28 Ağustos 2014 Perşembe

Nefret Dünyasından Sevgi Dünyasına Geçme Zamanı Geldi



1 - İçinde bulunduğumuz ahir zamanda bazı insanlar arasında nefretin yaygınlaşma sebebi nedir?


2 - İnsanların çoğunluğunun nefreti körüklüyor olması müminlerin sevgiye dayalı yaşamlarını neden etkilemez?

 3 - Nefretin sevgiye dönüşmesinin çözümü ne olmalıdır?

Tüm insanlar sevgiyi bilerek doğarlar. Küçük bir çocuk ırk ayrımını nefreti, dininden, kültüründen, milletinden dolayı insanları sınıflandırmayı, insanlara zulmetmeyi bilmez. Çünkü o sevgi fıtratıyla doğar. Her insan, Allah’ın kendisine üflemiş olduğu ruhla yaratılır ve o ruh sevgiye odaklıdır. Çünkü Allah sevmeyi sever, sevilmeyi sever. İnsan nefreti, zulmü, önyargıyı, kini, insanlara fikirlerinden, ırklarından, dinlerinden, dillerinden, soylarından dolayı düşman olmayı sonradan öğrenir.

İnsana Nefreti Öğreten Şeytandır

Şeytan insana daima huzursuzluk ve rahatsızlık verir. Şu an dünyada insanların çoğunluğunun huzursuzluk içinde yaşamalarının temel sebebi budur. İnsanların büyük bir kısmı zor olanı seçmiş, şeytanın nefret tohumlarını gerçek hayat zannetmiş ve sevmek yerine nefret etmeyi kolay görmüştür. Sevgi fıtratı üzerine yaratıldıklarını unutmuş, kin besleyerek, sürekli yeni düşmanlar edinerek, her şeyi güzellikle çözmek yerine sürekli şikayet ederek kendileri için bir zulüm sistemi oluşturmuşlardır. Bu bir zulüm sistemidir çünkü nefret ve sevgisizlik içinde bir insanın rahat ve mutlu yaşaması mümkün değildir. Dünyanın şu an içinde bulunduğu herc-ü merc durumu da, aslında adeta bu gerçeği teyit eder şekildedir.

Burada şu soruyu sormak gerekir: Nefret nasıl bu kadar kolay oldu? Bunun cevabı Kuran’da bir ayette bildirilir. Kuran’da şeytanın Allah’a karşı (Allah’ı tenzih ederiz) çirkin başkaldırısı ve şu vaadi haber verilir:

“...insanları saptırmak için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.” (Araf Suresi, 16)

Şeytan, Kuran’da bildirilen bu vaadi gereği, Allah’ın belirlediği doğru yolun üzerinde sürekli pusu kurmaktadır. Allah insanlardan sevgiyi ister. Şeytan ise o sevgiyi yok etmek için uğraşır. Eğer insan, Allah’ın beğendiğinin tam aksini uyguluyorsa, önündeki doğru yolda pusu kurmuş olan şeytanın varlığını fark edememiş demektir. Eğer sevgiye karşı nefreti tercih ediyorsa bu kişi bilmeden de olsa şeytanın oyununa gelmiştir.

Şeytanın oyunu sinsidir, tuzağı fark edilmeyebilir. Şeytanın sinsi oyununun farkına varabilmek için Allah taraftarı olarak düşünmek gerekir. Sevgiyi Allah’ın sevdiğini, bunun için sevgiyi daima ayakta tutmak gerektiğini unutmamak gerekir. Allah’ı sevmek ve yaratılmış tüm varlıklara Allah sevgisiyle bakmak, tek taraflı olarak şefkati esas almak ve bunda öncü olmak asıl olandır.

Nefret, Toplumlar İçindeki Belaların da Ana Kaynağıdır

Toplumun mevcut kuralları insanları suçtan ve kötü ahlaktan ancak bir noktaya kadar alıkoyabilir. Devlet kamuya açık yerleri, sokakları ve merkezi bölgeleri güvenlik birimleri sayesinde kısmen koruyabilir, toplumun düzenini sağlayabilir, güçlü bir adalet sistemi sayesinde suç oranını düşürme konusunda gereken önlemleri alabilir. Ancak her insanın yirmi dört saat kontrol edilmesi mümkün olmadığına göre, belli bir yerden sonra insanın vicdanı devreye girmelidir. Vicdanını dinlemeyen insan, yalnızken ya da kendisi gibi düşünen kimselerle birlikteyken kolaylıkla suç işleyebilir. Bu durumda gerektiğinde yalana başvuran, haksız kazanç sağlamaktan çekinmeyen, mazlumu ezmekten hiçbir rahatsızlık duymayan bireylerden oluşan bir toplum modeli ortaya çıkar. Allah korkusunun olmadığı, manevi değerlerin yitirildiği bir toplumda fiziksel tedbirlerin ve uygulamaların netice vermeyeceği açıktır. Oysa din ahlakı, insana, yalnız başına da olsa, yaptığı kötülük nedeniyle çevresindeki hiç kimse onu cezalandırmayacak olsa da, kötülükten sakınmasını emreder. Yaptığı her hareketten, aldığı her karardan, söylediği her sözden dolayı Allah Katında hesaba çekileceğini ve sonsuz ahiret hayatında bu yaptıklarına göre karşılık bulacağını bilen bir insanın kötülükten titizlikle sakınacağı açıktır.

İnsanların kendi rızalarıyla kötülükten sakınmayı öğrendikleri bir toplumda, terör örgütlerinin ve sevgisiz insanların oluşturduğu şiddetin yaşam sahası bulması mümkün olmaz. Çünkü din ahlakının hakim olduğu bir toplumda, şiddet yanlısı insanların ortaya çıkmasına neden olan sorunlar da doğal olarak ortadan kalkmış olur. Toplumun geneli dürüstlük, fedakarlık, sevgi, şefkat, adalet gibi yüksek erdemlere sahipse bu toplumda fakirlik, gelir eşitsizliği, adaletsizlik, haksızlık, mazlumun ezilmesi, özgürlüklerin kısıtlanması gibi olumsuzluklarla karşılaşılmaz. Tam tersine ihtiyaç içinde olanların ihtiyaçlarının giderildiği, zengin olanın fakir olanı kolladığı, güçlü olanın zayıf olanı koruduğu, sağlık, eğitim, ulaşım gibi sosyal imkanlarda herkesin en iyisini kullanabildiği, farklı etnik kökenler, dinler ve kültürler arasında anlayışın hakim olduğu bir toplum düzeni olur. İşte bu nedenledir ki, sevgi ve sevginin getirdiği güzel ahlak, pek çok toplumsal sorunun çözümünün anahtarıdır. Bu ahlakın kaynağı da, Allah’ın insanlara bir rehber olarak gönderdiği Kuran’dır.

