24 Mayıs 2016 Salı

Mümin Ahlakı SABRETMEK BİR İBADETTİR

                              DİĞER ESERLER İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

Mümin Ahlakı

SABRETMEK BİR İBADETTİR

Sabrın gerçek anlamı nedir?

İman edenlerin sabrının kaynağı nedir?

Sabrın gerçek anlamını bilen ve bu ahlak özelliğini Allah’ın beğeneceği şekilde yaşayan tek topluluk müminlerdir. Çünkü onlar, Kuran’ı rehber edinmişlerdir. Kuran ise sabrın gerçek manasını, Allah Katında nasıl bir sabrın makbul olduğunu açıklayan tek kaynaktır. İşte bu nedenle de Allah’ın ayette emrettiği gibi, “güzel bir sabırla sabreden”ler sadece Kuran’a tabi olan müminlerdir. (Mearic Suresi, 5)

Müminlerin gösterdiği bu sabrın kaynağı ise onların “Allah’a olan samimi imanları ve teslimiyetleri”dir. Tüm diğer mümin özellikleri gibi sabır da ancak imanı kavramakla ortaya çıkar. Çünkü iman etmek Allah’tan başka bir ilah olmadığını, O’nun ilminin tüm varlıkları kuşattığını, Allah’tan başka kaderi belirleyebilecek bir güç olmadığını, O dilemedikçe hiç kimsenin hayır ya da zarar sağlayamayacağını kavramak demektir.

Müminlerin güzel bir sabır gösterebilmelerinin bir nedeni de imanları sayesinde, Rabbimiz’in üstünlüğünü ve yüceliğini takdir edebilmiş olmalarıdır. Allah’ın sonsuz akıl ve sonsuz ilim sahibi olduğunu bilen bir insan, kendisi için olabilecek en güzel yaşamı da ancak Rabbimiz’in belirleyebileceğini bilir.

Allah geçmişe, günümüze ve geleceğe ait tüm varlıkların ve tüm olayların bilgisine sahiptir. İnsan ise hem sınırlı bir akla sahiptir, hem de kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu tespit edebilme konusunda hata yapmaya yatkın bir varlıktır. Çoğu zaman olumsuz gibi görünen bir olay aslında o kişiye pek çok yönden hayır getirecek olabilir. Ancak insan bu durumdan habersizdir. Allah Kuran’da, “… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216) ayetiyle kullarına bu önemli gerçeği hatırlatmıştır.

www.Kurandasabir.imanisiteler.com

Her Konu Sabır Gerektirir

Sabır müminler için, zamana karşı gevşememenin adıdır. İman edenler sabrın dünya hayatında karşılaşacakları her türlü zorluğu açtığını, kendilerini doğruya yönelteceğini bilirler. Bu nedenle, Allah yolunda büyük bir sabır ve kararlılıkla çaba harcarlar yani cehd ederler, sabırla fedakar olurlar, sabırla insanları affederler, sabırla cömert olurlar, kısacası sabır ibadette devamın adıdır. Allah’ın rızası için sabredildiğinde bu bir sevinç vesilesidir. Tahammül ise insanların, bir an önce kurtulmak için, başkalarının rızasını kazanmak için birşeyler yapmasıdır ve elbette sabır ibadeti gibi değildir. Tahammül etme ruh haline girmiş bir insan huzurlu da olmaz.

Hayatın sonuna kadar vicdan kullanmak sabır gerektirir:

Allah insanın içinde her ne olursa olsun asla şaşmadan ve yanılmadan doğruyu söyleyen bir güç olarak vicdanı yaratmıştır. Vicdan, insanları, Allah’ın beğeneceği şekilde düşünmeye ve Allah’ın razı olacağı şekilde davranmaya çağırır. Her insanın içinde doğruyu söyleyen vicdanının yanı sıra bir de onu kötü olana yöneltmeye çalışan nefsi vardır. Ancak iman edenler yaşamları boyunca karşılarına çıkan tüm olaylarda  nefislerine uymama ve vicdanlarına uyma konusunda kesin bir kararlılık gösterirler. Nefislerinin kendilerini çağırdığı şey daha çekici görünse ve hoşlarına gitse bile sabreder, doğru olanın vicdanlarının sözü olduğunu bildikleri için mutlaka ona uyarlar.

Güzel ahlakı yaşamakta sabır gösterilir:

sabirmuminozelligi1Allah tüm insanları Kuran’a uymak, onda tarif edilen güzel ahlakı yaşamakla sorumlu kılmıştır. Dolayısıyla insanların hesap günü sorgulanacakları konulardan biri de, Kuran ahlakını yaşayıp yaşamadıkları olacaktır. Dünya üzerinde gelmiş geçmiş insanların tümü bu konuda uyarılmış ve Allah’ın hoşnut olacağı ahlakı yaşamaya davet edilmişlerdir. Fakat Allah’ın bu çağrısına uyan kişiler yalnızca iman sahipleridir.

Mallara herhangi bir zarar geldiğinde sabır gösterilir:

Allah dünya hayatını çok çeşitli güzelliklerle süslemiş ve insanı da tüm bunlardan zevk alacak bir yapıda yaratmıştır. İnsandan istenilen ise, kendisine verilen nimetleri en güzel şekilde kullanması, ancak hiçbir zaman kendisini bu güzelliklere tutkuyla kaptırmamasıdır. Çünkü dünya hayatında kazanılanlar yine bu dünyada kalacak ve insanlar Rabbimiz’in huzurunda bu nimetleri ne şekilde kullandıklarına dair hesap vereceklerdir. Tüm bunların Allah’ın kendilerine lütfu olduğunu bilerek O’na şükredenler kazançlı çıkacak, ahireti unutarak bu nimetleri elde etmek için hırs yapanlar ise hüsrana uğrayacaklardır.

Açlık ya da yoksulluk karşısında sabır gösterilir:

Allah insanları dünya hayatında korku, mallarında ya da yaptıkları ticarette bir azalma, hastalık gibi konularla deneyecektir. İşte Kuran’da dikkat çekilen bu deneme konularından biri de “açlık ya da yoksulluk”tur.

Ancak bu noktada şunu belirtmek gerekir: Allah her insan için farklı bir imtihan ortamı yaratır. Bu nedenle Kuran’da bildirilen bu deneme konuları her insanın karşısına aynı şekilde ve aynı şartlar altında çıkmayabilir. Zaten imtihanın sırrı da burada gizlidir; Allah aynı konuyu insanlar için çok çeşitli şekillerde yaratır ve beklemedikleri bir yerden onları deneyebilir. Gerçekten iman edip tevekkül edenler, Kuran’da bildirilen bu zorluklar karşılarına her ne şekilde çıkarsa çıksın, hazırlıklı olurlar. Onları böyle bir duruma karşı hazırlıklı hale getiren ise, imanlarının ve Allah’a olan teslimiyetlerinin gücüdür.

