30 Haziran 2016 Perşembe

Sabrın ne olduğunu detaylı olarak hiç düşünmüş müydünüz?


Genelde cahiliye toplumunda sabır bir şeye kısa süreli tahammül etme olarak algılanır. Tahammül eden kişinin tavırlarında rahatsızlığını hissettirme payı olur. Çünkü tahammülde hoşnutsuzluk vardır. Karşı karşıya kalınan durumdaki hayır görülmez, kişi her şeyin Allah’ın kontrolünde geliştiğinden gafil olur. Bu kişilerin inancına göre olaylara sebep olan insanlar vardır. Konuların bu insanların gücüne ve iradesine dayandığını sanırlar. Her şeyin onların isteklerine ve kararlarına göre şekil aldığını düşünürler.

Dolayısıyla bu kişiler Allah’tan, her şeyin kaderde olduğundan tamamen gafil bir bakış açısıyla konuları değerlendirirler. Oysa her konu, sebep sonuç ilişkileri, hep Allah’ın takdiriyle gelişir. Allah, insanları, konuları kişiyi sınamak için vesile kılar.

Kimi insanların sabır zannettikleri davranış aslında tahammüldür. Toplumda yaygın kullanılan tabirle yalnızca ‘bir parça dişlerini sıkmaları’gerektiğine inanırlar. Asıl istedikleri, yaşanılan o anki istenmeyen durumun hemen atlatılmasıdır. Olaylar kısa sürede kişinin isteğine göre şekillenmezse, bu durumda kişi, toplumda‘çığrından çıkma’olarak adlandırdıkları ahlak bozukluğunu yaşamayı normal karşılar. Hatta bunu bir hak olarak bilir. İstemediği durumun süresi uzarsa sinirlenmeyi, bağırmayı, çağırmayı, huysuzluğu, cahiliye ahlakına ait tripleri, çevresini rahatsız edecek davranışları, çevresindekilere laf dokundurmayı, bunalımlı bir ruh haline bürünmeyi, fiziksel olarak kendini yıpratmayı, söylenmeyi, hatta psikolojik bozukluk olduğu imajı veren davranışlar göstermeyi normal görür. Örneğin, bir yere dakikalarca gözünü dikerek bakmak, tırnaklarını yemek, eline geçen bir kalemle kağıt üzerine manasız, yaşadığı karamsarlığı temsil eden karalamalar yapmak, yüzü asık gezmek, iç karartıcı konuşmalar yapmak, ağlamak, öflemek gibi.

Tüm bunlar tahammülün, kişinin güzel görmediği şeylere katlanması olduğunu gösterir. Rahmani bir bakış açısından, dindarlığın getirdiği mutmainlikten uzak olunduğu için de, her aşama negatif ve hayır görmekten uzak bir ruh hali içerisinde gelişir.

Sabır ise Rabbimiz’in Kuran’da tarif ettiği, şuurlu bir şekilde, düşünerek, titizlikle uygulanan, Allah’tan razı olmuş, hoşnut bir ruh hali içerir. Müslümanın hayatının her safhasına hakim olan çok önemli bir ibadettir. Sabır, imanın temel özelliklerindendir. Tevekkülle, Allah’a güvenle iç içedir.

Müslüman, cahiliye bakış açısının tersine hayatın her safhasını, evreni, yeryüzündeki canlıları, bitkileri, sosyal olayları, var olan her şeyi, melekler alemini, boyutları, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ın kontrol ettiğini, Allah’ın hepsini bir kader üzerine yarattığını bildiği için bu inanç temeli üzerine Allah’a güvenle yaşar. Bu temel üzerine kararlar alır, hayatını yönlendirir ve daima bu temel üzerine düşünür. Her şeyi var eden, her şeyi mükemmel bir denge üzerine yaratan Rabbimiz’in elbette ki onu da bu mükemmel denge içerisinde yarattığını, onu koruduğunu, esirgediğini ve bir kader üzerine terbiye ederek, eğitim verdiğini çok iyi bilir. Yaratılışının bir amacı vardır. Ve Allah onun için güzellik, sonsuz hayır dilemektedir. Bundan dolayı Allah’a, Allah’ın yarattığı olaylara hüsn-ü zannı, tevekkülü tamdır. Zaten baştan teslim olmuştur. Herşeyin güzelliğini baştan kabul etmiştir. İmanının gereği olarak her şeyi olumlu ve hayırlı görme kararı almıştır. Dünya hayatının bir denenme, imtihan yeri olduğunu anlamış ve her ne yaşarsa yaşasın, başına her ne gelirse gelsin, Allah’ın desteği, yardımıyla bunları mutlaka imanla aşabileceğini en başından kabul ederek kalben teslim olmuştur.

Hac Suresi’nin 15’inci ayetinde Rabbimiz kendisine dayanıp güvenen, yardım isteyen bir insana mutlaka yardım edeceğini şöyle bir örnekle bildirmiştir: ‘Kim, Allah'ın ona, dünyada ve ahirette kesin olarak yardım etmeyeceğini sanıyorsa, göğe bir araç uzatsın sonra kesiversin de bir bakıversin, kurduğu düzen, onun öfkesini giderebilecek mi?’

Rabbimiz Bakara Suresinin 45’inci ayetinde de,  ‘Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır.’ buyurmuştur.

Ayette samimi iman edenlerin dışındakiler için sabrın ağır olduğu vurgulanmıştır. Kalbi Allah’a dayalı olmayan bir insan için herhangi bir konuya sabretmek önceki satırlarda tarif edildiği gibi çok güçtür. Böyle bir kişi her karşılaştığı olayda endişelenecek, şüphelenecek bir konu bulur. Olmadık ihtimalleri kafasında sıralayıp, kendini sıkıntılı bir karakter içine sokar. Dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunun farkında değildir.

Ancak Allah’a güvenip dayanan bir insan sabredebilir. Allah’ın yarattıklarında hayır görerek, yaşadıklarını, başına gelenleri, gayretle hep güzel görür, hep Allah’a sığınır. Allah’ın yardımıyla, her zorlukla bir kolaylık olduğunu; yaşadığı yerin dünya hayatı olduğunu, özel bir talim mekanında bulunduğunu bilir. Allah her ne yaratırsa, her ne verirse, şükreder. ‘Rabbim Sen bunu sonsuz güzel aklınla taktir edip yarattın, bu Senin seçimin, mutlaka bu en hayırlısı, en mükemmeli, en güzeli; ben Senin her yarattığına ancak hamd ederim; Yüce Allah’ım Sen benim günahlarımı bağışla, beni hayra ilet, canımı Müslüman olarak al, ben Sen’den gelen her şeye razıyım’ der. Şükreder, dileği Allah’ın rızasını kazanıp bağışlanmaktır.

Müslüman, Allah’a teslim olmayı en baştan kabul etmiştir. Olayın şekline, durumuna göre bu tavrı, inancı değişkenlik göstermez. Mazlum ve Allah’ın büyüklüğü ve gücü karşısındaki zavallılığını bilen bir ruh hali içerisinde Allah’tan yardım diler, rızasını kazanmak ister.

İşte bu nedenle dünya hayatındaki denenme süresi ne kadar olursa olsun, karşılaştığı her olaya hoşnutluk içerisinde hep sabır gösterir. Hep zorluğun ardında bir güzellik olduğuna iman eder.

Müslüman için sabır gerektiren zamanlar zaten çok kıymetlidir. Bu nedenle böyle bir imkan ile karşılaştığında, ‘şimdi sabır zamanı’ diye düşünür ve bu ibadeti titizlikle, itinayla yerine getirir. Allah’ın mutlaka ona bir güzellik vermeyi dilediği için onu denediğine iman eder. Ahirette ‘Rabbim ben Senin rızanı kazanmak için yaşadıklarımı güzel gördüm, şükrettim, zorluğa sabır gösterdim, Sana tevekkül ettim, yardımı Sen’den istedim’ diyebileceği zorlukları dünyada imanla geçmesi çok kıymetlidir. Dünyada yaşadığı zorluklar, o kişinin ahireti açısından, birer şeref nişanı niteliğindedir.

Bu nedenle Müslüman için sabır ibadetinin limiti yoktur. Bu ibadeti yerine getirmeyi Allah’ın taktir ettiği ömür boyunca uygulamayı en başından seçip tercih etmiştir ve hayatına geçirerek uygulamıştır. Allah’tan gelen her şeyde hayır olduğuna iman eder, yeryüzüne 1 milyon kere gelse de, 1 milyon kere aynı şeyin olacağını, Yüce Rabbimiz’in kaderde seçip taktir ettiğinin asla değişmeyeceğini, her birinde mutlaka güzellik, hikmet olduğunu bilerek, iman eder. Rabbimiz Nahl Suresinin 30’uncu ayetinde Müslümanların bu üstün ahlakını şu şekilde bildirir:

(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.

8 Haziran 2016 Çarşamba

Allah’ın Dünyada Yarattığı Güzellikleri Görebilmek Derin İman Gerektirir


                         MAKALELER İÇİN BURAYA TIKLAYABİLİRSİNİZ

Ülfet olan güzelliklerden ve nimetlerden zevk alabilmek için nasıl bir ahlaka sahip olmak gerekir?

