2 Eylül 2014 Salı

Maddenin An An Yaratılışı Rabbimiz’in En Büyük Ayetlerindendir

  

Rabbimiz’in maddeyi an an yarattığı mevcut fizik kuralları ve bilimsel araştırmalarla anlaşılabilmiştir. Evrenin yaratılışındaki kusursuzluk, mükemmel denge ve ince ayarlar Rabbimiz’in üstün aklının ve örneksiz yaratmasının delillerinden biridir.

Big Bang teorisi Allah’ın evreni yokluktan var ettiğini açıkça ortaya koyar. Bu büyük patlama, her yönüyle insanı düşündüren, tesadüflerle izah edilemeyecek ince hesaplar ve detaylarla doludur.

www.tevrattayaratilis.beyazsiteler.com

Patlamanın her anındaki sıcaklık, atom parçacıklarının sayısı, o anda devreye giren kuvvetler ve bu kuvvetlerin şiddetleri çok hassas değerlere sahip olmalıdır. Bu değerlerin birinin bile sağlanamaması durumunda, bugün içinde yaşadığımız evren var olamazdı. Kastettiğimiz değerlerin herhangi birinin matematiksel olarak "0"a yakın bir miktarda dahi değişmesi, bu sonu hazırlamaya yeterlidir.

Big Bang’in Ardından...

Evren ve onun yapı taşı olan atomlar büyük patlama anından hemen sonra Allah'ın yarattığı dengeler sayesinde yoktan var olmaya başlamışlardır. Bilim adamları bu oluşum sırasında meydana gelen olayların mükemmel zamanlamalarını ve bu zamanlamalarda devrede olan fizik kurallarının düzenini anlamak için sayısız çalışmalar yapmışlardır. Bugün artık bu konuda çalışma yapan tüm bilim adamlarının kabul ettiği gerçekler şunlardır:

 "0" anı: Ne maddenin, ne de zamanın var olmadığı ve patlamanın gerçekleştiği bu "an", fizikte t (zaman) = 0 anı olarak kabul edilmektedir. Yani t=0 anında hiçbir şey yoktur. Yaratılmanın başladığı bu "an"dan önceyi tarif edebilmek için, o anda var olan fizik kurallarını bilmemiz gerekir. çünkü şu an var olan fizik kanunları patlamanın ilk anlarında geçerli değildir.

Fiziğin tanımlayabildiği olaylar en küçük zaman birimi olan 10-43 saniyeden itibaren başlar. Bu, insan aklının asla kavrayamayacağı bir zaman dilimidir. Peki acaba, hayal bile edemediğimiz, bu küçük zaman aralığında neler olmuştur? Fizikçiler bu anda meydana gelen olayları tüm detaylarıyla açıklayabilecek bir teoriyi şu ana kadar geliştirememişlerdir. Çünkü bilim adamlarının ellerinde hesap yapabilmeleri için gereken malzeme yoktur. Matematik ve fizik kurallarının tanımları bu sınırda tıkanıp kalmıştır. Yani her bir detayı çok hassas dengeler üzerine kurulmuş bu patlamanın öncesi de, bu ilk anları da fiziğin ve insanın kavrama gücünün ötesinde bir yaratılışa sahiptir...

Zamanın olmadığı bir andan başlayan bu yaratılış an an madde evreninin ve fizik kurallarının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Şimdi bu patlamada çok kısa süre içerisinde büyük bir hassasiyetle meydana gelen olaylara bir göz atalım:

Yaratılışın bu anında, sıcaklık değeri 1032 (100.000.000.000.000.000.-000.000.000.000.000) K’dir. Bir kıyaslama yapacak olursak, güneşin sıcaklığı milyonlarla (108), güneşten çok büyük yıldızların sıcaklığı ise ancak milyarlarla (1011) ifade edilir. Şu an tespit edebildiğimiz en yüksek sıcaklık milyar derecelerle sınırlıyken, 10-43 anındaki sıcaklığın ne derece yüksek olduğu konusunda bir kıyas yapabilmek mümkündür.