Hastalıklara sabır gösterilir:

Bir insanın gerçekten güzel bir ahlaka sahip olup olmadığını ortaya çıkarabilecek olan ortamlar hastalık, açlık, yorgunluk gibi sıkıntıların yaşandığı durumlardır. Dolayısıyla aslında zor anlar insanın kendini ispatlayabilmesi, Rabbimiz’e olan sadakatini, bağlılığını ve güvenini ortaya koyabilmesi için çok kıymetli zamanlardır. Allah gerçek güzel ahlakın ve gerçek iyiliğin şartlarından birinin de zorda ve hastalıkta sabrederek, bu anlarda güzel tavırlar göstermek olduğunu bildirmiştir. (Bakara Suresi, 177)

Müminlerin hastalık gibi bir zorluk karşısında tevekküllü ve sabırlı davranabilmelerinin en önemli sebebi de Allah’a olan derin bağlılıkları ve imanlarıdır. Kuran’da bir ayette Hz. İbrahim (a.s.)’ın bu gerçeği “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur;” (Şuara Suresi, 80) sözleriyle dile getirdiği bildirilmiştir. Hz. İbrahim (a.s.) gibi tüm müminler de Allah’ın hastalığı yarattığı gibi, şifayı da yaratan olduğunu bildikleri için hastalandıklarında telaşa kapılmazlar. Aksine onları yıllarca sağlıklı bir şekilde yaşatan Rabbimiz’e şükrederler. Sağlıklı bir yaşamın ancak Allah’ın lütfu sayesinde gerçekleştiğini gördükleri için de hastalandıklarında da şükredici tavırlarını sürdürürler.

Haksızlığa karşı sabır gösterilir:


Kuran ahlakını yaşamayan kimseler, gerçek bir adalet gösteremezler. Dünyada iken küçük büyük demeden yaptıkları her tavrın ahirette karşılarına çıkacağını düşünmedikleri için bu konuda bir titizlik göstermeye gerek duymazlar. Dahası vicdanlarıyla değil, nefisleriyle hareket ettikleri için, akılcı değil, fevri kararlar alırlar. Öfkelendiklerinde öfkelerine hemen yenilir ve intikam alma arzusuyla hareket ederler. Çıkarlarıyla çatışan bir durum söz konusu olduğunda, kendi menfaatlerini koruma amacıyla karşı tarafa haksızlık yapmaktan çekinmezler. Gazetelerde, televizyonlarda bu konuyla ilgili haberlere çok sık rastlanır. Bu insanlar kendilerine yapılan bir kötülüğe ya da haksızlığa da yine aynı şekilde, Kuran ahlakından tamamen uzak bir tavırla karşılık verirler. Hatta kimi zaman çok aşırı giderek çıkarlarına engel olan, öfke duydukları bir insanı öldürmeye bile kalkışabilirler.

Müminler de dünyadaki imtihanın bir gereği olarak hayatları boyunca bu tür insanların adaletsiz tavırlarıyla karşı karşıya kalabilirler. Ancak onlar,  adaletsizliğe adaletsizlikle, haksızlığa haksızlıkla karşılık vermezler. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, kendilerine yapılan haksızlıklara hiçbir müdahalede bulunmadan seyirci de kalmazlar. Fakat her zaman içlerindeki tevekkülün sağladığı itidal ile hareket ederler.

Müminlerin bir haksızlıkla karşılaştıklarında içlerinde yaşadıkları sabır ve tevekkül, tüm olayların Allah’ın kontrolünde olduğunu, Allah’ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Zira Allah ahiret günü tüm insanların, tek bir zerre ağırlığınca dahi haksızlığa uğramadan tüm yaptıklarının karşılığını alacaklarını bildirmiştir. Dolayısıyla dünyada iken hiç düşünmeden haksızlıkta bulunan, adaletsiz tavırlar gösteren kimseler ahiret günü yaptıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. Kuran’da Allah’ın sonsuz adaleti şöyle bildirilmiştir:

Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)

www.duygusalliktehlikesi.imanisiteler.com


Dünyanın yaratılış amacı insanın cennet öncesinde eğitilmesidir. Dünya, kalbi tam tatmin olmuş olarak Allah’a bağlanma yeridir. Allah bunun için çeşitli zorluklar yaratır. Mümin zorluklara sabrederken, Allah’ın kendisine yaşattığı olayların hikmetlerini düşünür. Allah’ın bunları kendisine, imanının ve ahlakının olgunluğu için özel olarak yaşattığının bilinciyle hareket eder. Zorluklara karşı sabır gösterildiğinde bunlar, kişiyi Allah’a yaklaştırır ve Allah’a bağlılığın artmasına vesile olur. Rabbimiz Kuran’da Kendisine güvenerek sabır gösterenleri sevdiğini bildirmiştir: 
“Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.” (Al-i İmran Suresi, 146)

12 Mayıs 2016 Perşembe

Yaşamın Tek Bir Amacı Vardır: Daima Allah’la Beraber Olmak

 DİĞER BENZER BLOGLAR İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ  http://nehirburcu1.blogspot.com.tr/

Yaşamın Tek Bir Amacı Vardır:
Daima Allah’la Beraber Olmak

Çok fazla konudan bahsedebiliriz, politikadan, siyasetten, günlük hayatta karşılaştığımız ve imtihan olduğumuz birçok konudan... Ancak tüm Müslümanlar için, tüm iman edenler için en önemli konu Allah’la beraber olmaktır. Gerçekten gün içinde Allah’ı ne kadar düşünüyorsunuz? Yataktan kalkar kalkmaz Allah’ın size bir gün daha bağışladığını fark edebiliyor musunuz? Allah’ın gün içinde size her an şah damarınızdan daha yakın olduğunu, her duanızı, her şükrünüzü işittiğini biliyor musunuz? Size Allah tarafından hiç durmaksızın nimet nasip edildiğini görebiliyor musunuz?

www.Allahicinyasamak.beyazsiteler.com

İyi bir okuldan mezun olmak, üniversite sınavında istediği bir bölümü kazanmak, iyi bir evlilik, güzel ve sağlıklı çocuklar, çocuklara iyi bir gelecek hazırlamak, bu arada işinde yüksek bir mevkiye gelmek, isabetli yatırımlar yapmak, ev, iyi bir araba ve yazlık almak, kendisinin ve ailesinin iyi giyinmesini, gezmesini sağlamak, kısaca varlık içinde bir hayat yaşamak… Bunlar tabi ki çok makul ve insani isteklerdir ancak tüm bunları isterken insanın düşünmesi gereken önemli bir soru vardır: Hayatımızın gayesi sadece daha iyi yaşamak mıdır?

Farklı Kültür ve Ortamlardaki İnsanların Çoğu Yalnızca Belli İdealler İçin Yaşarlar

“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı...” (Mülk Suresi, 2)

Ayette de bildirildiği gibi insanın dünyada bulunma amacı bunların hiçbiri değildir. Dahası bu saydıklarımız insanın temel ideali haline getirilecek konular da değildir; bu talepler ancak insanın Rabbimiz’in rızasını kazanabilmesi için birer araç olabilir. Rabbimiz’in akıl, anlayış ve bilinç vererek nimetlendirdiği insanın dünyada bulunma amacının, sadece iyi bir okuldan mezun olmak ya da iyi bir mevkiye gelmek olmadığı açıktır. Tabi ki bunların tamamı Allah’ın bizlere verdiği birer nimettir ve yaşanmasında bir mahsur yoktur. Ama insanın Allah’ı ve ahireti unutarak kendisine yalnızca bunları amaç edinmesi hatalıdır.

