11 Şubat 2016 Perşembe

İman Hakikatleri Allah'ın Rahmetine, Cennetine ve Ahirette Yüksek Derecelere Kavuşmaya Vesile Olur

 
Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik.
(Kaf Suresi, 7)

Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaıdır. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) iman edip Rablerine tevekkül edenler içindir;
(Şura Suresi, 36)

İman hakikatlerinin öğrenilmesi ve tefekkür edilmesi sonucunda kazanılan tüm vasıflar müminin Allah korkusunun artmasını, Allah'ın emir ve yasaklarını çok daha şevkli ve bilinçli bir şekilde yerine getirmesini sağlar. Dolayısıyla, Allah'ın rahmetine kavuşmasına vesile olurlar. Allah'ın rahmeti bu dünyada hayır, bereket, güzellik, aklın artması, ilim ve hikmet verilmesi, huzur, neşe ve mutluluk verilmesi, nimet verilmesi gibi ihsanlardır. Ahirette ise ebedi Cehennem azabından kurtuluş, sonsuz Cennet nimetlerine ve Allah'ın sürekli rızasına kavuşmadır.

İmanın derecesine göre Cennette kavuşulan dereceler de farklı farklıdır. Bu nedenle iman hakikatlerinde derinleşerek, Allah'ın sonsuz sıfatlarına daha yakından şahit olan ve bunun sonucunda kesin bilgiye dayalı (tahkiki), katıksız ve üstün bir imana sahip olan müminlerin Cennetteki makamları da Allah'ın izniyle aynı oranda üstün olur. (En doğrusunu Allah bilir.)

İman hakikatlerini inceleyen, öğrenen müminler, sahip oldukları derin tefekkürleri ve içleri titreyerek Allah'tan duydukları korku nedeniyle, Allah'ın izni ve dilemesiyle, cennetlerde yüksek derecelerle ödüllendirileceklerdir:

Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 2-4)


İman Hakikatleri, İnsanın Düşünce Ufkunu Açar

 
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. 
(Bakara Suresi, 164)

İman hakikatlerini öğrenmek, bunların üzerinde düşünmek, hikmet ve inceliklerini kavramak, insanın düşünce ufkunu açması bakımından da çok önemlidir.

Günümüzde insanlar kalabalık şehirlerin boğucu atmosferinde, tekdüze ve kalıplaşmış bir hayat içinde yaşamakta, Allah'ın her an her yerde yarattığı iman hakikatlerini görememekte, görseler de üzerinden geçip gitmektedirler. Oysa iman eden bir insan için herşey iman hakikatidir. Yeryüzündeki canlı cansız bütün varlıkları, evrendeki düzeni Allah'ın yarattığını bilen insan herşeyi buna göre değerlendirir. Örneğin iman etmeyen insanlar da bir mümin için birer iman hakikatidir. Çünkü Allah Kuran'da böyle insanların var olacağını bildirmiştir. Ayrıca Allah'ın varlığı apaçık iken bu insanların iman etmiyor olması, müminin Allah korkusunun artmasına ve imanı için Allah'a şükretmesine vesile olur. İman hakikati olarak yalnızca ağaçları, çiçekleri ya da hayvanların şaşırtıcı özelliklerini düşünmez. Onun için Allah'ın yarattığı kolaylıklar örneğin taşıma araçları, cep telefonu ya da bilgisayarı da birer iman hakikatidir. Bunların da Allah'ın izniyle var olduğunu bilir ve işlerini kolaylaştırdığı için Allah'a şükreder.

Etrafımızda kolayca rastlayabileceğimiz gergin, öfkeli, bezgin, düşüncesiz, kaba ve saygısız davranışlar, herşeyi Allah'ın yarattığından habersiz olan cahil insanlara aittir. Oysa herşeyi iman hakikati olarak değerlendiren, bunlar üzerinde düşünen bir insan, manevi açıdan gelişir ve derinleşir.

Allah, bu manevi derinlik ve kavrayıştan uzak olan, sadece dar kalıplar ve basit mantıklar içinde düşünen insanlara Kuran'da "Bedevi"leri örnek göstermiştir. Bedeviler, Peygamberimiz dönemindeki şehirli Araplara karşılık, göçebe hayat süren kabilelerdir. Şehirli Araplar edebiyat ve estetik kültürlerine sahipken, Bedeviler cahil, sert ve kaba tabiatlı bir toplumdur. Böyle bir tabiat dinin kavranması ve yaşanması için büyük bir engeldir. Onun için Allah Kuran'da Bedeviler için şöyle buyurmuştur:

Bedeviler inkâr ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha 'yatkın ve elverişlidir.' Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 97)

"Bedevi karakteri", cehaleti, düşüncesizliği, kabalığı temsil etmektedir. Bu karakteri tedavi etmek için insanların, kültürlü, derin düşünen, Allah'ın yaratmasındaki üstün sanatı ve hikmetleri kavrayabilen bir hale gelmek için çalışmaları gerekir. İman hakikatlerini araştırmak, öğrenmek, düşünmek ve yorumlamak ise Allah'ın bizden istediği bu kültürün temelidir. Bir ayette, Müslümanın bu özelliği şöyle tarif edilir:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)


Ancak İlim Sahipleri Allah'tan Gereği Gibi Korkar


...Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. 
(Fatır Suresi, 28)

İman hakikatleri üzerinde araştırma yapıp bilgi edinmek, bunlar üzerinde düşünmek zamanla yoğun bir bilgi birikimi sağlar. Bu bilgi birikimine sahip olan insanlar, daha önce de bahsettiğimiz gibi, Kuran'ın tarifiyle "ilimde derinleşen" veya "ilim sahibi" olan kişilerdir. İlim sahipleri derin tefekkür ettikleri iman hakikatleriyle Allah'ın her yeri sarıp-kuşattığına, O'dan başka ilah olmadığına kesin olarak şahitlik ederler:

Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka ilah yoktur. (Al-i İmran Suresi, 18)

İlim sahibi olan insanlar Allah'ın kendi üzerlerindeki ve etraflarındaki tecellilerini her an gözlemlerler. Örneğin; küçük bir karıncanın, karınca kolonisinde kendisine verilen görevi şaşılacak bir itaat ve maharetle yerine getirdiğini, yuvasına yiyecek taşımak için mükemmel ve planlı bir çalışma sistemine sahip olduğunu bilen ilim sahibi bir kişi rastladığı her karıncada Allah'ın üstün aklının ve kudretinin tecellisini görür.