Nefretin sebep olduğu savaşlarda harcanan para ile neler yapılabilir?

Sadece Amerika’nın 11 Eylül 2001’den beri Afganistan’a asker göndererek başlattığı savaş harcamalarının 1.7 trilyon dolar olduğu resmi olarak tespit edilmiştir. Fakat elbette resmi olmayan rakamlar bunların çok üstündedir. Bu rakama elbette Suriye’de, Mısır’da ve diğer iç karışıklık yaşanan ülkelerde yapılan harcamalar dahil değildir. Bu rakama, Türkiye gibi sürekli olarak terör ile mücadele eden ülkelerin harcamaları dahil değildir. Yine bu rakama, pervasız bir şekilde sürekli nükleer denemeler yapan ve halkı açlıkla boğuşurken ülke harcamalarının yarısından fazlasını askeriyeye ve balistik füzelere harcayan Kuzey Kore gibi komünist ülkeler dahil değildir. Tabi ki bu rakama Türkiye gibi mültecileri barındıran ve bunun için yoğun harcamalar yapan ülkeler de dahil değildir. Bu sadece Amerika’nın belli bir döneme ait savaş harcamalarıdır. Bu para;

• 1.7 trilyon dolar, bütün dünyadaki açlığı 14 yıl boyunca ortadan kaldırmaya yeterlidir.

• 580 yıl boyunca çocukları her türlü ölümcül hastalığa karşı koruyacak tedbirler alınabilir.

• 133 yıl boyunca az gelişmiş ülkelerde binlerce kişinin ölümüne sebep olan ölümcül hastalıkların tedavisinde kullanılabilir.

• İşsizlik tüm dünyada ortadan kaldırılabilir.

• Eğitime ayırılan para ile dünyada okuma yazma bilmeyen insan kalmaz.

• Kanser, alzheimer gibi hastalıkların araştırmaları; hastalıklara çare oluşturabilecek genom çalışmaları konusunda müthiş gelişmeler kaydedilebilir.

• Silah yapımında kullanılan malzemeler diğer endüstri kollarına aktarılır, sanayi gelişir ve bu ülkelere müthiş bir bolluk olarak geri döner.

Nefreti Sevgiye Dönüştürmenin Tek Yolu Güzel Ahlaktır

İnsan, Kuran ahlakını tam olarak yaşamına uyguladığında sevginin önü açılır. Örneğin Kuran’da sabır emredilir, sabır ise sevgiyi elde etmek için gereklidir. Çünkü sabır olmazsa insan sevdiğinin hatasını kusurunu bulur, sevdiğinden kopar, sabır olmadan insanın sevgiyi elde etmesi zordur.

Egoistlik ve bencillik de sevgiyi ortadan kaldırır. Cömertlik ise sevgiyi artırır. Bu nedenle Allah infak etmeyi ve yardımlaşmayı emretmiştir. Yardımseverlik hem yardım edilen kişide hem de yardım eden kişide karşılıklı olarak sevgi oluşturur. Allah aşkı ve korkusuna sahip olan bir mümin, din kardeşinin her zaman için iyiliğini ister. Kendi sonsuz yaşamını düşündüğü gibi, kardeşinin de ahiretini düşünür; onu hata yaptığında uyarır, kötülükten engellemeye çalışır. Kendisi için ettiği dualarında din kardeşlerini asla unutmaz. Müminlerin bu üstün ahlakı Kuran’da şöyle haber verilmiştir:

“Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: ‘Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.” (Haşr Suresi, 10)

Yalan söylememek de sevgi içindir. Yalan söyleyen birini insan sevmekte zorlanır, çünkü sürekli yalan söyleyen bir kişinin gerçek kişiliğiyle bağlantı kurulamaz.

Vefa, sadakat ve affetmek de ancak sevgi ile mümkündür. Kuran ahlakını yaşayan insan, sevdiklerini şefkat duyarak sever; binlerce kez hata yapmış da olsa sevdiğine karşı merhametli ve her koşulda bağışlayıcıdır. Bu nedenle affetmek, müminler arasındaki sevgi zeminini oluşturmada Allah’ın sunduğu nimet ve güzelliklerden biridir. İnsanın karşısındaki kişiye sevgisinin, yaşlılık, sakatlık ya da maddi kayıp gibi zahiren olumsuz gibi görünen durumlarda da değişmemesi Allah’ın emrettiği vefa ve sadakat duygularının sonucudur.

Müminlerin sevgisi Allah için yaşanan bir sevgidir. Bu nedenle süresiz ve sonsuzdur. Bu sevgi, önce dünyada ve ardından ahirette sonsuza dek devam edecektir. Bu nedenle müminlerin birbirlerine olan sevgileri de sonsuzdur. Allah’ın samimi kullarına bahşettiği bu nimet, “Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. (Hicr Suresi, 47) ayetiyle bildirildiği gibi, ahirette tam anlamıyla yaşanacaktır.