Allah yaratılışın böyle bir amacının olmadığını Kuran’da şöyle bildirir:

“Biz, bir ‘oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. Eğer bir ‘oyun ve oyalanma’ edinmek isteseydik, bunu, Kendi Katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık.” (Enbiya Suresi, 16-17)

“Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.” (Araf Suresi, 205)

Basit İdealleri Olan İnsanlar İçin Dünya Sadece İstek ve Tutkularını Gerçekleştirebilecekleri Bir Yerdir

Basit idealleri olan insanlar kendi nefislerini tatmin etme hırsı ile yaşarlarken yüksek bir kişiliğe, güçlü bir imana ve peygamberlerin taşıdığı üstün ahlaka sahip olma gibi bir arzu duymazlar. Allah’a yakın olma konusunda gerçek anlamda tutkulu bir istek taşımazlar. Bunun sonucunda da davranış ve düşüncelerinde Müslümana has bir olgunluk, itidal ve bunlardan kaynaklanan bir seçkinlik meydana gelmez. Aksine Allah’ın varlığından ve ölümün yakınlığından gafil bir görünüm sergilerler. Allah’ın her an kendilerini görmekte olduğunu ve yaptıklarından haberdar olduğunu unutmuş bir davranış şekli içinde olurlar. Oysa insan bilmelidir ki gözünü nereye çevirse Yüce Allah’ın varlığının delilleriyle karşılaşır. Allah sonsuz kudreti ile, var olan herşeyi ve herkesi yoktan yaratmıştır. Nitekim insanın Allah’ı tanıması ve O’nun sonsuz kudretini takdir edebilmesi için sadece kendi bedenine bakması yeterlidir. Allah insanı, Kuran’da bildirdiği ifadeyle “en güzel surette” yaratmış (Mümin Suresi, 64), kusursuzca işleyen pek çok sistemi bedenine yerleştirmiştir.

www.Kurandacennet.com

İdealleri “Sadece Yaşamak” Olan İnsanların Basitliği

Küçük yaşlarda hayata dair pek çok ideali olan bazı insanlar, büyüyüp olgunluk yaşına geldiklerinde artık belli hedeflere ulaşmış, genellikle okulunu bitirip bir meslek edinmiş, evlenip çocuk sahibi olmuşlardır. Eğer iman etmemişlerse başka beklentileri, arzuları ve hedefleri kalmamış, şevk ve heyecanlarını kaybetmişlerdir. Artık herkes içinde bulunduğu şartlara ve kültüre göre vakit geçirmekte; herkes kendine göre bir uğraşı bularak, kimi bir kafede, kimi alışverişte, kimi ise televizyon seyrederek vakit öldürmektedir. Bu insanlar için her gün bir önceki günün aynısı olmakta, böylece bu insanların hepsi birer birer ölümü bekler hale gelmektedirler.

Böyle bir kişi, sabah gözlerini açtığı zaman, bugünün de diğer günlerden bir farkının olmadığını düşünür. Ne var ki beklenilenin aksine bundan şikayetçi de değildir. Çünkü onun yaşadığı her günün hedefi, sadece önünde yaşayacağı vakti en eğlenceli bir biçimde geçirebilmektir.

Bu bakış açısında olan bazı insanların hayattan tek beklentilerinin sadece yaşamak olduğu düşüncesi, sadece yaşlılarda ya da emeklilerde değil, başta da belirttiğimiz gibi toplumun her kesiminde, her yaş grubunda görülebilmektedir. Yaşama amaçları yalnızca “boş vakitlerini sözde daha iyi değerlendirmek” olan bu insanlar, aslında hayatlarından sıkıntı duymaktadırlar.

Her şeyden çok çabuk sıkılan, can sıkıntılarını giderebilmek için sürekli yeni uğraşılar ve farklı heyecanlar arayan bu insanlar, eğlence adı altında yaşamlarını rahatlıkla tehlikeye atabilmekte çoğu zaman güvensiz ve riskli ortamlarda huzuru arayabilmektedirler.

Kısaca, sabah işe gidip akşam dönmek, televizyon programlarını seyretmek ve yemek yiyip, yatmaktan başka yapacak bir işleri ya da hedefleri olmayan insanlarda da tek amaç yaşamayı umdukları hayatı daha zevkli geçirebilmektir.

Ölümü ve ahireti unutarak amaçsızca oyalanan, basitlik olarak nitelendirilebilecek bu kültür içinde yaşayan ve hayattan hiçbir beklentileri kalmayan bu insanların amaçları, “sadece yaşamak”tır. Bunlar hayatlarının amacını vicdanlarında sorgulamayan, ahiretten gafil olan, din ahlakından uzak olarak yaratılış gayelerini düşünmeden yaşayan kimselerdir. Allah’ın rızasını, rahmetini kazanmak, O’nun razı olacağı salih amellerde bulunmak, güzel ahlaklı, vicdanlı insanlarla hayırlarda yarışıp öne geçmek gibi hedefleri olmadığı için kısa ömürlerini rahatlıkla tüketebilmektedirler.

Çalışan, çalışmayan, genç, yaşlı, fakir, zengin, kadın, erkek ayrımı olmaksızın, yaratılış amacından uzak olan kimi insanlar, kendilerine bu basit ideali edinmişlerdir. Dünyadaki şans oyunlarına olan eğilimin, içki, sigara ve uyuşturucu bağımlılığına olan artışın sebebi de budur.

Yaratılış amaçlarını göz ardı ederek bir ömrü Allah’a kulluktan uzak geçirmiş olan, sadece iyi yaşamayı amaç haline getiren bu insanların, ayette bildirildiği üzere ölümün gelmesiyle birlikte hemen şuurları açılmakta ve yaşadıkları hayattan pişmanlık duymaktadırlar (Fecr Suresi, 24).

Bizlere karşılık beklemeden hayat veren, can bağışlayan Yüce Rabbimiz sonsuz rahmet sahibidir. Allah Kuran’da tevbe edenlerin tevbesini kabul edeceğini ve Kendi rahmetinden umut kesilmemesini bildirmiştir:

“(Benden onlara) De ki: “Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Zümer Suresi, 53)

Vicdanlı ve samimi bir insanın yapması gereken ise, yaratılış amacını düşünmesi ve “De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”” (Enam Suresi, 162) ayetinde bildirildiği üzere tüm yaşamını alemleri yoktan var eden Yüce Rabbimiz’in bildirdiği şekilde geçirmeye çalışmasıdır.

Vücudumuzdaki Sistemler Hakkında:

➟ Gözün kırpılmasını sağlayan kas, vücuttaki en hızlı kastır. Bu kas saniyede gözün 5 kere kırpılmasını sağlar.

➟ Beyin maksimum ağırlığına 20 yaşında ulaşır ve 30 yaşına kadar her gün 50.000 hücre kaybeder. Bir bebeğin beyni ilk 6 aya kadar nöronlarını tamamlar ve 20 yaşına kadar saniyede 13.000 hücre meydana gelir.

