21 Aralık 2016 Çarşamba

Derin Düşünmeyen İnsanların Yüksek İdealleri Olamaz


DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Derin düşünmek niçin önemlidir?

Şeytan niçin insanları düşünmekten alıkoymak ister?

www.Kurandaihlas.beyazsiteler.com

Düşünme yeteneği, insana dünya hayatında verilen en büyük nimetlerden biridir. Çünkü insan, ancak düşünerek Allah’ın sonsuz gücünün, kainattaki kusursuz sanatının farkına varır. Yalnızca düşünen bir insan dünya üzerindeki her ayrıntının pek çok hikmetle yaratıldığını, ölümün yakın olduğunu ve dünya hayatında yerine getirmesi gereken bazı sorumlulukları olduğunu kavrar. Kuran’da pek çok ayette ancak düşünen insanların öğüt alabileceği, Allah’ın varlılığının delillerini ancak onların görebileceği bildirilmiştir. Nitekim Kuran’ın indiriliş amaçlarından biri, “(Bu Kuran,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır” (Sad Suresi, 29) ayetinde haber verildiği gibi, insanların ayetler üzerinde iyice düşünmeleridir. Ancak insanların bir bölümü düşünmeyi bir zorluk olarak görürler. Hatta bu insanlar, düşünmenin hayatlarına ve kurulu düzenlerine zarar vereceği gibi bir yanılgıya kapılmışlardır. Bu batıl anlayışa göre en istenmeyen şeylerden biri, insana dünya hayatlarındaki sorumluluklarını hatırlatmak, içinde bulundukları gaflet halinden onları çıkartmaktır.

Şeytan İnsanlara Düşünmemeyi Telkin Ederek, Derin Bir Uyku İçine Sürükler 

Şeytanın insanları sürüklediği uyku hali adeta bir büyü gibi kişiyi kaplar ve bu kişiye tüm sorumluluklarını, niçin var olduğunu, hayattaki amacını, bir gün gelip öleceğini unutturur. Bu uykunun başka bir türü ise dünya hayatının günlük ve rutin işlerine kendini kaptırmaktır. Belki bu insanlar gün içinde pek çok şey düşünüyor, karar veriyor ya da çözümler üretiyor gibi görünebilirler; ama gerçekte düşündükleri şeyler günlük koşuşturmacanın ayrıntılarından başka birşey değildir. Bu düşüncelerin hiçbiri insanın yaratılış amacı, dünya hayatının gelip geçici olduğu ve her canlının bir gün gelip toprak olacağı ile ilgili değildir. Ezberlenmiş, öğretilmiş, kalıplaşmış, alışılmış hareketler, konuşmalar ve tavırlar böyle insanların tüm hayatını o kadar kaplar ki asıl olan gerçekler üzerinde düşünmeye gerek dahi duymazlar.

Bu kişiler kendileri düşünmekten kaçtıkları gibi, başkalarının yaptıkları hatırlatmalardan da şiddetle kaçarlar. Allah’a iman etmeleri, O’nun rızası için yaşamaları ve Kuran ayetleri üzerinde düşünmeleri için yapılan çağrılardan yüz çevirirler.

Sayın Adnan Oktar düşünmenin önemine şöyle dikkat çekmiştir:

ADNAN OKTAR: Televole kültürü tüm dünyada var. Televole kültürünü yaşayan bazı kişiler için sadece eğlence önemli. Şirket promosyon yiyecek dağıtsın, onları yesinler. Bedava otel olsun, gitsinler orada yatıp kalksınlar. Sonra yine promosyon olarak, bedava uçak bileti olsun. Hayatları böyle geçsin istiyorlar. Fakat ne Güneydoğu’daki PKK sorunu onları ilgilendiriyor, ne Afrika’daki insanların açlığı ilgilendiriyor, ne Irak’taki zulüm ilgilendiriyor, ne Filistin’deki kardeşlerimizin çektiği acılar onları ilgilendiriyor, ne dünyanın diğer ülkelerindeki Müslümanların çektiği acılar; hiçbiri ilgilendirmiyor. Ağızlarına dahi almak istemiyorlar. Çünkü böyle bir konu olduğunda eğlencelerinin bozulduğunu düşünüyorlar. Eğlencelerine münafi olduğu için bu konulara girmek istemiyorlar. Mesela televizyonlarda da öyle programlar oluyor, televole programları. Hep vur patlasın, çal oynasın, gülüşmeler, boş izahlar, boş espriler. Dolayısıyla beyinleri uyuşturan, insanların kişiliğini törpüleyen, onların derin düşünmesini, derinliğini ortadan kaldıran günü birlikçi, bedavacı bir ruh geliştiriliyor. Bunun sonucunda da üretim yapmayan, yani vatanına, milletine bir faydası olamayan ve bunu da zaten hedeflemeyen gibi görünen diyelim, bir kısım insanların gelişmesine vesile oluyorlar. Bu çok ciddi bir tehlikedir. 

Bir ara devletimizin mühim bir kuruluşu bu konuda devlete rapor sunmuştu. Televole kültürünün, Türk kültürünü, Türk manevi yapısını yıkıcı mahiyette olduğu ve tehlikeli olduğu, uzun vadede tahribat meydana getirebileceğini belirtmişlerdi. Ama bakıyoruz, yine aynı çizgide, aynı kafada devam edenler var. İstiyorsa, programı yapsın ama, her programın içerisinde insanları büyük ideallere, büyük düşüncelere davet eden, faydalı düşünceleri savunan, güzel ahlakı, sevgiyi, barışı, kardeşliği savunan üslupların aralara yerleştirilmesi lazım. Bunun kimseye bir zararı olmaz, hatta tam tersine faydası olacağı belli.

Bundan ısrarla kaçınılmasının hiçbir açıklaması yok. Hiçbir mantığı yok. Bu yıkıcı bir tavır olur. Yani toplumun psikolojisini, moral değerlerini uzun vadede törpüleyen ve hatta yıkıma dahi götürebilecek bir zemin hazırlayabilir. O yüzden bundan kaçınılmasının elzem olduğunu düşünüyorum... Öyle bedavacılık, promosyonculuk ahlakı, ruhları da törpüleyen bir şey. O tip bir gencin ruhunda sevgi, şefkat, koruma hissi pek gelişmez. Egoistlik ve bencillik gelişir. Egoist ve bencil olan bir insan da sevmez, sevilmez. Yani insanlara karşı sevgi duyamaz, suni, sahte sevgiler olur. Mesela geliyor plajda birilerine karşı yapmacık şekilde bir şeyler söylüyor, o da ona yapmacık bir şeyler söylüyor. Ama karşılıklı belli ki ne bir sevgi var, ne samimiyet var, ne bir saygı var. Geçici bir çıkar ilişkisi var. Bu da çok itici tabii.

Halbuki derin dostluklar, samimi sevgiler, derin tutku, akıl derinliği, Allah ile coşkulu bağlantı, bütün insanları koruyup kollama ruhu çok güzeldir. Ahiret inancı olması lazım bir insanda, vatan millet sevgisi olması lazım. Yüksek idealleri olması lazım. Bunlar olmadığında o insanın ruh dünyası fakir olmuş olur, hatta yıkıma uğramıştır, bir anlamda. (Sayın Adnan Oktar’ın Adıyaman Asu TV’deki Röportajından, 4 Ocak 2010)

www.mehdiyetinsirlari.com

Allah Dünyadaki Her Varlığı Bir Amaç Uğruna Yaratmıştır

Allah kainattaki her ayrıntıyı insanların, üzerinde düşünmeleri için yaratmıştır. Nitekim Allah Kuran ayetlerinde, yeri, göğü ve ikisi arasındakileri kimin daha güzel davranışlarda bulunacağını denemek için yarattığını bildirmiştir. İnsan kısa dünya hayatı boyunca tüm yapıp ettikleriyle denenmektedir. Kendisini yaratan ve ölümünden sonra tekrar diriltip, hesaba çekecek olan Allah’a karşı büyük bir sorumluluğu vardır. Kuran’ı okumak, dinlemek, ayetler üzerinde düşünmek ve anlayıp uygulamak da her insanın en başta gelen sorumluluklarından biridir. Allah bu gerçeğe, “Onlar, yine de o sözü (Kur’an’ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?” (Müminun Suresi, 68) ayetiyle dikkat çekmektedir.