İman Eksikliğinin Sonucu Olan Nefret Yanlış İnançlardan Doğar

Nefretin oluşturduğu kalitesizliği, terörü, yıkımı, zorbalığı, savaşı durdurmak için insanları “eğitmek” gerekir. Yanlış inançlar ortadan kaldırılır ve yerine doğruları getirilirse felaket de ortadan kalkar. Onlara bu dünyada başıboş olmadıkları, tesadüfen var olmadıkları anlatılmalıdır. İnsanlar, kendi hayatlarından, gördüklerinden, düşündüklerinden ve eylemlerinden sorumlu olduklarını bilmeli ve “insan hayatının bir böcek kadar değersiz olduğu” fikrinden kurtulmalıdırlar. Sonlu değil sonsuz birer varlık olduklarını, hayatlarının bu dünya hayatı ile son bulmayacağını, yok olup gitmeyeceklerini unutmamalıdırlar. Savaşarak, ezerek, kavga ederek değil; severek, şefkat göstererek, fedakarlıkta bulunarak ilerleyeceklerini öğrenmelidirler. Savaşmayı makul gösteren her ideoloji büyük bir yalandır. İnsanlar ancak ve ancak kendi yaratılışlarına uygun davrandıklarında mutlu yaşarlar. İnsan sevgi üzerine yaratılmıştır. İlerlemek, güzelleşmek ve mutlu yaşamak istiyorlarsa sadece sevgiyi ayakta tutmalı ve Allah’ın Kuran’da emrettiği ahlakı yaşamalıdırlar.  

İnsanların çoğunluğunun nefreti körüklüyor olması sevgi yolu üzerinde engel değildir. Sevgi yanlısı bir insanın Allah her zaman yardımcısıdır. Böyle bir insan Allah’a karşı gerçek sevgiyi yaşadığı ve yaşattığı sürece binlerce kişinin üzerinde bir güçtür. Ruhundaki o güzelliği yaşadığı için huzursuzluk ve sıkıntı içinde olamaz. Sevgi ile ruhunu tatmin eder. Bedeni, yüzü, hücreleri o sevginin verdiği enerji ve neşe ile can bulur, dirilir. Nefretin getirdiği karanlık, korku ve dehşet ruhundan sıyrılıp gider. Bu kişi için artık yaşamak yani olaylara çözüm bulmak, yaşadıklarını hayra yormak, dinç bir beyin ile rahat ve mutlu yaşamak mümkündür. Kolay olan, sevgiyi yaşamak; zor olandan, yani nefret ve kinden sıyrılmaktır. Sevgiyi yaşayan ve yaşatan bir insana Allah dünyayı da ahireti de güzelleştirir. 





Peygamberimizin (sav) Müminlere Tavsiyeleri



Peygamber Efendimiz (sav) "…Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin." (Kalem Suresi 4) ayetinde de belirtildiği üzere çok güzel ahlaklı, şefkatli, anlayışlı, ince düşünceli bir insandı. Tüm Müminlerin maddi ve manevi her türlü sorunu ile ilgilenir, sağlıkları ve güvenlikleri için tüm tedbirleri alır, imanlarını ve takvalarını sürekli takviye etmeleri için onlara hatırlatmalarda bulunurdu. Peygamberimiz (sav)'in tüm insanlığa örnek olan şefkati ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)

"Ve müminlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger." (Şuara Suresi, 215)

Kuran ahlakını yaşayan ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetlerinin izinden giden Müminler de onun güzel özelliklerini kendilerine örnek almalıdırlar. Müminler için her türlü fedakarlıkta bulunmalı, her durum karşısında şefkatli ve merhametli olmayı ön planda tutmalıdırlar. Bir ayette müminlerin birbirleri için yaptıkları fedakarlıklar şöyle anlatılmaktadır:

Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

Müminlerin merhamet ve yardımseverlikleri, hayatın her anında kendini göstermektedir. Örneğin, savaş anında esirlere, yolculuk esnasında yolda kalmışlara, zorluk içinde olan yoksullara ve yetimlere yardım etmeyi de Kuran ahlakının gereği olarak seve seve yerine getirirler. Kuran'da şu şekilde bildirilir:

Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz'den korkuyoruz." (İnsan Suresi, 8-10)

Peygamber Efendimiz (sav) hadisi şeriflerinde, merhametin ve şefkatin önemine şu şekilde değinmiştir: 

"Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız. Yazık, laf ebesi olanlara. Yazık günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere. (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 70/10) ." 

"Merhamet etmeyene merhamet edilmez. (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 446/11) ."

"Allah refikdir (merhametli ve şefkatli), rıfkı sever ve rıfka mükabil verdiğini başka hiçbir şeyle vermez. (ütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 7. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 293) ." 

Tüm müminler, Peygamberimiz (sav)'in şefkatli ve merhametli yapısını örnek almalıdırlar. Çünkü bu, Müminlerin Allah'ın rızasını kazanıp, aralarındaki kardeşlik bağlarının da artmasına ve güçlü bir birlik olmalarına vesile olacaktır.



6 Ağustos 2014 Çarşamba

İnsan yaşadığı bir olay karşısında hiçbir zaman için kendini, 'ne yapacağını bilmediğine' inandırmamalıdır. Allah, her insanı, her zaman 'ne yapması gerektiğini bilecek' şekilde yaratmıştır...

Çoğu insan hayatının olağan akışının biraz dışına çıktığında dahi, az da olsa bir duraksama ve bocalama yaşar. Alıştığı hayat şeklinden ve her zaman karşılaştığı olaylardan farklı, yeni bir şeyler tecrübe etmek, bu kişiler üzerinde pek çok açıdan önemli etkiler oluşturur. Bazı insanlar, bu tür olaylar karşısında durumu çok daha hızlı kavrar ve yeni oluşan şartlara hemen adapte olurlar. Akıllarını ve dikkatlerini iyi kullanarak, bu yenilikler karşısında şaşkınlığa kapılmadan ve hiç vakit kaybetmeden harekete geçerler. Durumu iyi analiz ederek, atılması gereken en doğru adımları atmaya ve olabilecek en doğru kararları almaya çalışırlar.
Ancak bazı insanlar da vardır ki, bu kişiler hayatlarında oluşan yeni gelişmeler ve farklılıklar karşısında çok daha tutuk ve donuk tavırlar gösterirler. Bir an önce oluşan duruma uyum sağlamak ve eğer varsa bu durumun olumsuz yönlerini bertaraf edip olumlu kısımlarını benimsemek yerine, uzun bir süre bocalayarak vakit kaybeder ve uyum sağlamakta güçlük çekerler. Bunun yerine geride kalanları kaybetmiş olmanın hüznünü ve huzursuzluğunu yaşarlar. Dikkatlerini yeni hayat şartlarına vererek, bunun içerisinde yeni güzellikler oluşturmak yerine, tüm enerjilerini, geçmişte kalan ve halihazırda artık var olmayan şartlarını ve imkanlarını düşünüp üzülmekle tüketirler.
Bu tür durumlarda insanların genel olarak içerisine düştükleri hatalardan biri de kendilerini, bu yeni oluşan şartlar karşısında ‘ne yapacaklarını bilmediklerine inandırmaları’ olur. Kendilerine sürekli olarak geçmişi, eski alışkanlıklarını ve yitirdikleri bazı nimetleri nasıl unutabileceklerini, yeni hayat şartlarına nasıl adapte olabileceklerini ve herşeye yeniden, en iyi şekilde nasıl başlayabileceklerini bilmediklerini telkin ederler. Çevrelerindeki insanlarla sohbetlerinde de bu yanlış inançlarını sürekli olarak dile getirirler. Ve tüm bunları düşünüp konuşmakla geçen süreç içerisinde aslında ne kadar büyük bir vakit kaybettiklerinin farkına varmazlar.
Elbette ki insanların sevdikleri, alıştıkları, rahat ettikleri imkan ve nimetler içerisinde yaşayabilmeleri çok güzeldir. Ancak Allah dünya hayatındaki imtihanın gereği olarak, insanların içerisinde bulundukları şartları sürekli olarak değiştirmekte; çok farklı şartlar yaratarak insanların gösterecekleri ahlakı denemektedir. Allah Kuran'da bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez;
(Yine bu) Allah'ın, iman edenleri arındırması ve inkar edenleri yok etmesi içindir.
Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (mücadele edenleri) belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Al-i İmran Suresi, 140-142)