➟ Bilginin taşınması farklı nöronlarla farklı hızlarda olur. Taşınma 0.5 metre/sn ile 120 metre/sn arasında değişir.

➟ Beyin her dakika yaklaşık 10-12 defa diyaframlara ve göğüs kafesi kaslarına büzülmelerini söyleyen sinyaller yollar.

www.islamadavet.org

Allah’ın bizden istediği böyle kopuk, arada hatırlanan bir sevgi değildir. Deliler gibi aşık, çok büyük bir tutkuyla, derin bir sevgiyle Allah Kendisini sevmemizi istiyor. Bu yüzden “samimi inanıyorum” diyen her insan dönüp bir kere daha kendi hayatına baksın. Kalbindeki Allah sevgisini her geçen gün arttırsın. Bu dünyada da ahirette de tek gerçek dostumuzun Allah olduğunu, herşeyden çok sevilmeye, övülmeye, yüceltilmeye layık olanın Yüce Rabbimiz olduğunu unutmasın. Gün içinde Allah’ı unutmayı, Allah’tan gafil olmayı, gereksiz düşüncelere dalmayı kendisine yakıştırmasın...

İnsan Vücudunda İşleyen Kusursuz Sistemlerden Bazıları:

Ortalama yetişkin bir insanın günde;

❖ 103.689 kere kalbi atar.

❖ 23.040 defa nefes alır.

❖ 750 büyük kasını hareket ettirir.

❖ Saatte derisinden 600.000 partikül düşürür.

❖ Beyni bir günde 86 milyon bayt bilgiyi kaydedebilir.

❖ Kalbi her gün vücudunda 12.000 mil boyunca 8000 galon kan pompalar.

❖ Yaklaşık olarak 300 kere vücudundaki tüm kan böbreklerden geçer.

❖ Her saniye yaklaşık olarak 8.000.000 kan hücresi vücudunda ölür ve aynı sayıda kan hücresi oluşur.

❖ Vücudunda yaklaşık 5.6 litre kana sahiptir. Bu 5.6 litre kan her dakika tam 3 kere vücudu dolaşır.

❖ Vücudundaki kan tam 19.000 km yol alır. Bu ise Amerika’nın bir kıyısından diğer kıyısı arasındaki uzaklığın 4 katıdır.

❖ Yaklaşık 15.000 kere göz kırpar. Her kırpmada 200’den fazla kasını hareket ettirir.


8 Mayıs 2016 Pazar

Allah her yerdedir

DİĞER BLOKLARI GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 İnsanlardan bazıları kendilerini, maddeyi, çevrelerinde gördükleri dünyayı mutlak varlık zannederler. Allah'ı ise (Allah'ı tenzih ederiz) bu mutlak maddeyi saran bir hayal gibi düşünürler. Veya, Allah'ı gözleri ile göremedikleri için, "herhalde Allah bizim göremeyeceğimiz bir yerde, uzayın veya göklerin uzak bir yerinde bulunuyor" derler. (Allah'ı tenzih ederiz) Bunların hepsi büyük bir yanılgıdır.

Çünkü Allah, sadece göklerde değil her yerdedir. Allah, tek mutlak varlık olarak, tüm kainatı, tüm insanları, yerleri, gökleri, her yeri sarıp kuşatmıştır ve Allah tüm evrende tecelli etmektedir. Hadislerde rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (sav), Allah'ın gökte olduğunu söyleyen bir şahsa doğru söylediğini bildirmiştir. Ancak bu rivayet, Allah'ın her yerde olduğu gerçeğiyle hiçbir şekilde çelişmemektedir. Zira, dünyanın sizin bulunduğunuz noktasındaki bir kişi ellerini göğe kaldırarak Allah'a dua etse ve Allah'ın gökte olduğunu düşünse, Güney Kutbu'nda bir başka insan da aynı şekilde Allah'a yönelse, Kuzey Kutbu'nda bir insan ellerini göğe kaldırsa, Japonya'daki bir insan, Amerika'daki bir insan, Ekvator'daki bir insan da  aynı şekilde ellerini göğe kaldırarak Allah'a yönelse, bu durumda herhangi bir sabit yönden söz etmek mümkün değildir. Aynı şekilde evrenin ve uzayın farklı noktalarındaki cinler, melekler, şeytanlar da göğe doğru dua etse herhangi bir sabit gökten veya yönden söz etmek mümkün olmayacak, tüm evreni kaplayan bir durum olacaktır.

Şunu da unutmamak gerekir ki, Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. Allah'ın Zatı başkadır. Allah'ın tecellileri ise her yerdedir. Bir kişi bir odaya girse burada Allah yok derse, Allah'ı inkar etmiş olur. Allah'ın tecellileri o oda da dahil her yerdedir. Siz her nereye dönerseniz, Allah'ın tecellisi oradadır. Allah'ın her yeri sarıp kuşattığı, bize şah damarımızdan yakın olduğu, her nereye dönersek Allah'ın yüzünü göreceğimiz birçok Kuran ayeti ile bildirilmiştir. Örneğin Allah, Bakara Suresi'nin 255. ayetinde "... O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır...." diye bildirmektedir. Hud Suresinin 92. ayetinde ise, "... Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır." denilerek, Allah'ın insanları da yaptıklarını da kuşattığı bildirilmektedir.

Kuran'da da bildirilen gerçek açıktır: Allah sadece göklerde değildir. Allah, her yeri sarıp kuşatandır. Bu bilgi bize Kuran aracılığı ile verilmektedir. Maddenin ardındaki sır ile ilgili gerçeğin anlatılması ise, bu ayetlerin insanlar tarafından daha iyi anlaşılmasına ve kavranmasına vesile olacaktır. Maddenin mutlak varlık olmadığını anlayan insanlar Allah'ın her an her yerde olduğunu, her an kendilerini gördüğünü ve işittiğini, herşeye şahit olduğunu ve kendilerine şah damarlarından daha yakın olduğunu, her dua edenin duasını işittiğini bütün açıklığı ile anlayacaklardır.