Düşünen kişi, kainattaki bu kadar ince nizamın ve kusursuz yaratılış örneklerinin tesadüfen meydana gelemeyeceğine, var olan herşeyi Yüce Allah’ın yarattığına kanaat getirecektir. Çevresindeki Yaratılış mucizelerini derin derin düşündükçe Allah’ın varlığının delillerini, O’nun yarattığı detaylardaki hikmetleri görerek Allah’a teslim olacak ve sadece O’nun rızasını kazanmak için yaşayacaktır. Bu gerçeği bilen şeytan insanların gaflet içinde bir hayat sürmelerini, Allah’ın ayetlerinden uzak durmalarını, bunun için de düşünmemelerini ister. Allah şeytanın bu hedefini Kuran’da şu şekilde bildirir:

“... Onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım...” (Araf Suresi, 16-17)

Şeytan İnsanları Gaflete Düşürecek Çok Özel Ortamlar Hazırlar

İnsanların zayıf yönlerini kullanarak ince planlar yapmak, senaryolar oluşturmak  ve bunları insanların nefislerinin en çok hoşlanacağı, en çok zevk alacağı hale getirmek şeytanın başvurduğu yöntemlerdendir. Din ahlakından uzak insanlar da böyle ortamlarda, iman eden kişilerin aksine Allah’ı unutarak, ahireti hiç düşünmeyerek gaflet içinde bir ruh haline girerler.

Örneğin bazı eğlence yerleri şeytanın bu ince planını kolaylıkla uygulamaya koyduğu mekanlardır. Çünkü dinden uzak yaşayan birtakım insanlar, bu gibi yerlerde hiçbir şey düşünmeden, boş bir zihinle vakit geçirebilmektedir. Bu mekanlarda en değer verilen şeyler giyilen kıyafet, takılan takı, harcanan para ve çevredeki insanlardır. Kimsenin birbirini duyamadığı şiddetli bir müzik, dumandan kimsenin kimseyi göremediği puslu bir hava, patlayan flaşlar, yüksek sesli konuşmalar ve bağırtılar biraraya gelince, Allah korkusu olmayan insanların dikkatini kesinlikle toparlayamayacağı ve düşünemeyeceği ortam tamamlanmış olur.

Elbette insanların eğlenmeleri, neşe içinde olmaları, sohbetinden hoşlandıkları kişilerle birlikte olmaları güzel nimetlerdir. Ancak, kastedilen ahiretin unutulduğu, Allah’ın adının anılmadığı ortamlardır. Yaratılış amacını tamamen unutmuş, Allah korkusunu kalbinde hissetmeyen, eğlenmek için değil buradaki gafil havayı yaşamak için vaktini böyle yerlerde geçiren kişilerin ne hayatın gerçek amacını düşünecek ne de anlayacak halleri kalmaz. Zaten böyle kişilerin, bu tür mekanları tercih edişlerindeki sebeplerden biri de “herşeyi unutmak” ve “düşünmemek”tir ki, bunu da sık sık dile getirirler. Böyle mekanlara, kendi ifadeleriyle “kafasını boşaltmak için gelen” bir insan, on dakika önce aklı başında davranırken, bir anda her türlü taşkınlığı normal karşılamaya başlar. Yine kendi ifadeleriyle “çılgınca eğlenmek” adına her türlü garip davranışı  makul karşılar, olan bitenlere karşı duyarsızlaşır. 

Bu gibi gafil ortamlarda Allah korkusu hissetmeyen insanların zihinlerinden faydalı bir düşüncenin geçmesi neredeyse imkansızdır. Kaldı ki böylesine kontrolden çıkmış, şiddet ve ahlaksızlığın teşvik edildiği bir ortam, burada bulunan kişilerin tam anlamıyla şeytanın telkinlerine açık duruma gelmesine zemin oluşturur. Ve böylelikle şeytan insanların, “düşünmeyin!” şeklindeki emrine itaat etmelerini sağlamış olur. Allah, “Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun...” (İsra Suresi, 64) ayetiyle de şeytanın bu yöntemini haber vermiştir.

İnsanların bir kısmının yoğun bir gaflet içinde yaşadıkları bu hayat, günümüzde sadece eğlence mekanları ile kısıtlı değildir. Bağırtıyla, gürültüyle, taşkınlıklarla insanların Allah’ın ayetlerini düşünmekten uzaklaştırıldıkları her ortam, şeytanın yukarıda bahsettiğimiz planının bir parçasıdır. Futbol maçlarında tribünleri, konserler sırasında stadyumları dolduran kalabalıklardaki bazı kişilerin oluşturdukları ve benzeri ortamlarda, şeytan aynı yöntemlerle kimi insanları düşünmekten uzaklaştırmaktadır. Birçok insan böyle yerlere eğlenmek, keyifli bir spor karşılaşması izlemek ya da güzel bir ses dinlemek için değil, insanlara bağırmak, kavga etmek, olay çıkartmak kısacası her türlü çirkin tavrı göstermek için gelir. Üstelik böyle yerlerde bir iki kişi değil, binlerle, on binlerle sayılabilecek bir kalabalık, toplu olarak birbirlerini olumsuz yönde etkileyebilir ve topluca gafil bir havaya girebilir.

Böyle bir ortamda birçok insan Allah’ın kendisini her yönden sarıp kuşattığını, her an ölüm melekleriyle karşılaşabileceğini aklına getirmeyebilir.

www.Allahinrizasi.imanisiteler.com

Düşünmekten Kaçınmak İnsanı Ölümden Kurtaramaz


Benzer mekanları gaflete kapılmak için bir fırsat olarak değerlendiren ve gerçeklerden kaçan insan, ölüm meleklerini hiç beklemediği bir anda karşısında gördüğü zaman artık herşey için çok geçtir. Çünkü kişi dünya hayatını boş amellerin peşinde geçirmiş ve Kuran ayetlerini düşünmekten sürekli kaçmıştır. Düşünmemek için türlü yöntemler denemiş, şeytanın oyunlarına kanmıştır. Oysa ölümü, hayatın geçiciliğini, Allah’a karşı sorumluluklarını düşünen bir kimsenin böyle gafil bir hali kabullenmesi mümkün değildir. Allah’ın her an canını alabileceğini ve ağzından çıkan her söz, aklından geçen her düşünce ve yaptığı her hareketten hesaba çekileceğini bilen bir kişi, nasıl bir ortamda olursa olsun bu gerçekleri aklından çıkarmaz ve gaflete kapılmaz.

Unutulmamalıdır ki, bir mekanda, Kuran ahlakına uygun şekilde eğlenmek yerine taşkınlık yapan bir kişiye de, o taşkınlıkları teşvik edenlere de, masaları devirip pervasız şekilde israf edenlere de ölüm aynı yakınlıktadır. Belki o kişi dışarı çıkar çıkmaz ölüm melekleriyle karşılaşacak, hiç beklemediği bir anda kendini Allah’ın karşısında hesap verirken bulacaktır.

İşte ölüm insana bu kadar yakınken, kişinin gaflet içinde hayatına devam etmesi, freni kopmuş bir kamyonun hızla üstüne geldiğini gördüğü, çarpıp onu parçalayacağını bildiği halde imkanı varken önünden çekilmemesine benzemektedir. Kişi isterse ömrü boyunca yüzlerce, binlerce kez taşkınlıklar sergilemiş, hatta bütün hayatını böyle geçirmiş olsun, ölüm melekleri canını alırken tüm yaşadıklarını geride bırakacaktır. İnsan eğer bu zamanlarını Allah’ın varlığından gafil olarak geçirdiyse o gün, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda “dünyayı doya doya, hakkıyla yaşamak” şeklinde ifade edilen bu gafil hayatın, kendisine kayıptan başka birşey getirmediğinin farkına varacaktır. Rabbimiz’i ve hesap gününü unuttuğu için yaptığı her türlü sorumsuzluğun pişmanlığını yaşayacaktır. Allah Kuran’da inkarcıların gaflet içindeyken, kendilerine gelen hatırlatmalara verdikleri tepkileri şöyle bildirmektedir: 

“İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar. Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır...”(Enbiya Suresi, 1-3)