İman hakikatleri üzerinde derin derin düşünerek Allah'ı daha yakından tanıyan ilim sahipleri, Allah'ın güç ve kudretinin büyüklüğünü daha iyi kavrarlar. İman sahibi her insan Allah'ın güç ve kudretinin farkındadır. Ancak, iman hakikatleri konusunda fazla bilgisi olmayan insanlar, örneğin uçan bir kuş gördüklerinde yalnızca, "Allah ne güzel yaratmış" demenin yeterli olacağını düşünürler. Oysa ilim sahipleri kuşların kanatlarının uçmaya uygun yaratıldığını, daha az enerji harcamak için "V" şeklinde uçtuklarını, tüylerindeki kompleks dizaynı bilirler. Kısacası bir kuşun, uçmasından üremesine, tüylerinin şeklinden rengine kadar herşeyi Allah'ın üstün bir düzen ve tasarım içinde yarattığının bilincindedirler. Veya böyle insanlar yeni dünyaya gelmiş bir bebeğe bakıp "ne güzel bir bebek, Allah uzun ömür versin" demekle yetinirler. Elbette bir insanın bir bebeğe bakınca Allah'ı hatırlaması da güzel bir tavırdır. Ancak daha güzel ve daha derin olan, bu bebeğin gelişim aşamaları üzerinde düşünüp, bunların tümünü yaratanın Allah olduğunu, Allah'ı tesbih etmeyi, Allah'a şükretmeyi hatırlamaktır. Nitekim ilim sahipleri o bebeğin dünyaya gelene kadar geçirdiği aşamalardaki mucizevi yönleri düşünürler. Tek bir sperm hücresinin kendisinden çok uzakta bulunan yumurta hücresine ulaşmasındaki olağanüstülüğü görür, iki ayrı bedendeki bu iki ayrı hücrenin birbiriyle tam bir uyum içinde birleşerek, zaman içinde gören, duyan, düşenebilen bir insana dönüşümündeki mükemmelliği hatırlarlar. Bu mükemmel yaratma sanatının örnekleri üzerinde düşündüklerinde, Allah'ın üstün gücü ve ilmi karşısında imanları artar. Allah'ın her tecellisinde Allah'ın sıfatlarını güçlü bir şekilde hisseden ilim sahiplerinin Allah'tan duydukları korku da aynı oranda artar ve güçlenir. Nitekim, ilim sahiplerinin bu özelliği -daha önce de belirttiğimiz gibi- Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

...Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)

İlim sahipleri Kuran'da böyle üstün vasıflarla övülmüşlerdir. Bütün müminler de Kuran'da övülen bu ilim sahiplerinin mertebesine yükselmeye çalışmalıdırlar. Bunun için de, yaşadıkları olayları, karşılaştıkları varlıkları birer iman hakikati olarak görüp değerlendirmeleri ve bunlar üzerinde tefekkür etmeleri gerekmektedir.

... kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.
(Tahrim Suresi, 6)
 
Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini yıkıma uğratmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihi kalıntıları üzerinde) gezinip duruyorlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ayetler vardır. (Taha suresi, 128)


İman Hakikatleri Allah'ı Gereği Gibi Takdir Edebilmeyi Sağlar



Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır.
(Fatır Suresi, 15)

İman hakikatleri üzerinde derin düşünmek ve Allah'ın bunlarda yansıyan sıfatlarını görmek Allah'ı çok daha iyi ve yakından tanımayı sağlayacaktır. Allah'ı daha iyi tanımaya, her an her yerde O'nun tecellilerini görmeye başlayan insan da kazandığı bu meziyet sayesinde Allah'ın kudretini hakkıyla takdir eder duruma gelecektir.

İman hakikatleri üzerinde edinilen derin bir bilgi ve tefekkür sonucunda kişi şu gerçeği çok daha iyi kavrar: Dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insan ve yaşadıkları her an Allah'ın bilgisi ve kontrolündedir. Bir vücuttaki trilyonlarca hücre, dünyadaki milyarlarca insanın bedenleri ve evrendeki bütün canlılar, Allah'ın dilemesiyle var olabilmekte ve varlıklarını sürdürebilmektedir.

Her hareketleri Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmektedir ve Allah'ın kontrolü altındadır. Böyle bir sistemin sürebilmesi için sonsuz bir güç, sonsuz bir bilgi, sonsuz bir akıl ve zeka gerektiği açıktır. İşte yalnızca bu gerçek üzerinde tefekkür etmek dahi Allah'ın sonsuz sıfatlarına daha yakından şahit olmayı ve Allah'ın sonsuz gücünü gereği gibi takdir edebilmeyi sağlar.

Kuran'da Allah küçücük bir sineği dahi bir iman hakikati olarak örnek verdikten sonra, bu gerçeklerden gafil olanların, Allah'ın kudretini hakkıyla takdir edemediklerinden bahseder:

Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. (Hac Suresi, 73-74)

Diğer Kuran ayetlerinde de iman hakikatleri üzerinde düşünmeyen kimselerin durumundan bahsedilirken bu kişilerin Allah'tan korkmadıkları belirtilmektedir:

De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi, 31-32)

Ayetlerden anlaşıldığı gibi, iman hakikatlerini araştırmak ve öğrenmek, bunlar üzerinde hakkıyla düşünmek, Allah'ın canlı cansız tüm varlıklar üzerinde her an süregiden mutlak kontrol ve hakimiyetini kesin bir bilgiyle anlamaya vesile olmalıdır. Ve bu anlayış da, Allah'a karşı tam bir teslimiyeti beraberinde getirecektir. Vücudundaki karmaşık sistemleri ve bunlardaki hassas dengeleri bilen ve üzerinde düşünen bir mümin, kusursuz biçimde çalışan bu sistemleri oluşturan aklın, vücudun kendisine ait olmadığını anlar. Bilir ki vücut dediği şey, bilinci, duyu organları, düşünme yeteneği olmayan atomların meydana getirdiği bir hücreler topluluğudur. Bu tefekkürün sonucunda kişi vücudundaki her bir hücreye, hatta her bir atoma kadar herşeyin Allah'ın emriyle ve isteğiyle hareket ettiğine kesin kanaat getirir. Hiçbir olayın hiçbir aşamasında şansa ya da tesadüfe yer olmadığını anlar.


İman Hakikatleri Cahiliye Telkinlerini Yok Eder

 
Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, itaat-kulluk da sürekli olarak O'nundur. Böyleyken Allah'tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz?
(Nahl Suresi, 52)

İçinde bulunduğumuz çağ, ateistlerin ve din düşmanlarının, insanlara Allah'ın varlığını ve birliğini inkar ettirmek için çok büyük çaba yürüttükleri bir dönemdir. Buna karşın Allah, inkarcıların çarpık ve sapkın felsefelerini yerle bir edecek imkanları ve delilleri de iman edenlere sunmuştur. Bu delillerin başında iman hakikatleri gelmektedir.

Allah'ı inkar edenlerin öne sürdükleri en büyük safsata, canlı cansız herşeyin tesadüfler sonucunda oluştuğu iddiasıdır. İnkarcıların yaymaya çalıştıkları bu batıl telkinin kırılması ve örtbas etmeye çalıştıkları yaratılış mucizelerinin gün ışığına çıkması için, çevremizdeki iman hakikatlerini modern bilimin ışığında incelemek ve bunları da insanlara anlatmak gereklidir. Canlılardaki muhteşem yapıları, evrendeki olağanüstü sistemleri ve milyarlarca hassas dengeyi bu sayede tüm açıklığıyla gören vicdanlı insanlar, bunların tesadüfen oluşamayacağını ve herşeyi üstün güç sahibi olan Allah'ın yaratmış olduğunu anlayacaklardır. Böylece inkarcıların yaymaya çalıştığı "tesadüf" iddiası, ayetteki "...Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81) ifadesinin de haber verdiği gibi yok olacaktır.