Konuyla ilgili bazı Kuran ayetleri

Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)

Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Hani Biz sana: "Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır" demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı insanları denemek için yaptık, Kur'an'da lanetlenmiş ağacı da. Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şey arttırmıyor. (İsra Suresi, 60)

Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir. Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak saymış bulunmaktadır. (Meryem Suresi, 93-94)

Ve (daha) başka (nice nimetler de, ki,) siz henüz onlara güç yetirmiş değilsiniz; (ama) gerçekten Allah, onları kuşatmıştır. Allah, herşeye güç yetirendir. (Fetih Suresi, 21)

Allah ise, onları arkalarından sarıp-kuşatmıştır. (Büruc Suresi, 20)

Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)

Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır. (Al-i İmran Suresi, 120)

Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri düzenleyip kurarlarken,' onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır. (Nisa Suresi, 108)

Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi, 126)

Bir de yurtlarından refahtan şımarıp-azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve (halkı) Allah'ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatandır. (Enfal Suresi, 47)

Dedi ki: "Ey kavmim, sizce benim yakın-çevrem, Allah'tan daha mı üstündür ki, O'nu arkanızda-unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz. Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır." (Hud Suresi, 92)

Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, herşeyi sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)


SAYIN ADNAN OKTAR'IN KADER VE ALLAH'IN HERYERDE OLDUĞU HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI

Adnan  Oktar: En çok insanların üzerinde durduğu konu Allah’ın varlığı, ölüm, ahirette ne olacak, kader bu gibi konular. Yani her ne kadar insanlar sezdirmeseler de bu, gece gündüz asıl beyinlerinde olan konudur. Çünkü televizyonda her gün bir insanın ölümü ile ilgili film oluyor. En azından bir böcek ölüsü bile görmüş olsa bir insan ölümü hatırlar, kendini de düşündüğünde ölümü hatırlar. Kader konusunda çok sıkıntıları oluyor. Mesela bu kadar anlatmama rağmen yine itirazlar var, yine anlatıyorlar. Diyorlar, "Tabi ki Allah bir kader yaratmıştır. Külli irade vardır, ama bir de cüzi irade vardır" yani, "Allah’ın –haşa- kontrol edemediği bize mahsus küçük bir güç vardır" diyorlar "bize ait". Yani, bizim ne yapacağımızı Allah bilmiyor veyahut biliyor ama flu biliyor gibi. Ve biz yapınca Allah bize iki yolu göstertir, ama bizim hangi yoldan gideceğimizi, nereden gideceğimizi de bilmez. Biz cüzi irademizle haşa o yolu seçeriz. Allah’a da haşa bir süpriz bilgi olur bu, ilk defa karşılaşır ve böylece Allah bizi imtihan etmiş olur, anlar. Böyle bir konu yok. Cüzi irade de külli irade de, her ikisini de Allah yaratmıştır. Bakın tek bir an vardır. Tek bir an ne demektir? Sonsuz kısa zamandır. Yani an denen şey sonsuz kısa zamandır. Sonsuz kısa zaman, an içerisinde Allah sonsuz önceyi ve sonsuz sonrayı yaratıp bitirmiştir. Yani yapılacak bir şey yok, yapacağın bir şey yok. Peki bu durumda senin cüzi iraden nasıl kader içinde olmuyor? Dolayısıyla böyle enaniyetli ve kendisini –haşa- Allah gibi gören bir kısım insanlar bu konuyu bir türlü hazmedemiyorlar. Yani Allah’ın cüzi iradeyi de külli iradeyi de yaratmış olması onlara dokunuyor ne hikmetse.

İkinci rahatsız oldukları konu da Allah’ın her yerde olması. Allah’ın gökte olmasını istiyorlar. Gökte bir yerde, belirli bir noktada olmasını istiyorlar. Yani göğün her yerinde de değil. Gökte belirli bir noktada. Yani sonsuzluğa göre demek ki hiç sayılacak bir yerde. Çünkü sonsuzluğa oranladığımızda herhangi bir yerde olan ne kadar büyük olursa olsun, bir hacim alan bir şey -ki haşa bizim böyle bir inancımız yok- sonsuz küçüktür değil mi, sonsuz küçüktür. Vardır ama küçüktür. "Allah" mesela diyor ki arkadaş geçenlerde yazmış, "eğer diyor "Allah odanın içindeyse ve bizim her yerimizde vücudumuzda ise o zaman biz kendimiz de Allah olmuş oluyoruz" diyor haşa . Biz Allah’ın zatına tapıyoruz. Tecellisi olmak ayrıdır değil mi, Allah’ın zatı ayrıdır. Biz Allah’ın zatına tapıyoruz. Tabii ki biz Allah’ın tecellisiyiz ve her yerde Allah var. Bizim bedenimizin içinde de var. Adam istemiyor bedeninin içinde Allah’ın olmasını. Dolayısıyla odanın içinde de olmasını istemiyor. Nerede olmasını istiyor, gökte ve çok çok uzaklarda. Katrilyonlarca kilometre ötede bir yerde orada durmasını istiyor haşa. Bu niye böyle olması gerekiyor, neden buna gerek duyuyor bunu anlamıyorum. Yani demek ki sorulsa Allah burada var mı dendiğinde yok diyecek adam. Nerede gökte, ama burada Allah yok diyecek.  Dolayısıyla dünya da da yok diyecek Allah, "Allah gökte, ama burada yok. Sadece bilgisi ulaşabilir" diyor "Allah’ın, kendisi olmaz" diyor. "Biz mutlak varlığız" diyor "Allah gölge varlık." Hatta benim çocukluğumda duyardım, "Allah’ı ispat et" derlerdi. Sen televizyon görüntüsünü gösterebiliyor musun, işte radyonun sesini gösterebiliyor musun?", yahut "değil mi aklını gösterebiliyor musun, aklının içinde gösterebiliyor musun, aklını  gösteremediğine göre Allah’ı da  gösteremezsin" gibi açıklıyorlardı. Doğru yani Allah görünmez, dokunulmaz, görünmez, bir şey değildir, bir mekanı olan, zamanı olan  bir varlık değildir, zaman ve mekanın dışında. Fakat bu şahısların buradaki asıl amacı  çok  daha değişik. Mesela diyorlar ki, bir genç kız varmış, Resulullah peygamber gelmiş (sav), Allah nerede demiş, Allah gökte demiş, doğru söyledin demiş Peygamber (sav). Bunu delil olarak gösterip Allah’ın gökte olduğuna inanıyorlar. Peki Allah gökte, şimdi elini kaldırdığında göğe doğru kaldırıyor, çocuk bulunduğu Arabistan’da. Kuzey Kutbunda bir kişi de göğe kaldırıyor elini Allah’a dua ediyor, Güney Kutbunda  da değil mi, Ekvator'da da birisi kaldırıyor, yani dünyanın, o kürenin bütün etrafındaki insanların hepsi ellerini yukarıya kaldırıyor. Merih’te, Uranüs'te diğer bütün sistemlerde bütün varlıklar ellerini göğe kaldırıyorlar. Böyle bir durumda uzay boşluğunun tamamını kaplayan bir durum olmuyor mu, değil mi?

Her yerde elini kaldırdığına göre , her yer gök olduğuna göre değil mi?

Mesela Merih’teki bir insan için gök alemi dünya olmuş oluyor aynı zamanda değil mi, elini kaldırdığında dünyaya doğru kaldırmış oluyor. Dünyadaki bir insan elini kaldırdığında başka gezegene doğru elini kaldırmış oluyor. Dolayısıyla 360 derecenin tamamını kaplayan bir durum olmuş oluyor. Mesela bak bunu akledememişler. Bunu söyledikten sonra zınk diye durdu adamlar bu anormal inançlarında. Fakat yine de kıyıda köşede bu tip inançlı insanlar çıkıyor, böyle izahlar yapan. Daha hala cüzi irade iddiasında olanlar var. Kardeşim tamam cüzi irade var da, kaderin içerisinde var. Yani Allah’ın yarattığı kader içerisinde var. Kader içerisinde yaratmış bitmiş. Sen orada seçiyorsun, sen kendin seçiyorsun, ama bu senin kaderinde olmuş oluyor Dolayısıyla senin yani Allah’a –haşa- süpriz yapma imkanın yok, yani Allah’ın bilmediği bir şey yapamazsın. Var olan, yaşanmış olan bir şeyi bir daha yaparsın, yapmış olursun bu kadar.