Bu konuyu önemli kılan asıl sebep, inkar edenlerin gerçekleri -Allah’ın varlığına dair delilleri ve Kuran’ın hak kitap olduğunu- kasıtlı olarak görmezden gelmeleridir. Bu kimseler bu gerçekleri bile bile inkar eder, düşünmek istemezler. Allah’ın “… Oysa onlardan bir bölümü Allah’ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlardı.” (Bakara Suresi, 75) ayetinde bildirdiği gibi akıl erdirmekte, ama inkar etmektedirler. Çünkü yaratılış gerçeğini fark etmek ve Yüce Allah’ın eşsiz sanatını takdir edebilmek için uzun uzun düşünmeye, saatlerce  araştırmaya ya da okumaya gerek yoktur. İnsan vicdanının sesini dinleyip, samimi bir kalple biraz dikkat sarf ettiği, birkaç saniye düşündüğü takdirde yaratılış gerçeğini inkar edemeyecek duruma gelecektir. Yapması gereken tek şey; vicdanının sesine kulak vermesi ve şeytanın düşünmeyi engelleyen, olumsuz yöntemlerine karşı dikkatli olmasıdır.

www.ruhunsirlari.imanisiteler.com

Bazı insanlar düşünmenin insana “zarar verdiği” şeklinde batıl bir inanışa sahiptir. Bu büyük yanılgı, aslında şeytanın, insanların Allah’ın ayetleri üzerinde düşünmelerini engellemek için kullandığı bir taktiktir. Şeytan insanlara verdiği bu telkin sayesinde düşünmenin onları zora sokacağı, yorulmalarına sebep olacağı gibi bir telkinde bulunarak, onları Kuran’dan uzak tutar. Hatta bazı toplumlarda fazla düşünmenin insanı sözde delirteceğine inanılır. Bu inanç, şeytanın diğer oyunları gibi bir aldatmacadır. Aksine insan düşünmediğinde, düşünmemesinden kaynaklanan akılsızlıklardan ötürü pek çok sıkıntı yaşar.


17 Kasım 2016 Perşembe

İmtihan Güzeldir

                                              1-DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

                                              2-DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Hz. Adem (as)’dan itibaren her insan farklı bir yaratılış, farklı bir karakterle var olmuştur. Her insanın parmak izleri nasıl birbirinin aynısı değilse, her insanın tabiatı, kişiliği de kendine has bir yaratılışla var edilmiştir. Allah insanları birbirinden farklı kaderlerle var etmiştir. Herkes kendi kişiliğine, hassasiyetine ve eksikliklerine göre kaderinde yaratılan çeşitli detaylarla Allah tarafından denenir, eğitilir yani imtihan edilir. 

Her insan fıtrat fıtrat yaratılmıştır. Kimi insan uysaldır, sevecendir. Kimi insan heyecana, korkuya, ürkmeye yatkındır. Kimi insan öfkeye yatkındır, kimi hemen üzüntü duymaya; kimisi ise tartışmaya. Burada onlarca madde sıralayabiliriz. Benzerlikler olabilir ama aslında her insan Allah Katında özel olarak var edilmiştir. Bu Yüce Rabbimiz’in yaratma sanatındaki çeşitliliktendir.

İmtihan insana çeşitli yönlerden mutlaka gelir çünkü dünya bunun içindir. Dünya ahirette güzel bir kabul ile kabul edilip karşılanmamızı sağlamak için yaratılmış bir test mekanı, bir sınama yeridir.

Rabbimiz Mülk Suresi’nin 2’inci ayetinde “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” diye buyurur.

İşte bu yüzden dünyanın eksiği asla tükenmez. Bu yüzden tam her şey düzgün ilerliyor, her şey istenildiği gibi gelişiyor derken Allah o insan için olayları farklı bir biçime sokabilir. Hiç umulmadık bir anda hayatında pek çok beklenmedik süprizlerle karşılaşabilir. Yapmayacağım dediği bir hatasını insan tekrarlayabilir. Hiç beklemediği bir anda hastalıklarla karşılaşır, malını, mülkünü kaybedebilir, düzen içinde ilerlediğini düşündüğü hayatının tamamen değiştiğini görebilir. Bir anda sevdiklerinden uzak kalabilir; özlemle imtihan olabilir. İşte bu noktada imanlı olan kişi, tercihini Allah’tan yana yapmalıdır. Önemli olan Allah’a yönelmektir. Allah’ın istediğini, İslam’ın hayrına olanı tercih etmektir, önemli olan İslam yolunda el birlik gayret eden Müslümanlarla güzellikle hep birlikte deccaliyete karşı ilimle, bilimle ve fikirle mücadele vermektir.

Herkes fıtratındaki eksikliği gidermesi, ruhunu olgunlaştırıp, sağlamlaştırması, tamir edebilmesi için çeşitli olaylarla imtihan olur. Bir insan iman ediyorsa bu gerçeği unutmadan karşılaştığı olayların gizlideki manasını görmeye çalışmalıdır. Hiç bir güzellik emeksiz elde edilmez. Aslında insan hayatında denenme olarak verilen tüm bu sınamalar, değişkenlikler, ilk anda çoğu zaman eksiklik zannedilen detaylar, Allah Katında müthiş hayırlarla yaratılmış, ardında üst güzellikleri barındıran sırlardır. İnsanların çoğunluğu olaylara sadece kendi küçük boyutlarından bakabildikleri için, yaşadıklarının hikmetlerini göremez ve kavrayamazlar. İşte bu noktada müminin değeri ortaya çıkar.

Hikmetini bilemediği bir konuyu, Allah taraflısı olarak, pozitif değerlendirmeyi tercih ettiği için mümin hayırlıdır, kıymetlidir. Şefkat duyulmaya layık bir varlıktır. İman eden insan sevilmeye layıktır, çünkü o bilmediği bir şeyde Allah’a hüsn-ü zan ederek, Allah’ın mutlaka hayır ve güzellikle onu koruduğuna iman ederek yaşar.

İnsan acizlikler içerisinde, sınırlı bilgilerle yaratıldığı dünyasından baktığında Allah’ın sırlarını Allah’ın dilemesi dışında bilemez. Yüce Rabbimiz’in sonsuz hayırlarla birlikte yarattığı kaderin güzel seyrinde, insan en yüksek güvenliğin altındadır; esirgenmektedir, korunmaktadır, gözetilmektedir. Her şey Yüce Rabbimiz’in mükemmel iradesi altında mutlak bir hayır ve güzellik içinde oluşmaktadır. Bu gerçek mutlaka iyice düşünülmeli, bilinmeli, her an hatırlanarak bunun huzuruna, güzelliğine teslim olunmalıdır.

Allah her kulu için mutlaka güzellik ister, her zaman daha hayırlısını diler, ahirette onu sonsuz güzel bir güvenlik içinde yaşatmak ister. Ahiret hayatını hak etsinler diye de Allah kullarını dünyada sınamadan yani bir testten geçirir. Bu, iman edenler için olduğu kadar iman etmeyenler için de geçerlidir. Allah çeşitli denemelerle insanları düşünmeye ve imana yöneltir. Dünyadaki nimetler ve güzellikler yine imtihanın gereği olarak iman eden-etmeyen tüm insanlara sunulmuştur ama ahirette aradaki fark belli olacak ve bu nimetler yalnızca iman edenler için en güzeliyle var edilecektir. İman eden her insan Rabbimiz’in Duha Suresi, 11’inci ayetinde buyurduğu gibi mutlaka bilmelidir ki, “Şüphesiz onun için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır”.

Güzeller güzeli Allah’ımız hep kullarını bağışlamak ister, onlar için iyilik, hayırlar diler. Dünyada tek tek her şey, yiyeceklerden, teknolojiye kadar her detay, Allah tarafından insanlara yüksek birer konfor-nimet olarak yaratılmıştır. Rabbimiz sonsuz şefkatlidir. Rabbimiz’in Nisa Suresi 147’inci ayetinde buyurduğu gibi, “Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün karşılığını verendir, bilendir.”

Kulların yapması gereken, herşeyde Allah’a güzel bir tevekkül ve sevgiyle yönelmek, derin bir imana ve içli bir ruha sahip olmak için gayret etmektir. Unutmayalım ki Allah’a boyun eğmek, karşılaşılan her olayda hayrını baştan hemen peşinen kabul ederek, güzel bir sabırla sabretmek insanın hem kendisine hem de çevresine huzur verecektir.


