle dolu kişiyi , daha da derin bir gaflete sürükleyebilmektir. Allah'ın beğendiği tevekkül ahlakından uzaklaştırdığı; hüzne, ümitsizliğe ve telaşa kaptırdığı insanları tam olarak küfre çekebilmektir.

İnsanın bu oyunu en başından görebilmesi son derece önemlidir. Şeytan ilk başta kişiye "bir parça olumsuz düşünmenin ne zararı olabilir ki?" gibi sinsi bir mantıkla yaklaşır. Halbuki olumsuz düşünmenin az ya da çok olması bir şey değiştirmez. Kuran ahlakında olumsuz düşünmenin hiçbir şekilde yeri yoktur. Bunun az ya da kısa süreli olması da Kuran'a uygun değildir. Ve şeytanın amacı da kesinlikle bu kadarla sınırlı değildir. İstediği, kişinin Allah'ı düşünmemesi, kaderin mükemmelliğini gözardı etmesi, Allah'ın yarattıklarından hoşnut olmaması, Allah'ın razı olmayacağı bir ahlak yaşaması ve tüm bunların sonucunda da cehennemle karşılık görmesidir.

Burada insanın düşünmesi gereken, her şeyden önce Allah'ın insanlara tevekküllü, teslimiyetli olmayı, olaylara hayır ve hikmet gözüyle bakmayı emretmiş olmasıdır. Bu bilgi, iman eden bir kişinin şeytanın bu tuzağından etkilenmemesi için tek başına yeterlidir. Ayrıca şeytanın tuzağına karşı kendine şu soruları da sormalıdır: "Neden kolay ve güzel olanı seçmek yerine, kendimi üzecek, yoracak, sıkacak ve sonucunda da hiçbir fayda vermeyecek ve zarar göreceğim bir yolu seçeyim? Neden doğru olduğu ve güzel sonuç vereceği kesin olan bir ahlak yaşamayayım? Böyle bir tavır inşaAllah bana hem Allah'ın rızasını kazandırır hem de kolay, mantıklı ve akılcı değil mi? "İnsana hasta olup acı mı çekmek istersin yoksa sağlıklı olup mutlu mu olmak" diye sorsalar hiç hastalık ve acıyı tercih eder mi? Bu konunun da farklı bir yanı yok. Neden güzellik getiren bir seçeneği kötü göreyim?"

Güzel ahlakın, Kuran'a uygun şekilde olumlu, tevekküllü, teslimiyetli düşünmenin dünyada ve ahirette kesin olarak güzel sonuç vereceği açıktır. Rabbimiz Kuran'da güzel ahlakın kolaylığını ve şeytanın gösterdiği yolun zorluğunu şöyle açıklamıştır:

Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerinde dümdüz yürümekte olan mı? (Mülk Suresi, 22)

İşte iman eden bir insan için şeytanın bu oyunu, baştan bozularak yaratılmıştır. Çünkü Müslüman bir kişi, Allah'a olan inancından dolayı karşılaştığı her olayda Allah'ın nimetlerini görüp Rabbimiz'i yücelteceği ve şükredeceği güzellikleri görmeye eğilimlidir. Hiçbir zaman için yaşadığı olaylardaki olumsuz yönleri araştırmaz. Hep Allah'ın yarattığı hayırları hikmetleri görür. Tümüyle olumsuz görünen bir olayı dahi Allah'ın bir lütfu, rahmeti ve nimeti olarak görür. Tevekkül ve teslimiyetle, Allah'ın bu olayda da baştan sona hayır yarattığına gönülden iman eder.


''Heveslenmek'' ile ''gerçekten istemek'' farklı şeylerdir.


Bazı insanlar vardır; hemen her gördükleri güzel şeye heves ederler. Beğendikleri bir şeyle karşılaştıklarında, ilk bir heyecanla o konuda hemen birkaç adım atarlar. Ama sonrasında devam etmeye kararlılık gösteremezler. Sonra hoşlarına giden bir başka konu ortaya çıkar. Bu sefer de hemen o yöne yönelirler. Onda da bir iki gün, birkaç hafta ya da birkaç ay bazı yönlerden çaba harcarlar. Ama yine istikrarlı bir tavır gösteremezler.

Toplumda bu şekilde ‘çabuk heveslenen’ ama sonrasında ‘hevesini çok çabuk kaybeden’ insanlara sıklıkla rastlanır. Hayatın pek çok alanında ortaya çıkan bu yaklaşım tarzı, kişilerin karakterlerinin bir parçası haline gelmiştir. Ve pek çok açıdan zararsız gibi görünen bu karakter yapısı, söz konusu kişilerin kendilerini olumlu yönde yetiştirip, kişiliklerini geliştirmelerini engelleyen önemli bir konu haline gelir.