Öte yandan, iman hakikatlerinin bilgisinden yoksun bir insanın ise, dinsizlik telkinlerine karşı son derece savunmasız hale geleceğine dikkat etmek gerekir. Bunun yaşanmış pek çok örneği vardır. Yakın tarihe bakıldığında, muhafazakar bir aile yapısından gelen, çocukluğunda dini bir terbiye almış pek çok insanın, lise veya üniversite yıllarında, çevresinde gördüğü, arkadaş olduğu bazı kimselerin telkinleriyle hızla inancını kaybedebildiği görülür. Bunun sebebi, ateistlerin kendi batıl inanışlarına "akıl ve bilim" süsü vermeleridir. Kendilerini doğa ve evren hakkında herşeyi bilen, yaşamın kurallarını kavramış, gerçeklerini çözmüş kimseler olarak lanse ederler. Bu yolla, muhafazakar bir kökenden gelen, ancak iman hakikatlerinden habersiz olan ve bu yüzden "tahkiki" yani kesin bilgiye dayalı bir imana sahip olmayan insanları etkileyip aldatabilirler.

Oysa iman hakikatlerini bilen bir insan, ateistlerin yalanlarını, sahtekarlıklarını kolaylıkla teşhis eder ve çürütür. Hem kendine hem de çevresindeki diğer insanlara fayda sağlar. İman hakikatlerinden habersiz olmak, bir insanı ateistlerin yalanlarına karşı savunmasız hale getirirken, iman hakikatlerini bilmek, kavramak ve anlatmak dindar insanı her türlü inkarcı felsefeye karşı fikren üstün kılar.


İman Hakikatleri İmanı Derinleştirir


Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir.
(Şura Suresi, 29)

İman hakikatlerini sadece Allah inancı olmayan kimselerin değil, iman eden insanların öğrenmesi ve üzerinde tefekkür etmesi de son derece önemlidir. Allah Kuran'da müminlere, kainatta yarattığı deliller üzerinde derin derin düşünmelerini emrederek iman hakikatlerinin önemini vurgular.

İman etmiş bir mümin, namaz kılmasının, oruç tutmasının ve diğer ibadetlerini yerine getirmesinin yanı sıra derin bir tefekküre de sahip olmalıdır. Kuran'da dikkat çekilen "göklerdeki ve yerdeki" yaratılış delilleri üzerinde derin tefekkür etmek, müminin imanının artmasına, kesin bir bilgiyle iman etmesine vesile olur. Bir Kuran ayetinde Allah'ın yeryüzündeki delillerinin kesin bilgiyle iman etmeye yönelttiği şöyle bildirilmektedir:

Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır. Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz? (Zariyat Suresi, 20-21)

Ayette açıkça belirtilmiştir ki, insanın kendi nefsindeki ve yeryüzündeki iman hakikatleri kesin bir bilgiyle inanmaya vesile olacaktır. Kesin bilgiye dayalı bir iman da insanın Allah korkusunun artmasını, dolayısıyla Allah'ın emir ve yasaklarını daha bilinçli ve titiz bir şekilde yerine getirmesini sağlayacaktır. Yaratılış delilleri üzerinde derin tefekkür sahibi olan bir kimse, ibadetlerini huşu içerisinde yerine getirirken, artık yaptıklarını Allah'ın gördüğünü ve iyiliklerinin karşılığında Allah'ın onu mükafatlandıracağına kesin kanaat getirmiştir. Aynı şekilde yaptığı en küçük hatayı da Allah'ın biliyor olması onu tevbe etmeye ve hatalarından süratle vazgeçmeye yöneltecektir.

Allah Kuran'da iman edenlere şöyle seslenmektedir:

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cehd edin (çaba harcayın), umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 35)

Ayette bildirildiği gibi insanların, kendilerini Allah'a yaklaştıracak vesile aramaları, kurtuluşa ermeyi ummaları için bir yoldur. İşte iman hakikatleri de müminlere, Allah'ın varlığı ve sıfatları hakkında daha derin bir kavrayış ve anlayış, Allah'a daha fazla bir yakınlaşma sağlayan vesilelerdir. Örneğin Allah'ın yarattığı canlıları incelemek, onlardaki mükemmel yapı ve sistemleri gözlemlemek ve bunlar üzerinde düşünmek, Allah'ın sonsuz ilmine ve gücüne daha yakından şahit olmayı sağlayacaktır.

Örneğin; insan bedenindeki muhteşem yapıları öğrenen kişi Allah'ın varlığının ve sanatının açık delillerini görecek, kendi vücudu dahil herşeyin Allah'ın eseri olduğunu ve her an Allah'ın kontrolü altında bulunduğunu anlayacaktır. Aynı zamanda aczini fark ederek Allah'a daha da yakınlaşacaktır. Allah'a duyduğu bu yakınlık nedeniyle O'nun rızası ve rahmetini kazanmaya daha fazla yönelecektir. Örneğin; belki daha önce boş geçirdiği zamanlarını artık Allah'ın rızasını daha çok kazanmaya ayıracak, ibadetlerini daha şevkli bir şekilde yerine getirecektir.

Sonuç olarak iman hakikatleri yüzeysel ve taklidi bir imandan, tahkiki (kesin bilgiyle, sarsılmaz) ve kuvvetli bir imana geçişte çok önemli bir rol oynar.


İman Hakikatleri İmanın Kazanılmasına Vesile Olur

 
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)

İman hakikatleri, insanların iman etmelerine vesile olan en önemli sebeplerden birisidir. İman etmeyen kişi derin bir gaflet içindedir. Etrafındaki yaratılış delillerini göremez. İçinde yaşadığı toplumun dinden uzak yapısı nedeniyle zihni günlük hayatın ayrıntıları ile boğulmuş, algıları ve şuuru etrafındaki sayısız yaratılış gerçeğini fark edemeyecek derecede zayıflamıştır. Oysa böyle bir insana, samimi ve vicdanlı olması kaydıyla, iman hakikatleri anlatıldığı takdirde, Allah'ın varlığına ve birliğine, canlı cansız her şeyi Allah'ın yaratmış olduğuna iman etmesi, Allah'ın sonsuz ilmini ve kudretini görmesi umulur. İman hakikatleri, vicdanlı, fakat inkarcı telkinler nedeniyle gerçeklerden habersiz kalmış kimselerin Allah'ın izniyle imana kavuşmaları için çok önemli birer vesiledir.

Dünya bir imtihan yeri olduğu için, herkesi iman etmeye zorlayacak, kişinin vicdanıyla imanı seçmesine fırsat bırakmayacak derecede bir mucize beklemek hata olur. Örneğin, yere attığımız tohum birkaç saniye içinde dev bir ağaca dönüşse muhakkak büyük bir ilgi uyandıracak ve bu olaya şahit olan kimseler tarafından büyük bir mucize olarak nitelendirilecektir. Ancak milyarlarca ağaç, bu değişimi yavaş yavaş geçirdikleri için bu durum ilk bakışta insanlar üzerinde mucizevi bir etki oluşturmaz.