23 Ekim 2016 Pazar

Gerçek dost, kulları için hep güzellik isteyen Allah'tır

                                         DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Kulları için bir imtihan ortamı olarak dünya hayatını yaratan Allah, onlar için sayısız nimetler bahşetmiştir. İhtiyacı olacak veya seveceği her türlü koşul daha insan varolmadan önce kendisi için hazırlanmıştır. Soluyacağı tertemiz hava, gökyüzünde uçan birbirinden güzel kuşlar, sayısız çeşitlilik ve güzellikteki bitkiler, son  derece estetik çiçekler, eşsiz nimetler, sevdiği insanlar, kalpte coşku oluşturacak derecede sevimli ve güzel canlılar, kusursuz bir denge sistemi ve daha pek çok detayı Allah kendisi için varetmiştir. 

İnsan dünyaya geldiğinde ihtiyacı olan herşeyi hazır olarak bulur. Büyük bir konforla donatılmıştır. Herşey kendi boyutlarına ve yaşam koşullarına uygundur. Meyveler, yiyecekler, tüm dünya, içeriğindeki her ayrıntıyla tamamıyla insanın yaşam koşullarına uygundur. İnsanın ise bunları elde etmek için göstermesi gereken  neredeyse hiçbir çaba olmamıştır. Mükemmel bir denge ve düzenle karşı karşıyadır. Tüm bunları en ince detayına kadar onun için Rabbimiz varetmiştir.

Bunların yanı sıra imtihan ortamı olan dünya hayatı için, kullarına kılavuz olmak üzere elçileri aracılığıyla içinde hiçbirşeyin eksik bırakılmadığı bir de kitap indirmiştir. İnsanın ihtiyacı olan her konuyu içinde bulduğu, Allah’ın rızasını kazanmanın yollarının apaçık anlatıldığı bir kitap: 

“...Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık...” (Enam Suresi, 38)

İnsana doğruyu yanlıştan ayıracak, hangi davranışların ve ahlakın Allah’ın rızasına uygun olacağının tarif edildiği, ihtiyacı olabilecek her konuyu eksiksiz olarak bulacağı hikmet dolu, yol gösterici bir kitap indirilmiştir:

“Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.” (İbrahim Suresi, 1)

Herşeyi kendisi için en kapsamlı ayrıntılarla hazırlanmış olarak bulan insanın üzerine düşen ise Allah’ın emir ve tavsiyelerinin bulunduğu Kuran’a uygun bir ahlakla yaşamasıdır. Yalnızca Allah’a yönelmiş bir kul olarak, hayatını, kendisi için sonsuz aklıyla en güzel detayları yaratmış olan gerçek dostunun, velisinin yani Yüce Allah’ın rızasına uygun olarak şekillendirmesidir. Sevilmeye, anılmaya, yüceltilmeye, güvenilmeye, gerçek bir dost olarak yönelinmeye tek layık olan, insana herşeyi daha kendisi bile bunlardan haberdar değilken bahşeden Allah’tır.

Allah’ın tek dostu olduğunu bilen, O’nun gücüne ve kudretine sığınmış, O’nun üstün aklına ve rahmetine güvenen bir insanın, tek vekili de Yüce Allah’tır. Allah’ın yaptığı herşeyin güzellik, hayır ve üstün bir aklın tecellisi olduğunu bilen bir insan yalnızca Rabbimiz’e güvenip, dayanır, yalnızca O’na sığınır. Dolayısıyla imtihan ortamı olarak yaratılan dünya hayatında iman eden bir insanın temel vasıflarından bir tanesi Allah’a tevekkül olmalıdır. Tevekkül insanın Allah’a güvenip dayanması, O’nu vekil edinmesidir. Her anı, muhatap olduğu her olayı Allah’ın yarattığının farkına varmış bir Müslümanın tüm hayatı boyunca Allah’a tam tevekkül ile derin bir güven içerisinde olması imanının bir gereğidir. 

Kendisi hiçbir şey değil iken onu yaratan, nimetlerle her yerden çepeçevre sarıp kuşatan Allah’a gereği gibi teslimiyet göstermek imanın en temel özelliklerindendir. 
Sürekli sonsuz güzel ahlakıyla hayırlar yaratan Allah’tan başka, insanın vekil edinebileceği hiçbir dostu yoktur. Dolayısıyla Kuran ahlakına uygun yaşayan bir Müslümanın hayatı boyunca tevekkül edeceği tek varlık Yüce Allah’tır. Allah, “Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter.” (Ahzap Suresi, 3) diye buyurmuştur.

''Kendinde olanı değiştirmek'' ne demektir?

                                 DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ 

Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.(Enfal Suresi, 53)

Allah Kuran'da, insanlara verdiği nimeti artırmasında ya da azaltmasındaki bir ölçünün de, kişinin ‘kendinde olanı değiştirmesi’ olduğunu bildirmiştir. Bu ayet inanan insanlara çok önemli bir sırrı haber vermektedir. Eğer bir insan, bir konuda gerçekten içten ve samimi bir değişiklik yaparsa, bu inşaAllah, Allah Katında mutlaka en güzel şekilde karşılık görür. Allah, kullarındaki samimi değişikliği gören ve bilendir. Ve Allah, bu samimi değişimin neticesince müminlere, mutlaka bir nimet artışı olacağını vadetmiştir.

Aynı şekilde, insanın sahip olduğu nimetleri takdir edemeyen bir ahlak içerisinde olması da, Allah'ın bu nimetleri azaltmasıyla sonuçlanabilir. Bu da yine Allah'ın Kuran ile bildirdiği bir vaadidir. Kuran'da Allah'ın bu adetullahını açıklayan ayetlerden bazıları şöyledir:

Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.(Nahl Suresi, 112)

Andolsun, Sebe' (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)."

Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece Biz de onlara Arim selini gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük.

Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız?(Sebe Suresi, 15-17)

Elbetteki Allah dünya hayatını pekçok sırla birlikte yaratmıştır. Allah bir insanın sahip olduğu nimetleri, gösterdiği ahlak nedeniyle artırıp azaltabileceği gibi, hiçbir sebep yokken, o kişinin imanını sınamak için de değiştirebilir. Dolayısıyla bir nimet artışı, her zaman için o kişinin ahlakındaki bir düzelmeden kaynaklanmayabilir. Aynı şekilde bir nimet eksilmesi de her zaman için, kişinin kötü ahlak gösterdiğinin bir delili değildir. Kuran'da, Allah'a karşı inkarcı bir ahlak içerisinde olan kimselere Allah'ın özel olarak nimet verdiği anlatılarak, bu önemli sır insanlara bildirilmiştir:

Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)?Hayır, onlar şuurunda değiller.(Müminun Suresi, 55-56)

Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azaplandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister.(Tevbe Suresi, 55)

Bu ayetlere göre, bir insanın hayatındaki nimet kaybının ya da nimet artışının pek çok anlamı olabilir. Bu nedenle mümin, böyle bir durumla karşılaştığında, hemen Kuran'da bildirilen tüm bu ihtimalleri düşünerek, kendi içinde bir ‘vicdan değerlendirmesi’ yapar. Elindeki nimetlerde bir eksilme olduysa, yapmış olabileceği muhtemel hataların, böyle bir nimet kaybına sebep olabileceğini düşünerek Allah'a sığınıp tevbe eder. Ya da hayatındaki nimetlerde bir artış olduysa, Allah'ın lütfederek kendisine nimetini bağışlayıp artırdığını düşünerek Allah'a gönülden şükreder. Aynı zamanda da kendisine verilen nimetlerin ayetlerde bildirildiği gibi, o andan sonraki hayatı için bir deneme olduğunu düşünüp ahlakını daha da güzelleştirmeye ve Allah'ın rahmetine gereği gibi layık olabilmek için daha çok çaba harcamaya çalışır.