Bazı insanların etraflarındaki güzellikleri fark edememelerinin sebebi nedir?

www.algilardunyasi.imanisiteler.com

Pek çok insana sorulacak olunsa, dünya hayatı hakkında söyleyecekleri sözlerin aşağı yukarı aynı olduğu görülür. Genelde çoğu kimse, hayatı belirli bir monotonluk içerisinde tasvir eder. Yaşamın, rutin gelişmelerden ve klasik beklentilerden ibaret olduğunu söyler. Nitekim kendi yaşamlarına bakış açıları da, aynı bu anlattıkları gibidir. Yaşadıkları eksikliklere de, güzelliklere de alışkanlık gözüyle bakar; iyi ya da kötü olsun, hemen herşeye hızla uyum sağlarlar. Hayatlarına giren güzellikler, yenilikler ya da iyilikler karşısındaki heyecanlarını adeta yitirmiş gibidirler. Tüm bunları, hayatın doğal akışı içerisinde, zaten olması gereken, sıradan gelişmeler olarak nitelendirirler. Bu nedenle de, bunlardaki olağanüstülükleri ve sıradışı güzellikleri fark edemezler.

  Sonsuz rahmet sahibi olan Allah böyle kimselerin durumunu bir ayette şöyle haber vermiştir:

“İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) “Siz dünya hayatınızda bütün ‘güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.”” (Ahkaf Suresi, 20)

Allah, kendileri için yaratılan onlarca güzelliğe, iyiliğe, neşe ve sevinç verici olaya, ülfet ve gafletle bakan ve bunlardan etkilenmeyen kimseler için ahirette de güzel bir karşılık olmayacağını bildirmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Tüm Nimetlerin İnsana Yüce Rabbimiz’in İhsanı Olduğunu Çok Hikmetli Sözlerle Açıklamıştır:guzellikler1

Eserlerindeki derin imani tefekkürleri ve hikmetli anlatımları ile iman edenlere yol gösteren büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Rabbimiz’in benzersiz isimlerinden “Rahman ve Rahim” sıfatlarını bir örnekle açıklayarak, Allah’ın kulları üzerindeki lütfunu şöyle hatırlatmıştır:

“Hikmet ve adl içindeki “Rahmanirrahim” ve “Hak” azami (en geniş) bir dairede görmek istersen şu temsile bak: Nasıl ki bir orduda dört yüz muhtelif taifeler (değişik gruplar) bulunduğunu farz ediyoruz ki: Her bir taife (grup) beğendiği elbiseleri ayrı, hoşuna gittiği erzakı ayrı, rahatla istîmal edeceği (rahatlıkla kullanabileceği) silâhları ayrı ve mizacına (yapısına) deva olacak ilâçları ayrı oldukları halde; bütün o dörtyüz taife (grup), ayrı ayrı, takım bölük tefrik edilmiyerek (ayrımı gözetmeden), belki birbirine karışık olduğu halde, onları kemal-i (mükemmel) şefkat ve merhametinden ve harikulâde iktidarından (kudretinden) ve mu’cizane ilim ve ihatasından (gözetiminden) ve fevkalâde adalet ve hikmetinden, misilsiz (eşi benzeri görülmemiş) bir tek padişah, onların hiçbirini şaşırmıyarak, hiçbirini unutmayarak, bütün ayrı ayrı onlara lâyık (uygun) elbise, erzak, ilâç ve silahlarını muinsiz olarak (yardımcısı bulunmaksızın) bizzat kendisi verse; o zatın acaba ne kadar muktedir (kudretli), müşfik, âdil, kerîm (kerem sahibi) bir padişah olduğunu anlarsın. Çünkü: Bir taburda on milletten efrad (fertler) bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve teçhiz etmek (donatmak) çok müşkül (zor) olduğundan; bilmecburiye (mecburen) ne cinsten (hangi milletten) olursa olsun, bir tarzda (tek tip üzere) teçhiz edilir (donatılır). (Gençlik Rehberi, s.127)

 www.hayirlardayarismak.imanisiteler.com

Müminler Allah’ın Yarattığı Her Nimete Şükrederler


Müminlerin dünya hayatına bakış açıları, olaylara adeta bir uyku perdesinin ardından bakan bazı insanlarınkinden tamamen farklıdır. İman edenler için dünya hayatı, her saniyesi birbirinden detaylı sürprizlerle, iyiliklerle, güzelliklerle, hayır ve hikmetlerle dolu bir yaşamdır. Allah’ın sonsuz güzel ahlakının ve eşsiz üstünlükteki sıfatlarının tecellilerinin hayatın her yanını sarmış olması, müminlerin, her anlarını derin bir heyecan ve coşku içerisinde yaşamalarına neden olur. Her an, Allah’ın kendileri için yarattığı bir başka güzelliği fark etmenin, Allah’ın rahmetinin tecellilerini görmenin neşesini ve sevincini tadarlar.

Bu, iman etmeyenlerin hiç bilmedikleri ve mahrum oldukları çok büyük bir dünya nimetidir. Allah her an, insan için, ancak akılla, imanla ve vicdanla fark edilebilecek birbirinden güzel ve detaylı sürpriz güzellikler yaratır. Ancak iman gözüyle bakan kimselerin görebileceği bu olaylar ile, Allah kullarına sıcak ve yakın takibini hissettirir. 

Bu yakınlığı hissetmek, mümin için çok büyük bir haz ve büyük bir lütuftur. Bazen insanın aklından geçen günlük ve sıradan gibi görünen bir olayın gerçekleşmesi; bazen dua ile istediği bir güzelliği, hiç tahmin edemeyeceği şekilde karşısında bulması; güzel tevafuklarla karşılaşması, insan için çok büyük nimet, tefekkür ve Allah’a yakınlaşma vesileleridir.

Kimi insanlar çok fazla nimet ve güzellikler içerisinde yaşadıkları halde, bu nimetlerin Rabbimiz’in kendilerine bir ihsanı olduğunu gereği gibi düşünmezler. Oysa ki sonsuz merhamet sahibi olan, çok esirgeyen, çok bağışlayan Rabbimiz kulları için lütfetmekte, onları sayısız rızık, güzellik ve konfor yaratmaktadır. Bazı insanlar ise, bu nimetlerin var olmasını ve kendisine sunulmuş olmasını, gaflet hali içerisinde sıradan bir olay gibi görür. Bu nimetler elinden gidene kadar da, bunların birer lütuf olduğunu fark etmez.

Allah’ın Yakın Takibinin Şuurunda Olmak İmani Neşeye ve Coşkuya Vesile Olur

Allah Kuran ile, insanlar üzerindeki sonsuz rahmetini; iman edenlerin mutlak dostu ve yardımcısı olduğunu; ve samimi duaya kesin olarak karşılık vereceğini kullarına bildirmiştir. Dolayısıyla inanan bir kimse, zaten hayatı boyunca Allah’ın kendisi için yarattığı rahmet tecellilerinin daimi olarak şuurundadır. Sıkıntı ya da zorluklarla bile karşılaşsa, tüm bunların kendisi için özel yaratılan güzellikler olduğunu bilir. Ancak Allah, bu konuda bu kadar kesin ve sağlam bir inanca sahip olan bir kimsenin dahi ülfetini kıracak, onu hayrete düşürecek ve şahit olduğu olağanüstü yaratılış karşısında büyük bir iman coşkusuna kapılmasını sağlayacak özel tevafuklar, güzellikler ve detaylar yaratır. Mümin, bu olayların her birinde, Allah’ın sonsuz rahmetinin, sonsuz sevgisinin, kullarına olan yakınlığının ve sıcak bağlantısının tecellilerini görmenin verdiği derin heyecan ve hazları tadar. Tüm ruhu ve bedeni, Allah aşkı, Allah sevgisi ve tutkusu ile kaplanır. Allah’ın sonsuz kudretini, Rabbimiz’in herşeye Kadir, sonsuz seven ve sonsuz merhametli olduğunun tecellilerini gördükçe, Allah’a olan yakınlığı daha da artar.

Fakat müminin böyle bir iman coşkusu yaşaması için, illaki çok büyük olaylara şahit olmasına ya da çok benzersiz nimetlerle karşılaşmasına gerek yoktur. Bazen çok sıradan, ama çok arzulanan bir şeyin, tam akıldan geçtiği anda kişinin karşısına çıkması; bazen merak ettiği bir konunun cevabının, tam o anda kendisine duyurulması ya da bir an için canının çektiği bir yiyeceğin dahi hiç umulmadık şekilde kendisine ikram edilmesi gibi, küçük ve önemsiz görünen olaylar da gerçekleşebilir. Olayların kendisi belki ehemmiyetsizdir; ancak yaratılan bu tevafukların mümin için taşıdığı mana çok büyüktür. Tüm bunlar, Allah’ın sonsuz hakimiyetinin, sonsuz şefkatinin, her an kullarıyla birlikte olan, herşeyi gören, herşeyi bilen ve duyan olduğunun birer tecellisidir. Ve bu detayların her biri Allah’ın, Kendisi’ni çok büyük bir aşk ve tutkuyla seven kullarına olan yakınlığını onlara hissettirmek için yarattığı sürpriz güzelliklerdir. Ve işte bu büyük gerçeğe şahit olmak da, müminler için çok derin heyecanlar oluşturarak  Allah’a yakınlığı artırır. Rabbimiz’in kulları üzerindeki rahmeti ve onlara yakınlığı bir ayette şöyle haber verilmiştir: 

“Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (Bakara Suresi, 186)

 www.Allahakulolmak.imanisiteler.com

Yüce Rabbimiz’in lütfuna, merhametine, nimetine ve yakınlığına karşı nankörlük etmek, dünyada ve ahirette karşılığından çok sakınılması gereken bir ahlak bozukluğudur. Allah insanın yegane dostu, tek yardımcısı ve koruyucusu, sığınıp yardım dileyebileceği tek Varlık’tır. Var olduğu andan itibaren insanı hayatta tutan, an an onu koruyup kollayan, sevgisinin merhametinin tecellilerini gösteren, nimetlendiren, rızıklandıran yalnızca Rahman ve Rahim olan Allah’tır. Bu nedenle bu apaçık gerçekleri görmezden gelmek, elbette ki Allah’ın azabıyla karşılık bulabilir. Allah Kuran’da insanları bu gerçek ile uyarmış, nimetine şükreden kullarını da sürekli artan nimetleriyle müjdelemiştir:

“Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim Suresi, 7)

Derin Düşünmeyen İnsanların Yüksek İdealleri Olamaz

                   BENZER ESERLER İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

Derin düşünmek niçin önemlidir?