10-43 saniyelik bu dönemden bir aşama ileri gidip saniyenin 10-37 olduğu zaman: Bu iki süre arasındaki aralık bir-iki saniye gibi bir an değildir. Saniyenin katrilyon kere katrilyonda biri kadar bir zaman aralığından bahsedilmektedir. Sıcaklık yine olağanüstü yüksek olup 1029 (100.000.000.-000.000.000.000.000.000.000) K değerindedir. Bu aşamada henüz atomlar yaratılmamıştır.

 10-2 saniyelik dönem: Bu aralık, bir saniyenin yüzde birini ifade etmektedir. Bu zaman dilimi içinde sıcaklık 100 milyar derecedir. Bu dönemde "ilk evren" şekillenmeye başlamıştır. Daha atom çekirdeğini oluşturan proton ve nötron gibi parçacıklar görünürde yoktur. Ortada sadece elektron ve onun zıttı olan pozitron (anti-elektron) vardır. Çünkü evrenin o anki sıcaklığı ve hızı sadece bu parçacıkların oluşmasına izin verir. Yokluğun ardından patlama gerçekleşeli daha 1 saniye bile geçmeden, elektron ve pozitronlar oluşmuştur.

Bu andan sonra oluşacak her atom parçacığının hangi anda ortaya çıkacağı çok önemlidir. Çünkü şu andaki fizik kurallarının ortaya çıkması için her parçacık özel bir anda ortaya çıkmak zorundadır. Hangi parçanın önce oluşacağı çok büyük bir önem taşımaktadır. Bu sıralama ya da zamanlamadaki en ufak bir oynama sonucunda, evrenin bugünkü haline gelmesi mümkün olmazdı.

 10-1 saniye kadar bir zamanın geçtiği bir an: Bu sırada sıcaklık 30 milyar derecedir. t=0 anından bu döneme gelene kadar henüz 1 saniye bile geçmemiştir. Ancak atomun diğer parçacıkları olan nötron ve protonlar artık belirmeye başlamıştır. Nötron ve protonlar, işte bu şekilde yokluktan "an"dan bile kısa bir süre içerisinde yaratılmışlardır.

 Patlamadan sonraki 1. Saniye: Bu dönemdeki kütlesel yoğunluğun derecesine baktığımızda, yine olağanüstü büyük bir rakamla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Yapılan hesaplamalara göre bu dönemdeki mevcut kütlenin yoğunluk değeri, litre başına 3.8 milyar kilogramdır. Milyar kilogram olarak ifade edilen bu rakamı, aritmetik olarak tespit edebilmek ve bu rakamı kağıt üzerinde göstermek kolaydır. Ancak, bu değeri tam olarak kavrayabilmek mümkün değildir. Bu rakamın büyüklüğünü daha kolay ifade edebilmek için çok basit bir örnek verecek olursak; "Himalayalardaki Everest tepesi bu yoğunluğa sahip olsaydı, kazanacağı çekim kuvveti ile dünyamızı bir anda yutabilirdi" diyebiliriz.

1 saniye 3 dakika arası: Bu zaman diliminin en belirgin özelliği ise sıcaklığın oldukça düşük bir değere ulaşmış olmasıdır. Evren artık yaklaşık 14 saniyelik bir ömre sahiptir ve sıcaklık da 3 milyar derecedir ve çok müthiş bir hızla genişlemeye devam etmektedir.

Hidrojen ve helyum çekirdekleri gibi kararlı atom çekirdeklerinin oluşmaya başladığı dönem de işte bu dönemdir. Yani bir proton ile bir nötron ilk defa yan yana durabilecekleri bir ortam bulmuşlardır. Kütleleri var ile yok arası olan bu iki parçacık olağanüstü bir çekim oluşturarak, o müthiş yayılma hızına karşı koymaya başlamışlardır. Ortada son derece bilinçli, kontrollü bir gidiş olduğu bellidir. İnanılmaz bir patlamanın ardından, büyük bir denge, hassas bir düzen oluşmaktadır. Protonlar ve nötronlar biraraya gelmeye, maddenin yapı taşı olan atomu oluşturmaya başlamışlardır. Oysa bu parçacıkların, maddeyi oluşturabilmek için gerekli hassas dengeleri sağlayabilecek bir güce ve bilince sahip olmaları elbette ki mümkün değildir.