Allah her insanı vicdanıyla birlikte yaratmıştır. Dolayısıyla bir kişi, kendisi iyi olsa da olmasa da, çevresinde iyi ya da güzel olan bir şey gördüğünde, bunu farkedebilecek bir anlayışa sahiptir. Ve Allah insanın içine, güzel olan herşeye karşı bir özenme ve istek duyma hissi de vermiştir. Önemli olan, güzel olan bir şeyi fark ettiğinde ve buna karşı içinde bir özlem duyduğunda, insanın bu konuda gereken tüm çabayı gösterip özendiği o güzelliğe ulaşana kadar irade göstermesidir.

Örneğin her insan, adaletli bir kimsenin ahlakından hoşlanır. Bu kişiye özenir ve onun gibi olmak ister. Ama bu amacını hayata geçirmek söz konusu olduğunda, gerekli kararlılık, irade ve istikrarı göstermesi gerektiğinde, aynı istek ve özen içerisinde olmaz. Örneğin bir durum olduğunda kolaylıkla sinirlenip öfkesine yenik düşebilir. Sert, kırıcı bir üslup kullanıp, karşı tarafı incitecek sözler söyleyebilir. Nefsine ağır gelen bir konu olduğunda, doğru ve isabetli karar veremeyebilir. Olayları tarafsız bir bakış açısıyla değerlendiremeyebilir ve bunun sonucunda da yanlızca kendi kanaatini esas alarak hareket edebilir.

Dolayısıyla insanın bir konuya heves etmesi elbette güzel bir yaklaşımdır. Ama yeterli değildir. İnsanın bir konuda gerçekten kayda değer bir sonuç elde edebilmesi için, bunu gerçekten ‘çok istemesi’ gerekir. Ve bu ‘çok isteme’nin de mutlaka -Allah rızası için- olması gerekir.

İnsan yalnızca heveslenmekle, istediği sonuca ulaşamaz. Bir insana, her türlü zorluk ve engele karşı koyabilecek, hiç vazgeçmeden sabırla devam edebilecek güç ve iradeyi ancak Allah'ın rızasını kazanma isteği verebilir. İnsan, güzel bir şeye ulaşabilmede, Allah'a olan sevgisi, ahirete olan inancı oranında çaba ve irade gösterebilir.

Örneğin bir mümin, Allah'a iman etmeden önceki yaşamında ne adaleti, ne merhameti, ne sevgiyi, ne saygıyı ne de fedakarlığı gereği gibi gösterebilecek bir ahlaka sahip değildir. Ama iman ettikten sonra, Allah'a olan sevgisinden ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanma isteğinden aldığı güçle, tüm bu konularda kendini en iyi şekilde yetiştirebilecek ve hayatının sonuna kadar da bu konularda istikrar gösterebilecek bir irade elde etmiş olur. İşte bu ‘gerçekten çok isteme’nin bir sonucudur.

Sadece heveslenen bir insan, böyle bir sonuç elde edemez. İlk zorlukta, ilk sıkıntıda, ilk engelle karşılaşınca ya da ilk hatasında hemen geri adım atar. Bu tavır, cahiliye insanları arasında çok yaygın olan bir kişilik özelliğidir. Ama bir müminin bu konuda kendini geliştirmiş olması çok önemlidir. Çünkü Kuran ahlakına dair her konuda ilerleme kaydedebilmek için içindeki güzel şeylere karşı duyduğu hevesi, Allah rızası için kararlılıkla ve istikrarla, hayatının sonuna kadar yaşayabilecek bir kişilik elde etmesi gerekir.

Allah ile çok yakın dost olabilmek, Allah'ın en sevdiği kullarından olabilmek, Allah'a tam teslim olup kaderi en iyi şekilde anlayabilmek, tevekkülü en mükemmel şekilde yaşayabilmek; daha olgun, daha derin, daha imanlı bir insan olabilmek, daha derin sevebilmek, daha güzel ahlaklı olabilmek gibi üstün mümin özellikleri, insanın ancak ‘Allah rızası için çok isteyip çok emek vermesi’yle elde edilebilir. Allah kullarının yalnızca bir heves içinde mi yoksa gerçekten çok samimi bir talep içinde mi olduklarını bilir. Ve Allah kullarının bu talepleri oranında onların çabalarına karşılık verir.

Dolayısıyla eğer bir insan, bir konuda, ‘neden istediği gibi sonuç alamadığını’ düşünüyorsa, öncelikle bu konudaki kendi niyetine ve çabasına bakmalıdır. Eğer sonuç alamıyorsa, kendinde mutlaka bir eksiklik olabileceğini düşünmelidir. Niyetini kontrol etmeli ve gerçekten Allah rızası için çok isteyerek ve tüm sebeplere sarılarak elinden gelen her türlü çabayı gösterip göstermediğine bakmalıdır.