Şeytan niçin insanları düşünmekten alıkoymak ister?

www.Kurandaihlas.beyazsiteler.com

Düşünme yeteneği, insana dünya hayatında verilen en büyük nimetlerden biridir. Çünkü insan, ancak düşünerek Allah’ın sonsuz gücünün, kainattaki kusursuz sanatının farkına varır. Yalnızca düşünen bir insan dünya üzerindeki her ayrıntının pek çok hikmetle yaratıldığını, ölümün yakın olduğunu ve dünya hayatında yerine getirmesi gereken bazı sorumlulukları olduğunu kavrar. Kuran’da pek çok ayette ancak düşünen insanların öğüt alabileceği, Allah’ın varlılığının delillerini ancak onların görebileceği bildirilmiştir. Nitekim Kuran’ın indiriliş amaçlarından biri, “(Bu Kuran,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır” (Sad Suresi, 29) ayetinde haber verildiği gibi, insanların ayetler üzerinde iyice düşünmeleridir. Ancak insanların bir bölümü düşünmeyi bir zorluk olarak görürler. Hatta bu insanlar, düşünmenin hayatlarına ve kurulu düzenlerine zarar vereceği gibi bir yanılgıya kapılmışlardır. Bu batıl anlayışa göre en istenmeyen şeylerden biri, insana dünya hayatlarındaki sorumluluklarını hatırlatmak, içinde bulundukları gaflet halinden onları çıkartmaktır.

Şeytan İnsanlara Düşünmemeyi Telkin Ederek, Derin Bir Uyku İçine SürüklerDerinDusunmek

Şeytanın insanları sürüklediği uyku hali adeta bir büyü gibi kişiyi kaplar ve bu kişiye tüm sorumluluklarını, niçin var olduğunu, hayattaki amacını, bir gün gelip öleceğini unutturur. Bu uykunun başka bir türü ise dünya hayatının günlük ve rutin işlerine kendini kaptırmaktır. Belki bu insanlar gün içinde pek çok şey düşünüyor, karar veriyor ya da çözümler üretiyor gibi görünebilirler; ama gerçekte düşündükleri şeyler günlük koşuşturmacanın ayrıntılarından başka birşey değildir. Bu düşüncelerin hiçbiri insanın yaratılış amacı, dünya hayatının gelip geçici olduğu ve her canlının bir gün gelip toprak olacağı ile ilgili değildir. Ezberlenmiş, öğretilmiş, kalıplaşmış, alışılmış hareketler, konuşmalar ve tavırlar böyle insanların tüm hayatını o kadar kaplar ki asıl olan gerçekler üzerinde düşünmeye gerek dahi duymazlar.

Bu kişiler kendileri düşünmekten kaçtıkları gibi, başkalarının yaptıkları hatırlatmalardan da şiddetle kaçarlar. Allah’a iman etmeleri, O’nun rızası için yaşamaları ve Kuran ayetleri üzerinde düşünmeleri için yapılan çağrılardan yüz çevirirler.

Sayın Adnan Oktar düşünmenin önemine şöyle dikkat çekmiştir:

ADNAN OKTAR: Televole kültürü tüm dünyada var. Televole kültürünü yaşayan bazı kişiler için sadece eğlence önemli. Şirket promosyon yiyecek dağıtsın, onları yesinler. Bedava otel olsun, gitsinler orada yatıp kalksınlar. Sonra yine promosyon olarak, bedava uçak bileti olsun. Hayatları böyle geçsin istiyorlar. Fakat ne Güneydoğu’daki PKK sorunu onları ilgilendiriyor, ne Afrika’daki insanların açlığı ilgilendiriyor, ne Irak’taki zulüm ilgilendiriyor, ne Filistin’deki kardeşlerimizin çektiği acılar onları ilgilendiriyor, ne dünyanın diğer ülkelerindeki Müslümanların çektiği acılar; hiçbiri ilgilendirmiyor. Ağızlarına dahi almak istemiyorlar. Çünkü böyle bir konu olduğunda eğlencelerinin bozulduğunu düşünüyorlar. Eğlencelerine münafi olduğu için bu konulara girmek istemiyorlar. Mesela televizyonlarda da öyle programlar oluyor, televole programları. Hep vur patlasın, çal oynasın, gülüşmeler, boş izahlar, boş espriler. Dolayısıyla beyinleri uyuşturan, insanların kişiliğini törpüleyen, onların derin düşünmesini, derinliğini ortadan kaldıran günü birlikçi, bedavacı bir ruh geliştiriliyor. Bunun sonucunda da üretim yapmayan, yani vatanına, milletine bir faydası olamayan ve bunu da zaten hedeflemeyen gibi görünen diyelim, bir kısım insanların gelişmesine vesile oluyorlar. Bu çok ciddi bir tehlikedir. 

Bir ara devletimizin mühim bir kuruluşu bu konuda devlete rapor sunmuştu. Televole kültürünün, Türk kültürünü, Türk manevi yapısını yıkıcı mahiyette olduğu ve tehlikeli olduğu, uzun vadede tahribat meydana getirebileceğini belirtmişlerdi. Ama bakıyoruz, yine aynı çizgide, aynı kafada devam edenler var. İstiyorsa, programı yapsın ama, her programın içerisinde insanları büyük ideallere, büyük düşüncelere davet eden, faydalı düşünceleri savunan, güzel ahlakı, sevgiyi, barışı, kardeşliği savunan üslupların aralara yerleştirilmesi lazım. Bunun kimseye bir zararı olmaz, hatta tam tersine faydası olacağı belli.

Bundan ısrarla kaçınılmasının hiçbir açıklaması yok. Hiçbir mantığı yok. Bu yıkıcı bir tavır olur. Yani toplumun psikolojisini, moral değerlerini uzun vadede törpüleyen ve hatta yıkıma dahi götürebilecek bir zemin hazırlayabilir. O yüzden bundan kaçınılmasının elzem olduğunu düşünüyorum... Öyle bedavacılık, promosyonculuk ahlakı, ruhları da törpüleyen bir şey. O tip bir gencin ruhunda sevgi, şefkat, koruma hissi pek gelişmez. Egoistlik ve bencillik gelişir. Egoist ve bencil olan bir insan da sevmez, sevilmez. Yani insanlara karşı sevgi duyamaz, suni, sahte sevgiler olur. Mesela geliyor plajda birilerine karşı yapmacık şekilde bir şeyler söylüyor, o da ona yapmacık bir şeyler söylüyor. Ama karşılıklı belli ki ne bir sevgi var, ne samimiyet var, ne bir saygı var. Geçici bir çıkar ilişkisi var. Bu da çok itici tabii.

Halbuki derin dostluklar, samimi sevgiler, derin tutku, akıl derinliği, Allah ile coşkulu bağlantı, bütün insanları koruyup kollama ruhu çok güzeldir. Ahiret inancı olması lazım bir insanda, vatan millet sevgisi olması lazım. Yüksek idealleri olması lazım. Bunlar olmadığında o insanın ruh dünyası fakir olmuş olur, hatta yıkıma uğramıştır, bir anlamda. (Sayın Adnan Oktar’ın Adıyaman Asu TV’deki Röportajından, 4 Ocak 2010)

www.mehdiyetinsirlari.com

Allah Dünyadaki Her Varlığı Bir Amaç Uğruna Yaratmıştır

Allah kainattaki her ayrıntıyı insanların, üzerinde düşünmeleri için yaratmıştır. Nitekim Allah Kuran ayetlerinde, yeri, göğü ve ikisi arasındakileri kimin daha güzel davranışlarda bulunacağını denemek için yarattığını bildirmiştir. İnsan kısa dünya hayatı boyunca tüm yapıp ettikleriyle denenmektedir. Kendisini yaratan ve ölümünden sonra tekrar diriltip, hesaba çekecek olan Allah’a karşı büyük bir sorumluluğu vardır. Kuran’ı okumak, dinlemek, ayetler üzerinde düşünmek ve anlayıp uygulamak da her insanın en başta gelen sorumluluklarından biridir. Allah bu gerçeğe, “Onlar, yine de o sözü (Kur’an’ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?” (Müminun Suresi, 68) ayetiyle dikkat çekmektedir.