2 Mayıs 2016 Pazartesi



KADER NEDİR?




Allah'ın her şeyi bir kader ile yaratması en büyük nimetlerden birisidir. Kader insanlar için çok büyük bir konfor, büyük bir rahatlıktır. Kadere iman eden, hayatındaki her şeyi, hayatı boyunca karşılaştığı ve karşılaşacağı her olayı Allah'ın kaderinde yarattığını bilen bir insan hayatı boyunca bunun rahatlığını, güvenini ve iç huzurunu yaşar.
Kadere inanan insan rahattır çünkü yarının endişesine kapılmaz. Yarın ne olacağını düşünüp endişe ve sıkıntılar içine girmez. Yarını Allah'ın, kendisi için mutlaka en hayırlı şekilde yaratacağını bilir.

Kadere inanan insan geçmişinde yaptığı hatalardan dolayı da mutsuz olmaz. Çünkü geçmişinde o hataları Allah'ın kendisi için yarattığı kader içinde yaptığını bilir, bunun hayır ve hikmetlerini düşünür. Pişmanlık duyup tevbe eder, aynı hataları tekrarlamamaya gayret eder. Kaderde Allah'ın hatayı da insanın vazgeçmesi, tevbe etmesi için birçok hikmet ve güzellikle yarattığının farkında olur.

Kadere inanan insan ölüm anının da kaderinde olduğunu, Allah'ın dilediği vakitte, yerde ve dilediği şekilde canını alacağını bilir. Allah'ın canını almak için takdir ettiği zaman geldiğinde, hiçkimsenin ve hiçbirşeyin kendisini koruyamayacağını bilir. Bunun için tevekküllüdür. Allah'a inanıp güvendiği için ahirette sonsuz güzel bir yaşam ümidindedir. Allah'ın rızasına uyarak ve kadere iman ederek yaşamış olmanın vicdan rahatlığı içindedir.

KURAN'DA KADER GERÇEĞİ

Kadere inanan insanın içi huzurludur çünkü asla haksızlığa uğrayacağından korkmaz. Allah'a güvenir, Allah'ın her şeyi bildiğini, Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bilir. Karşılaştığı her olayın, Allah'ın karşısına çıkardığı her tepkinin, Allah'ın duyurduğu her sözün kaderinde olduğunu bilir. Kendi verdiği her cevabı, söylediği her sözü Allah dilediği için söylediğini bilir.

Bütün bunların farkında olan, her şeyi kaderinde Allah'ın yarattığı mükemmelik içinde yaşadığını bilen insan, huzurlu, tevekkülü ve mutlu olur.
İnsan dikkat vererek son derece teknik bir iş yapmak zorunda kalabilir. Teknik konuların yine teknik ayrıntılarıyla uğraşması, hatta zahiren gereksiz gibi görünen olaylara dikkat vermesi gerekebilir. Önemli olan böyle bir işle uğraştığında da müminin o işi Allah rızası için yaptığını, ilgilendiği tüm detayları Allah'ın kaderinde yarattığını, o işi de Allah'ın kaderde en ince noktasına kadar tertip edip düzenlediğini bilmesi ve bu gerçeği unutmamasıdır. İnsan bir makinenin bir iç parçasını söküp onu onarmaya çalışıyor, bir rapor için gereken verileri topluyor, bir şirket için bir çizelge hazırlıyor olabilir. Bu işleri yaparken de hata yapmamak için dikkatini bu işlere vermesi, dikkatli düşünüp yine dikkatli davranması gerekiyor olabilir. Burada her ne kadar içinde bulunduğu ortamın teknik çok fazla detayı olsa da, bütün olarak bakıldığında her şeyi yaratan Allah, buradaki olayın da bütününe ve tüm ayrıntılarına da kuşkusuz ki hakimdir. 

Onunla uğraşacak olan mühendis henüz daha doğmadan, o makinenin yaratılacağı, o araştırma için kullanılacağı kaderde bellidir. Makinenin her parçası Allah'ın katında belirlenmiştir. İnsanın raporunu hazırladığı şirket Allah'ın kaderde belirlediği zamanda kurulmuştur ve yine Allah'ın belirlediği süreye
kadar faaliyetini yapacaktır. O şirketin tek bir tuğlasından, bir kapı koluna, içinde çalışan bir kişinin kol düğmesine kadar her şey kaderde belirlenmiştir. Yüce Rabbimiz, her olayı böyle mükemmel bir şekilde yaratıp, bizlere yaşattığı kader içinde izlettirmektedir. 
Allah'ın yarattığı bu mükemmellik içinde, bir işe ne kadar dikkatini verirse versin, insanın, her şeyi Allah'ın yarattığını, kaderde her ayrıntısını belirlediğini unutmaması, yaptığı her şeye Allah'ın şahit olduğunun farkında olması gerekmektedir.

KADERE TESLİMİYET

Yeryüzünde yaşanan imtihan ortamının çok önemli bir sırrı vardır. Bu sırra vakıf olan müminler, karşılaştıkları zorluklara büyük bir şevk ve neşeyle sabır gösterirler. İşte bu sırrın özünde "kader" gerçeği vardır. Müslüman, Allah'ın herşeyi bir kader üzere yarattığını ve başına gelenlerin sadece Allah'ın dilemesiyle gerçekleştiğini bilir. İnsanların hayatlarını tüm ayrıntılarıyla yaratan Allah'tır. En'am Suresi'nde yeryüzünde meydana gelen küçük büyük tüm olayların Allah'ın dilemesiyle gerçekleştiği şu şekilde ifade edilir:

Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (En'am Suresi, 59)

İnsan, zamana bağlı yaşayan ve olayları sadece yaşadığı andan bakarak değerlendirebilen bir varlıktır. Ve insan, geleceği bilemediği için karşılaştığı olaylardaki uzun vadeli hikmetleri, güzellikleri ve hayırları da her zaman göremeyebilir. Fakat zamandan münezzeh olan ve zamanı yaratan Allah, zamana bağımlı olan tüm varlıkların hayatlarını "zamanın dışından" görüp bilmektedir. İşte bu noktada karşımıza çıkan kader gerçeğidir. Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları tek bir an olarak bilmesidir. Yani "sonucu bilinmeyen olaylar" sadece, bizim için birer "bilinmez"dir. Allah bizim bilemediğimiz bu olayların tümünü bilir. 
Bu nedenle de insanın imtihanı, aslında başı ve sonu belli olan bir imtihandır. Geçmiş, gelecek ve içinde yaşadığımız an Allah Katında birdir; hepsi olup bitmiştir. Biz ise bu olayları ancak zamanı geldiği zaman yaşayarak öğreniriz.