Elbetteki Allah çeşitli hikmetlerle ve imtihanın bir gereği olarak çok isteyen bir insanın çabasına da, onu denemek için farklı bir karşılık verebilir. Bir mümin bu gerçeği de bilir ama bu durumdan emin olamayacağı için öncelikle mutlaka çok daha samimi olmaya ve çok daha fazla çaba harcamaya niyet eder.

Allah Kuran'da, ‘gerçekten çok isteyerek Allah'ın rızası için samimi çaba harcayan’ kimselerin, gösterdikleri bu çabanın karşılığını mutlaka alacakları şöyle bildirmiştir:

Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur.

Şüphesiz kendi emeği (veya çabası) görülecektir.

Sonra ona en eksiksiz karşılık verilecektir. (Necm Suresi, 39-41)

O gün, öyle yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde)dirler.

Harcadığı-çabadan dolayı hoşnuttur.

Yüksek bir cennettedir. (Ğaşiye Suresi, 8-10)

Kim de ahireti ister ve bir mü'min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)

Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi, 11)

Şüphesiz, bu, sizin için bir mükafaattır. Sizin çaba-harcamanız şükre değer (meşkur:makbul) görülmüştür. (İnsan Suresi, 22)

24 Eylül 2016 Cumartesi

İnsan imtihanın gereği olarak aciz yaratılmıştır, asıl hayat ahirettir

 DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Bir akrep radyasyona maruz kalsa da yaşamaya devam eder.  Bir köpekbalığının kansere yakalandığı görülmemiştir.  

Penguenler –40 derecede yaşarlar, fakat vücut ısıları +40 derecedir. Köpeklerin koku alma merkezleri insanlardan 40 kat daha gelişmiştir. Çita saatte 125 km hızla koşabilir. Timsahlar, günümüzde üretilen mide ilaçlarının aynı hammaddesini kullanarak kendi mide ilaçlarını kendileri üretir. 

Bu örnekler milyonlarcadır. Canlılar, Allah’ın lütfu ve üstün sanatı vesilesiyle olağanüstü niteliklere sahip varlıklardır. Rabbimiz, her birinde farklı özellikler tecelli ettirerek, dilediği takdirde mükemmel ve kusursuz yaratacağını gösterir. İşte bu yaratılışta, insanların anlaması gereken büyük ve önemli bir sır vardır: 

İnsan son derece aciz bir varlıktır. Tek bir virüse yenik düşebilir, bedeninde kontrolsüzce üreyen tek bir hücrenin vesilesiyle ölebilir. Yalnızca soğukta kalması, Güneş ile biraz fazla muhatap olması, yıkamadan bir meyveyi yemesi, gözüne yalnızca tek bir toz tanesi kaçması, biraz fazla yemek yemesi, biraz uykusuz kalması, ciddi hastalıkların oluşması için yeterli bir sebeptir. Çiçekteki koku, dünyanın neresinde olursa olsun güzeldir. Yalnızca bir çimen parçasının kokusu bile ferahlık verir. Allah dilese, böyle bir kokuyu doğal olarak insanda da yaratabilir. Fakat durum böyle değildir. İnsan, kendi bedeninde, oldukça kısa bir zaman içinde kendisinin dahi dayanamayacağı bir acz ile karşılaşır. Bedeninde her gün mutlaka, detaylı ve kapsamlı bir bakım yapmak mecburiyetindedir. Fakat düşündürücü olan, insandan başka hiçbir canlının böyle bir bakıma ihtiyacı olmamasıdır. 

 Allah dilese, tıpkı kuyruğu kopan kertenkelenin tekrar kuyruğunun çıkması gibi, insanda da kopan uzuvların yerine yenisini var edebilir. Fakat böyle olmamaktadır. Allah dilese, hiç kanser olmayan böcekler gibi insanı da kanserden habersiz bir canlı yapabilir. Fakat durum bu şekilde değildir. Allah dilese, radyasyonun içinde hiçbir zarar görmeden yaşattığı canlılar gibi insanı da her türlü ortama dayanıklı kılabilir. Allah dilese, acizlik yaratmayabilir. Fakat Allah acizlikleri yaratmıştır ve bu yaratmada büyük bir hikmet vardır. 

Bu hikmeti görebilmek için biraz düşünmek yeterlidir. Allah her şeyi mükemmel yaratmaya kadir olduğuna ve dilediği anda kusursuz yarattığına göre, dünya hayatı, özel olarak eksik ve kusurlu yaratılmıştır. İnsana acizlik, özel olarak diğer canlılardan çok daha fazla ve kapsamlı şekilde verilmiştir. Bir çınar ağacı yüzlerce yıl yaşayabilirken, insanın ortalama ömrünün 70-80 yıl olması bu özel yaratılış sebebiyledir. İnsanın, bu özel yaratılışı görüp anlaması gerekmektedir. Rabbimiz kusursuz yaratmaya kadirdir ancak imtahanın gereği olarak dünya hayatını bir hayli kusurlu yaratmıştır. Allah’ın yüce sanatının asıl olarak tecelli edeceği yer ise ahirettir. 