Başka bir örnek üzerinde düşünelim. Ortalama 60-70 yıl içinde yaşlanan insan vücudunun, bir anda gözlerinizin önünde yaşlandığını varsayın. Yeni doğan bir bebek birkaç dakika içinde hızla büyüyerek gelişse, olgunlaşsa ve yaşlansa elbette ki bu şaşırtıcı bir olay olur ve buna şahit olan insanları düşünmeye sevk ederdi.. Ama burada şuna dikkat edelim; aynı olay şu anda da yaşanmaktadır; tek fark aradaki zamandır. Aynı mucizevi olayın fark edilemeyecek derecede yavaş gerçekleşiyor olması; dikkati, şuuru ve tefekkürü zayıf olan insanlar için sıradan bir olay gibi görünür. Oysa bu olay da gerçekte bütünüyle bir mucizedir. Bu mucizeyi fark etmek için ise samimi ve vicdanlı bir bakışla olayın ayrıntılarını incelemek, bu ayrıntılardaki yaratılış hikmetlerini, incelikleri görmek gerekir.

Gaflet içindeki insanların göremedikleri bir gerçek vardır; kendi vücutları dahil çevrelerindeki ve evrendeki her şeyin birer yaratılış mucizesi olduğu... Kuran'da insanlar bu konuda şöyle uyarılmıştır:

Görmüyor musun; gerçekten Allah, gökyüzünden su indirdi de onu yerin içindeki kaynaklara yürütüp-geçirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor. Sonra kurumaya başlar, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da onu kurumuş kırıntılar kılıyor. Şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için gerçekten öğüt alınacak bir ders (zikr) vardır. (Zümer Suresi, 21)

İşte iman hakikatlerinin detaylı olarak anlatılmasının önemi de bu noktada ortaya çıkar. Gaflet içindeki insanların, her gün etraflarında olup biten fakat farkına varmadıkları pek çok yaratılış delilini, mükemmellikleri tüm ayrıntılarıyla onların gözleri önüne sermek, bu kişilerin gafletlerinin dağılmasında son derece etkili olur. Yıllardır herkesin görmeye alıştığı ve pek çok kimsenin üzerinde düşünmeye zahmet etmediği birçok iman hakikatine insanların dikkati çekilirse bu, imani şuurun yerleşmesine, vicdanların uyanmasına ve küfrün batıl telkinlerinin yok olmasına sebep olur.

İman hakikatleri karşısında vicdanının sesini dinleyen kişinin ilk aklına gelen, bunların tesadüfen veya kendiliğinden meydana gelemeyeceği olacaktır. Tüm bunları yaratan üstün güç sahibi Allah'ın varlığını anlayacak ve O'na iman edecektir.


10 Şubat 2016 Çarşamba

KADERİ BİLMEK MÜMİNLER İÇİN BİR KONFOR VE HUZUR VESİLESİDİR


Müslümanın günlük hayatında çeşitli zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaşması hem imtihanıdır, hem de ahirette kavuşmayı umduğu cennet yurduyla kıyas yapacağı bir mutluluk vesilesidir. Zorluklarla kolaylıkların, konforun, rahatlığın kıyaslanmasından oluşacak yüksek bir zevk kaynağıdır. Dünyada müminlerin o insana karşı saygı ve sevgilerini artıran, kendilerine örnek almalarını sağlayan, Allah'ın izniyle yakinlerine olumlu etki yapan, kısacası faydaları ve güzellikleri çok fazla olan Rahmani bir nimettir. 

Bazen küçük gibi görünen bir konuyu kişinin, şeytanın vesvesesiyle kader dışında, Allah'ın rahmeti, bilgisi, dışında olduğunu zannetmesi veya unutması bir hastalıktır. Müminin bu hastalığı dikkatle, itinayla tedavi etmesi ve bu illete yakalanmaktan kaçınması lazımdır.
Mesela çok izlemek istediği bir televizyon programını kaçırmak veya yiyecek bir şeyi ısmarlamayı unutmak gibi olayların hepsinde hayır ve hikmet vardır. Bazen insan bunu detaylarıyla görür, bazen de göremez veya çok azını görür. Örneğin bir televizyon programını kaçırır, fakat bu zaman süresince hayırlı bir hizmet, hayırlı bir tefekkür için vakit kazanmış olur. O tefekkürle belki ömür boyu güzel hizmetinin gücünü artıracak bir bilgiye ulaşır. Veya bu süre içinde Allah'ı zikreder ve televizyondan alacağı sevaptan çok daha fazlasına kavuşur. Yiyecek bir şey ısmarlamayı unuttuğunda ise, bu onun hastalığının geçmesi için vesile olan bir perhiz hükmünde olabilir. Tansiyonu yüksek bir insan, peynir almayı unutup, o gün peynir yemese tansiyonu normale döner. Tevekkül ettiği için sevap alır, hayra yorduğu için Allah'ın beğenmesine sebep olur. Üstelik güzel huylu ve tevekküllü davranışı, müminlerin huzuruna, sevgisine vesile olur. Belki hastalık taşıyan bir peynirse ondan kurtulmuş olur.

İnsanın günlük hayatı içindeki bu tarz örneklerin sayısı çok fazladır. Bu yüzden bu konunun çok iyi anlaşılması, akıldan hiç çıkarılmaması çok önemlidir. İnsanın karşılaştığı küçük veya büyük her olay, kaderdedir. Şeytanın "bunlar kaderle bağlantılı değil" şeklindeki fısıltısına karşı müminlerin daima uyanık ve dikkatli olması gerekir. Bu konuyu tam anlayıp hiç unutmadan akılda tutmak, her olaya, herşeye hayır ve hikmet gözüyle bakıp Allah'ın güzel planı içinde gelişen bütün olayları bu şekilde değerlendirmek ahiret ve dünya için büyük bir nimettir. Mümin için akıl, irade, konfor ve huzura vesile olan bir gerçektir.

OLUP BİTENLERİ GELECEKTEN İZLEMEK

İman eden bir insanın yeryüzünde denemeden geçirildiğinin bilincinde olması, olayları gelecekten izlemesinin de yolunu açar. Peki acaba "olup bitenleri gelecekten izlemek" ne demektir?

Bir insanın karşısına, ne kadar büyük bir zorluk ve sıkıntı çıkarsa çıksın, bu durum kesinlikle geçicidir. Örneğin bir kişi yapmadığı bir şeyle suçlanıp, haksızlığa uğrayabilir. Ama gerçeğin ortaya çıkacağı bir zaman mutlaka gelir. Eğer haksızlığa uğrayan kişinin mağduriyeti dünyada son bulmayacak olsa bile, hesap günü onu haksızlığa uğratan kişiler mutlaka yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Aynı şekilde haksızlığa uğrayan kişi de, bu duruma sabrettiği için hesap günü güzel bir karşılık umabilecektir. Zaman hızla ilerlemektedir ve dünyadaki her olay gibi bu olay da göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süre içinde son bulacaktır. Ayrıca Kuran'da Müslümanlar için her zorluğun yanında bir de kolaylık yaratılacağı haber verilmiştir:

Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 5-6)

İşte iman eden insan Rabbimizin sonsuz adaletine güvenir, zorluğun ardından gelecek kolaylığı bekler ve içinde bulunduğu durumdan dolayı ümitsizliğe kapılmaz. Yaşadığı zorlukların gerek dünyada, gerekse ahirette, karşısına bir güzellik olarak çıkacağını hatırlar. İşte bu, insanın olup bitenleri gelecekten izleyebilmesidir.