Bu oluşumu takip eden dönemde, evrenin sıcaklığı 1 milyar dereceye düşmüştür. Bu sıcaklık güneşimizin merkez sıcaklığının 60 katıdır. İlk dönemden bu döneme kadar geçen süre sadece 3 dakika 2 saniyedir. Artık foton, proton, anti-proton, nötrino ve anti-nötrino gibi atom altı parçacıklar çoğunluktadır. Bu dönemde var olan tüm parçacıkların sayıları ve birbirleri ile olan etkileşimleri çok kritiktir. Öyle ki, herhangi bir parçacığın sayısındaki en ufak bir farklılık, bunların belirlediği enerji düzeyini bozacak ve enerjinin maddeye dönüşmesini engelleyecektir. İşte, Büyük Patlama'dan sonra ortaya çıkan parçacıkların sayısı bu kadar ince bir hesapla belirlenmiş ve sonuçta madde evreni oluşabilmiştir. Prof. Dr. Steven Weinberg bu parçacıklar arasındaki etkileşimin ne derece kritik olduğunu şu sözleriyle vurgulamaktadır:

“Evrende ilk birkaç dakikada gerçekten de kesin olarak eşit sayıda parçacık ve karşıt parçacık oluşmuş olsaydı, sıcaklık 1.000.000.000 derecenin altına düştüğünde, bunların tümü yok olur ve ışınım dışında hiçbir şey kalmazdı. Bu olasılığa karşı çok iyi bir kanıt vardır: Var olmamız. Parçacık ve karşı parçacıkların yok olmasının ardından şimdiki evrenin maddesini sağlamak üzere geriye bir şeylerin kalabilmesi için, pozitronlardan biraz daha çok elektron, karşı protonlardan biraz daha çok proton ve karşı nötronlardan biraz daha çok nötron var olmalıydı.” (Steven Weinberg, İlk üç Dakika, (The First Three Minutes), TüBİTAK Popüler Bilim Kitapları serisi, 1995, s. 84)

 İlk oluşumdan 34 dakika 40 saniye sonrası:  Evrenimiz artık yarım saat yaşındadır. Sıcaklık milyar derecelerden düşmüş, 300 milyon dereceye ulaşmıştır. Elektronlarla pozitronlar birbirleriyle çarpışarak enerji açığa çıkarmayı sürdürürler. Artık atomu oluşturacak olan parçacıkların sayıları, madde evreninin oluşmasına imkan sağlayacak şekilde dengelenmiştir. Patlamanın hızının nispeten yavaşlamasıyla birlikte neredeyse kütlesi dahi olmayan bu parçacıklar birbirlerinin etkisine girmeye başlarlar. İlk hidrojen atomu, bir elektronun bir protonun yörüngesine girmesiyle oluşur. Bu oluşumla birlikte evrende göreceğimiz temel kuvvetlerle tanışmış oluruz.

www.evreninvarolusu.com

www.maddedekimuhtesemilim.imanisiteler.com


Evreni Düzenleyen ve Kontrol Eden Her Şeyin Yaratıcısı Olan Yüce Allah'tır

Yaratılış yalnızca atomda değil, evrenin büyük küçük her kütlesinde gözlemlenebilir. Başlangıçta birbirinden ışık hızıyla kopup uzaklaşan bu parçacıklardan yalnızca hidrojen atomları oluşmakla kalmamış, bugünkü evrenin içerdiği bütün muazzam sistemler, diğer atomlar, moleküller, gezegenler, güneşler, güneş sistemleri, galaksiler, kuasarlar, vs. muhteşem bir plan, ölçü ve denge içinde sırayla meydana gelmişlerdir. Sadece bir atomun oluşması için gereken parçacıkların şans eseri bir araya gelmeleri, hassas dengeleri oluşturmaları dahi imkansızken, gezegenlerin, galaksilerin, kısacası evrendeki işleyişi sağlayan tüm sistemlerin hepsinin teker teker tesadüf eseri oluşup dengelere kavuştuğunu iddia etmek tamamen akıl ve mantık dışı olur. Bu eşsiz tasarım, tüm evrenin Yaratıcısı olan Allah'a aittir. Nitekim Hawking, anlatılan olayların aslında kavrayabildiğimizden çok daha ince hesaplar üzerine kurulduğunu şöyle açıklamaktadır:

“Eğer Big Bang'ten bir saniye sonra genişleme oranı, 100.000 milyon kere milyonda bir değeri kadar az olsaydı, evren genişlemeyi bırakıp kendi içine çökecekti.” (Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, Milliyet, s.9)

Bu derece ince hesaplar üzerine kurulmuş olan Büyük Patlama, zamanın, mekanın ve maddenin kendiliğinden var olmadığını, herşeyin Allah tarafından yaratıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu gerçeğe ayette şöyle dikkat çekilir:

“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.” (Nahl Suresi, 12)

Büyük bir karmaşa ve düzensizlik yaratması beklenebilecek bir patlamanın ardından mükemmel bir düzen, bizlerin "fizik kuralları" olarak adlandırdığı değişmeyen kanunlar ortaya çıkmıştır. Bu ise, Büyük Patlama da dahil evrenin yaratılışından itibaren her anın kusursuz bir düzene sahip olduğunu bizlere kanıtlamaktadır.


'Hayatımız' Dediğimiz Görüntüler Nasıl Oluşuyor?



Genelde bilinenin aksine, görme işlemi tek başına “göz”de meydana gelen birtakım işlemler sonucunda oluşmaz. Etrafımızdaki varlıkları, ancak gözümüz ile beynimizin olağanüstü bir uyum içinde çalışması sonucunda kesintisiz olarak görebiliriz. Bunun için de beynimizde muhteşem bir koordinasyonla yaratılmış işlemler gerçekleşir...

Bilindiği gibi, insan vücudundaki sistemlerin işleyişinde en önemli görev beyne düşmektedir. Örneğin; görme işleminin yalnızca gözler sayesinde gerçekleştiği zannedilse de aslında görme işleminin en önemli safhaları beyinde gerçekleşmektedir. Üstelik çok kısa bir zaman diliminde…

İnsan “saniyenin binde biri” gibi oldukça kısa bir süre diliminde sahip olduğu zeka ve şuura rağmen kendi bilgisi dahilinde hiçbir işlemi yerine getiremez. Ancak göz ve beyin kusursuz bir uyumla bu kısacık zaman diliminde olağanüstü işlemler gerçekleştirir. İşte bu işlemlerden bazıları:

Beyin Sürekli Değişen Görüntüleri Nasıl Organize Eder? 

Bir video klip seyrederken, yaklaşık 2-3 saniyede bir, bir dizi hızlı ve birbiriyle bağlantısı olmayan görsel sahnenin değişimini takip ederiz. Bu hızda bir değişim, eski moda bir televizyon için hızlı olabilir. Ancak bu değişim hızı, görüntüleme sistemlerinin en mükemmeli olan gözün hareketleri ile oluşan değişim hızına göre yedi kat daha yavaş kalır. Çünkü gözlerimiz, kalp atışlarımıza oranla dahi daha sık hareket ederler. Ayrıca tıpkı kalp atışlarımızı kontrol edemediğimiz gibi, farkında olmadan gözlerimizin hareketlerini de kontrol edemeyiz. Kuşkusuz bu durum beynin sürekli bu bilgileri dengelemek zorunda olması anlamına gelir ve bu, ancak bir dizi mucizevi olayın birbirini izlemesi ile gerçekleşebilir. 

Son derece gelişmiş bir bilgisayar gibi çalışan beyin aslında tıpkı diğer organlar gibi milyonlarca küçük hücreden oluşmuştur. İnsan beyninin yüzeyinde her milimetrekarede 100.000 dolayında sinir hücresi vardır. Bu, beyinde toplam olarak yaklaşık 10.000.000.000 (10 milyar) sinir hücresi bulunduğu anlamına gelir. Yani beyin 10 milyar küçük canlının oluşturduğu bir organdır. Bu canlılardan bir kısmı gözden gelen mesajları yorumlayarak, birbirleri ile koordinasyon halinde görme olayını gerçekleştirirler. Bu sayede son derece yüksek bir hızla değişen görüntüler, kişinin kavrayabileceği bir şekilde organize edilmiş olur.