Ancak mümin, ayette bildirilen ‘bir kavim kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir’ sırrı üzerinde çok samimi ve vicdanlı bir şekilde düşünmelidir. Allah'ın bu ayette bildirdiği değişim, sadece ‘yüzeysel bir değişim’ değildir. Allah, ‘kalpten, imanla, Allah korkusuyla, şevkle, samimiyetle, gönülden bir değişimi’ bildirmektedir. Yoksa insan, bazen bir konuda olabilecek tüm tedbirleri alır. O konuyu çözüme kavuşturabileceğini düşündüğü fiili eylemleri kusursuz olarak yerine getirir. Dıştan bakıldığında, bu kişinin gerçekten çok çaba sarfettiği açıkça anlaşılır. Ama sonuçta yine de ayette bildirildiği gibi, kişinin hayatında bir nimet artışı olmayabilir. Elbetteki yukarıdaki ayetlerde açıklandığı gibi, insanın hayatındaki nimet eksikliğinin devam etmesinin pek çok başka sebebi ve hikmeti olabilir. Ancak bu durumun bir sebebi de ‘kişinin, kendini sadece dıştan, yani yüzeysel olarak değiştirmiş olması’ olabilir.

Fakat bazen kimi insanlar, çabalarındaki bu yüzeyselliği fark edemez ve ‘neden hala çabalarının sonuç vermediğini’ anlamaya çalışırlar. Aslında bunun sebebi çok açıktır: Kişi derin düşünmediği için, ahlakını da derinlemesine değiştirememiştir. Ama bu eksikliğin gereği gibi şuurunda olmadığı için, ‘çok çaba harcadığını, ama yine de istediği sonuca ulaşamadığını’, ‘başarılı olamadığını’, ‘çabalarının işe yaramadığını’ (Allah'ı tenzih ederiz) düşünür.

Oysa tam anlamıyla çok büyük bir yanılgı içerisindedir. Allah Kuran'da, hiçbir kuluna ‘tek bir hardal tanesi kadar dahi haksızlık yapılmayacağını’ (Enbiya Suresi, 47) bildirmiştir. Dolayısıyla bu konumdaki bir insanın Allah'ın bu sonsuz adaletini bilerek, ‘Allah sonsuz adalet ve merhamet sahibidir. Eğer Allah benim durumumu değiştirmediyse, demek ki bende hala çok önemli bir eksiklik var. Nerede yanlış yapıyorum acaba?’ diye düşünüp, bu sorusunun yanıtını da yine Kuran'da araması gerekir.

Kuran ayetlerinde, Allah'ın bir insanda istediği en önemli özelliklerden birinin ‘samimiyet’ olduğu bildirilmiştir. Samimiyet, insan ne kadar kusurlu ve eksik olursa olsun, onu doğru yola ulaştıracak, Allah'ın rızasını kazanmasına vesile olacak çok önemli bir mümin alametidir. Eğer insan, şeytanın mantıklarını, nefsinin etkisini tamamen dışta bırakarak, Allah'a karşı çok samimi, dürüst ve Allah'tan yana düşünecek olursa, -Allah'ın dilemesiyle- bir konuda hemen en doğru olanı bulabilecek yetenektedir. İşte bu konuda da Kuran'a samimiyetle bakan bir insan da, ‘asıl eksikliğinin, dışta gösterdiği fiili çabada değil, kendi içindeki niyetinde olduğunu’ görecektir.

Zira Allah'ın ayette belirttiği ‘değişme’, insanın içinde Allah'a karşı çok samimi bir karar almasıdır. Allah'ın beğenmeyeceği bir ahlak göstermemeye kesin olarak karar vermesidir. Aksini yapmış olmaktan çok büyük bir pişmanlık ve vicdan azabı duyarak kendisini değiştirmeye çok samimi niyet etmesidir. Ve bu kararında, ‘her ne olursa olsun geri adım atmayacak, gevşeklik göstermeyecek ve istikrarlı olacak bir imanda olması’dır. İşte insan kendi içinde böyle bir karar aldıktan sonra, ayette bildirildiği gibi, ‘Allah'ın, kendisine karşı bağışladığı nimetini de değiştirmesini’ umabilir.

Elbetteki insan hiçbir zaman için bir iyiliği, güzelliği yalnızca ‘nimet elde etmek’ için yapmamalıdır. Müminin asıl hedefi Allah'ın rızasıdır. Mümin, hiçbir dünya nimetini, Allah'ın rızasına, sevgisine, dostluğuna ve yakınlığına değişmez. Tüm bunlar, dünyadaki nimetlerin tamamı biraraya gelse, yine de hiçbiriyle değişilmeyecek çok büyük bir nimetlerdir. Dolayısıyla ‘kendinde olanı değiştirirken’ müminin amacı da asla yalnızca ‘daha çok nimete kavuşmak’ değildir.

Eğer bir insan, ayette haber verilen bu sır gereğince, tüm bu yönleriyle de düşünerek samimi bir adım atarsa, -Allah'ın izniyle- Allah ona, ‘daha önce kendisinden alınan nimetlerden çok daha güzelini ve hayılısını vereceğini’ vadetmiştir. Çünkü Allah'ın kullarından istediği asıl istediği, ‘sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse)’ sözleriyle bildirdiği gibi, ‘samimiyet’tir:

Ey Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse size sizden alınandan daha hayırlısını verir) ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."(Enfal Suresi, 70)


Kuran kolaya yöneltir

                                DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Allah, tarih boyunca tüm insanlara doğruyu bulmaları, kesin olan bilgiye ulaşabilmeleri ve güzel ahlakı tanıyabilmeleri için kutsal kitaplar ile bu kitapları onlara ileten ve açıklayan peygamberler göndermiştir. Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği son kitap ise Kuran'dır.

Kuran kıyamete kadar geçerlidir

Kuran'ın kıyamete dek geçerli olduğunu ve korunacağını bilen müminler bunun huzur ve güvenini yaşarlar. Kuran, insanın her hükmünden, her emrinden kesin olarak emin olduğu, vicdanı hür ve rahat bir şekilde, tabi olacağı bir kitaptır. İnsanların böylesine "emin" bir yol göstericisinin olması Allah katından verilmiş çok büyük bir nimet ve rahmettir. Allah, Kuran'ın müminler için önemini bir ayetinde şöyle haber vermektedir:

...Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89)

Kuran'ı kendisine rehber edinen bir insan, yaratılış amacını ve sırlarını, Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmanın yolunu, cennet ve cehennemde nasıl bir hayat olacağını, en güzel ahlakı ve daha birçok bilgiyi en doğru ve eksiksiz şekliyle öğrenir. Kuran'da herşey açıklanmıştır.

Bir insanın din hakkında sorabileceği ve kendisine başka insanlar tarafından yöneltilebilecek her türlü soru Kuran'da cevaplanmıştır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

"Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, Biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım." (Furkan Suresi, 33)

Kuran ayetleri ile din hakkında herşeyin bilgisi verilmiştir. Bununla birlikte Allah Kuran'ın indiriliş sebeplerinden birinin de insanların ihtilafa düştükleri konuların açıklanması olduğunu bildirmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik." (Nahl Suresi, 64)

Ayette görüldüğü gibi Kuran, Allah'a iman eden, salih kullar için büyük bir rahmet ve her konuda yol göstericidir. Allah, Kuran yoluyla bize bilemeyeceğimiz, yaratışının sırrı olan konuları bildirir ve tüm insanları bu bilgilerle uyarır.

Örneğin Kuran'da şeytanın varlığı, özellikleri, amacı, insanlara hangi yönlerden yaklaşabileceği, ne gibi yöntemler kullanabileceği, şeytanın sinsi karakteri ve daha pek çok bilgi verilmektedir. Bunun da ötesinde, bir insanın şeytanın etkisinden nasıl çıkabileceğinin yolu gösterilmektedir. Kuran'da şeytan hakkında anlatılanlar müminler için çok büyük bir kolaylıktır Çünkü bu sayede şeytan gibi sinsi ve kendilerine görülmez yollarla yaklaşan bir düşmana karşı insanlar daima uyanık olurlar.