İşte bu "kader ilmi" inkarcıların vakıf olamadıkları büyük bir ilimdir. Müslümanların dünya ve ahiret hayatındaki tüm zorluklara ve denemelere güzel bir sabır göstermelerine vesile olan da bu ilimdir. İman edenler "Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir." (Teğabün Suresi, 11) ayetinde de bildirildiği gibi, başlarına gelen herşeyin bir kader üzere gerçekleştiğini bilmenin rahatlığını ve huzurunu yaşarlar.

Müminlerin imtihanı Allah'tan bir rahmet olarak çok kolay yaratılmıştır. Fakat bu kolaylık yalnızca samimi iman eden ve kadere tevekkül edenler içindir. Hakkıyla iman eden, samimiyetle Allah'a teslim olan bir Müslüman, karşısına çıkarılan görüntülerin sürekli değişmesini ibretle, heyecanla, şükürle, tefekkürle seyreder. Koltuğa oturup bir filmi seyreden kişinin rahatlığı içinde, onun için hazırlanmış olan kaderi güven ve sevinçle takip eder. Bazen hareketli, bazen ürkütücü, bazen nefse hoş gelen, bazen sakin görüntülerden oluşan bu kader görüntülerinin tamamında bir iman zevki, iman heyecanı vardır. Ürkütücü görüntüler, özel hazırlanmış görüntülerdir. En ince detayına kadar planlıdır. Ama sonuçta bunların tümü Allah'ın bilgisi dahilinde ve O'nun kontrolündedir.

Kader gerçeğini bilen ve imtihanın bu sırrını kavrayan bir Müslüman başına gelen her türlü musibeti, açlığı ya da fakirliği bir güzellik olarak görür ve bunlardan çok büyük bir zevk alır. Çünkü bu denemeler karşısında gösterdiği güzel ahlakın Allah Katında çok değerli olduğunu bilir. Bu, müminlere has bir zevktir. Müslümanlar bu tip sıkıntılar karşısında hüzün, stres, acı, panik, korku gibi duygular yaşamazlar. Çünkü Allah'ın hayır ya da şer olarak görünen tüm olayları, Müslümanların hayrına çevireceğini bilirler. Allah bir ayetinde müminlere, "... Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa Suresi, 141) şeklinde bildirmiştir.

Ancak burada yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta vardır: Müminler dünyada her türlü sıkıntı ve zorlukla karşılaşabilir, mallarını kaybedebilir, fiziksel olarak zayıf düşebilir, hastalanabilir, yaralanabilir, ölebilir veya öldürülebilirler. Ancak bunların hiçbiri Müslümanlar için bir "şer" değildir. Allah bunlarla iman eden kullarını denemeden geçirir ve gösterdikleri sabrın karşılığını da hem dünyada, hem de ahirette kat kat fazlasıyla verir. Ve Müslümanlar bu kısa imtihan dönemi sonucunda sonsuz bir cennet hayatı ile mükafatlandırılırlar.
Bu önemli gerçeğin bilincinde olan Müslümanlar, işte bu yüzden zorluklarla karşılaştıklarında şevklenirler. Müminlerin bu şevkleri, aynı zamanda inkar edenlerin kurdukları tuzakları etkisiz kılan ve başarılı olmalarını engelleyen çok özel bir durumdur. İnkarcılar müminleri zor durumda bıraktıklarını zannettikleri anlarda, onlardaki bu neşe ve şevki görerek onlara asla zarar veremeyeceklerini de anlamış olurlar. Üstelik Müslümanların zorluk anlarında yaptıkları konuşmalar da onların yaşadıkları teslimiyeti ve tevekkülü inkarcılara gösterir. Kuran'da müminlerin zorluk karşısında söyledikleri sözler şöyle bildirilmiştir:

"Bize ne oluyor ki, Allah'a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermiştir. Ve elbette bize yaptığınız işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah'a tevekkül etmelidirler." İnkar edenler, resullerine dediler ki: "Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz veya dinimize geri döneceksiniz." Böylelikle Rableri kendilerine vahyetti ki: "Şüphesiz Biz, zulmedenleri helak edeceğiz. Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır)." (İbrahim Suresi, 12-14)

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Kuşkusuz tüm bunlar, Müslümanların Allah'ın yarattığı kadere olan teslimiyetlerinin sonuçlarıdır. Allah'a dayanıp güvenen bir insan, artık hiçbir korku ve mahzunluk yaşamayacaktır:

Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf Suresi, 13)

Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi Katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)

Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah'tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 62-64)

Allah başka ayetlerinde de Kendisi'ne inanan ve teslim olan kullarının asla kopmayacak bir "kulba" yapıştıklarını bildirmiştir:

Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulba yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır. (Lokman Suresi, 22)

Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)

KADERİ BİLMEK MÜMİNLER İÇİN BİR KONFOR VE HUZUR VESİLESİDİR

Müslümanın günlük hayatında çeşitli zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaşması hem imtihanıdır, hem de ahirette kavuşmayı umduğu cennet yurduyla kıyas yapacağı bir mutluluk vesilesidir. Zorluklarla kolaylıkların, konforun, rahatlığın kıyaslanmasından oluşacak yüksek bir zevk kaynağıdır. Dünyada müminlerin o insana karşı saygı ve sevgilerini artıran, kendilerine örnek almalarını sağlayan, Allah'ın izniyle yakinlerine olumlu etki yapan, kısacası faydaları ve güzellikleri çok fazla olan Rahmani bir nimettir. 

Bazen küçük gibi görünen bir konuyu kişinin, şeytanın vesvesesiyle kader dışında, Allah'ın rahmeti, bilgisi, dışında olduğunu zannetmesi veya unutması bir hastalıktır. Müminin bu hastalığı dikkatle, itinayla tedavi etmesi ve bu illete yakalanmaktan kaçınması lazımdır.
Mesela çok izlemek istediği bir televizyon programını kaçırmak veya yiyecek bir şeyi ısmarlamayı unutmak gibi olayların hepsinde hayır ve hikmet vardır. Bazen insan bunu detaylarıyla görür, bazen de göremez veya çok azını görür. Örneğin bir televizyon programını kaçırır, fakat bu zaman süresince hayırlı bir hizmet, hayırlı bir tefekkür için vakit kazanmış olur. O tefekkürle belki ömür boyu güzel hizmetinin gücünü artıracak bir bilgiye ulaşır. Veya bu süre içinde Allah'ı zikreder ve televizyondan alacağı sevaptan çok daha fazlasına kavuşur. Yiyecek bir şey ısmarlamayı unuttuğunda ise, bu onun hastalığının geçmesi için vesile olan bir perhiz hükmünde olabilir. Tansiyonu yüksek bir insan, peynir almayı unutup, o gün peynir yemese tansiyonu normale döner. Tevekkül ettiği için sevap alır, hayra yorduğu için Allah'ın beğenmesine sebep olur. Üstelik güzel huylu ve tevekküllü davranışı, müminlerin huzuruna, sevgisine vesile olur. Belki hastalık taşıyan bir peynirse ondan kurtulmuş olur. 