Müslüman kaderin izleyicisi olduğunu bilir. Bu sırrın bir güzelliği olarak da herşeyi büyük bir tevekkül, teslimiyet ve sabır içinde izler. Olayların nasıl gelişeceği konusunda da herhangi bir müdahele, engelleme ya da durdurma imkanı olmadığının bilincindedir. "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216) ayetini kesinlikle aklından çıkarmaz. Nitekim Allah kullarına, "eğer iman etmişlerse" başlarına gelen her musibetin sonunun mutlaka güzellik ve hayır olacağını müjdelemiştir. Bu musibetler müminin kendisini eğitmesine, imani konularda derinleşmesine, ahlakını güzelleştirmesine, olgunlaşmasına ve cennetteki derecesinin artmasına birer vesiledir. 

Şunu da unutmamak gerekir ki bu yalnızca Allah'a samimi olarak iman eden ve kadere teslim olan insanların eksiksiz olarak yaşayabilecekleri bir ruh halidir. Dinden uzak yaşayan insanlar ise, karşılaştıkları olaylarda kadere olan teslimiyetsizlikleri sebebiyle ümitsizliğe, korkuya, heyecana kapılır ve bir türlü çıkış yolu bulamayacaklarını düşünürler. Ahirete yönelik bir ümitleri ve beklentileri de olmadığı için her zaman huzursuz ve sıkıntılı bir ruh hali içinde yaşarlar. Bu insanların ruh hali bir ayette şöyle haber verilmiştir:

Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (En'am Suresi, 125)

Ayette söz edilen bu sıkıntılı ruh hali, söz konusu insanların Allah'ın yarattığı kadere teslim olmamalarından kaynaklanan, kendi kendilerine yaptıkları bir zulümdür. Sonsuz akıl ve kudret sahibi olan Allah'ın insanın kaderini yönlendiriyor olması, herşeyin hakimi olması iman eden bir insan için çok büyük bir nimettir. Ancak imanı zayıf olan veya iman etmeyen insanlar bu nimetin kıymetini bilmezler. Bu yüzden kadere teslimiyet gösteremez ve yaşamları boyunca her an sıkıntılara maruz kalırlar. Aslında bu durum, tevekkülsüzlüğün manevi bir cezası olarak dünyada verilen karşılıklardan biridir. Ve bu insanlar kendi kendilerine bilerek zulmetmektedirler:

Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 44)

KADERİ ANLAMAK

Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. (Kamer Suresi, 52)

Küçük büyük herşey satır satır (yazılı)dır. (Kamer Suresi, 53)

De ki: "Allah'ın dilemesi dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiç bir şeye) malik değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler, ne öne alınabilirler. (Yunus Suresi, 49)

Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiç bir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

"Hani kız kardeşin gezinip; "Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim mi?" demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve hüzne kapılmasın. Sen bir insan öldürmüştün de, biz seni tasadan kurtarmış ve seni 'esaslı bir denemeden geçirip-denemiştik.' Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın, sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa." (Taha Suresi, 40)

Allah'ın izni olmaksızın hiç bir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz. (Al-i İmran Suresi, 145)

Sonra kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu. Bir grup da, canları derdine düşmüştü; Alah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: "Bu işten bize ne var ki?" diyorlardı. De ki: "Şüphesiz işin tümü Allah'ındır." Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, "Bu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 154)

Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O'dur. Adı konulmuş ecel, O'nun Katındadır. Sonra siz (yine) kuşkuya kapılıyorsunuz. (En'am Suresi, 2)

Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.) (A'raf Suresi, 34)

Biz kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmadık. (Hicr Suresi, 4) 

Hiç bir ümmet, kendi ecelini ne öne alabilir, ne de onlar ertelenebilirler. (Hicr Suresi, 5)
Gökte ve yerde gizli olan hiç bir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın. (Neml Suresi, 75)

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)

Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu. (Taha Suresi, 129)

İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu. (Yunus Suresi, 19)

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiç bir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Allah sana bir zarar dokunduracak olsa, O'ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse, O'nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine bundan isabet ettirir. O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yunus Suresi, 107)

"Eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. O sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz." (Hud Suresi, 34)

Ümmetlerden hiçbiri, kendisine tesbit edilmiş eceli ne öne alabilir, ne erteleyebilir. (Mü'minun Suresi, 43)

Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer; seçim onlara ait değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir. (Kasas Suresi, 68)

... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. (Ahzap Suresi, 38)

Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)

İnkâr edenler dediler ki: "Kıyamet-saati bize gelmez." De ki: "Hayır gaybı bilen Rabbime andolsun o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da daha büyük olanı da istisnasız mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (Sebe Suresi, 3)

Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir. (Tegabün Suresi, 11)

Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (En'am Suresi, 59)

İnsana bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa kapılır.(İsra Suresi, 83) 

İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur. (Fussilet Suresi, 49)

Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı. (Mearic Suresi, 19)

Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar. (Mearic Suresi, 20)

İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)

Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır.(Nur Suresi, 11)

İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir. (İsra Suresi, 11)

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)



KADER NEDİR?


Allah'ın her şeyi bir kader ile yaratması en büyük nimetlerden birisidir. Kader insanlar için çok büyük bir konfor, büyük bir rahatlıktır. Kadere iman eden, hayatındaki her şeyi, hayatı boyunca karşılaştığı ve karşılaşacağı her olayı Allah'ın kaderinde yarattığını bilen bir insan hayatı boyunca bunun rahatlığını, güvenini ve iç huzurunu yaşar.

Kadere inanan insan rahattır çünkü yarının endişesine kapılmaz. Yarın ne olacağını düşünüp endişe ve sıkıntılar içine girmez. Yarını Allah'ın, kendisi için mutlaka en hayırlı şekilde yaratacağını bilir.

Kadere inanan insan geçmişinde yaptığı hatalardan dolayı da mutsuz olmaz. Çünkü geçmişinde o hataları Allah'ın kendisi için yarattığı kader içinde yaptığını bilir, bunun hayır ve hikmetlerini düşünür. Pişmanlık duyup tevbe eder, aynı hataları tekrarlamamaya gayret eder. Kaderde Allah'ın hatayı da insanın vazgeçmesi, tevbe etmesi için birçok hikmet ve güzellikle yarattığının farkında olur.

Kadere inanan insan ölüm anının da kaderinde olduğunu, Allah'ın dilediği vakitte, yerde ve dilediği şekilde canını alacağını bilir. Allah'ın canını almak için takdir ettiği zaman geldiğinde, hiçkimsenin ve hiçbirşeyin kendisini koruyamayacağını bilir. Bunun için tevekküllüdür. Allah'a inanıp güvendiği için ahirette sonsuz güzel bir yaşam ümidindedir. Allah'ın rızasına uyarak ve kadere iman ederek yaşamış olmanın vicdan rahatlığı içindedir.