Hareket Olgusu Nasıl Oluşur?

Çağrışım alanı, hareket kavramının algılanmasını da sağlar. 

Hareket halinde bir cisim gördüğümüzde, hafıza işlemi devreye girerek o hareketi alıkoyar ve bir sonraki hareketle karşılaştırır. Tıpkı bir film şeridi gibi hareketler art arda kaydedilir ve bir fotoğraf serisi oluşur. Nesnenin bulunduğu yer bir an önceki bulunduğu yere göre kıyaslanarak hareket olgusu zihinde oluşturulur.

Şu An Baktığınız Bu Sayfayı Tam Olarak Görmediğinizi Biliyor Musunuz?

Evet, bu yazıya baktığınızda, sayfayı tam olarak gördüğünüzü düşünüyor olabilirsiniz. Ancak durum bundan farklıdır. Elinizde tuttuğunuz dergide, sayfanın küçük bir noktası var ki o noktayı göremiyorsunuz. Bu durum yalnızca bu sayfa için değil, hayatınız boyunca gördüğünüz bütün görüntüler için geçerlidir. Bu, deneylerle ispatlanmış bir gerçektir. 

Bu körlüğün sebebi, gözü beyne bağlayan sinirlerin, gözün bir noktasında bulunmamasıdır. Retinanın bu küçük bölümünde koni ve çubuk hücreleri yoktur. Bu yüzden burası ışığa duyarlı değildir ve retinanın bu bölgesinde görüntü okunmaz. Peki göz içinde böyle kör bir nokta bulunduğu halde, nasıl olur da etrafımızdaki her şeyi eksiksiz görürüz? Bunun sebebi beynin tamamlayıcı özelliğidir. 

Kör nokta yüzünden eksik kalan nokta, çevresindeki fona uygun olarak tamamlanır. Diğer bir ifadeyle, beyin bu noktayı olabilecek en uygun renge boyayarak kamufle eder. 
İşte, kör noktanın varlığının farkına varılmaması ve görmede bir eksiklik olmamasının nedeni budur. 

Görüntülerin Beyinde Parçalanıp Tekrar Birleştirilmesi

Beyin iki bölümlü bir organdır. Her bölümdeki oksipital lob, gözlerin sadece birinden bilgi alır. Görüş alanının sağ yanındaki bilgiler sol oksipital loba, sol yanındaki bilgiler de sağ oksipital loba gider. 

Colin Blakemore adlı bilim adamı, nasıl çalıştığı tam olarak anlaşılamamış bu sistem için şöyle demiştir: 

“Beyin görsel bilgiyi aldıktan sonra parçalayıp ne yapar? Eğer daha sonra yeniden bunları bir araya getirip görüntüyü oluşturacaksa, hangi amaçla parçalar?” (Anthony Smith, İnsan Beyni ve Yaşamı, İstanbul: İnkılap Kitabevi, s. 227) 

Gözün içindeki mekanizmalar, göz-beyin bağlantısı, sinir hücreleri ve elektrik sinyallerinden meydana gelen bu sistem, olağanüstü bir kompleksliğe sahip olmasına rağmen her şey son derece düzenli işler, hiçbir karışıklık yaşanmaz. Çünkü vücudumuzda en küçüğünden en olağanüstü komplekslikteki işleme kadar her faaliyetin kusursuz olarak gerçekleşmesini sağlayan bir düzen vardır. Sonsuz kudret sahibi Yüce Allah'ın yaratmış olduğu bu sistem sayesinde yaşamımızı -hastalık durumları haricinde- hiçbir sıkıntı çekmeden sürdürürüz. 

Kör Noktanın Daha İyi Anlaşılması İçin Şekildeki Testi Yapabilirsiniz 

Sağ gözünüzü kapayın ve resmi 50 cm.'lik mesafeden gözünüze doğru yakınlaştırın. Baştan itibaren gözünüzü sadece artıya odaklayın. Yakınlaştıkça belirli bir süre için soldaki kırmızı noktanın yok olduğunu ve yerinin fondaki desenle doldurulduğunu göreceksiniz. İşte o noktada siz bir 'kör'sünüzdür, fakat bunu hissetmezsiniz. Çünkü beyin kör noktayı, orada olması gerektiğini düşündüğü en iyi tahminle, arkadaki fon ile doldurur. Bu tahminin nasıl oluşturulduğu ise psikologların ve nörologlarının çözmeye çalıştığı başlıca sorulardan biridir.