İnsanın günlük hayatı içindeki bu tarz örneklerin sayısı çok fazladır. Bu yüzden bu konunun çok iyi anlaşılması, akıldan hiç çıkarılmaması çok önemlidir. İnsanın karşılaştığı küçük veya büyük her olay, kaderdedir. Şeytanın "bunlar kaderle bağlantılı değil" şeklindeki fısıltısına karşı müminlerin daima uyanık ve dikkatli olması gerekir. Bu konuyu tam anlayıp hiç unutmadan akılda tutmak, her olaya, herşeye hayır ve hikmet gözüyle bakıp Allah'ın güzel planı içinde gelişen bütün olayları bu şekilde değerlendirmek ahiret ve dünya için büyük bir nimettir. Mümin için akıl, irade, konfor ve huzura vesile olan bir gerçektir.

OLUP BİTENLERİ GELECEKTEN İZLEMEK

İman eden bir insanın yeryüzünde denemeden geçirildiğinin bilincinde olması, olayları gelecekten izlemesinin de yolunu açar. Peki acaba "olup bitenleri gelecekten izlemek" ne demektir?

Bir insanın karşısına, ne kadar büyük bir zorluk ve sıkıntı çıkarsa çıksın, bu durum kesinlikle geçicidir. Örneğin bir kişi yapmadığı bir şeyle suçlanıp, haksızlığa uğrayabilir. Ama gerçeğin ortaya çıkacağı bir zaman mutlaka gelir. Eğer haksızlığa uğrayan kişinin mağduriyeti dünyada son bulmayacak olsa bile, hesap günü onu haksızlığa uğratan kişiler mutlaka yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Aynı şekilde haksızlığa uğrayan kişi de, bu duruma sabrettiği için hesap günü güzel bir karşılık umabilecektir. Zaman hızla ilerlemektedir ve dünyadaki her olay gibi bu olay da göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süre içinde son bulacaktır. Ayrıca Kuran'da Müslümanlar için her zorluğun yanında bir de kolaylık yaratılacağı haber verilmiştir:

Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 5-6)

İşte iman eden insan Rabbimizin sonsuz adaletine güvenir, zorluğun ardından gelecek kolaylığı bekler ve içinde bulunduğu durumdan dolayı ümitsizliğe kapılmaz. Yaşadığı zorlukların gerek dünyada, gerekse ahirette, karşısına bir güzellik olarak çıkacağını hatırlar. İşte bu, insanın olup bitenleri gelecekten izleyebilmesidir.

Müslüman kaderin izleyicisi olduğunu bilir. Bu sırrın bir güzelliği olarak da herşeyi büyük bir tevekkül, teslimiyet ve sabır içinde izler. Olayların nasıl gelişeceği konusunda da herhangi bir müdahele, engelleme ya da durdurma imkanı olmadığının bilincindedir. "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216) ayetini kesinlikle aklından çıkarmaz. Nitekim Allah kullarına, "eğer iman etmişlerse" başlarına gelen her musibetin sonunun mutlaka güzellik ve hayır olacağını müjdelemiştir. Bu musibetler müminin kendisini eğitmesine, imani konularda derinleşmesine, ahlakını güzelleştirmesine, olgunlaşmasına ve cennetteki derecesinin artmasına birer vesiledir. 

Şunu da unutmamak gerekir ki bu yalnızca Allah'a samimi olarak iman eden ve kadere teslim olan insanların eksiksiz olarak yaşayabilecekleri bir ruh halidir. Dinden uzak yaşayan insanlar ise, karşılaştıkları olaylarda kadere olan teslimiyetsizlikleri sebebiyle ümitsizliğe, korkuya, heyecana kapılır ve bir türlü çıkış yolu bulamayacaklarını düşünürler. Ahirete yönelik bir ümitleri ve beklentileri de olmadığı için her zaman huzursuz ve sıkıntılı bir ruh hali içinde yaşarlar. Bu insanların ruh hali bir ayette şöyle haber verilmiştir:

Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (En'am Suresi, 125)

Ayette söz edilen bu sıkıntılı ruh hali, söz konusu insanların Allah'ın yarattığı kadere teslim olmamalarından kaynaklanan, kendi kendilerine yaptıkları bir zulümdür. Sonsuz akıl ve kudret sahibi olan Allah'ın insanın kaderini yönlendiriyor olması, herşeyin hakimi olması iman eden bir insan için çok büyük bir nimettir. Ancak imanı zayıf olan veya iman etmeyen insanlar bu nimetin kıymetini bilmezler. Bu yüzden kadere teslimiyet gösteremez ve yaşamları boyunca her an sıkıntılara maruz kalırlar. Aslında bu durum, tevekkülsüzlüğün manevi bir cezası olarak dünyada verilen karşılıklardan biridir. Ve bu insanlar kendi kendilerine bilerek zulmetmektedirler:

Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 44)

KADERİ ANLAMAK

Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. (Kamer Suresi, 52)

Küçük büyük herşey satır satır (yazılı)dır. (Kamer Suresi, 53)

De ki: "Allah'ın dilemesi dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiç bir şeye) malik değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler, ne öne alınabilirler. (Yunus Suresi, 49)

Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiç bir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

"Hani kız kardeşin gezinip; "Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim mi?" demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve hüzne kapılmasın. Sen bir insan öldürmüştün de, biz seni tasadan kurtarmış ve seni 'esaslı bir denemeden geçirip-denemiştik.' Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın, sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa." (Taha Suresi, 40)

Allah'ın izni olmaksızın hiç bir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz. (Al-i İmran Suresi, 145)

Sonra kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu. Bir grup da, canları derdine düşmüştü; Alah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: "Bu işten bize ne var ki?" diyorlardı. De ki: "Şüphesiz işin tümü Allah'ındır." Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, "Bu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 154)

Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O'dur. Adı konulmuş ecel, O'nun Katındadır. Sonra siz (yine) kuşkuya kapılıyorsunuz. (En'am Suresi, 2)

Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.) (A'raf Suresi, 34)

Biz kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmadık. (Hicr Suresi, 4) 

Hiç bir ümmet, kendi ecelini ne öne alabilir, ne de onlar ertelenebilirler. (Hicr Suresi, 5)
Gökte ve yerde gizli olan hiç bir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın. (Neml Suresi, 75)

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)

Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu. (Taha Suresi, 129)

İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu. (Yunus Suresi, 19)

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiç bir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, O'ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse, O'nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine bundan isabet ettirir. O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yunus Suresi, 107)

"Eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. O sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz." (Hud Suresi, 34)

Ümmetlerden hiçbiri, kendisine tesbit edilmiş eceli ne öne alabilir, ne erteleyebilir. (Mü'minun Suresi, 43)

Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer; seçim onlara ait değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir. (Kasas Suresi, 68)

... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. (Ahzap Suresi, 38)

Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)

İnkâr edenler dediler ki: "Kıyamet-saati bize gelmez." De ki: "Hayır gaybı bilen Rabbime andolsun o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da daha büyük olanı da istisnasız mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (Sebe Suresi, 3)

Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir. (Tegabün Suresi, 11)

Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (En'am Suresi, 59)

İnsana bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa kapılır.(İsra Suresi, 83) 

İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur. (Fussilet Suresi, 49)

Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı. (Mearic Suresi, 19)

Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar. (Mearic Suresi, 20)

İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)

Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır.(Nur Suresi, 11)

İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir. (İsra Suresi, 11)
Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)