Kuran, herkesin anlayabileceği bir dile sahiptir

Kuran'ın kıyamete dek geçerli olduğunu ve korunacağını bilen müminler bunun huzur ve güvenini yaşarlar. Kuran, insanın her hükmünden, her emrinden kesin olarak emin olduğu, vicdanı hür ve rahat bir şekilde, tabi olacağı bir kitaptır. İnsanların böylesine "emin" bir yol göstericisinin olması Allah katından verilmiş çok büyük bir nimet ve rahmettir. Allah, Kuran'ın müminler için önemini bir ayetinde şöyle haber vermektedir:

Allah yine bir kolaylık olarak, insanların daha kolay kavrayıp anlayabilmeleri için Kuran'da ayetleri çeşitli şekillerde açıklamıştır. Allah Kuran'ın bu üslubunu ayetlerinde şöyle bildirir:

"Andolsun, Biz onlara bir Kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık." (Araf Suresi, 52)

"Bak, iyice kavrayıp-anlamaları için ayetleri nasıl çeşitli biçimlerde açıklıyoruz?" (Enam Suresi, 65)

Allah'ın bu hükümlerine rağmen, insanların genel olarak düştükleri önemli hatalardan biri, Kuran'ın her insan tarafından anlaşılır olmadığını düşünmeleridir. Çoğu insan Kuran'ın okunması, anlaşılması ve yaşanabilmesi için uzun yıllar süren bir eğitime ihtiyaç olduğunu zanneder. Bu yargıya varan kişilerin büyük bir kısmı ise bir kez bile Kuran'ı okumamıştır aslında. Veya okumuştur ama anlamayı denememiş, daha başından ayetleri anlamayacağı yönünde kendini şartlandırmıştır. Halbuki Kuran, Allah'ın ayetlerinde bildirdiği gibi apaçıktır. Bu yüzden de samimi olarak Kuran'ı okuyan her insan onu kolaylıkla anlayabilir.Kuran'ın dilinin son derece anlaşılır olması insanlar için çok büyük bir nimettir. Nitekim Allah insanların Kuran'ı rahatlıkla okuyup anlamaları için kolaylaştırdığını bir ayetinde şöyle bildirir:

"Biz bunu (Kuran'ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için." (Meryem Suresi, 97)

Allah, rahmetinin ve merhametinin bir sonucu olarak, insanların anlayışı için dinini bu kadar kolaylaştırmışken, insana düşen sadece Allah'ın bildirdikleri üzerinde düşünmek ve onları uygulamaktır. Ne var ki, pek çok insan böylesine kolay bir yol varken, zor olanı tercih etmektedir. Kendilerine yanlış yol göstericiler aramakta, yaşamlarının amacını öğrenebilecekleri, ebedi kurtuluşlarına vesile olacak Kuran'dan uzak yaşamaktadırlar.

Kuran tek hidayet rehberidir

Kalpleri tatmin bulmuş olarak Allah'a bağlanan halis müminler, Kuran'ın hüküm ve hikmet sahibi olan Rabbimizden gönderilmiş bir hidayet rehberi olduğunu bilirler. Allah Kuran'ın "müminler için bir öğüt ve sinelerde olana bir şifa" (İsra Suresi, 82) olduğunu bildirmiştir.

Kuran ayetleri ile insanın aklında oluşabilecek sorular ve şüpheler tamamen ortadan kalkar ve insan kendisi için en uygun olan ahlakı ve yaşam biçimini öğrenmiş olur. Bu nedenle Kuran, kendisine uyanlara manevi bir şifa ve iyileşme sağlar.

Şu çok önemli bir noktadır: Allah insanları İslam fıtratını yaşadıkları takdirde mutlu, huzurlu, aklen ve bedenen sağlıklı olabilecekleri şekilde yaratmıştır. Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi, Kuran insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran yegane hak Kitap'tır:

"Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirilmiştir" (İbrahim Suresi, 1)

Allah'ın kitabının nuruna uyanlar, yol göstericiliğine tabi olanlar, -Allah'ın dilemesi ile- dünyada ve ahirette daima kolaylıklarla karşılaşacak ve güzel bir hayat yaşayacaklardır.


Allah'ın ruhunu taşıdığını bilen bir insan nasıl yaşar?

                                    DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Bu gerçeğin şuuruna varan her insan, yaratılmış tüm varlıkların Allah'a ait olduğunu kavrar ve Rabbimiz'in bu üstün yaratışının hikmetlerini anlamaya çalışır. 

Dünya hayatının, kendisine gösterilen görüntüler doğrultusunda yaşadığı bir imtihandan ibaret olduğunun; asıl hayatın ise sonsuz ahirette yaşanacağının farkına varır. 

Hırs ve tutkuyla, hayalden ibaret olan bir dünyayı elde etmeye çalışmanın mantıksızlığını anlar. Asıl olarak, varlığın ve sonsuzluğun gerçek hakimi olan Rabbimiz'in rızasını kazanmaya çalışır. Asıl sevgisini, bağlılığını, her şeyin tek ve gerçek sahibi, Varlığı her şeyi kuşatmış olan, sonsuz kudret sahibi Rabbimiz'e yöneltir.

Bu gerçeği kavramasıyla birlikte, hiçbir değeri olmayan geçici dünya hayatı için hırslara kapılıp üzülmek, menfaat elde etmek için çabalamak, bunun için zalimliğe, gaddarlığa ve acımasızlığa yönelmek yerine, güzel  ahlakıyla nimetlerin sonsuz olanının dilediği an insana sunulduğu cennet hayatını kazanmayı hedefler. 

Her şeyin aslına ve en güzeline ahirette kavuşacağını umut eder ve bu sonsuz hayatta pişman olmamak için gücünün yettiği en fazla çabayı harcar. Rabbimiz'in kudretini gereği gibi takdir edebildikçe, Allah'ın cennetteki sonsuz nimet gibi, cehennemde de sonsuz bir azap yarattığını anlar.

Allah'ın her şeyi ve her yeri kapladığını bilen bir insan, Allah'a karşı hayatının her anında samimi davranır. Her an ölümle karşılaşabileceğini, bu dünyanın sona ereceğini ve gerçek ahiret hayatı ile karşılaşacağını aklından çıkarmaz. Bunu bilmek ve buna göre davranmak, insana sonsuz güzellikleri ve nimetleri getirecek olan büyük bir kazançtır.

“Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?” (Enam Suresi, 32)


Bütün Sorunların Çözümü: İman Zafiyetini Ortadan Kaldırmak

                                             DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan çeşitli sorunların asıl kaynağı iman zafiyetidir. İnsanların asıl ihtiyacı olan, imanlarının kuvvetlenmesi, maneviyatlarının takviye edilmesidir. Bu durumda öncelikle yapılması gereken, iman zafiyetini ortadan kaldırmaktır. İman eden bir insan yaşamının her anında itidalli tavırlar sergilemekle; sadece tavır ve hareketlerine değil, konuşmalarına da sürekli bir özen göstermekle yükümlüdür. Her zaman, her ortamda, yapılan her sohbette, yazılan her yazıda Allah’ın razı olacağı umulan ve Müslümana yakışır bir üslup kullanmalıdır. Özellikle yazılı ya da sözlü basın yolu ile geniş kitlelere hitap eden insanlar, bu konuda büyük bir sorumluluk altında olduklarının bilincinde olmalıdırlar. Bu kişiler Allah’ın güç ve kudretinin farkında olan bireyler olarak daima Allah’ın Şanını yüceltmeli, helal ve haram sınırlarına dikkat etmeli, din ve mukaddesatla ilgili ifadelerde saygıda kusur etmemek için son derece titiz davranmalı, sözün en güzelini söylemeye özen göstermelidirler. Ayetlerde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. (İbrahim Suresi, 24–25)

Güzel Sözün Teşvik Edilmesi Neden Önemlidir?

Güzel söz; insanları Allah’a çağıran, Kuran ahlakına uymaya davet eden, olaylardaki hayır yönünü vurgulayan, ümitsizliğe sürükleyici ifadelerden kaçınan sözdür. Kuran-ı Kerim’de birçok ayette, iman edenlerin güzel söz söylemeleri ve güzel söze uymaları tavsiye edilmiştir. Buna rağmen günümüzde birçok makalede olması gerekenden çok daha farklı bir üslup kullanılabilmektedir. Ağırlıklı olarak siyasi konuların işlendiği gazete ve dergilerdeki makalelerde, insanları endişeye sürükleyen, mukaddesata ait konularda saygıda kusur eden, kendince alaycı, ümitsiz, şikayetçi, sürekli olarak olumsuzlukların dile getirildiği bir üslup kullanılabilmektedir. Örneğin dünyanın birçok ülkesindeki Müslümanların maruz kaldıkları zulüm, şikâyetçi bir üslup kullanılarak, olumsuz detaylar verilerek, hiçbir çözüm yolu ortaya konmadan aktarılabilmektedir. Halbuki böyle bir üslubun kullanılması, yeterince bilgi sahibi olmayan bazı Müslümanları yılgınlığa düşürebileceğinden son derece yanlış ve tehlikelidir. İnsanlara faydası olmayan, okuyana sadece vakit kaybettiren boş ifadelerle dolu bu tarz yazıların, mevcut sorunların hiçbirine çözüm olamayacağı da açıktır.