Düşünen kişi, kainattaki bu kadar ince nizamın ve kusursuz yaratılış örneklerinin tesadüfen meydana gelemeyeceğine, var olan herşeyi Yüce Allah’ın yarattığına kanaat getirecektir. Çevresindeki Yaratılış mucizelerini derin derin düşündükçe Allah’ın varlığının delillerini, O’nun yarattığı detaylardaki hikmetleri görerek Allah’a teslim olacak ve sadece O’nun rızasını kazanmak için yaşayacaktır. Bu gerçeği bilen şeytan insanların gaflet içinde bir hayat sürmelerini, Allah’ın ayetlerinden uzak durmalarını, bunun için de düşünmemelerini ister. Allah şeytanın bu hedefini Kuran’da şu şekilde bildirir:

“... Onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım...” (Araf Suresi, 16-17)

Şeytan İnsanları Gaflete Düşürecek Çok Özel Ortamlar Hazırlar

İnsanların zayıf yönlerini kullanarak ince planlar yapmak, senaryolar oluşturmak  ve bunları insanların nefislerinin en çok hoşlanacağı, en çok zevk alacağı hale getirmek şeytanın başvurduğu yöntemlerdendir. Din ahlakından uzak insanlar da böyle ortamlarda, iman eden kişilerin aksine Allah’ı unutarak, ahireti hiç düşünmeyerek gaflet içinde bir ruh haline girerler.

Örneğin bazı eğlence yerleri şeytanın bu ince planını kolaylıkla uygulamaya koyduğu mekanlardır. Çünkü dinden uzak yaşayan birtakım insanlar, bu gibi yerlerde hiçbir şey düşünmeden, boş bir zihinle vakit geçirebilmektedir. Bu mekanlarda en değer verilen şeyler giyilen kıyafet, takılan takı, harcanan para ve çevredeki insanlardır. Kimsenin birbirini duyamadığı şiddetli bir müzik, dumandan kimsenin kimseyi göremediği puslu bir hava, patlayan flaşlar, yüksek sesli konuşmalar ve bağırtılar biraraya gelince, Allah korkusu olmayan insanların dikkatini kesinlikle toparlayamayacağı ve düşünemeyeceği ortam tamamlanmış olur.

Elbette insanların eğlenmeleri, neşe içinde olmaları, sohbetinden hoşlandıkları kişilerle birlikte olmaları güzel nimetlerdir. Ancak, kastedilen ahiretin unutulduğu, Allah’ın adının anılmadığı ortamlardır. Yaratılış amacını tamamen unutmuş, Allah korkusunu kalbinde hissetmeyen, eğlenmek için değil buradaki gafil havayı yaşamak için vaktini böyle yerlerde geçiren kişilerin ne hayatın gerçek amacını düşünecek ne de anlayacak halleri kalmaz. Zaten böyle kişilerin, bu tür mekanları tercih edişlerindeki sebeplerden biri de “herşeyi unutmak” ve “düşünmemek”tir ki, bunu da sık sık dile getirirler. Böyle mekanlara, kendi ifadeleriyle “kafasını boşaltmak için gelen” bir insan, on dakika önce aklı başında davranırken, bir anda her türlü taşkınlığı normal karşılamaya başlar. Yine kendi ifadeleriyle “çılgınca eğlenmek” adına her türlü garip davranışı  makul karşılar, olan bitenlere karşı duyarsızlaşır. 

Bu gibi gafil ortamlarda Allah korkusu hissetmeyen insanların zihinlerinden faydalı bir düşüncenin geçmesi neredeyse imkansızdır. Kaldı ki böylesine kontrolden çıkmış, şiddet ve ahlaksızlığın teşvik edildiği bir ortam, burada bulunan kişilerin tam anlamıyla şeytanın telkinlerine açık duruma gelmesine zemin oluşturur. Ve böylelikle şeytan insanların, “düşünmeyin!” şeklindeki emrine itaat etmelerini sağlamış olur. Allah, “Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun...” (İsra Suresi, 64) ayetiyle de şeytanın bu yöntemini haber vermiştir.

İnsanların bir kısmının yoğun bir gaflet içinde yaşadıkları bu hayat, günümüzde sadece eğlence mekanları ile kısıtlı değildir. Bağırtıyla, gürültüyle, taşkınlıklarla insanların Allah’ın ayetlerini düşünmekten uzaklaştırıldıkları her ortam, şeytanın yukarıda bahsettiğimiz planının bir parçasıdır. Futbol maçlarında tribünleri, konserler sırasında stadyumları dolduran kalabalıklardaki bazı kişilerin oluşturdukları ve benzeri ortamlarda, şeytan aynı yöntemlerle kimi insanları düşünmekten uzaklaştırmaktadır. Birçok insan böyle yerlere eğlenmek, keyifli bir spor karşılaşması izlemek ya da güzel bir ses dinlemek için değil, insanlara bağırmak, kavga etmek, olay çıkartmak kısacası her türlü çirkin tavrı göstermek için gelir. Üstelik böyle yerlerde bir iki kişi değil, binlerle, on binlerle sayılabilecek bir kalabalık, toplu olarak birbirlerini olumsuz yönde etkileyebilir ve topluca gafil bir havaya girebilir.

Böyle bir ortamda birçok insan Allah’ın kendisini her yönden sarıp kuşattığını, her an ölüm melekleriyle karşılaşabileceğini aklına getirmeyebilir.

www.Allahinrizasi.imanisiteler.com

Düşünmekten Kaçınmak İnsanı Ölümden Kurtaramaz

Benzer mekanları gaflete kapılmak için bir fırsat olarak değerlendiren ve gerçeklerden kaçan insan, ölüm meleklerini hiç beklemediği bir anda karşısında gördüğü zaman artık herşey için çok geçtir. Çünkü kişi dünya hayatını boş amellerin peşinde geçirmiş ve Kuran ayetlerini düşünmekten sürekli kaçmıştır. Düşünmemek için türlü yöntemler denemiş, şeytanın oyunlarına kanmıştır. Oysa ölümü, hayatın geçiciliğini, Allah’a karşı sorumluluklarını düşünen bir kimsenin böyle gafil bir hali kabullenmesi mümkün değildir. Allah’ın her an canını alabileceğini ve ağzından çıkan her söz, aklından geçen her düşünce ve yaptığı her hareketten hesaba çekileceğini bilen bir kişi, nasıl bir ortamda olursa olsun bu gerçekleri aklından çıkarmaz ve gaflete kapılmaz.

Unutulmamalıdır ki, bir mekanda, Kuran ahlakına uygun şekilde eğlenmek yerine taşkınlık yapan bir kişiye de, o taşkınlıkları teşvik edenlere de, masaları devirip pervasız şekilde israf edenlere de ölüm aynı yakınlıktadır. Belki o kişi dışarı çıkar çıkmaz ölüm melekleriyle karşılaşacak, hiç beklemediği bir anda kendini Allah’ın karşısında hesap verirken bulacaktır.

İşte ölüm insana bu kadar yakınken, kişinin gaflet içinde hayatına devam etmesi, freni kopmuş bir kamyonun hızla üstüne geldiğini gördüğü, çarpıp onu parçalayacağını bildiği halde imkanı varken önünden çekilmemesine benzemektedir. Kişi isterse ömrü boyunca yüzlerce, binlerce kez taşkınlıklar sergilemiş, hatta bütün hayatını böyle geçirmiş olsun, ölüm melekleri canını alırken tüm yaşadıklarını geride bırakacaktır. İnsan eğer bu zamanlarını Allah’ın varlığından gafil olarak geçirdiyse o gün, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda “dünyayı doya doya, hakkıyla yaşamak” şeklinde ifade edilen bu gafil hayatın, kendisine kayıptan başka birşey getirmediğinin farkına varacaktır. Rabbimiz’i ve hesap gününü unuttuğu için yaptığı her türlü sorumsuzluğun pişmanlığını yaşayacaktır. Allah Kuran’da inkarcıların gaflet içindeyken, kendilerine gelen hatırlatmalara verdikleri tepkileri şöyle bildirmektedir: 

“İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar. Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır...”(Enbiya Suresi, 1-3)


Bu konuyu önemli kılan asıl sebep, inkar edenlerin gerçekleri -Allah’ın varlığına dair delilleri ve Kuran’ın hak kitap olduğunu- kasıtlı olarak görmezden gelmeleridir. Bu kimseler bu gerçekleri bile bile inkar eder, düşünmek istemezler. Allah’ın “… Oysa onlardan bir bölümü Allah’ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlardı.” (Bakara Suresi, 75) ayetinde bildirdiği gibi akıl erdirmekte, ama inkar etmektedirler. Çünkü yaratılış gerçeğini fark etmek ve Yüce Allah’ın eşsiz sanatını takdir edebilmek için uzun uzun düşünmeye, saatlerce  araştırmaya ya da okumaya gerek yoktur. İnsan vicdanının sesini dinleyip, samimi bir kalple biraz dikkat sarf ettiği, birkaç saniye düşündüğü takdirde yaratılış gerçeğini inkar edemeyecek duruma gelecektir. Yapması gereken tek şey; vicdanının sesine kulak vermesi ve şeytanın düşünmeyi engelleyen, olumsuz yöntemlerine karşı dikkatli olmasıdır.

www.ruhunsirlari.imanisiteler.com

Bazı insanlar düşünmenin insana “zarar verdiği” şeklinde batıl bir inanışa sahiptir. Bu büyük yanılgı, aslında şeytanın, insanların Allah’ın ayetleri üzerinde düşünmelerini engellemek için kullandığı bir taktiktir. Şeytan insanlara verdiği bu telkin sayesinde düşünmenin onları zora sokacağı, yorulmalarına sebep olacağı gibi bir telkinde bulunarak, onları Kuran’dan uzak tutar. Hatta bazı toplumlarda fazla düşünmenin insanı sözde delirteceğine inanılır. Bu inanç, şeytanın diğer oyunları gibi bir aldatmacadır. Aksine insan düşünmediğinde, düşünmemesinden kaynaklanan akılsızlıklardan ötürü pek çok sıkıntı yaşar.