Cennet; kusurun, hastalıkların, acizliklerin, yorgunluğun, uykusuzluğun, yaşlanmanın, sakatlanmanın, susamanın, acıkmanın, kirlenmenin, acz içindeki ihtiyaçların, mutsuzlukların, nefretin, huzursuzlukların hiçbirinin olmadığı yerdir. Cennet; nimetlerin, güzelliklerin, sevginin, bolluğun, mutluluğun, sağlık ve neşenin, gençliğin, dinçliğin, temizliğin, sonsuza kadar kesintisizce var olduğu yerdir. İnsanın dünyadaki kısa ömrü ve sahip olduğu acizlikleri, bizler için gayb olan fakat Allah’ın Kuran ile bildirmesiyle kesin bir gerçek olan cenneti düşünmesi, buna inanması ve bu sebeple Allah’a yönelmesi için verilmiş özel imtihanlardır. Dünyada, Allah’ın yarattığı bu muazzam imtihan ortamında, acizliklerin ve dünya hayatının kısalığını düşünerek bunun hikmetini çözebilen bir insan, asıl hayatın dünya hayatı olmadığını da anlamış olacaktır. İstemediği halde yaşlandığı, istemediği halde hastalandığı, istemediği halde acizlikler, sıkıntılar ve endişelerle başetmek zorunda kaldığı sahte, kısa ve geçici bir hayatın asıl hayatı olmayacağını bilecek kadar anlayışı açılmıştır. Kusursuz hayatı cennettedir. Cennette bu yaşam asla son bulmayacaktır. Hastalıklarla, ölümle, zorluklarla kesilmeyecektir. Sonsuza dek, tüm acizliklerden arınmış olarak devam edecektir. Çünkü bu, kusursuz yaratan, tüm eksikliklerden münezzeh Allah’ın yaratmasıdır. 

Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah Katında -bir şölen olarak- altlarından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için, Allah'ın Katında olanlar daha hayırlıdır. (Al-i İmran Suresi, 198)

Dünyada yaratılan aczin bir başka hikmeti ise, insanın, dünyadaki sıkıntı, hastalık ve zorlukların, sonsuz cehennemde ebedi olarak roadyaşanacağını bilmesi içindir. Cennette Müslümanlar için acizlikler yok olur, güzellik ve nimetler artarken; cehennemde acizlik, acı ve ölümlerin en şiddetlisi sürekli olarak yaşanacaktır. Dünya hayatını asıl hayatları zanneden ve kısa bir ömür için Allah’a kulluk etmeyi kendilerince reddeden kişiler, ahirette asıl hayatın, içinden hiçbir zaman çıkarılmayacakları ve sürekli azap görecekleri cehennem olacağını göreceklerdir. Allah ayetlerinde şöyle buyurur: 

(Kıyametin) Geleceği günde, O'nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez. Artık onlardan kimi 'bedbaht ve mutsuz', (kimi de) mutlu ve bahtiyardır. Mutsuz olanlar ateştedirler, onlar için orada (kahırla ve acıyla) nefes alıp vermeler vardır. Onlar, Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır. (Hud Suresi, 105-107) 


Üzüntü, müminlerden uzak olan, inkar edenlere ait bir özelliktir


DİĞER BLOGLAR İÇİN TIKLAYINIZ

 Allah insan ruhunu birçok güzel özelliğin yanında, kendisini olumsuzluğa itebilecek ve sakınması gereken özelliklerle birlikte yaratmıştır. İnsan bir yandan sevgiden, merhametten, güzel sözden zevk alırken diğer yandan da kıskançlığa, öfkeye, üzüntüye eğilimli bir varlıktır. Allah'tan korkan ve vicdanıın kullanan bir insan için elbeteki tüm bu kötülüklerden korunmak son derece kolaydır. Yüce Rabbimiz'in, “Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).” (Şems Suresi, 8) ayetinde bildirdiği üzere, insanın dünyada imtihan olmasının bir gereği olarak, Allah bu özellikleri yaratırken aynı zamanda insana bunlardan sakınma gücünü de ilham etmektedir. Örneğin insan kıskançlığı bilir ve bu kötü ahlak özelliğine karşı nefsinde bir eğilim olabilir. Ancak Allah’ın Kuran’da bizlerden nasıl bir ahlak istediğini düşündüğünde, Allah’ın böyle bir özellikten razı olmayacağının şuuruna vardığında, mümin nefsini hemen bu yönde eğitir. Aynı durum öfke, gerilim, kin ve diğer kötü ahlak özellikleri için de geçerlidir. İnsan en ufak bir şeyde öfkelenmeye, yanlış anlamaya, alınmaya, küsmeye, içine kapanmaya, gerilmeye, kızmaya eğilim gösterebilir. Bu duyguların en yaygın olanlarından birisi de “üzüntü” dür. 