Yazılı basında zaman zaman karşımıza çıkan bu yanlış üslup, aynı şekilde bazı televizyon programlarında da kullanılmaktadır. Birçok program genellikle hem kullanılan üslup hem de içerik olarak insanların boşa vakit geçirecekleri tarzda hazırlanabilmektedir. Birçok kanalda rekabet adı altında, aynı türden, insanları düşündürmekten ve geliştirmekten uzak programlar yayınlanmakta; insanların asıl ihtiyacı olan Allah sevgisi, iman hakikatleri, güzel ahlak gibi hayati konular ise adeta görmezlikten gelinmektedir. Bu yoğun telkin karşısında birçok insan olumsuz etkilenmekte, adeta uyuşmakta ve bu uyuşukluk hali söz konusu kişilerin hemen hemen bütün hayatlarına da etki etmektedir. İnsanlar bir süre sonra, aldıkları bu olumsuz telkinle yaşanan zulümlere ve haksızlıklara karşı ya tamamen ilgisiz kalmakta ya da sadece korku, endişe veya ümitsizlik içeren tepkiler verebilmektedirler.

İnsanları oyalayan, onları korku ve ümitsizliğe düşürüp pasifliğe iten yazı, haber ve programların yapımından bir an önce vazgeçilmelidir. Yayın politikaları, manevi hastalıklara çare olacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Sorunların Kaynağı İman Zafiyetidir

Şunda hiçbir şüphe yoktur ki dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan çeşitli sorunların asıl kaynağı iman zafiyetidir. İnsanların asıl ihtiyacı olan, imanlarının kuvvetlenmesi, maneviyatlarının takviye edilmesidir. Bu durumda öncelikle yapılması gereken, insanların imanlarındaki zafiyeti ortadan kaldırmaktır.

Bazı makalelerde ve televizyon programlarında kullanılan şikayetçi üslubun temelinde de iman zafiyeti yatmaktadır. İman zayıflığından dolayı insanlar herşeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu unutmakta, olaylara hayır ve hikmet gözüyle bakamamakta, bundan dolayı şikâyet etmekte, korku ve endişeye kapılmakta, sorunlara bir çözüm getiremeyip ümitsizliğe düşmektedirler. Oysa Allah’a iman etmiş ve tam olarak teslim olmuş bir kişi, her olayda bir hayır olduğunu bilir ve içinde bulunduğu durumu, karşılaştığı her olayı bu bakış açısıyla değerlendirir. Ne kadar zorlu ve sıkıntılı olaylarla karşılaşırsa karşılaşsın sahip olduğu kuvvetli iman, onu korku ve ümitsizliğe kapılmaktan alıkoyar.

Bu nedenle, maneviyatı kuvvetlendirmeye yönelik yapılacak çalışmalar son derece önemlidir.

İman Zafiyetini Yok Etmenin Yolları

Gazete ve dergilerin köşe yazılarında imani konular işlenmeli, yerel ve ulusal televizyon kanallarında düzenli olarak maneviyatı güçlendirecek eğitici programlar yayınlanmalıdır. İman hakikatleri, Allah’ın yaratmasındaki deliller anlatılmalıdır. İnsanlara, her olayın Allah’ın kontrolünde gerçekleştiği, her olayda hayır olduğu gerçeği devamlı hatırlatılmalıdır. Sıkça kullanılan karamsar üslup terk edilmez ve insanların imanlarını kuvvetlendirecek kültürel faaliyetler yapılmaz ise sorunlar devamlı artar, mevcut sorunlara da çözüm bulunamaz. Bir Kuran ayetinde ümitsizliğin iman etmeyen kişilere ait bir özellik olduğu şöyle bildirilmiştir:

Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez. (Yusuf Suresi, 87)

Kuran’da da açıkça bildirildiği gibi, ümitsizliğe düşmek Müslümana yakışmayacak bir harekettir. Bu yüzden iman edenlerin bilinçlendirilmesi ve imanlarının sağlamlaştırılması için Müslüman Türk Milletine özellikle de yazılı ve görsel basında görev alan kişilere büyük sorumluluk düşmektedir. Bu konumdaki insanlar yazdıkları yazılarda, hazırladıkları programlarda halkımızın maneviyatını sağlamlaştırmaya, onlara güzel ahlakı anlatmaya özen göstermeli, bunları yaparken alaycılıktan şiddetle kaçınan, mukaddesata saygılı ve Allah’ın sınırlarını titizlikle koruyan bir üslup kullanmaya dikkat etmelidirler.


22 Ekim 2016 Cumartesi

Kalp, Akıl Ve Zeka

                                     DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ


 İnsanın içinde heva ve vicdan şeklinde iki ayrı yön olduğuna daha önceki bölümlerde dikkat çekmiştik Bu noktada akıl ve akılsızlık kavramları da büyük önem taşımaktadır. Çünkü Kuran'da, hevaya uymanın akılsızlığı, vicdana uymanın ise aklı getirdiği haber verilir.

Az önce de belirttiğimiz gibi, hevasına uymuş, dolayısıyla Allah'tan kopmuş bir insan, kısa sürede akletme özelliğini yitirir. Allah Kuran'da, inkarcılardan söz ederken, onların "akletmeyen bir kavim" (Haşr Suresi, 14) olduklarını bildirmektedir. İlk anda bunun nasıl olduğu anlaşılmayabilir. Çünkü çoğu kimse, her insanın belli bir akla sahip olduğunu ve bunun da değişmediğini sanmaktadır. Bu bir yanlış anlamadır ve aklın zeka zannedilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa zeka ve akıl çok farklı şeylerdir. Herkes zeki olabilir, ancak akıl yalnızca iman edenlerde bulunur.

Nefsin fücuruna, yani hevaya uymak insanın aklını örttüğüne göre, acaba aklı açan şey ne olabilir? Bunun cevabı açıktır: İnsan nefsinin fücuruna (hevaya) değil de, ona bu fücurdan sakınmayı telkin eden güce (vicdana) itaat ederse, akıl sahibi olur.

Nitekim Kuran'da kastedilen akıl ruhta yaşanan manevi bir özelliktir. Kuran, çoğu ayette "akleden kalplerden" söz eder. Dolayısıyla gerçek akıl, beynin bir fonksiyonu olan zekadan çok farklıdır. Akıl, "vicdan"ın da yeri olan kalpte bulunur. Kuran ayetlerinde aklın kalpte olduğu ve "akılsız"ların kalplerinin kapalı olduğu için akledemedikleri açıkça ifade edilmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir. (Hac Suresi, 46)

Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179) 

(Savaştan) Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar. (Tevbe Suresi, 87) 

Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)

Kuran'da, ancak "kalbi olanlar"ın öğüt almaya ve dolayısıyla iman etmeye istidatlı oldukları da şöyle bildirilir:

Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır. (Kaf Suresi, 37)

Dolayısıyla, Kuran'da sözü edilen gerçek akıl, doğrudan kalple ve vicdanla ilgilidir.

Dikkat çekici olan, bu aklın artıp-azalabilmesidir. Beynin bir fonksiyonu olan zeka, önemli bir yaralanma ya da hastalık dışında, artıp-azalmaz, herkesin "IQ"su sabittir. Ama akıl azalıp-artabilir.

Aklın bu artıp-azalabilme özelliği, insanın vicdanı ile ilgilidir. Vicdan güçlenir ve insan Allah'tan daha çok korkup-sakınırsa (takvası artarsa), "doğruyu yanlıştan ayıran bir anlayış" kazanılır. Tümüyle "metafizik" olan bu sır, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

Allah'tan korkup-sakınmayan bir kişi ise, bu "doğruyu yanlıştan ayıran nur ve anlayış"tan mahrumdur. Çok zeki olabilir, iyi bir fizikçi, sosyolog ya da herhangi bir "saygın kişi" olabilir, zeka ürünü yapıtlar ortaya koyabilir. Ama, gerçek vicdandan ve dolayısıyla gerçek akıldan yoksundur. İyi bir bilim adamı olup, sözgelimi insan vücudunun bilinmeyen sırlarını ortaya çıkarabilir, ama o vücudun kim tarafından yaratıldığını düşünecek vicdana ve kavrayacak akla sahip değildir. Keşfettiği şeyin mükemmelliği ile hayrete düşüp, o şeyi yaratan Allah'a yönelip ve Rabbimizi övecek (tesbih edecek) yerde, bulduğu şeyden dolayı gururlanıp kendisini övmeye (tesbih etmeye) başlar, bu "bilim adamı", hevasını ilah edinmiş ve bir bilgi üzere sapmıştır. Allah Kuran'da bu tür insanların durumunu şöyle haber vermiştir:

Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)

Buna karşın Kuran'da müminler, "kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlar" olarak tarif edilir. (Rad Suresi, 28) Ayetin devamında, "... kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur". şeklinde buyrulmaktadır.