İşte Allah'ın ayetlerde bildirdiği bu sebeplerle insan kimi zaman dünyada çok geniş imkanlara sahip olmakta, kimi zaman da sınanması için bunlarda bir eksilmeyle karşı karşıya kalmaktadır.
Burada yapılması gereken, insanın en başta, ‘başına gelen herşeyi Yüce Rabbimiz'in yarattığını asla unutmamasıdır’. Bir insan iman etmişse, Allah'ı gönülden bir aşkla ve sevgiyle seviyorsa, Allah'ın onun için yarattığı şey, -her nasıl görünürse görünsün- mutlaka o kişinin lehinedir. Allah mutlaka o kişinin imanının, Allah'a olan yakınlığının daha da artması, daha iyi ve daha mutlu olması, daha çok nimete kavuşması ve sonsuz kurtuluşunu kazanması için bunları yaratmaktadır. İşte bu, hayatında eksiklikler oluşan bir insanın, hiçbir zaman için unutmaması gereken bir gerçektir.
Bu şuurla hareket eden bir insanın atması gereken ikinci adım ise, ‘geçmişi analiz edip, kaybettiklerine ya da oluşan değişikliklere üzülmenin Kuran ahlakına uygun olmayan bir ahlak olduğunu kavraması’dır. Üzülmek, Allah'ın Kuran'da haram kıldığı bir tavır bozukluğudur. Ayrıca üzülmek insana hiçbir şey kazandırmayan; aksine hem fiziksel hem de manevi açıdan yıpratan çok büyük akılsızlık ve önemli bir vakit kaybıdır. Dolayısıyla böyle bir durumda insanın geçmişi düşünmesi ancak Allah'ı anmak, şükretmek, tevbe etmek, tefekkür etmek, ibret almak gibi Kuran ahlakının gereklilikleri için söz konusu olabilir. Bunların dışında mümin için, geçmişle zaman tüketmek yerine, mevcut durumu değerlendirip hemen bunları hayra dönüştürmesi esastır.
Mümin, hayatında meydana gelen değişikliklere Kuran gözüyle bakar. Eğer birtakım eksiklikler oluşmuşsa, hemen bunları nasıl telafi edebileceğini düşünür. Telafisi mümkün olmayan bir durum söz konusuysa, o zaman bu şartlara nasıl uyum sağlayabileceğini tespit eder. Oluşan bu durumun hayırla yaratıldığını bilmesi, bu konuda çok samimi düşünebilmesini ve samimi kararlar alabilmesini sağlar.Örneğin bazen insanın hayatında sadece belirli nimetler eksilir. Kişinin maddi geliri azalır ve sevdiği, alıştığı yaşam koşulları değişir. Her zaman yediği yemeklerin kalitesi düşer; imkanları ancak çok daha mütevazi besinlere yeter. Ya da her zaman kullandığı lüks arabası artık olmadığı için, gideceği yere 2-3 vesayetle, çok daha uzun vakitte ve çok daha zor şartlar altında gitmek zorunda kalır. Ancak elbetteki tüm bunlar, insanın hayatının bir başka aşamasında kolaylıkla değişme ihtimali olan şartlardır. İnsan sebeplere sarılır, çok çalışır, iktisatlı davranır ve Allah dilerse o kişiyi tekrar eski imkanlarına kavuşturabilir.
Ancak bazen de insanın hayatında, dünya şartlarında telafisi mümkün olmayan bazı değişiklikler olur. Sözgelimi, tüm yüzü ya da bedeni bir yangında yanan bir kişi, bir anda sahip olduğu tüm güzellikten mahrum kalır. Ya da bir insan bir trafik kazasında bir kolunu ya da bacağını kaybedebilir. Bu tarz durumlarda pek çok insan, neredeyse hayatının geri kalan bölümünü bu olaya üzülmekle geçirir. Bir an önce içerisinde bulunduğu şartları kabul edip, bunlardaki hayırları, güzellikleri görerek, Allah'a şükrederek bunlardan yeni güzellikler oluşturmaktansa, aylarca, yıllarca yaşadıkları bu olayın şaşkınlığı içerisinde duraksarlar.
Bazen de bir insan, hayatının bir bölümünde hiç yapmaması gereken büyük bir hataya düşer. Hatasını fark ettikten sonra ise, neredeyse her anını bu hatanın pişmanlığını yaşayarak tüketir. Harekete geçmek, hatasını telafi etmenin yollarını aramak, bulduğu bu çözüm yollarını ısrarla denemek yerine, atıl bir şekilde hayatını kendine kızarak ve üzülerek geçirmeye başlar.
Oysa ki insanın içerisinde bulunduğu durum, bu örneklerin hangisi gibi olursa olsun, eğer bu şartlarla karşılaşan kişi bir müminse, onun için her zaman bir çıkış yolu vardır. Müslüman için çözüm yolu sonuna kadar açıktır. İnsanın, her ne şartlar altında olursa olsun, ‘ne yapacağını bilmediğine’ kendini inandırması da bir kaçış yolu değildir. Çünkü bu mümkün değildir. Allah her insan için, her şartta her zaman bir kurtuluş yolu yaratmıştır.
Kuran'da insanlara bu konuyu hatırlatan çok fazla ayet vardır. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
 