Allah'a İman Bereketin Anahtarı İmandır


Dünyada ekonomik sıkıntılar niçin teknik tedbirler alınarak çözülemez?

Kuran ahlakını yaşamak ekonomik sorunların çözümüne nasıl şifa olur?

Bir ülkeye bolluk ve refah gelmesi, ancak bu olurken de sosyal adaletin sağlanması, diğer bir deyişle herkesin bu zenginleşmeden nasibini alması en ideal ekonomik gelişmedir. Ne var ki günümüzde hiçbir ülkede toplumun genelini kapsayan müreffeh bir hayatın varlığından söz edilemez.

En gelişmiş ülkelerde dahi ciddi sayıda işsiz, fakir ve yardıma muhtaç insan vardır. Pek çok ülkede vatandaşlar arası gelir dağılımında çok büyük uçurum bulunmaktadır. Alınan tüm ekonomik tedbirlere, açıklanan yeni istikrar paketlerine rağmense bu durum değişmemektedir.

www.Allahinvarlikdelilleri.imanisiteler.com

Ekonomistlerin İktisadi Yapıyı Değiştirmeye Yönelik Teknik Çalışmaları Çözüm Değildir

Ekonomiye dair değişik görüşler, farklı yaklaşımlar her zaman olmuştur. Komünist ekonomi modelinden, liberal ekonomi anlayışına ya da bu iki yaklaşımdan farklı oranlarda istifade edilerek ortaya çıkarılan karma modeller teorisyenlerinin dilinden hiç düşmemektedir. Herkes kendi yönteminin daha doğru ve uygulanabilir olduğunu ileri sürmektedir. Ancak tüm bu yaklaşımlar, soğuk ve teknik birer bakış açışı olarak kalmaktan öteye gidememektedir. Söz konusu bu ekonomik modeller uygulamaya geçirilse dahi sadece kısmi faydalar sağlayabilmekte, memleketin geneline bolluk ve zenginlik getirememektedir.

Hemen her gün TV kanallarındaki ekonomi programlarında hükümetçe uygulanan maliye politikalarının ele alındığına şahit oluruz. İstatistiki veriler üzerinde analizler yapılmakta ve ülkenin ekonomik geleceğinin ne olacağına dair öngörüler halkın ekserisinin zor anlayacağı derecede teknik ve ağır bir dille anlatılmaktadır.

Bulmacaya benzeyen finansal tablolar, bolca kullanılan İngilizce iktisadi terimler, diğer ülke ekonomileriyle olan teknik mukayeseler halktan biri için adeta içinden çıkılmaz çok bilinmeyenli birer denklem gibidir. Oysaki sade vatandaşlarımızın ekonomi denklemi sadece eline geçen gelir, yaşamını sürdürmek için yaptığı harcamalar ve ödediği vergiler üzerine kuruludur. Bu nedenle de herkes önce kendi ekonomik durumuna bakmaktadır. İşte bundan ötürü ekonomik gelişme halkın tamamına yansımadığı müddetçe, herkesi tatmin eden gerçek anlamda bir zenginleşmeden ve ilerlemeden söz edilemez.

Faiz Sistemi Üzerine Kurulan Ekonomi Çökmeye Mahkumdur

Günümüzde en çok konuşulan konuların başında ekonomik sorunlar gelmektedir. Dünya üzerindeki insanların büyük bir bölümü açlık sınırında yaşamakta, pek çok ülke dış yardım olmadan varlığını devam ettirememektedir. Ülkelerin sadece yardım almaları da yeterli olmamakta, çünkü bu yardımların faizlerini ödeyemedikleri için çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Çünkü ülkelerin tamamı Yüce Allah’ın Kuran’da yasakladığı faiz sistemini ekonomiye uygulamakta bu da refah ve bolluğun azalmasına neden olmaktadır. Çünkü Rabbimiz bu şekilde yapıldığında bereketin kaçacağını Kuran’da açıkça bildirmiştir:

“Allah faizi yok eder de sadakaları arttırır. Allah günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez.” (Bakara Suresi, 276)

Bilindiği gibi günümüzde özellikle de ekonomik açıdan iyi durumda olmayan ülkelerde ekonomik düzen faiz sistemi üzerine kurulmuştur. Bankaların verdiği çok yüksek faizlerin, ülke ekonomisine pek çok açıdan olumsuz etkileri olmaktadır. Böylece insanlar yatırım ya da üretime değil, paralarını bankaya yatırmaya teşvik edilmektedir. Faizle, gecelik repolarla kazanılan para insanlara çalışmaktan daha kolay gelmektedir. Oysa son derece cazip ve kolay bir yol olarak gösterilen bu mantık aslında hiç de sanıldığı gibi insanlara refah ve zenginlik getirmez. Hiçbir yatırımın yapılmadığı, paranın bankalarda, yastık altlarında veya kasalarda biriktirilerek yığıldığı bir ekonomi, ardından hayat pahalılığı, enflasyon gibi ekonomik sorunları da getirecektir.

Sayın Adnan Oktar Diyor ki;

 - Kuran’a sıkı sıkıya sarılan felah bulur; devlet de felah bulur, insan da felah bulur. Kuran’dan koptuğunda bereketsizlik oluyor. (A9 TV; 29 Ocak 2013)

 - Devletin kitaplarında açık açık “Kainat tesadüfen yaratıldı” denirse bu Yüce Allah’ın zoruna gider. O ülkeye bereket gelmez. Huzursuzluk, anarşi ve terör olur. Huzursuzluğun da üstünde -Allah esirgesin- bela verebilir, ızdırap verebilir, sıkıntılar verebilir Allah. (A9 TV; 4 Ocak 2013)

 - Darwinist-materyalist eğitim sevgisizliği getiriyor. Sevgi olmayınca muhabbet olmuyor, dostluk olmuyor, kardeşlik olmuyor, fikre tahammül olmuyor, düşünceye tahammül olmuyor. Müthiş bir öfke, müthiş bir kin, müthiş bir nefret ve sevgisizlik insanların kalbini yakıp kavuruyor. Darwinist-materyalist eğitim devam ettikçe bu bereketsizlik, bu uğursuz ruh üzerimizden kalkmaz, Allah esirgesin. (A9 TV; 31 Aralık 2012)

www.Allahinrizasi.imanisiteler.com

Kuran Ahlakının Yaşanması Bolluk ve Bereket Verir

Faize yönelmek yerine bir ülkede üretim yapılması durumunda, bu ülkenin ekonomisinde genel anlamda bir düzelme yaşanacak, piyasa hareketlenecek ve bu da herkes için yarar sağlayacaktır. Nitekim parayı biriktirmek, malı yığmak Allah’ın Kuran’da yasakladığı davranışlardır. İslam ahlakının yaşandığı bir ortamda yaşam şartları hep insanların lehlerine olacak şekilde düzenlenir. Bu nedenle faiz de yasaklanmış, kişilerin ağır borç yükü altında ezilmeleri engellenmiştir:

“Faiz (riba) yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu onların: ‘Alım-satım da ancak faiz gibidir.’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara Suresi, 275)



İnfak edilen ve hayır yolda kullanılan malın bereketli olacağına ve faizin ise bereketsizlik getireceğine iman eden bir topluluk, malının ihtiyacından arta kalanını hayır yönünde kullanacaktır. Böyle bir sistemde ise tüm ülkenin nasıl bir refaha ulaşacağı açıktır. İnsanların böyle bir anlayışı uzak ve erişilmez görmemelerini sağlamanın tek yolu ise onlara Kuran ahlakını öğretmektir.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Kuran ahlakının rehberliğinde yaşanan bir hayatta Allah korkusu ile hareket edildiği için insanlar yalnız kendi çıkarlarını korumak maksatlı değil, tüm insanların rahatı ve çıkarı için uğraşırlar. Çünkü İslam ahlakında birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma çok önemlidir.

Din ahlakının yaşandığı bir toplumda israf olmaz, israfa kaçan tüketim de olmaz. Yardımlaşma ve adalet sayesinde insanların ekonomik güç seviyesi yükselir. Zengin bir toplum oluşur. Kuran ahlakının yaşandığı, zenginlik ve refahı ile tarihe geçen “Asr-ı Saadet” dönemi bu gerçeğin en açık delillerindendir.

Yüce Allah’la Kurulan Yakın Bağlantı ve Teslimiyet Bereketin Anahtarıdır

Allah Kuran’da ekonomiyi çok iyi bilirseniz sizleri zengin ederim dememektedir. Ya da çok iyi ticaret yaparsanız, çok büyük bir sanayi hamlesi gerçekleştirirseniz refah içinde yaşarsınız buyurmamaktadır. Allah’ın kullarından istediği, Kendisi’ne yakınlaşmaları ve samimi olmalarıdır. Böyle olursa kullarına güzel bir hayat yaşatacağını şöyle müjdelemiştir:

“Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl Suresi, 97)

Başka bir ayette de Rabbimiz “… Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım…” (İbrahim Suresi, 7) buyurarak Kendisine şükredildiği takdirde kullarına bahşettiklerini arttıracağını bizlere bildirmiştir. Çok açıktır ki Yüce Allah yüksek teknik bilgi seviyesi değil, derin iman istemektedir.