Allah inkarcılarla ilgili olarak da ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 7)

… O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 167)

Zeki kişi bilimsel buluş yapabilir, başarılı bir iş adamı olabilir, mühendis ya da başka herhangi bir işte uzman olabilir. Ancak burada en önemli nokta çoğu zaman yaptığı işlerin yarar ve zararını ayırt edecek bir anlayışa sahip olmadan bu işleri yapmasıdır. Defalarca dinlediği doğrulara karşı tepkisiz ve kör gözlerle cevap vermesi, ayetlerdeki körlük ve sağırlığı, yani kavrayışın ve anlayışın yok oluşunu gösterir. Tevbe Suresi'nin 87. ayetindeki "onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp anlamazlar" ifadesi kalbin kavrayıştaki önemini göstermesi açısından önemli bir örnektir.

Kuran'ın daha pek çok ayetinde, insan davranışlarının kalple olan ilişkisi konu edilmektedir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Allah'ın Kişi İle Kalbi Arasına Girmesi

Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resulüne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız. (Enfal Suresi, 24)

Kalp Uzlaşması

Ve onların kalplerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalplerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Enfal Suresi, 63)

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Kalplerine Sindirilmesi

Hani sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik (ve): "Size verdiğimize (Kitaba) sımsıkı sarılın ve dinleyin" (demiştik). Demişlerdi ki: "Dinledik ve baş kaldırdık." İnkarları yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De ki: "İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?" (Bakara Suresi, 93)

Kalplerin Takvası

İşte böyle; kim Allah'ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır. (Hac Suresi, 32)

Kalpleri Isındırılacaklar

Sadakalar -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 60)

Kalbin Tatmin Bulması

Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28) 

Bu sefer (Havariler:) "Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahitlerden olalım" demişlerdi. (Maide Suresi, 113)

İman edip salih amellerde bulunanlar ve "Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar", işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. (Hud Suresi, 23)

(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kuran'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 54)

Allah bunu (yardımı) size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. "Yardım ve zafer" (nusret) ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'ın katındandır. (Al-i İmran Suresi, 126)

Kalbin Sağlamlaşması

Sana elçilerin haberlerinden -kalbini sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda sana hak ve müminlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir. (Hud Suresi, 120)

Kalplerin Boş Olması

Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalpleri (sanki) bomboştur. (İbrahim Suresi, 43)

Kalplerine Korku Salınması

Kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür. (Al-i İmran Suresi, 151)

Kalbin Öfkeyle Kabarması

Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar. (Zümer Suresi, 45)

Kalplerin Meyletmesi

Bir de ahirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin de ondan (bu yaldızlı ve içi çarpık sözlerden) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını yüklene dursunlar. (Enam Suresi, 113)

Kalplerde Onulmaz Bir Hasret Kılınması

Ey iman edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Al-i İmran Suresi, 156)

Kalplerde Olmayanı Ağızla Söylemek


Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 167)

Kalplerde Gizli Tutmak

Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. (Al-i İmran Suresi, 118)

Kalplerin Parçalanması

Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 110)

Kalplerin Kayması

"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen." (Al-i İmran Suresi, 8)

Andolsun Allah, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (Tevbe Suresi, 117)

Kalplerin Benzemesi

Bilgisizler, dediler ki: "Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?" Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik. (Bakara Suresi, 118)

Kalplerin Karşı Koyması

Nasıl olabilir ki!.. Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne "akrabalık bağlarını", ne de "sözleşme hükümlerini" gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir. (Tevbe Suresi, 8)

İmanın Kalbe Girmemesi

Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resulü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 14)

Kalpte Hastalık Olması

Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 10)

İşte kalplerinde hastalık olanları: "Zamanın, felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz" diyerek aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih veya katından bir emir getirecek de, onlar, nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı pişman olacaklardır. (Maide Suresi, 52)

Şeytanın (bu tür) katıp-bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler. (Hac Suresi, 53)

Kalbin Katılaşması

Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir. (Bakara Suresi, 74)

Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (Enam Suresi, 43)

Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Zümer Suresi, 22)

Kalbin Mühürlenmesi

Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve "kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (Nisa Suresi, 155)

Öyle olmasa, Kuran'ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş? (Muhammed Suresi, 24)

(Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı. (Araf Suresi, 100)

Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 7)

Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler. (Mümin Suresi, 35)

Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "inandık" diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır. (Maide Suresi, 41)

Sonra onun ardından kendi kavimlerine (başka) elçiler gönderdik; onlara apaçık belgeler getirmişlerdi. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte Biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz. (Yunus Suresi, 74)

İşte bu ülkeler, sana onların "haberlerinden aktarmalar yapıyoruz." Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, inkar edenlerin kalplerini böyle damgalar. (Araf Suresi, 101)

Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler. (Tevbe Suresi, 93)

De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, Biz nasıl ayetleri "çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da" sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (Enam Suresi, 46)

Tüm bu ayetler çok açık bir gerçeği ortaya koymaktadır: İman, insanın kalbinin duyarlı olmasıyla ilgilidir. Kalbi katılaşmamış, mühürlenmemiş bir insan, Allah'ı tanımaya ve O'na itaat etmeye zaten eğilimlidir. Din kendisine anlatıldığında, kalbinin verdiği kavrayışla gerçeği görür ve hemen iman eder. Oysa inkarcılar farklı bir ruh hali taşırlar. Onların kalpleri ölüdür, mühürlüdür. Kalplerinde bir duyarlılık olmadığı için, akıl sahibi de olamazlar. Bu durumda iman etmeleri de söz konusu değildir. Kuran'ın farklı ayetlerinde, mümin yapısına sahip kimselerin kendilerine verilen öğütleri hemen dinledikleri, oysa inkarcı yapısına sahip kimselerin de ne olursa olsun iman etmeyecekleri haber verilir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. Gerçekten Biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır. Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar. (Yasin Suresi, 7-10)

Sen ancak, zikre (Kuran'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi, 11)

Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)

Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır. (Neml Suresi, 80-81)

Kalpleri katılaşmış ve dolayısıyla akletme yeteneğini yitirmiş olan inkarcılara karşı, bir de vicdan sahibi olan ancak henüz dini öğrenmemiş kişiler vardır. Bunlar, kendilerine din tebliğ edildiğinde, dinin hak olduğunu kalpleriyle kavrar ve hemen iman ederler. Bu iki taraf, yani kalpleri katı olan inkarcılar ile imana yakın olan ancak kendilerine tebliğ ulaşmamış kişiler arasındaki en büyük fark ise, bir tarafın kibirli, öteki tarafın tevazulu oluşudur. (İlerleyen sayfalarda kibir ve tevazuya daha ayrıntılı olarak değineceğiz.) Bunun bir örneği, kendilerini beğenen ve bu nedenle de "kalpleri kaskatı kılınmış" (Maide Suresi, 13) olan bir kısım Yahudilerle, tevazu sahibi olan bir kısım Hıristiyanlar arasındaki farktır. Kuran'da bu durum şöyle açıklanır:

Andolsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir. Elçiye indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz inandık; öyleyse bizi şahidlerle birlikte yaz." (Maide Suresi, 82-83)

Mümin fıtratına (yaratılışına) sahip kimseler, dine davet edildiklerinde, "Rabbimiz, biz: 'Rabbinize iman edin' diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik..." (Al-i İmran Suresi, 193) ayetinde tarif edilen tavrı göstermekte ve hemen kabul etmektedirler. İnkarcılar ise sürekli bir tepki, hatta düşmanlık içinde bulunmaktadırlar.