Gerçek şu ki kulluk eden bir topluluk için bunda (Kur'an'da) 'açık bir mesaj' (veya gerçek bir çıkış yolu) vardır. (Enbiya Suresi, 106)
... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir;
Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 2-3)
... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. (Talak Suresi, 4)
Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.
Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 5-6)

Önemli olan insanın, her zaman herkes için mutlaka ‘kesin bir çıkış yolu olduğuna’inanması ve Allah'a güvenerek harekete geçmesidir. Allah her insanı,‘her zaman ne yapması gerektiğini bilecek şekilde’ yaratmıştır. Elbetteki insanın tecrübe ya da bilgi eksiklikleri olabilir. Ya da kendisinden daha iyi bilenlere danışması, fikir alması, yol ve yöntem öğrenmesi gerekebilir. Ancak Allah her insanın içinde, ona her zaman doğruyu söylemekle ve ona her zaman yol göstermekle görevli olan ‘vicdanı’ yaratmıştır. Dolayısıyla insan, hayatındaki değişiklikler karşısında bocalamak, duraklamak ya da alışmaya çalışarak vakit kaybetmek zorunda değildir. Bunlar, her insanın mutlaka yaşaması gereken bir sürecin parçaları da değildir. Bu tavırlar, insanların Allah'a sığınmamaları, Kuran ahlakını yaşamamaları dolayısıyla içerisine düştükleri sıkıntılardır. Yoksa insan, fiziksel açıdan da manevi açıdan da, dünyanın en büyük kayıplarına uğramış da olsa; Allah'a güvenip, hayır gözüyle bakıp şükrederek, içerisinde bulunduğu şartlarda olabilecek en güzel ahlakı gösterebilme imkanına sahiptir. Ve ne yapması gerektiğini daha ilk anda bilebilecek bir şuura sahiptir.Vicdanını ve aklını kullandığı takdirde Allah ona herşeyin en güzelini ve en doğrusunu ilham edecek; ona izlemesi gereken yolları gösterecek ve onu mutlaka başarılı kılacaktır. Vicdanına uyan insan da Allah'ın izniyle, en zor koşullar altında dahi elindeki nimetlerle sevinmeyi ve bunları yeni yeni hayırlara dönüştürmeyi bilecektir.

Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir.
Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 14-15)
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. (Şems Suresi, 8-9)






Güzel ahlak zorluk içindeyken anlaşılır

Peygamberlerin zorlu koşullar karşısındaki tutumları nasıldır?
İnsanların güzel ahlaklı olmaları için niçin zorluk yaşamaları gerekir?
Yüce Allah kullarını aklın ihtiyarını almayacak şekilde imtihan eder. Bu imtihanda mutlaka zorluk olması gerekir. Konfor içinde olunursa imtihan olmaz. Çünkü insanlar konfor içinde yaşarken gerçek ahlaklarını gösteremezler. Yaşadıkları da imtihan değil keyif içinde yaşamak olur. İmtihan olmak için mutlaka zorluk gerekir, çünkü Allah’a derin aşkla olan bağlılık ancak zorluk anlarında belli olur. Örneğin peygamberlerimiz hapse atılmışlar, (peygamberlerimizi tenzih ederiz) delilik iftirasına maruz kalmışlar, fakat onlar herşeye rağmen yiğitçe, kararlılıkla din ahlakını tebliğ etmeye devam etmişlerdir. Bu nedenle hiçbir Müslümana, umutsuz ifadeler kullanmak ya da bahaneler öne sürmek yakışmaz. Kuran’da bildirilen ve peygamberlerimizin zorluklar karşısındaki sabırlarını ve güzel ahlaklarını örnek veren pek çok kıssa vardır. Allah ayetlerinde Müslümanların da bu güzel ahlaka sahip olmalarını öğütler.
Allah Peygamberleri Çok Zorlu Şartlarla İmtihan Etmiştir
Bazı insanlar, “zorluklar sadece bize geliyor, biz hastalanıyor, sıkıntılarla karşılaşıyoruz ama peygamberler daha kolay şartlarda imtihan oluyorlardı” gibi yanlış düşüncelere kapılabilirlerdi. Ancak Rabbimiz peygamberlerin çoğunun hayatında çeşitli zorluklar yaratmış, hatta onların şehitliğine imkan vererek, en zorlu koşullarla imtihan edildiklerini fakat bu zorlu koşulların onların Allah’a olan yakinlerini artırdığını göstermiş, onların sahip oldukları güzel ahlakın tüm Müslümanlara örnek olmasını istemiştir.
Mübarek peygamberlerimizin tüm Müslümanların sahip olması gereken bu güzel tavırlarına bazı örnekler şunlardır:
Hz. Yunus (a.s.), balığın karnında bulunduğu o zorlu süre boyunca Allah’a yönelmiş ve ayette bildirildiği üzere  “...içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.” (Kalem Suresi, 48) Bu zorlu imtihan ortamında Allah’a kalpten yönelen Hz. Yunus (a.s.), Rabbimiz’in rahmeti ve şefkati ile balığın karnından kurtulmuş ve bir topluluğa peygamber olarak gönderilmişti. Hz. Yunus (a.s.)’ın bu zorlu imtihanı, Kuran’da şu şekilde anlatılır:
“Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı. Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı, Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı. Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık. Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik. Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik. Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Saffat Suresi, 139-148)
Hz. Eyüb (a.s.), kendisini saran şiddetli zorluk ve sıkıntılara rağmen o hali ile peygamberlik görevini şerefli şekilde sürdürmeye devam etmiştir. İçinde bulunduğu her türlü ağır şarta karşın, daima sabır göstermiş ve Allah’a olan tevekküllü tavrını devam ettirerek müminlere örnek olmuştur. Bu kutlu peygamberimizin içli duası bir ayette şöyle bildirilmiştir: 
“Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” (Enbiya Suresi, 83) 