İnsanlar şunu unutmamalıdır ki tüm sebepleri yaratan Allah’tır. Teknik yöntemleri de finansal analizleri de enflasyon rakamlarını da fakirliği de bolluğu da Allah yaratır. Allah’tan bağımsız hiçbir şey gelişemez ya da oluşamaz.


Bizler dua niyetiyle ve Allah’a olan samimiyetimizi göstermek için çalışırız, ülkemizin gelişmesi için çaba sarf ederiz, tüm insanların mesut ve müreffeh bir hayat sürmesi için gayret ederiz. Ancak Allah dilerse insanlara verdiği rızıkları arttırır.

İşte bu nedenle de çözümü sebeplerden değil Yüce Allah’tan ummalıyız ve ancak O’na imanen daha çok yakınlaşırsak hayatımıza ve memleketimize bereket ve bolluk geleceğini unutmamalıyız.


Bugün en zengininden en fakirine kadar tüm ülkelerde çok büyük bir ekonomik darboğazın yaşandığını, işsizliğin arttığını görmekteyiz. Bir tarafta çok büyük bir zenginlik, sefahat, israf ve bunun sonucunda da dejenerasyonun her türlüsü yaşanmaktayken, diğer tarafta insanlar tek bir ekmek için birbirleriyle kavga etmektedirler. Sürekli bu konularda yazılar yazılmakta, sempozyumlar düzenlenmekte, toplantılar yapılmakta, ama köklü bir çözüm üretilememektedir; hatta açlık ve sefalet gün geçtikçe daha da artmaktadır. Çünkü bazı insanlar bolluk ve bereketin sadece teknik önlemler alınarak sağlanacağını düşünmektedir. Oysa çözüm tamamen metafiziktir. Ekonomik tedbirler elbette ki bir duadır ama asıl olarak, Allah’a teslim olmak, şükretmek, sadaka vermek ve yardımlaşmak ve Kuran ahlakını yaşamak bereket verir.

www.Allahakulolmak.imanisiteler.com

Ülkemizdeki Ekonomik İstikrarın Sebebi İmandır

Ülkemizde son yıllarda meydana gelen ekonomik anlamdaki istikrarın asıl sebebini tek başına uygulanan başarılı iktisadi politikalarda aramak doğru değildir. Bunun böyle olduğunu zannetmek çok büyük bir yanılgı olur.

Evet, bugün ekonomide iyiye doğru bir gidişatımız olduğu ve bundan çok değil, sadece 10 sene öncesine oranla çok daha iyi bir iktisadi yapıya sahip bulunduğumuz kesinlikle doğrudur. Ancak her vatandaşımızı kapsayan bir refah seviyesine ulaşmadığımız da bir gerçektir. Hatta memleketimizin dört bir yanında çok zor şartlar altında geçimini sürdüren kardeşlerimiz vardır. Ancak buna rağmen zorlu şartlar içinde yaşayan kardeşlerimiz ülkede huzursuzluk çıkarmamakta, memleketin dirliğini bozacak çalkantılara sebebiyet vermemektedirler.

Hâlbuki diğer ülkelerde durum hiç de böyle değildir. Örneğin Yunanistan’da içine düşülen yokluk durumu halk ayaklanmalarına, çok şiddetli protestolara yol açmıştır. Kısacası, Yunanistan’ın huzuru kaçmıştır. Bizim memleketimizde ise geçim sıkıntısı yaşayan kardeşlerimizde genel anlamda bir sükunet ve metanet hakimdir.

İnsanlarımızın sahip olduğu bu örnek sabrın tek sebebi ise Allah’a ve İslam’a olan bağlılıklarıdır. Bizim milletimiz tevekküllüdür, kanaatkar ve kalenderdir. Mayası temiz olan halkımız gün geçtikçe daha da dindarlaşmakta ve de bu dindarlaşmanın verdiği manevi kuvvetle ayakta durmaktadır. Kardeşlerimiz çok zor şartlar altında yaşıyor olsalar dahi Allah’tan ümit kesmemektedirler. Ve bilmektedirler ki Allah samimi Müslüman kullarına mutlaka yardım eder.

İşte bu sabır, metanet, iman ve yükselen ahlak anlayışı, inşaAllah memleketimizin hem ekonomik gücünün hem de siyasal etkisinin artmasını sağlayacak temeli teşkil eden hasletlerdir. Milletimiz ne kadar dindarlaşırsa, Allah’a ne kadar yakınlaşırsa hem fert fert hem de topyekün bir zenginleşme yaşayacağımız Allah’ın izniyle kesindir.

7 Haziran 2016 Salı

Müslümanın Dikkat Ve Şuurunun Açık Olmasına Yardımcı Olacak Gerçekler

                               DİĞER ESERLER İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

Müslümanın dikkatinin ve şuurunun her an her saniye açık olması için özen göstermesi gerekenler nelerdir?

İman eden bir insan Allah’ın Kuran ile insanlara bildirdiği gerçeklere gönülden inanmış, tüm hayatını bu gerçekler doğrultusunda yaşamaya karar vermiş demektir.

Allah’tan başka bir güç olmadığına, kaderin, hesap gününün, cennetin ve cehennemin hak olduğuna, dünya hayatının bir imtihan yeri olduğuna ve her insanın Kuran ahlakını en mükemmel şekilde yaşamakla sorumlu olduğuna kesin kanaat getirmiştir. Bu imanı sonucunda bir insan, tüm hayatı boyunca artık Kuran ile bildirilen tüm bu gerçeklerin şuurunda olarak bir yaşam sürer. Her anını bu bilgiler ışığında, Allah’ın en razı olacağı ahlakı göstererek geçirir.

Ancak yine de insanın, ‘nasıl olsa ben tüm bu gerçekleri biliyorum, tüm bunlara gönülden inanıyorum’ diyerek, bu konular üzerinde derinlemesine düşünmeyi bir kenara bırakmaması gerekir. İnsanın sabah uykudan uyandığı andan itibaren, gün boyunca hemen her saat, her dakika aklından tüm imani gerçekleri tekrar tekrar geçirmesi ona çok daha üstün bir ahlak mükemmelliği kazandırır.

www.Kuranahlaki.com

 Allah’a Tevekkül ve Kadere Teslimiyet

Kesin bilgi ile iman etmenin en büyük şartı olan teslimiyet veya tevekkül, Yüce Allah’ın ve ahiretin varlığına, aklı, kalbi ve vicdanıyla kesin olarak kanaat getiren her insan için çok kolay kazanılacak bir özelliktir. Çünkü Yüce Allah insanın fıtratını Zatına sevgi, inanç, güven ve bağlılık duyulmasına yatkın şekilde yaratmıştır. Bu nedenle asıl zor ve insanın fıtratına aykırı olan Yüce Allah’a teslim olmamaktır. Her türlü eksiklikten münezzeh olan Rabbimiz, bir rahmet ve şifa olarak indirdiği Kuran’da bu fıtrat üzerine yarattığı kullarına teslimiyet kazandıracak ve müminlerin teslimiyetini artıracak ahlak özelliklerini de bildirerek, kullarının üzerinden zorlukları almış ve bu şekilde onlar için dünya hayatındaki imtihanı kolay hale getirmiştir.

Dünya üzerinde her nereye gidilirse gidilsin, Allah’tan bağımsız, canlı cansız hiçbir varlık yoktur. Herşey ve herkes Yüce Rabbimiz’e boyun eğmiştir. Her biri, her an Allah’ın emrine uymakta ve Rabbimiz’in buyruğunu yerine getirmektedir. İşte, dünyanın en büyük sorunlarıyla, acılarıyla ya da sıkıntılarıyla yüzleşen bir insanın dahi, bu kesin ve değişmez gerçeği asla unutmaması gerekir.

Allah Kuran’da pek çok insanın zaman zaman gaflete düştüğü bu önemli gerçeği kullarına şöyle hatırlatmaktadır:

“… Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.” (Hac Suresi, 78)

Allah’la Yakın Bağlantı İçinde Olmak

Her işte Rabbimiz’e yönelip dönmenin ve onunla yakın bir bağlantı kurmanın yolu, bir işe besmele ile başlamaktır. Her zaman Allah’ın adını anarak bir işe başlamak kalplerde etki uyandırma bakımından daha sağlam bir güç oluştururken kişinin Allah’a olan yakınlığını da arttırır. Çünkü bir işe Allah’ın adıyla başlayan bir kişi herşeyin Allah’ın kontrolünde işleyeceğini, Allah dilerse yaptığı işte başarılı olacağını bilir. Kuşkusuz bu durum kul ile Allah arasında çok derin bir yakınlığın oluşmasına vesile olur. Böyle bir insan acizliğini anlamış Allah’ın izni olmaksızın hiçbir işi yapmaya güç yetiremeyeceğini kavramış ve kendini tamamen Yüce Allah’a teslim etmiştir. Müminlerin bu durumu Kuran’da şöyle haber verilir:

“De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.”” (Tevbe Suresi, 51)

Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O’nu tesbih et...” “... (Al-i İmran Suresi, 41)

Müslüman Allah’a olan sevgisini, Allah korkusunu, tevekkülünü, kendisinin ise Allah’ın yarattığı ve O’nun hakimiyeti altında hareket eden aciz ve muhtaç bir varlık olduğunu hemen her dakika yeniden düşünmelidir. Dünya hayatının çok kısa olup çok hızla tükendiğini, insanın hızla yaşlanmaya doğru sürüklendiğini, genç yaşlı demeden ölümün insan için an meselesi olduğunu, her olayın insanın denenmesi için yaratıldığını, asıl olarak Allah’ın rızasını ve sonsuza dek Rabbimiz’in sevgisini kazanabilmeyi hedeflediğini kendine sık sık hatırlatmalıdır.