KURAN'DA KADER GERÇEĞİ

Kadere inanan insanın içi huzurludur çünkü asla haksızlığa uğrayacağından korkmaz. Allah'a güvenir, Allah'ın her şeyi bildiğini, Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bilir. Karşılaştığı her olayın, Allah'ın karşısına çıkardığı her tepkinin, Allah'ın duyurduğu her sözün kaderinde olduğunu bilir. Kendi verdiği her cevabı, söylediği her sözü Allah dilediği için söylediğini bilir.

Bütün bunların farkında olan, her şeyi kaderinde Allah'ın yarattığı mükemmelik içinde yaşadığını bilen insan, huzurlu, tevekkülü ve mutlu olur.

İnsan dikkat vererek son derece teknik bir iş yapmak zorunda kalabilir. Teknik konuların yine teknik ayrıntılarıyla uğraşması, hatta zahiren gereksiz gibi görünen olaylara dikkat vermesi gerekebilir. Önemli olan böyle bir işle uğraştığında da müminin o işi Allah rızası için yaptığını, ilgilendiği tüm detayları Allah'ın kaderinde yarattığını, o işi de Allah'ın kaderde en ince noktasına kadar tertip edip düzenlediğini bilmesi ve bu gerçeği unutmamasıdır. İnsan bir makinenin bir iç parçasını söküp onu onarmaya çalışıyor, bir rapor için gereken verileri topluyor, bir şirket için bir çizelge hazırlıyor olabilir. Bu işleri yaparken de hata yapmamak için dikkatini bu işlere vermesi, dikkatli düşünüp yine dikkatli davranması gerekiyor olabilir. Burada her ne kadar içinde bulunduğu ortamın teknik çok fazla detayı olsa da, bütün olarak bakıldığında her şeyi yaratan Allah, buradaki olayın da bütününe ve tüm ayrıntılarına da kuşkusuz ki hakimdir. 

Onunla uğraşacak olan mühendis henüz daha doğmadan, o makinenin yaratılacağı, o araştırma için kullanılacağı kaderde bellidir. Makinenin her parçası Allah'ın katında belirlenmiştir. İnsanın raporunu hazırladığı şirket Allah'ın kaderde belirlediği zamanda kurulmuştur ve yine Allah'ın belirlediği süreye
kadar faaliyetini yapacaktır. O şirketin tek bir tuğlasından, bir kapı koluna, içinde çalışan bir kişinin kol düğmesine kadar her şey kaderde belirlenmiştir. Yüce Rabbimiz, her olayı böyle mükemmel bir şekilde yaratıp, bizlere yaşattığı kader içinde izlettirmektedir. 

Allah'ın yarattığı bu mükemmellik içinde, bir işe ne kadar dikkatini verirse versin, insanın, her şeyi Allah'ın yarattığını, kaderde her ayrıntısını belirlediğini unutmaması, yaptığı her şeye Allah'ın şahit olduğunun farkında olması gerekmektedir.

KADERE TESLİMİYET

Yeryüzünde yaşanan imtihan ortamının çok önemli bir sırrı vardır. Bu sırra vakıf olan müminler, karşılaştıkları zorluklara büyük bir şevk ve neşeyle sabır gösterirler. İşte bu sırrın özünde "kader" gerçeği vardır. Müslüman, Allah'ın herşeyi bir kader üzere yarattığını ve başına gelenlerin sadece Allah'ın dilemesiyle gerçekleştiğini bilir. İnsanların hayatlarını tüm ayrıntılarıyla yaratan Allah'tır. En'am Suresi'nde yeryüzünde meydana gelen küçük büyük tüm olayların Allah'ın dilemesiyle gerçekleştiği şu şekilde ifade edilir:

Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (En'am Suresi, 59)

İnsan, zamana bağlı yaşayan ve olayları sadece yaşadığı andan bakarak değerlendirebilen bir varlıktır. Ve insan, geleceği bilemediği için karşılaştığı olaylardaki uzun vadeli hikmetleri, güzellikleri ve hayırları da her zaman göremeyebilir. Fakat zamandan münezzeh olan ve zamanı yaratan Allah, zamana bağımlı olan tüm varlıkların hayatlarını "zamanın dışından" görüp bilmektedir. İşte bu noktada karşımıza çıkan kader gerçeğidir. Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları tek bir an olarak bilmesidir. Yani "sonucu bilinmeyen olaylar" sadece, bizim için birer "bilinmez"dir. Allah bizim bilemediğimiz bu olayların tümünü bilir. 
Bu nedenle de insanın imtihanı, aslında başı ve sonu belli olan bir imtihandır. Geçmiş, gelecek ve içinde yaşadığımız an Allah Katında birdir; hepsi olup bitmiştir. Biz ise bu olayları ancak zamanı geldiği zaman yaşayarak öğreniriz.

İşte bu "kader ilmi" inkarcıların vakıf olamadıkları büyük bir ilimdir. Müslümanların dünya ve ahiret hayatındaki tüm zorluklara ve denemelere güzel bir sabır göstermelerine vesile olan da bu ilimdir. İman edenler "Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir." (Teğabün Suresi, 11) ayetinde de bildirildiği gibi, başlarına gelen herşeyin bir kader üzere gerçekleştiğini bilmenin rahatlığını ve huzurunu yaşarlar.

Müminlerin imtihanı Allah'tan bir rahmet olarak çok kolay yaratılmıştır. Fakat bu kolaylık yalnızca samimi iman eden ve kadere tevekkül edenler içindir. Hakkıyla iman eden, samimiyetle Allah'a teslim olan bir Müslüman, karşısına çıkarılan görüntülerin sürekli değişmesini ibretle, heyecanla, şükürle, tefekkürle seyreder. Koltuğa oturup bir filmi seyreden kişinin rahatlığı içinde, onun için hazırlanmış olan kaderi güven ve sevinçle takip eder. Bazen hareketli, bazen ürkütücü, bazen nefse hoş gelen, bazen sakin görüntülerden oluşan bu kader görüntülerinin tamamında bir iman zevki, iman heyecanı vardır. Ürkütücü görüntüler, özel hazırlanmış görüntülerdir. En ince detayına kadar planlıdır. Ama sonuçta bunların tümü Allah'ın bilgisi dahilinde ve O'nun kontrolündedir.

Kader gerçeğini bilen ve imtihanın bu sırrını kavrayan bir Müslüman başına gelen her türlü musibeti, açlığı ya da fakirliği bir güzellik olarak görür ve bunlardan çok büyük bir zevk alır. Çünkü bu denemeler karşısında gösterdiği güzel ahlakın Allah Katında çok değerli olduğunu bilir. Bu, müminlere has bir zevktir. Müslümanlar bu tip sıkıntılar karşısında hüzün, stres, acı, panik, korku gibi duygular yaşamazlar. Çünkü Allah'ın hayır ya da şer olarak görünen tüm olayları, Müslümanların hayrına çevireceğini bilirler. Allah bir ayetinde müminlere, "... Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa Suresi, 141) şeklinde bildirmiştir.