 


Hz. Yahya (a.s.) da büyük zorluklarla karşılaşmış, dönemin zorlu inkarcıları tarafından hapsedilmiş, çok zor anlarda bile namazlarını, ibadetlerini kesintisiz devam ettirmiştir. Başı kesilerek şehit edilirken de Allah’ı anmaş ve bu zorlu imtihanı Allah’ın yarattığını bilerek Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olmuştur.
Hz. Zekeriya (a.s) dönemin baskıcı ve zorba kişilerinden kaçarak ağaç kovuğunun içine gizlenmiş, bu kişiler Hz. Zekeriya (a.s)’ı saklandığı ağaç kovuğunda bulduklarında ağacı biçerek bu mübarek peygamberi şehit etmişlerdir. Hz. Zekeriya (a.s.) testerenin sesini duymuş, fakat bu onun Allah’a olan bağlılığını arttırmış ve “Baki olan Allah’tır” sözlerini tekrarlayarak şehit olmuştur.
Hz. İsa (a.s.) da  münafıkların tuzaklarına karşı mücadele ederken aynı zamanda Roma yönetiminin ve askerlerinin baskısına maruz kalmış, hatta Hz. İsa (a.s)’ı şehit etmek üzere askerler evine gelmiş fakat Hz. İsa (a.s.) Allah’a olan teslimiyetini asla kaybetmemiştir. Allah, Hz. İsa (a.s)’ın bu teslimiyetine büyük bir mucize ile karşılık vermiş ve onu Kendi Katına yükseltmiştir. Hz. İsa (a.s.)’ı ihbar eden Yahuda İskaryot’u ise Allah Hz. İsa (a.s.)’a benzetmiş ve Yahuda İskaryot’un tüm karşı çıkmalarına rağmen Romalı askerler onu Hz. İsa (a.s.) zannederek çarmıha germişlerdir. Yahuda İskaryot Hz. İsa (a.s.)’a kurduğu düzenin Allah tarafından bozulması ile çarmıhta can çekişerek feci şekilde ölmüştür. Ayette bu gerçek şöyle haber verilir:
“Ve: “Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)
İnsanların Çok Güzel Ahlaklı Olması İçin Dünyada Zorluklar ve  Çile ile Eğitilmeleri Gerekir
Rabbimiz, “Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Bakara Suresi, 155)ayetiyle dünya hayatında insanların nimetlerle olduğu kadar, sıkıntı ve zorluk ortamlarıyla da karşılaşabileceklerini bildirmiştir. Bir ayette Allah bu durumun bir hikmetini, “Andolsun, Biz sizden cehd edenlerle (çaba harcayanlarla) sabredenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız).” (Muhammed Suresi, 31) sözleriyle açıklamıştır. Allah Kuran’da ayrıca, “İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebut Suresi, 2-3) şeklinde buyurmuştur.
Zorluk ortamları, kişilerin içlerinde yaşadıkları asıl karakterlerinin ortaya çıkmasına vesile olur. Bir insanın cesur mu yoksa korkak mı, cömert mi yoksa cimri mi olduğu; insaniyetli, vicdanlı, merhametli mi yoksa düşüncesiz ve bencil bir ahlaka mı sahip olduğu hep zor şartlar altında ortaya çıkar. Tüm hayatını, sahip olduğu herşeyi Allah’a adamış, Rabbimiz’in rızasını kazanabilmek için her türlü fedakarlığı göze almış bir insanın ahlakındaki üstünlük de yine bu şekilde anlaşılır. Her ne zorluk ya da sıkıntıyla karşılaşırsa karşılaşsın, imanın verdiği şevk, azim ve iradeyle büyük bir sabır gösterir. En zor şartlarda bile elinden gelenin, güç yetirebildiğinin en fazlasını yapmaya, içerisinde bulunduğu zor koşullara rağmen başkalarına yardım etmeye çalışır. Allah‘ın bu tür şartları insanları denemek için özel olarak yarattığını, insanın refah içerisindeyken olduğu kadar zorluk içerisindeyken de güzel bir ahlak göstermekle yükümlü olduğunu bilir. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebut Suresi, 2-3)
Allah Her Zorlukla Beraber Bir Kolaylık Yaratmıştır
Allah’ın inananlara bir deneme olarak verdiği çeşitli sıkıntı ve zorluklar karşısında müminler hep üstün ahlak gösterirler. Bu sırada içlerinde şevk, huzur, sevgi ve saygı hazzı yaşarlar. Fakat burada özellikle vurgulanması gereken bir nokta tüm zorlukların yanında Allah’ın iman eden kullarına çok büyük güzellikler ve kolaylıklar verdiğidir. Allah pek çok ayetinde salih müminlerin işlerinde büyük kolaylıklar kıldığını bildirir:
“Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.” (İnşirah Suresi, 5-6)
“… Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara Suresi, 185)
“… Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız.” (Ala Suresi, 8)
“… Kim Allah’tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. Bu, Allah’ın size indirdiği emridir. Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, Allah, kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür.” (Talak Suresi, 4-5)
“… Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir.” (Talak Suresi, 7)
Zorluk Anlarında Gösterdikleri Sabır ve Şevk   Müminlerin İhlaslı Ahlaklarının Bir Tecellisidir
Bir müminin en önemli özelliklerinden biri,  her işini Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için yapması yani ihlas sahibi olmasıdır. İhlas sahibi bir mümin, yaptığı her hareketin hesabını ahirette vereceğini bilerek, Rabbimiz’i en fazla hoşnut edeceği umulan tavrı gösterir. Dolayısıyla daima sabırlı ve tevekküllüdür. Sabrının ve tevekkülünün sırrı ise, “Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık.” (Kamer Suresi, 49) ayetinde de bildirildiği gibi, her olayı Yüce Allah’ın kaderle yarattığını bilmesidir. Bu nedenle, zorluklar salih bir müminin sabrını ve tevekkülünü pekiştirir, bu özelliklerinin derece derece artmasına vesile olur.
Hiç kimse bir an sonra ne olacağını bilemez. Bunun ilmi sadece Rabbimiz’e aittir. Ancak Yüce Allah Kuran’da birçok ayeti ile her işlerinde Allah’a yönelen müminlerin sonunun hayır olacağını bildirmektedir. Bu nedenle zorluk zamanlarında neşe ve şevkle sabredip tevekkül eden bir müminin sabrettiği her saat, her dakika, hatta her saniye ahirette sonsuz nimetlerle donatılmış cennetle karşılık bulmasını sağlayabilir.  Soğuk, açlık, hastalık, hepsi sona erecek olan, süresi Rabbimiz Katında belirli, sadece dünyaya ait zorluk ve sıkıntılardır. Yüce Allah, imtihan olarak verdiği zorluklara sabretmenin karşılığında inanan kullarına cenneti müjdelemiştir:
“Sizin yanınızda olan tükenir, Allah’ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz.” (Nahl Suresi, 96)