 Müslümanları Sevmenin Gerekliliği

İman edenler, Allah’a olan güçlü sevgileri ve samimi bağlılıkları nedeniyle, Allah’ın yarattığı varlıkları da çok sever, bunların her birinde Rabbimiz’in sıfatlarının tecellilerini görürler. Kuran’ın “Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku’ ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren müminlerdir.” (Maide Suresi, 55) ayetiyle bildirildiği gibi, iman edenler, Yüce Allah’ın insanlara doğru yolu göstermeleri için gönderdiği peygamberlere ve salih müminlere karşı da derin bir sevgi beslerler.

Müslüman müslümanları neden sevdiğini daima düşünmelidir. Allah’ın “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi, 4) ayetiyle hatırlattığı gibi, tüm Müslümanların, adeta tek bir vücut gibi birbirlerinin parçası; en yakın dostları ve velisi olduğunu hiç unutmaması tüm Müslümanlara karşı olan sorumluluğunu arttırır. Bu durumda dünyanın neresinde olursa olsun acı çeken veya zulüm altında yaşayan Müslümanların acılarını dindirmek ve zulme son vermek için ciddi bir fikri  mücadele başlatır.

www.Kurandadua.com

Her An Herşey İçin Dua Etmeyi Unutmamak

Allah dilerse, insanların gafletleri nedeniyle “imkansız” dedikleri konular, hemen o anda dahi gerçek olabilir. Geçmişte nasıl ki Allah elçilerine, salih müminlere yardımını ulaştırdıysa, “imkansız” sanılan durumlar gerçek olduysa, bu durum, tüm insanların hayatları için de geçerlidir. 

İşte her insanın hayatında, Allah’tan çok istediği, ama ilk anda gerçekleşmesizor gibi görünen durumlar olabilir. Bu zor şartlar insanı asla yanıltmamalıdır. Duanın kaderin anahtarı olduğunu ve dua edildiğinde Allah’ın kaderinin hareket etmeye başladığını asla unutmamak ve Allah’tan kesin inanarak istemek çok önemlidir. Nasıl ki Rabbimiz Hz. Musa (a.s.)’a yol açtıysa, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e, Hz. Yunus (a.s.)’a, Hz. İbrahim (a.s.)’a, Hz. Zekeriya (a.s.)’a, Hz. İbrahim (a.s.)’a yardım ettiyse, onlar gibi tüm samimi Müslümanların da dualarına da mutlaka rahmetiyle icabet edecektir. 

Ancak elbette ki bir şeyin gerçekleşmesini çok isteyen bir mümin de, aynı Hz. Yunus (a.s.) gibi Allah’ı çokça zikredecek; Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi, Hz. Musa (a.s.) gibi, en zorlu şartlarda dahi yılgınlığa kapılmadan “Elbette Allah bizimle beraberdir” diyecek ve hiçbir şüpheye kapılmaksızın Allah’ın gücüne derin bir iman ile iman edip güvenecektir. İşte o zaman Allah’ın duadaki sırrı gerçekleşecek ve Allah’ın izniyle kader bu yönde hareket etmeye başlayacaktır. Büyük İslam alimi İmam-ı Rabbani Hazretleri bir sözünde müminlere bu önemli ve kesin gerçeği şöyle hatırlatmaktadır:

“Bir şeyi istemek, ona nâil olmak (onu elde etmek) demektir; Zirâ Allahû Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez.” (İmam-ı Rabbani) 

Bu nedenle mümin;

- Herşeyde Allah’a dönüp yönelerek, 

 -Yalnızca Allah’a dua ederek ve yalnızca O’ndan yardım dileyerek,

 -Allah’ın her duaya icabet eden olduğunu bilerek,

 -Allah’ın şahdamarından daha yakın olduğunu ve her düşündüğüne şahit olduğunu unutmadan, 

- Allah’ı en güzel isimleriyle tesbih ederek ve bu isimlerinin anlamlarını derin derin düşünerek,

- Duanın bir şekli olmadığını, Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan her hareketin bir dua olduğunu unutmayarak,

- Dua etmek için özel bir mekan ve yere gerek olmadığını, her zaman, her yerde dua edilebileceğini bilerek,

- Allah’a karşı olabilecek en saygılı şekilde,

- Sadece sıkıntı ve ihtiyaç içindeyken değil, bolluk ve nimet içerisindeyken de dua ederek,

- Dualarının arkasından verilen nimetlere nankörlük etmeyerek, 

- Samimi ve içten olarak, 

- Allah’a yalvara yalvara ve için için dua eder. 

- Gösterişten uzak durarak,

- Korku ve umut taşıyarak,

- Kendisi için olduğu kadar hatta daha da fazlasıyla peygamberler ve diğer müminler için de,

- Müminlerin sağlığı, güvenliği, rahatı ve gücünü isteyerek,

- Allah’a yakınlaşmak, başarılı olmak, din ahlakını en iyi şekilde yaşayabilmek ve güzel ahlakta sabır gösterebilmek için,

- Dünyada ve ahirette Allah’ın en güzelini vermesi, nimetlerini artırmasını isteyerek,

- Hiç kimsenin müminlere zarar verememesi için,

- Kuran’da yer verilen peygamber dualarını kendisine örnek alarak dua eder.

 Her Zaman Şükretmek

İmanın en büyük göstergelerinden biri olan şükretmek, her türlü nimetin tek sahibinin Allah olduğunun ve herşeyin yalnızca O’ndan geldiğinin şuurunda olarak bunu kalple ve dille ifade etmektir. Ayrıca Allah’la derin bağlantı kurmanın, “yalnızca O’na  kulluk etme”nin de en samimi yollarından biridir. 

Müminler yaratılış delillerini inceleyerek Dünya’nın atmosfer ile uzaydan gelen tehlikelerden korunduğunu, yerin altında kaynayan magma tabakasından ince bir yerkabuğu katmanı ile korunduğunu, içilecek suyun yaratılmasını, toprağın verdiği ürünleri, ulaşım araçlarını, gece ile gündüzün yaratılmasını, hayatını, sağlığını, aczini, aklını, şuurunu, beş duyusunu, nefes aldığı havayı ve bunlara benzer nimetleri kendilerine her an kesintisiz bir şekilde Yüce Allah’ın sunduğunu düşünür ve tüm bunlar için Rabbimiz’e şükrederek yalnızca Allah’a yönelip dönerler. Nitekim Yüce Allah bir ayette Zatına şükredilmesinin O’na yaklaşmanın önemli bir vesilesi olduğunu şöyle haber verir:

 “... Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler;  öyleyse rızkı Allah’ın Katında arayın, O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz O’na döndürüleceksiniz.”” (Ankebut Suresi, 17)

www.insankarakterleri.com

Müminin Tüm Hayatı Boyunca Hatırında Tutması Gereken Bazı Konular

- Daima vicdanınızın sesini dinleyerek hareket etmek, 

- Kendiniz, yakınlarınız aleyhinde de olsa daima adaletli olmak, 

- Hoşgörülü ve bağışlayıcı olmak, 

- Müminlere karşı şefkatli ve merhametli olmak, 

- Büyüklenmekten sakınmak, 

- Selama en güzel şekilde karşılık vermek, 

- Öfkeyi yenmek, 

- Çok iyi bildiğiniz bir konu bile olsa tartışmacı bir üsluptan sakınmak, 

- İnsanlara gösteriş yapmaktan kaçınmak, 

- Üstünlükteki tek ölçünün takva olması, 

- Nefsin daima kötülüğü emrettiğini hatırda tutmak, 

- Her an bir hayır peşinde olmak, 

- Allah’tan gücünüzün yettiği kadar korkmak, 

- Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu herşeyin üzerinde tutmak, 

- Yalnızca Allah’tan korkup sakınmak, 

- İyiliği emredip kötülükten sakındırmak, 

- Bir kimsenin başka birinin günahını yüklenemeyeceğini unutmamak, 

- Allah’ın kibirlenerek övünenleri sevmediğini bilmek, 

- Namazlara titizlik göstermek, 

- Her işte Allah’a yönelip dönmek, 

- Sahibimizin Allah olduğunu ve tüm bunları O’nu razı etmek için yaptığımızı unutmamak…

Kuran Akıllı Olmanın Kılavuzudur


Akıl hakkında bugüne kadar birçok tanım yapılmıştır. Ancak bunların hiçbiri aklın gerçek anlamı hakkında insanlara tam bir fikir vermeye yeterli olamamıştır. Çünkü bu çıkarımları yapan kimseler, aklı tanımlarken doğru bir kaynağa başvurmamış, aklı sadece kendi mantıklarıyla değerlendirmeye çalışmışlardır. Oysa akıl konusunda bilgi alınabilecek kaynak sonsuz akıl sahibi olan Allah’ın indirdiği Kuran’dır. Kuran ve akıl iç içedir. Bir insan zeki olabilir fakat akla sadece Kuran’la ulaşır.