Binoküler Görme: İki Göz, Tek Görüntü... 

Acaba insanda neden iki göz mevcuttur? Bunun özel bir nedeni var mıdır? 

Aslında her göz tek başına görebilir ve her birinde ayrı ayrı görüntü oluşur. Gözler arasındaki aralık 5 cm.'den biraz daha fazla olduğu için iki retinada oluşan görüntüler birbirlerinden farklıdır. Her gözden gelen görüntü iki boyutludur. İki gözden gelen bilgiler, beyinde üç boyutlu tek bir görüntü haline getirilir. Bu sayede derinlik ve cisimler arasındaki mesafe algılanır. 

İki gözün gördüğü görüntüler birbirinden farklıdır, ancak birbirlerini tamamlarlar. Bu iki görüntü arasındaki küçük farklılıkları algılayıp yorumlamamız görüntünün üç boyutlu olmasını sağlar. Eğer iki gözde ayrı ayrı oluşan görüntüler beyinde tam olarak birleştirilmeseydi dünyayı çift ve iki boyutlu görecektik. 

Görüntüler arasındaki fark, çok basit bir deneyle ispatlanabilir. Tek gözünüzü kapadıktan sonra bir dikiş iğnesine iplik geçirmeye çalışın. Bunu çok zor başaracağınızı göreceksiniz. Çünkü tek gözle derinlik algısı olmayacağından, iğne ile iplik arasındaki küçük mesafe farkını algılayamayacak ve ipliği deliğe geçiremeyeceksiniz. 

Cisimlerin gözümüze zaman zaman çift göründüğü de olur. Eğer insanlar çift görmenin farkına varamıyorlarsa, bunun nedeni dikkatin, bakılan cismin dışına yönelmemesidir. Örneğin, iki kalemi arka arkaya tutup, gözümüzü uzaktakine odaklarsak, yakındakini çift; yakındakine odaklarsak uzaktakini çift görürüz. Eğer gözün odaklama yeteneği olmasa, görüntü sürekli çift olacak ve sağlıklı görüntü oluşamayacaktı. 

“Bazı bilimsel çevreler kör noktanın varlığını şöyle açıklarlar: Her iki gözde de kör leke, görme eksenine göre farklı yerde bulunduğundan; iki gözle görmede, bir noktadan gelen ışınlar, bir gözde kör noktaya düşerken, diğer gözde duyarlı tabakada toplanırlar. Bunu savunanlar yeterli açıklamayı yapamadıkları gibi; tek gözle baktığımızda nasıl eksiksiz görüyoruz sorusuna da net bir cevap verememişlerdir.” (Jillyn Smith, Sense and Sensebilities, Wiley Science Edition, s. 57)

Görme İşleminde Beynin Diğer Fonksiyonları

Beynin görme ile ilgili yaptığı diğer görevler de incelendiğinde göz ile ne kadar uyumlu bir yapıda yaratıldığı daha iyi anlaşılır: 
İki ayrı gözün retinasından gelen sinyallerin üst üste çakıştırılması. 

Bu görüntülerin karşılaştırılarak derinliğin algılanması. 

Çizgi ve sınırların fark edilmesi. 

Görme merkezinde renk analizi. 

Beyinde parlaklığın algılanması. (Beynin parlaklık düzeyini nasıl fark ettiği hakkında çok az şey bilinir. Bununla beraber bunun kısmen parlaklığın görme alanındaki çizgi, sınır, hareket eden cisimler ve zıt renklerin neden olduğu görme kontrastlarının şiddetini artırmasından ileri geldiği tahmin edilmektedir.) 

Gözbebeği çapının kontrolü. 

Göz hareketlerinin kaslarla kontrolü. 

Retinadan gelen görüntünün parçalanıp tekrar birleştirilmesi ve görsel hafızayla tamamlanması. 