Allah’a Tevekkül Etmenin ve Teslim Olmanın Kolaylığı

Her insanın hayatında “olumsuzluk”“terslik” gibi görünen birçok olay meydana gelir. Bunlar bir insanın tüm hayatını etkileyecek kadar şiddetli gibi görünen veya günlük hayat içinde karşılaşılan ufak tefek olaylar olabilir. Kuran ahlakını yaşamayan insanlar, en küçüğünden en büyüğüne kadar nefislerinin hoşlanmadığı bu tür olaylarla karşılaştıklarında sıkıntı, endişe, mutsuzluk, gerginlik ve korku duyarlar. Oysa bu onların çok önemli bir gerçekten habersiz yaşamalarının sonucunda kendi kendilerine yaşattıkları bir zulümdür. Allah’ın bir ayetinde bildirdiği gibi“...Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.” (Tevbe Suresi, 70) Allah’a iman etmeyen veya iman ettiği halde Allah’ın bildirdiği gerçekleri görmezden gelerek yaşamayı tercih eden insanların daha dünyada aldıkları karşılık, hep böyle endişe, üzüntü ve kuruntu içinde yaşamak, birçok korkuya ve zayıflığa sahip olmaktır.
Gerçeği bilenler içinse, dünya hayatında korku, endişe veya mutsuzluk nedeni olabilecek hiçbir şey yoktur. Çünkü iman edenler, her olayı Allah’ın kaderde yarattığını, herşeyin Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta bulunduğunu ve kendilerinin de diğer tüm insanlar gibi kaderin izleyicisi olduklarını bilirler.
Allah’ın yarattığı olayların kendileri için her zaman güzellikle sonuçlanacağını, Yüce Allah’ın salih kullarının kaderini en hikmetli ve kendileri için en hayırlı şekilde yarattığını asla unutmazlar.Kaderle İlgili Yanlış İnançlar İnsanları Üzüntü ve Sıkıntıya Sürükler
İnsanların büyük bir bölümü kaderi bilirler, ama kaderle ilgili çarpık anlayışlara sahiptirler. Örneğin sadece insanın saç rengi, boyunun uzunluğu, hangi anne babaya sahip olacağı gibi belirli konuların insanın kaderinde olduğunu diğer konularda ise eğer çok çabalar, çalışır ve azim gösterirlerse kaderlerini değiştirebileceklerini zannederler. Oysa gerçek şudur: Bir insanın her anı, tüm yaşantısı, hayatı boyunca karşılaştığı ve karşılaşacağı her olay, her konuşma, her bakış, her ses kaderindedir. Örneğin şu an bu derginin bu satırlarını okuyan kişinin kaderinde bugünün bu saatinde bu satırları okumak zaten vardır. Allah bu anı, siz daha yaratılmadan milyonlarca yıl önce de bilmektedir. Belki bu dergiyi okuyana kadar insan birçok olay yaşamıştır. Örneğin tam okumaya başlayacakken kapı çalmış ve bir arkadaşı gelmiştir. Böylece dergiyi okuması üç saat sonraya ertelenmiştir. Eline dergiyi alıp da tam o sırada kapının çalması, kapıyı açtığında arkadaşının gülen yüzü, “merhaba” deyişi, dergiyi okuma saatinin üç saat ertelenmesi harfi harfine, siz bunları yaşamadan önce Allah’ın hafızasında, sizin, arkadaşınızın ve bu derginin kaderinde belirlenmiştir. Allah bir ayetinde bu konuyu şöyle bildirir:
“Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an’dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın.” (Yunus Suresi, 61)Allah, Zamandan ve Mekandan Münezzehtir
İnsan, zamana ve mekana tabidir. Bu nedenle bizim için geçmiş, şu an ve gelecek olan Allah’ın Katında bir andır. Örneğin bir sonraki yaş günümüz bizim için gelecek olan bir andır. Gerçekte ise o an, Allah Katında olup bitmiştir, Allah o anı bilir. Yani bizim bir sonraki yaşgünümüzde ne giyeceğimizi, kimlerle birlikte olacağımızı, o gün ne yapacağımızı Allah şu anda bilmektedir. Aynı şekilde iki sene sonra, üç sene sonra, on sene, kırk sene sonra ne yapacağımızı da Allah şu anda en ince detayına kadar sarıp kuşatmıştır. Allah tek bir insanın yaşamının tüm günlerini, hatta tüm dakikalarını, saniyelerini tek bir an olarak bildiği gibi, kainat var olduğundan beri yaşamış olan milyarlarca insanın ve bundan sonra yaşayacak olan tüm insanların yaşamlarının her saniyesine de tek bir an olarak hakimdir. Allah sonsuz uzun zamanı sonsuz kısa zaman içinde yani tek bir anda yaratmıştır.
İnsanın Allah’ın bu sonsuz ilminin bilincinde olması ve kaderinin bir izleyicisi olduğunu bilmesi ise onun için büyük bir nimet ve kolaylıktır. Hakkıyla iman eden, samimiyetle Allah’a teslim olan bir mümin, kendisi için hazırlanmış olan kaderini ibret alarak, heyecanla, şükürle ve her an tefekkür ederek, koltuğuna oturup bir filmi izleyen kişinin rahatlığı ile, güven ve sevinç içinde izler.
Müminler Allah’tan Razıdırlar