Allah'ın rızasına uygun yaşam şeklini ve Kuran ahlakını benimsemeyen insanlar, üzülmek ve mutsuz olmak için yüzlerce hatta binlerce sebep bulabilirler. Çünkü insan, ancak samimi olarak Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşayıp, Allah’a ihlasla kulluk ederse, Allah’ın emir ve isteklerini titizlikle uygulayarak, Allah’ı çok sevip içten saygı duyarsa, Kuran ahlakını tam olarak yaşarsa gerçek anlamda mutlu olabilir. Bunun dışında mutlu olmanın başka bir yolu yoktur. Bu nedenle, mutluluğu Allah'ın rızasında ve Kuran’da aramayıp dünyevi hedeflere yönelen, kendi nefsini rahat ettirmeye çalışan insanların karşısına mutlaka mutsuzluklar ve üzüntüler çıkar.

 Allah'ın sonsuz adaletini ve Rabbimiz'in kaderi en mükemmel şekilde yarattığını düşünmeyen bu insanlar, olayların özel hikmetlerle yaratıldığını gözardı etmelerinin sıkıntısını yaşarlar. Çevrelerinde olup biten olayların ya da insanların davranışlarının hayırlarını görmek yerine, bunlar üzerinde saatlerce karamsarlığa kapılarak düşünür, çok sıradan gündelik konuları büyütebilir ve bundan dolayı da ciddi şekilde üzüntüye kapılırlar. Örneğin insanların en çok üzüldükleri konulardan birisi geçmişe yönelik konulardır. Uzun uzun geçmişte yaptıkları hataları düşünüp, nasıl o hatalara düştüklerine üzülürler. Tekrar tekrar olayları hatırlayıp anlatırlar, üzüntü veren pişmanlıklar yaşarlar. Oysa  insan için, geçmişinin bir üzüntü konusu olmaması gerekir. Çünkü Allah her olayı kaderde mutlaka hayırlarla ve hikmetlerle yaratmıştır. İnsan elbeteki geçmişteki hatalarından pişmanlık duyacak, bunları tekrarlamamak ve telafi etmek için çaba harcayacaktır. Ama bunların hiçbirisi hiçbir zaman için bir üzüntü konusu değildir.

Müslümanın hayatında bu ahlakı en güzel örnekleriyle görmek mümkündür. İster 30 yıl, isterse 30 saniye öncesi olsun, mümin yaptığı hatalardan, yanlışlar dolayısıyla hüzne kapılmaz. Yaptığı hataların hayır ve hikmetlerini düşünüp, onlardan ders alır. Allah’tan bağışlanma diler, hatasının kendisini Allah’a daha da yakınlaştırması için dua eder. Müslüman da yaptığı yanlış şeylerden dolayı pişmanlık duyar ancak bu pişmanlık mutsuzluk veren bir pişmanlık değil, aksine ümit veren, Allah’a yönelmeye sebep olan bir pişmanlıktır. 

İman etmeyen insanlara üzüntü veren konulardan birisi de ümitlerini kaybetmeleridir. Çevremizde, bazı insanların birçok konuda ümitlerini kaybettikleri ile ilgili sözlerini sık sık duyarız. Mümin ahlakında ise ümit kaybetmenin de yeri yoktur. Allah Kuran’da gerçekten inanan insanların ümitlerini kaybetmediklerini bildirmektedir (Yusuf Suresi, 87) (Zümer Suresi, 53). Müslümanlar Allah’tan her konuda daima ümitvar bir ruh hali içinde olurlar. Allah’ın samimi kullarının dualarına mutlaka karşılık vereceğine iman ederler. Duaları da herzaman ümit ve korku arasındadır. Allah’ı razı edip, Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanma ümitleri, Müslümanların tüm hayatlarına hakim olan bir mutluluk vesilesidir.

Müminin her şartta neşeli, huzurludur


DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

 Mümin, her koşulda Allah’a teslim olan bir ruhta yaşadığı için hadiste anlatıldığı gibi hayatının her anı güzellikle dolu olur. Allah’ın sunduğu güzelliklere şükrettiği için sevinci sıradan bir insana göre çok daha yoğun olur. Sahip olduğu nimet dolayısıyla Allah’ı yüceltmek, O’na sevgisini sunmak müminin neşesine daha da bir coşku katar.