Zeki insanlar, genelde dikkat çekerler. Okulda matematik problemini çözme hızı veya bilimsel buluşlar yapmaları ile ön plana çıkarlar. İş yerlerinde bilgi birikimleri sebebiyle tercih edilirler. Genelde anlama, kavrama, çalışkanlık düzeyi yüksek kişiler olarak bilinirler. Peki, zeki bir insan her zaman akıllı mıdır? Bu sorunun cevabı, her zaman “evet” değildir. Akıl bambaşka bir özelliktir. Eğitimle, kültürle ya da problem çözme hızıyla kıyaslanmayacak kadar büyük bir hazinedir. Akıllı bir insan, dengeli ruh hali, itidalli tavırları, güzel bakışları, Rahmani konuşması, samimiyeti, dürüstlüğü, sağlam kişiliği gibi güzel ahlak özellikleri ile ön plana çıkar. Bir insan alabildiğine zeki olabilir ama vicdanını kullanmıyorsa akıllı değildir.

Vicdan kullanmak ise Allah korkusu yani iman ile mümkündür. Allah güzel, doğru ve akıllıca olan seçimi her zaman insanın vicdanına ilham eder. Akıllı olan insanlar, Allah’ın ilhamına göre hareket eder, bencilce davranmaz nefslerine göre hareket etmezler. Unutulmamalıdır ki ancak Allah’ı çok seven, Allah’ın büyüklüğünü kavrayan ve Allah’ı hoşnut etmek isteyen bir insan Allah’ın ayette bildirdiği ‘nur ve anlayışa’ sahip olabilir:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal Suresi, 29)

www.Kuranyeterlidir.com

 Allah’tan korkan ve samimiyetle Kuran’a uyan her insan akıllıdır. Ancak insanların çoğu böylesine büyük bir nimeti kolaylıkla elde etme imkanına sahip olduklarından habersizdirler. Aklın, insanların doğuştan kazandıkları zihinsel bir yetenek olduğunu sandıkları için, sahip olduklarının ötesinde bir kavrayış kazanabileceklerine ihtimal vermezler. Oysa Kuran ayetleri doğrultusunda yaşayan her insan akıllı olur, aklın insana kazandırdığı keskin bir şuur açıklığı ve kavrayış yeteneğine sahip olur. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

“İşte bu (Kuran) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye birbildirip-duyurma (bir belağ)dır.” (İbrahim Suresi, 52)

 Akıllı İnsanların Olaylar Karşısındaki Tavrı

Akıllı insanlarda çok dikkat çeken özelliklerden biri de Allah’ın verdiği lütufla, çözüm bulma kabiliyetleridir. Tecrübe ile açıklanamayacak bu özellik, akıllı insanları zeki insanlardan çok farklı kılar. Zeki bir insanın olaylar karşısındaki çözüm önerileri çoğu zaman yetersiz ve geçici kalabilir. Hatta böyle kişiler zaman zaman panikleyerek, korkarak, üzülerek veya kızarak karmaşık ve içinden çıkılmaz zorluklar oluşturabilirler. Fakat akıllı insanın sürekli şuuru açıktır. Geçmişte yaşadıklarının ve gelecekte tecrübe edeceği herşeyin Allah Katında ilk anda belirlenmiş olan kader içerisinde olup bittiğinin bilincindedir. Bu bilinç akıllı insanı psikolojik olarak sağlam tutar. Paniklemeden, ürkmeden, sarsılmadan, basiretli ve ferasetli adımlar atmasına vesile olur.

Kuran’da akıllarını kullanarak düşünen bu kimselerin, Rabbimiz’in büyüklüğünü görerek en doğru olana ve gerçeğe ulaştıkları şöyle haber verilmiştir:

“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.”” (Al-i İmran Suresi, 191)

Akıl ve Sevgi İç içedir

Akıllı insanlar sevginin değerini de çok iyi bilirler. Sevgi; akıl, özen, fedakarlık, sadakat ve samimiyet gerektirir. Allah’ı çok seven ve Allah’ın gücünün farkında olarak Allah’tan korkan bir Müslüman da son derece samimi olur ve sevgiyi içtenlikle yaşar. Allah’ı seven yarattıklarını da sever ve onların kıymetini bilir. Sevdiklerine saygı duyar, onlara konfor sağlar. Sağlıklarını, mutluluklarını ve en önemlisi onların da imanını düşünür. Daha güzel ahlaklı olmaları için onlara Kuran’dan öğütler verir, kötülükten sakınmaları için gayret eder. Böylece samimi imanlı insanların ortamı huzur, neşe ve güzellik dolu olur.

Allah’a sadık olan kişi, dostlarına da sadık olur. Bu sebeple imandan kaynaklanan akıl gerçek dostlukların ve sevginin uzun süreli yaşanmasına da vesile olur.

Aklı sayesinde sevgi dolu olan tüm tavırlarını hayatının sonuna kadar en güzel şekilde uygulayan bir insan ise hem dünyada güzel bir hayat yaşar, hem de Allah’ın rızasını hedefleyerek gösterdiği bu güzel tavırlarından dolayı cennetle mükafatlandırılır. Allah ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız. Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel destek.” (Kehf Suresi, 30-31)

www.Kurandaihlas.beyazsiteler.com

 Akıl Artar ya da Azalır mı?

Allah ayetinde “… onların çoğu akıl erdirmez.” (Maide Suresi, 103) diye bildirmektedir. Kuran’a uyarsa insan akıllı olur, Kuran’dan saptığı an akılsızlık baş gösterir. Allah Kuran için “temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurmadır.” (İbrahim Suresi, 52) şeklinde bildirmektedir. Temiz akıl vicdanın kullanılmasıyla, Kuran’ın hükümlerine uyulmasıyla ancak ortaya çıkar. Bir insan istediği eğitimi alsın, istediği kadar zengin olsun Allah dilemedikçe akıllı olması mümkün değildir. Akıl samimi ve vicdanlı olundukça sürekli artabilir.

Ayrıca sürekli pozitif düşünmek de akıllı insanı zeki insandan ayırt eden önemli bir farktır. Akıllı insan sürekli tek taraflı olarak, Allah’tan yana olumlu düşünebilir. Şeytani düşünceye karşı şuuru çok açıktır, hemen Allah’a sığınıp Rahmani olan kararı verir. Haram bir fiil varsa aklını ve vicdanını kullanır ve onu yapmaz. Fakat vicdanını kullanmayan zeki insanlar, şeytani düşüncelere karşı koyabilecek bir güç bulamayabilirler. Olumlu da, olumsuz da düşünebilirler. Detaylarda boğulabilirler. Şeytani de, Rahmani de hareket edebilirler. Şeytani düşünmeye engel olacak güç Allah korkusudur.

Sonuç olarak vicdana uyulmadan yapılan her tavır kişinin kendisine zarar verir. Hem ruhen hem de bedenen böyle insanlar çok yıpranırlar. Konforlu ve huzurlu bir hayat yaşayamazlar ama vicdanını kullanan zeki bir insan zaten akıllı hale gelmiş ve yaşama amacının şuuruna varmış demektir. Böyle bir insan dünyada imtihan olduğunun farkına vararak bir saniye bile boş vakit geçirmez. Her anını Allah’ı razı etmek için kullanır. Ahiretinin asıl ve sonsuz hayatı olduğunu bilir ve sadece dünyadaki geçici istekleri doğrultusunda yaşamaz. Böyle insanlar için dünya, güzelliklerin yaşandığı, her anından zevk alınan, sıkıntıların bertaraf edildiği bir yer haline gelir, Allah’ı razı etmek amacıyla ahiret için çalışılan güzel bir hazırlık yurduna dönüşür.

Allah, Kuran’da ancak akıl sahiplerinin görüp anlayabileceğine ve sahip olabileceği üstün ahlak özelliğine dikkat çekmiş ve bilenlerle bilmeyenlerin aynı olmadığını hatırlatmıştır:

“Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler.”” (Zümer Suresi, 9)
 Aklın Gerçek Sahibi Allah’tır

İnsan yaratılmış bir varlıktır. Dolayısıyla insanda görülen akıl müstakil bir yetenek değildir; ona verilmiştir. Aklın gerçek sahibi ise insanı yaratan Allah’tır. Allah, sonsuz ve sınırsız bir aklın sahibidir ve dilediği an dilediği kimseye, imanı ölçüsünde bu nimeti vermektedir.

Kendilerine böyle bir nimet verilen kişiler ise, içinde bulundukları dünyayı çok daha ince yönleriyle değerlendirebilirler. Evrenin hangi köşesine dönüp baksalar karşılaştıkları her detayın Allah’ın sonsuz aklının örnekleriyle dolu olduğunu görürler. Kuran’da Allah’ın bu üstün aklı ve sanatı karşısında insanın nasıl aciz kaldığı şöyle bir örnekle haber verilmiştir:

“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)’ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi, 3-4)

Ayette bildirildiği gibi, Allah’ın yaratmasında en ufak bir eksiklik yoktur. Çünkü Allah’ın sonsuz aklı, insanın sınırlı aklı ile kıyaslanmayacak kadar üstün ve eşsizdir. Evrendeki her sistemde karşılaşılan kusursuz yapı, bu üstün aklın bir göstergesidir. Allah’ın, insanlara böylesine kusursuz sistemler göstermesinin bir sebebi de, insanın aklın gerçek sahibinin Allah olduğunu bilmesi, Rabbimiz’in büyüklüğünü kavraması ve O’na teslim olup iman etmesidir.

Kuran’da geçen “... Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.” (Bakara Suresi, 32) ifadesi akıllı insanların, aklın asıl sahibinin Allah olduğunu takdir edebildiklerine dikkat çekmektedir.