Ancak burada yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta vardır: Müminler dünyada her türlü sıkıntı ve zorlukla karşılaşabilir, mallarını kaybedebilir, fiziksel olarak zayıf düşebilir, hastalanabilir, yaralanabilir, ölebilir veya öldürülebilirler. Ancak bunların hiçbiri Müslümanlar için bir "şer" değildir. Allah bunlarla iman eden kullarını denemeden geçirir ve gösterdikleri sabrın karşılığını da hem dünyada, hem de ahirette kat kat fazlasıyla verir. Ve Müslümanlar bu kısa imtihan dönemi sonucunda sonsuz bir cennet hayatı ile mükafatlandırılırlar.
Bu önemli gerçeğin bilincinde olan Müslümanlar, işte bu yüzden zorluklarla karşılaştıklarında şevklenirler. Müminlerin bu şevkleri, aynı zamanda inkar edenlerin kurdukları tuzakları etkisiz kılan ve başarılı olmalarını engelleyen çok özel bir durumdur. İnkarcılar müminleri zor durumda bıraktıklarını zannettikleri anlarda, onlardaki bu neşe ve şevki görerek onlara asla zarar veremeyeceklerini de anlamış olurlar. Üstelik Müslümanların zorluk anlarında yaptıkları konuşmalar da onların yaşadıkları teslimiyeti ve tevekkülü inkarcılara gösterir. Kuran'da müminlerin zorluk karşısında söyledikleri sözler şöyle bildirilmiştir:

"Bize ne oluyor ki, Allah'a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermiştir. Ve elbette bize yaptığınız işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah'a tevekkül etmelidirler." İnkar edenler, resullerine dediler ki: "Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz veya dinimize geri döneceksiniz." Böylelikle Rableri kendilerine vahyetti ki: 
"Şüphesiz Biz, zulmedenleri helak edeceğiz. Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır)." (İbrahim Suresi, 12-14)

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Kuşkusuz tüm bunlar, Müslümanların Allah'ın yarattığı kadere olan teslimiyetlerinin sonuçlarıdır. Allah'a dayanıp güvenen bir insan, artık hiçbir korku ve mahzunluk yaşamayacaktır:

Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf Suresi, 13)

Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi Katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)

Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah'tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 62-64)

Allah başka ayetlerinde de Kendisi'ne inanan ve teslim olan kullarının asla kopmayacak bir "kulba" yapıştıklarını bildirmiştir:


Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulba yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır. (Lokman Suresi, 22)
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)


Kuran’da Allah’ın Bildirdiği Hikmetli Benzetmelere Örnekler



Kuran’da Allah’ın Bildirdiği Hikmetli Benzetmelere Örnekler

 Bize Rabbimiz`in Kuran’da bildirdiği benzetmeler son derece etkili, çarpıcı, okuyanın o konuda anlayışını açacak niteliktedir. Yapılan benzetmelerin ve tasvirlerin tümü, aktarılan konuyu en etkili ve anlaşılır şekilde örneklendirmektedir. Bu yöntem ile zenginleştirilmiş anlatımın insanların derin düşünmesi, öğüt alması amacını taşıdığı, yine çok çarpıcı bir örnekle bir ayette şöyle bildirilmiştir:

Şayet Biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz. (Haşr Suresi, 21)

Haykıran Hayvan Örneği

Yüce Allah her insanı, belirli bir anlayış ve düşünme yeteneğiyle yaratmıştır. Ancak bu yeteneğin gereği gibi kullanılabilmesi yalnızca samimi imanın yaşanmasıyla mümkün olur. Rabbimiz kullarına doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü, insanın aklını nasıl kullanabileceğini, bu kavramlar arasındaki farkı nasıl görebileceğini ve nasıl düşünmesi gerektiğini ayetlerle bildirmiştir. Kuran’ı kendisine rehber edinen bir insan, bu bilgiler doğrultusunda yaşadığı için, Allah’ın izniyle gerçek akla ve dürüst bir vicdana sahip olur. Mümin, Yüce Allah’ın Kuran ile bildirdiği bu gerçekleri kavrayarak Kuran ahlakına göre yaşar ve akıl kazanır.

İman etmeyen insanlar ise akıldan yoksun bir topluluk oldukları için bu gerçeklerden habersizdirler ve yaşamlarını çarpık temeller üzerine kurmuşlardır. Bu kişiler ne kadar zeki olurlarsa olsunlar, iman etmedikleri sürece, Yüce Allah’ın kudretini takdir edebilecek, yaşadıkları dünyanın geçiciliğini anlayacak ve bunun sonucunda ne yapmaları gerektiğini kavrayacak bir akla sahip olamazlar. Akıl, sadece Allah’ın dilemesiyle oluşan, iman edenlere ait bir anlayış ve kavrama gücüdür. Yüce Allah Kuran’da düşünmeyen ve akletmeyen insanların bu şuursuzluklarını ve kavrayış eksikliklerini sözden anlamayan, akla sahip olmadığı için, sürekli bağırıp çağıran bir hayvan örneğiyle haber vermiş, bu özelliklerinden dolayı söz konusu insanların kör, sağır ve dilsizler olduğunu bildirmiştir:

“İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.” (Bakara Suresi, 171)

Sonsuz ilim ve hikmet sahibi Yüce Rabbimiz, Kuran`ı son derece anlaşılır, özlü ve hikmetli bir dille Arapça olarak vahyetmiştir. Kuran-ı Kerim`i incelediğimizde, bazı ayetlerde çeşitli benzetmelerin ve örneklerin yer aldığını görürüz.

Yuvarlanan Taşlar Örneği

 Yüce Allah Kuran’da insanlara sonsuz kudretini, makamının yüceliğini ve üstünlüğünü, Kendisi’ne karşı gelenler için hazırladığı azabın şiddetini ve büyüklüğünü detaylı olarak anlatmıştır. İnsan gücü yettiğince Rabbimiz’in tehdit ettiği azabın -cehennem azabının- büyüklüğünü, boyutlarını ve sonsuzluğunu tefekkür etmelidir. Bunun sonucunda kalbinde doğal olarak Allah korkusu oluşacaktır. Bu korku, iman edenlerin Yüce Allah’ın emir ve yasaklarını titizlikle korumalarını sağlar. Kuran’da, bu saygı dolu korkunun ne denli güçlü bir his olduğunu belirtmek için, müminler üzerinde tecelli eden Allah korkusu hikmetli bir örnekle anlatılmaktadır. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir. (Bakara Suresi, 74)

Ayette tarif edilen Allah korkusunun diğer dünyevi korkularla karıştırılmaması için, Yüce Allah Kuran’da, Kendisi’nden korkan müminlerin hislerini, ruh hallerini ve korkularının şiddetini yuvarlanan taşlara benzeterek vurgulamaktadır. Gerçekten de müminin Allah korkusu başka hiçbir korkuya benzemeyen, son derece içli ve saygı dolu bir korkudur. Bu korku diğer korkular gibi insana sıkıntı ve azap veren bir korku türü değildir. Tam tersine, insana kulluğunu ve aczini hatırlatan, onun aklını ve şuurunu açıp geliştiren, insanı çok üstün bir ahlak seviyesine ulaştıran bir korkudur. Bu korku müminin ahirete olan özlemini arttıran, ümit ve şevkini körükleyen bir korkudur. Allah korkusu, müminin Yüce Allah’a olan yakınlığını ve sevgisini kat kat artıran, ona büyük manevi hazlar yaşatan asil bir duygudur.