Allah kendisine imtihan olarak bir zorluk yarattığında da bu coşkusunda hiçbir azalma olmaz. Bu sıradan bir insana çok şaşırtıcı gelebilir ama mümin bu tarz durumlarda da Allah’a şükreder. Hastalık, zor yaşam şartları, yoksulluk gibi zorluk gibi görünen zamanları mümin fırsat bilir ve yine coşkuyla Allah’a bağlılığını gösterir. Böyle zamanlarda mümimin sabrı tahammül şeklinde olmaz. Bilakis Allah, kendisine sabır göstermesi gereken bir durum yarattığı için bunun sevincini yaşar ve bir nimete kavuştuğunda duyduğu şekilde neşeli olur. Mümin zorlukların, çilenin imanını olgunlaştıracağını bildiği için bunları Allah’ın kendisine sunduğu bir nimet olarak değerlendirir. Dolayısıyla zahiri bir gözle bakıldığında sıkıntı gibi görünen olaylar aslında Allah’ı derin manada düşünebilen mümin için birer nimettir.


İnsan imtihan olmaktadır

 DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Mümin, karşılaştığı her olayı Allah'ın özel olarak, imtihan kastıyla karşısına çıkardığını bilmeli, Allah'a tevekkül etmeli ve O'nun rızasına uygun olan en güzel tavrı göstermelidir.

Her şeyi hikmetle yaratan Allah tüm evreni insanın hizmetine vermiştir. Rabbimiz, Güneş Sistemi'nden atmosferdeki oksijen oranına, etinden sütünden faydalandığımız hayvanlardan suya ve daha nicelerine kadar kainattaki tüm varlıkları insanın yaşamına hizmet edecek şekilde yaratmıştır. Bu gerçek ortadayken, insan hayatının bir amacı olmadığını düşünmek, büyük bir cehalet olur. Elbette insanın bir yaratılış amacı vardır ve Allah bu amacı şöyle açıklar: 

"İnsanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56)

İnsanların sadece az bir kısmı bu yaratılış amacını kavrar ve buna uygun olarak yaşar. Allah, dünya üzerindeki yaşamımızı, bu amaca uyup uymadığımızı denemek için yaratmıştır. Allah'a gönülden kulluk edenlerle, O'na isyan edenler bu dünyada Allah'ın imtihanı neticesinde ortaya çıkacaklardır. İnsana verilen tüm imkanlar (bedeni, duyuları, malları.) bu imtihan içindir. Bir ayette Allah şöyle buyurur:

"Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık." (İnsan Suresi, 2)

İnsanın dünyadaki vazifesi, Allah'a ve ahirete iman etmek, Allah'ın Kuran'da bildirdiği şekilde güzel ahlak sahibi bir insan olmak, Allah'ın sınırlarını korumak ve O'nun hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaktır. Allah'ın emirlerini hangi insanların yerine getireceğini ancak yaşadığımız bu dünya hayatındaki imtihan neticesinde görebileceğiz. Allah, insanlardan gerçek ve samimi bir iman istediği için, insan yalnızca "iman ettim" demekle derin bir imana ulaşmış sayılmaz. İnsan, Allah'a ve O'nun dinine gerçekten iman ettiğini, şeytanın, kendisini saptırmak için göstereceği büyük çabalara rağmen doğru yoldan dönmeyerek göstermelidir. İnsan, inkarcılara uymayacağını, kendi nefsinin tutkularını Allah'ın rızasına tercih etmeyeceğini de ispatlamalıdır. Bunu ise karşısına çıkan olaylara karşı gösterdiği tepkilerle ortaya koyacaktır. Allah, dini kabul eden insanın karşısına sabretmesi gereken bazı zorluklar çıkaracak, bunlara karşı gösterdiği tavırlarla onu imtihan edecektir. Bu gerçek, bir Kuran ayetinde şu şekilde izah edilir: 

"İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?" (Ankebut Suresi, 2)

Allah, Kuran'ın başka bir ayetinde iman ettiğini söyleyenleri sınayacağını şöyle bildirmektedir: 

"Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Al-i İmran Suresi, 142)

Allah'ın Kuran'da bildirmesine rağmen iman eden bir insanın karşılaştığı zorluklara şaşırması elbette doğru olmaz. Bu zorluklar günlük hayatın sanki sıradan gibi gözüken problemleri de olabilir, ilk bakışta büyük bir felaket gibi gözüken olaylar da. Mümin, tüm bunların hepsine imtihan gözüyle bakmalı, Allah'a tevekkül etmeli ve O'nun rızasına uygun olan tavrı göstermelidir. Bir ayette, müminlerin karşılaşacakları zorluklardan şöyle söz edilir: 

"Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (Bakara Suresi, 155)