Görüntünün ters çevrilmesi. 

Kör noktaya düşen görüntünün, boşluk olarak kalmaması için doldurulması.

Anlık Görüntülerin Arşivdekilerle Karşılaştırılması

İnsan hafızası gördüğü görüntülerin bir kısmını depolar. Depolardaki dosyalar daha sonra kullanılmak üzere sık sık açılır. Örneğin, bir çocuk ilk defa kalem gördüğünde hafızasında kaleme ait bir dosya açılır. Çocuk bir süre sonra tekrar kalem gördüğünde daha önce açılan kaleme ait dosyadan çıkarılan görüntü, otomatik olarak yeni görüntü ile kıyaslanır. Bu sayede çocuk gördüğü şeyin kalem olduğunu anlar. 

Aslında bu sistem sadece bebekler ya da çocuklar için geçerli değildir. Siz de dahil bütün insanların beyinleri günlük hayatta bu işlemleri otomatik olarak yapar. Bir görüntü ile karşılaşıldığında, bu görüntü hemen hafızadaki arşiv görüntülerle karşılaştırılır. Arşivdeki bilgilerle yapılan kıyas sonucunda yeni görüntünün ne olduğuna karar verilir. Eğer çağrışım alanındaki bu işlemler yapılmasaydı anne babanızı bile tanıyamazdınız. 





Şimdi bu konu üzerinde daha ayrıntılı düşünelim. Hafızaya birtakım görüntülerin kaydedildiğinden ve daha sonra bunların tekrar kullanılmak üzere geri çağrıldığından bahsettik. Peki bu görüntüler nereye ve nasıl kaydedilirler? Daha sonra bu görüntüler nereden, kimin kontrolünde, nasıl çıkarılırlar? Bu soruların tek bir cevabı vardır: Bütün bunlar her an herşeyi kontrol altında tutan Yüce Allah'ın üstün yaratışıyla ve O'nun dilemesi ile gerçekleşmektedir.

15 Santimetrekare İçinde Bir Hayat ve Düşündürdükleri…

Beyin ve gözlerin uyumu ile gerçekleşen görme olayının en önemli noktalarından biri, insanın doğumundan itibaren gördüğü her görüntünün beynin içinde, karanlık ve ıslak bir ortamda bulunan görme merkezinde meydana gelmesidir. Görme merkezinin toplam büyüklüğü ise 15 cm2'dir. İnsan hayatına ait her şey, çocukluğu, okuduğu okullar, evi, işi, ailesi, oturduğu semt, vatandaşı olduğu ülke, üzerinde yaşadığı dünya ve içinde bulunduğu evren, aynada gördüğü kendi vücuduna ait görüntü, hayat boyu gördüğü her ayrıntı, kısacası tüm hayatı, 15 cm2'lik bir alan üzerinde oluşur. 

Eğer görme alanı denilen bu küçücük bölüm olmasa, insan bu sayılanlardan hiçbirini göremez, bunların yapılarının nasıl olduğunu hayalinde bile canlandıramazdı. Gözün bütün mükemmel ayrıntıları ile var olması da görmeye yetmeyecek, beyin ve beyindeki görme merkezi olmasa, göz hiçbir işe yaramayan, anlamsız, su dolu bir top olarak duracaktı. Kaldı ki kırk ayrı parçadan oluşan gözün her bir parçası görebilmek için mutlaka var olmalı ve işlevini yerine getirmelidir. Tek bir parça bile eksik olsa, sistem çalışmayacaktır. 

Bütün bu anlatılanlar 'görme'nin son derece kompleks bir olay olduğunu, bunun da mükemmel bir sistem ile gerçekleşebildiğini, asla tesadüfler sonucunda oluşamayacağını ortaya koyan delillerden yalnızca küçük bir kısmıdır. Böyle bir sistemin meydana gelmesi ancak sınırsız bir ilimle mümkün olur. Bu üstün bilgi ve gücün sahibi, alemlerin Hakimi Yüce Allah'tır. Bu gerçek, Kuran’da şöyle bildirilmektedir: 

“Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?” (Secde Suresi, 7-9)