Sağanak Yağmurda Çıplak Bırakılan Kaya Örneği

 İnfak bir insanın sahip olduğu malını ve imkanlarını Yüce Allah’ın yolunda kullanması demektir. Bu nedenle tüm ibadetlerde olduğu gibi, infak ederken de, bu ibadetin hikmetinin akılda tutulması çok önemlidir. Çünkü infak müminler için manevi bir arınma ve temizlenme vesilesidir.

Malını Allah yolunda, sadece O’nun rızasını kazanmak amacıyla harcayanların mallarında bir eksilme olmayacağı ve kazançlarının daima bereketli olacağı; buna karşılık insanlara gösteriş amaçlı, isteksizce harcama yapanların ise yaptıklarının ahirette kendilerine bir yarar sağlamayacağını Yüce Allah Kuran’da çıplak kalan kaya örneği ile hikmetli bir biçimde açıklar.

Rabbimiz bu kimselerin samimiyetsiz şekilde infak etmelerini ve kazandıkları paranın hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini Bakara Suresi’nde şöyle bildirmiştir:

Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakır. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez. (Bakara Suresi, 264)

İman etmeyenler mallarına dünya hayatında çok değer verirler, büyük bir sevgi ve tutkuyla bağlanırlar. Oysa bu mallar müminler için sadece kendilerine Yüce Allah’ın rızasını kazandırmasını umdukları birer vesiledir. Müminler sahip oldukları herşeyin gerçek sahibinin Yüce Allah olduğunu bildikleri için, infak ibadetini çok büyük bir istekle yerine getirirler. Tüm nimetleri sadece Allah’ın rızasını kazanmak için büyük bir şevkle kullanmaları ve infak etmeyi Yüce Allah’a yakınlaşmaya bir vesile olarak görmeleri, müminlerin Rabbimiz’e olan sadakatlerini, O’nun rahmet ve hoşnutluğunu dünyadaki hiçbir şeye değişmeyeceklerini, bu uğurda herşeyi feda edebileceklerini en güzel şekilde ortaya koyar.

Sahipleri Çok Ortaklı Olan (Köle) Adamın Örneği

 Yüce Allah’tan başka kuvvet sahibi olmadığı Kuran’da bildirilmiştir. Allah’ın yarattığı varlıkların sahipmiş gibi göründükleri güç ise gerçekte Allah’a ait olan sonsuz gücün onlardaki bir yansımasıdır. Allah dilediği anda bu gücü kendilerinden geri alabilir. Bu nedenle bir kimseyi, Allah’ın kendisine bu dünyada geçici olarak ve imtihan için verdiği güç ve kudret nedeniyle gözde büyütmek, ona hayran olmak, bu gücü ona aitmiş gibi görmek bir nevi kişiyi ilahlaştırmak olur. (Allah’ı tenzih ederiz) Gerçekte büyük görülmesi, hayran olunması, kendisinden medet umulması gereken yegane mutlak varlık alemlerin Rabbi Yüce Allah’tır.

Ancak inkar edenler elde ettikleri nimetleri ve gücü Yüce Allah’ın vesile kıldığı maddelere ve şahıslara bağlar ve onlardan medet umarlar. Onlara müteşekkir kalır, onlara şükretmeye çalışırlar. Kısacası, Allah’tan başka güç ve etki sahibi sandıkları sayısız sahte ilahlar edinirler. (Allah’ı tenzih ederiz) Akıllarını kullanmadıkları için, bütün bu sahte ilahları da, onların yaptıklarını da Allah’ın yarattığını, Allah’ın dilemesi ve emri olmaksızın hiçbir şey yapamayacaklarını, hiçbir şeye güçlerinin yetmeyeceğini göremezler. Allah’ı unutarak gücü ve etkiyi O’nun kullarında arayıp, onlara yönelir, onlara şükreder ve onlardan medet umarlar. Bu ise hem şirk hem de çok büyük bir nankörlüktür. Ancak Allah’a ortak koşan kişilerin şuurunda olmadıkları bir gerçek vardır. Bu da Allah’tan başka taptıkları varlıkları hoşnut etmelerinin mümkün olmadığıdır. Bu kimselerin içine girdikleri çıkmazı Rabbimiz Kuran’da şu hikmetli örnekle bildirmiştir:

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah’ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)

Gökten İndirilmiş Su Örneği

Dünya üzerinde güzel olan ne varsa bir gün güzelliğini kaybedecek ve yok olacaktır. Bu gerçek, üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konudur. Çünkü Allah bu örnekleri ``düşünen insanlar`` için açıkladığını bildirmiştir. Sonsuz hüküm ve hikmet sahibi Allah, Kuran`ın pek çok ayetinde dünya hayatının geçiciliğini ve bu konunun önemini bildirmiştir. Bu gerçek, bir ayette şöyle bir örnekle bildirilmiştir:

Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)

Güzel Sözün Güzel bir Ağaca Benzetilmesi

Yüce Allah Kuran`da insanların birbirlerine güzel sözler söylemelerini, güzel hitaplarda bulunmalarını gerektiren bir ahlakı yaşamalarını emretmektedir. Kuran ahlakının bir gereği olan güzel sözün önemine ilişkin Kuran`da çok hikmetli ve etkili bir örnek bildirilmiş; güzel söz güzel bir ağaca, kötü söz ise kötü bir ağaca benzetilerek ayette şu şekilde buyrulmuştur:

Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkanı) kalmamıştır. (İbrahim Suresi, 24-26)

En Güzel Örnekler Allah`ındır

 Sonsuz ilim, akıl ve hikmet sahibi olan Yüce Allah, Kuran`da insanların kavrayabileceği en güzel örnekleri, en çarpıcı benzetmelerle bildirmiştir. Kuran`ın benzersiz üslubuyla zenginleşen, düşünen ve iman eden insanların öğüt alabilecekleri bu güzel örnekler, Allah`ın sonsuz ilmini ve muhteşem yaratışını bizlere gösteren delillerden yalnızca biridir. İlim bakımından her yeri kuşatan Yüce Allah çok hikmetli bir benzetmeyle bu


durumu Kuran`da şöyle bildirmektedir:

Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah`ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Lokman Suresi, 27)

Rabbimiz`in Kuran’da bildirdiği bu benzetmeler, okuyan kişileri düşünmeye ve daha kolay kavramaya yönelten hikmetli bir üsluba sahiptir. Yazı boyunca verilen örneklerde de görüldüğü üzere, müminlerin yol göstericisi olan Kuran`daki benzetmelerin ve tasvirlerin tümü, aktarılan konuyu en açık şekilde anlatmaktadır. Şu bir gerçektir ki, en yüce örneklerin tek sahibi Rabbimiz`dir.

Ahirete inanmayanların kötü örnekleri vardır, en yüce örnekler ise Allah`a   aittir. O, güç sahibi olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nahl Suresi, 60)