Sadece zorluklar değil, dünya hayatındaki nimetler de Allah'ın birer imtihanıdır. Allah, verdiği her nimetle beraber insanın Kendisine şükredici olup olmadığını dener. İnsan, hem zorluk anlarında hem de nimetler içerisindeki rahatlık anlarında daima alemlerin Rabbi olan yüce Allah'a şükredici olup, O'nun emirlerini yerine getirmelidir. (Harun Yahya, İmtihanın Sırrı)


Üzüntü, müminlerden uzak olan, inkar edenlere ait bir özelliktir

 Yüce Rabbimiz Kuran'da nefsin iyi özellikler kadar kötülüklere de yatkın olduğunu ve yalnızca iman edenlerin nefislerini bu kötülüklerden arındırabileceklerini bildirmiştir. Mümine bu üstünlüğü sağlayacak olan güç ise imanı, takvası ve Allah korkusudur. Allah korkusu, insanı Allah'ın istemediği bir tavrı yapmaktan alıkoyar. Müminin Allah korkusu ne kadar güçlü olursa, kötülüklerden sakınma hassasiyeti de o kadar güçlü olur. Dolayısıyla Allah'a imanı güçlü olan ve Allah'tan çok korkan bir kişi, üzülmeye karşı içinde bir güç bulamaz. Nefsi kendisini böyle bir zayıflığa teşvik bile, mümin hemen iradesini kullanıp, bu ruh haline girmemeyi başarır.

Bir insanın üzüntüden uzak durması için, bu konuda kesin bir karar vermesi gerekir. Üzüntü duyduğu olayları da, herşeyi yaratan Allah'ın büyük bir hikmetle yarattığını; hayatındaki herşeyin en küçük detayına kadar Allah'ın sonsuz aklıyla gerçekleştiğini bilmesi ve hayatını sürekli olarak bu gerçeğin şuuruyla yaşaması gerekir. Bir insan yalnızca bu gerçeği kavradığı takdirde hayatının sonuna kadar hep Allah'ın istediği şekilde bir ahlak gösterebilir.

uzuntuÜzüntü, şeytanın insanlara en çok yaklaştığı konulardan birisidir. Kimi insanlardaki üzülmeye, içe kapanmaya, küsmeye olan eğilim şeytandandır.. Müslüman, şeytanın nerelerden yaklaşacağı, hangi konularda üzüntü vereceği, üzüntüye nasıl zemin hazırlayacağı gibi durumlara karşı hazırlıklıdır.Allah korkusu Müslümanın böyle durumlara karşı sürekli uyanık olmasını, dikkatinin ve şuurunun şeytanın oyunlarına karşı açık olmasını sağlar. Bunun sonucunda da mümin bir kimse, nefsi hangi yönde kışkırtırsa kışkırtsın mutlaka Allah'ın razı olacağı şekilde davranacağı üstün bir ahlak sergiler.Karşısına ne olay çıkarsa çıksın, bu ahlakından taviz vermez. En zor şartlarda bile üzüntüye, hüzne, karamsarlığa sürüklenmez. Allah'ın karşısına çıkardığı her durumda, beklenmedik olarak oluşan her ani olayda Allah'a karşı derin bir tevekkül içerisinde olur.

Müminlerin hiçbir olay karşısında hüzne kapılmamalarını sağlayan en önemli konulardan birisi de ahiretin varlığına kesin olarak iman etmeleri ve asıl olarak ahirete hazırlık yaparak yaşamalarıdır. Dünyanın çok kısa ve geçici olduğunu bilen, sonsuz ve mükemmel olan ahiret hayatını ümid eden bir insan için, nefsin üzüntüye teşvik ettiği dünya hayatına iliştin konuların hepsi önemini yitirir. Hiçbiri, Allah'ın rızasının, sevgisinin, yakınlığının ve cennetinin üstünde değildir. Bu nedenle, bir müminin Allah'ın sevgisini, rızasını ve cennetini ummasının vereceği neşe, mutluluk ve heyecan, dünya hayatına ait herhangi bir konu için duyulacak üzüntüye üstün gelir.

Ayrıca üzüntü Yüce Rabbimiz'in beğenmediğini ve sakınılmasını bildirdiği bir ahlaktır. Mümin herşeyden önce Allah'ın bu hükmü gereği nefsinin bu kışkırtmasına karşı kesin bir ahlak gösterir. Allah korkusu ve imanın neşesi, müminin tam tersine daimi bir huzur ve mutluluk içerisinde olmasını sağlar. Allah Kuran'da, bu ahlak yaşandığı takdirde Müslümanların mutlaka üstün geleceklerini şöyle vadetmiştir:

Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i imran Suresi, 139)

Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger. (Hicr Suresi, 88)


Müminin üzüntüden uzak bir ahlak içerisinde olmasının bir sebebi de, sürekli olarak Allah'ın verdiği nimetleri düşünmesi ve şükretmesidir. Çünkü Allah'ın üzerimizdeki yakın ilgisi ve Rabbimiz'in sonsuz lütfunun ve sevgisinin tecellileri olan nimetlerin her biri birer şükür ve sevinç vesilesidir.

SONUÇ

"Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır." (Yunus Suresi, 62)

Kuran'da bildirildiği gibi üzüntü, Müslümanların uzak olduğu bir ruh halidir. Allah, samimi olan Müslümanları, ahiretteki mutluinsanlarsonsuz hayatlarında da üzülmeyecekleri, mahzun olmayacakları bir hayatla yaşatacağını bildirmiştir. Burada, ebedi olarak, Allah'ı razı etmiş olmanın ve nimetlerin sevincini yaşayacaklardır. Elbette Müslümanlar dünyada imtihan oldukları için hastalıkla, zorlukla, sıkıntıyla, inanmayanların, saldırılarıyla, mallarının etsiltilmesiyle ve daha birçok zorlukla karşılaşırlar. Ancak bunların hiçbiri onlarda üzüntü oluşturmaz. Müslüman Allah'ın kendisine yaşattığı kaderin güzelliğinin, imtihan olduğunun, herşeyde hayır ve hikmetler olduğunun farkındadır.

Üzüntüye kapılmamak Allah'ın bildirdiği, imani bir yükümlülüktür. Mümin bu ruh halinden Allah emrettiği için sakınır. Ancak Yüce Rabbimiz dünya hayatını, üzüntünün ne kadar yanlış bir ahlak olduğunu insanın düşünerek de anlayabileceği gibi yaratmıştır. Zira dünya hayatı, üzüntülerle, kuruntularla, gereksiz vesveselerle vakit kaybedilmeyecek kadar kısadır. İnsanın çok kısa bir süre içinde dünyadaki imtihanı bitecek ve asıl kalacağı sonsuz ahiret hayatına kavuşacaktır. Ölüm mutlaka bir gün dünyadaki herkesin karşısına çıkacaktır. Bu kadar geçici ve kısa kalınan bir yerde, bu değerli zamanı üzülerek, Allah'ın istemediği bir ahlakı göstererek, nimetleri farkedemeden geçirmek insan için çok büyük bir kayıptır. İnsan üzülmenin aksine, dünyadayken, sonsuz ahiret hayatının sevincini yaşamalıdır. Allah'ı razı etmiş ve cennetle müjdelenmiş olma ümidi ve sevinci, insanın yüzüne, konuşmalarına, ahlakına ve tüm hayatına yansımalıdır.

'İnsanların çoğunluğuna uyma' yanılgısı

DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ
Allah dünyada imtihan olmaları için bir çok insan yaratmıştır. Bu insanların bir kısmı iman eder çoğu ise iman etmekte diretirler. Fakat cogunlukAllah bu çoğunluğun insanları yanıltmaması gerektiğini ‘Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar...’ ( En’am Suresi, 116) ayetiyle bildirmektedir.

Allah 'Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.' ( A’raf Suresi, 179) ayetinde de cehennem için çok sayıda kişi yarattığını bildirmektedir. Dolayısıyla inkar edenlerin sayısının çok olması insanları gevşekliğe sürüklememelidir. Çünkü bu insanların çoğu cehennem  için yaratılmış olabilirler. (Doğrusunu Allah bilir) 

Cehennem için yaratılan insanların ayette tarif edilen özellikleri, onların müminlerle arasındaki farkı da ortaya koymaktadır. İnkar edenler adeta ruhsuz gibidirler. ‘Gözleri görmez’, yani Allah’ın kusursuz sanatını idrak edemezler, ‘kulakları duymaz’ yani imana davet edildikleri halde kalplerinde bir etki oluşmaz. Allah inkar edenlerin ruhlarının katılığını bir başka ayette şu şekilde bildirmektedir:

‘Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır... ‘(Bakara Suresi, 74)

Müminlerin ise Allah’a olan saygı dolu korkuları ayette bildirilen ‘Allah korkusuyla yuvarlanan taşlar’ örneğinde olduğu gibi çok güçlüdür. Çoğu insana uyarak değil sadece Allah’ın varlığını düşünerek, Allah rızası için Kuran’a uyarak yaşarlar. Dolayısıyla vicdanları son derece açıktır. Kuran’a uygun ahlak göstermelerinden ötürü Allah kalplerinde çok derin sevgi ve çoşku yaratır. Allah’ın yarattığı güzellikleri görüp takdir edebilecekleri ‘gözleri’ ve Allah sevgilerinin artmasına vesile olacak ‘kalpleri’  vardır. Allah’a tek başlarına hesap vereceklerinin şuurunda oldukları için her anlarını Allah’ın hoşnutluğunu arayarak geçirirler.