Allah’ı dost ve vekil edinen ve Allah’ın yarattığı her olaydan, her görüntü ve her konuşmadan razı olan bir insan kaderinden de razıdır. Allah, insanları denemek için kaderlerinde farklı olaylar ve görüntüler yaratabilir. Bunlar kimi zaman ürkütücü, kimi zaman zorluk ve sıkıntı dolu görülebilir. Ancak bu olayların her biri Allah Katında en ince detaylarına kadar planlı ve saklıdır. Örneğin, Hz. Yusuf (a.s.) hiçbir suçu olmadığı halde yıllarca zindanda kalmıştır. Bu onun kaderindedir. Fakat, Hz. Yusuf (a.s.) Allah’ın yarattığı kadere hoşnutluk ve sevinçle teslim olduğu için, hapis ona bir zorluk ve sıkıntı değil, aksine birçok nimetin ve güzelliğin kapısını açan bir olay olarak görünmüştür. Söz gelimi, böyle bir zorluk anını kolaylıkların ve konforun olduğu bir ortamla karşılaştıran mümin, nimetlerin zevkine daha şiddetle varır. Her gün bir gül bahçesi gören bir insanın bu bahçeden alacağı zevk ile, yıllarca beton duvardan başka bir şey görmemiş bir insanın gül bahçesinden alacağı zevk elbette ki çok farklıdır. Zorluğu, çirkinliği bilen bir insan rahattan ve güzellikten çok daha büyük bir zevk alacaktır. Veya kaderinde Hz. Yusuf (a.s.) gibi haksızlığa, zorluğa, hapis gibi bir ortama sabretmek olan bir insan, bunun ahirette kendisine Allah’tan bir hoşnutluk ve ecir olarak döneceğini düşünerek, kaderine sevinir. Sonuçta, kaderinde olanı yaşadığını ve kendisi dahil olmak üzere hiçbir yaratılmış varlığın onun kaderinin önüne geçemeyeceğini, kaderindeki tek bir saniyeyi dahi değiştiremeyeceğini bilir ve kaderine teslimiyetin rahatlığını yaşar.
Kadere teslim olan bir mümin elbette ki, her konumda elinden gelenin en fazlasını yaparak çaba gösterir. Söz gelimi hastalanan bir insan elbette ki doktora gidecek, ilaçlarını alacak ve hastalığı ile ilgili herşeye dikkat edecektir. Ancak bunları yaparken, gittiği doktorun, aldığı ilaçların ve tedavisinin sonucunun da Allah’ın yarattığı kaderde olduğunu bilerek davranır. Bu nedenle, hiçbir zaman mutsuzluğa, telaşa, sıkıntıya veya karamsarlığa kapılmaz. Allah’ın kendisi için dilediğinin en hayırlısı olduğunu bilmenin huzur ve güvenini yaşar. İnsanın her olayda bir hayır olduğuna iman etmesi son derece önemli bir konudur.
Müminler, şer gibi görünen olaylarda dahi onun kendileri için büyük bir hayır olduğuna iman eder ve Allah’a tevekkül ederler. Bu, sadece müminlere has bir özelliktir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde bu konuya şöyle dikkat çekmiştir:
“Mü’min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mü’mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır.” (Muslim, Zuhd 64, 2999)
Allah, Tüm Evrenin Tek Hakimi, Sonsuz Güç Sahibidir
Allah’ın tek güç sahibi olduğu gerçeğini bilen ve hakkıyla görebilen bir insan için zaten Allah’a teslim olarak tevekkül etmekten başka bir yol yoktur. Çünkü bir insanın karşılaştığı her olay, her insan, her konuşma, her ses, Allah’ın denetimi altındadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in de belirttiği gibi Allah’tan gelen herşey mümin için bir güzellik ve bir hayırdır. Müminlerin bu gerçeğin bilincinde olarak yaşadıkları tevekkül anlayışını Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
“Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)” (Hud Suresi, 56)
Allah’a tevekkül etmeyerek, herşeyi kendi güçlerinin ve kontrollerinin altında zannedenler ise, daima korku, hüzün, endişe ve karamsarlık içinde olurlar. Bu, bir filmi izleyen bir insanın sanki filmin sonunu değiştirebilecekmiş gibi heyecana ve paniğe kapılmasına benzer. Böyle bir korku nasıl son derece yersiz ve gereksiz ise, kaderini izleyen bir insanın da olaylar karşısında benzer hislere kapılması gereksiz ve yersizdir. Örneğin, suçsuz bir insana iftira atanlar Allah’ın kontrolünde varlıklardır. Allah, insanı denemek için bu olayları yaratır. Bunlara sabrettiği takdirde, Allah’ın rızasını, cennetini ve rahmetini kazanmayı uman mümin için üzülüp kederlenecek hiçbir neden olmaz. Ayrıca Allah, müminlere her zaman yardımını gönderir ve onlara işlerinde kolaylık sağlar. Bu, Allah’ın kesin bir vaadidir. Allah bir ayetinde haksızlığa uğrayanlar için şöyle buyurmaktadır:
“İşte böyle; her kim kendisine yapılan haksızlığın benzeriyle karşılık verir, sonra aleyhine ‘azgınlık ve saldırıda’ bulunulursa, Allah, mutlaka ona yardım eder. Şüphesiz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır.” (Hac Suresi, 60)Müslümanlar İçin Tevekkül ve Teslimiyet Tek Yoldur
Allah’ın gücünü, yardımını ve dostluğunu bilen müminler için tevekkül ve teslimiyet tek yoldur ve yolların en güzeli ve en kolayıdır. Aksi takdirde insan kaldıramayacağı ağır bir yükün altına girer. Bediüzzaman Said Nursi, bir sözünde insanın tevekkül etmediği takdirde, kendi kendini nasıl bir zorluk içine sokacağını şöyle ifade eder:
“İnsan zaîftir, belaları çok. Fâakirdir, ihtiyacı pek ziyâde. Acizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâl’e dayanıp tevekkül etmezse ve îtimad edip (güvenip) teslim olmazsa, vicdanı daim azâb içinde kalır. Semeresiz meşakkatler (güçlükler), elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.” (Sözler, s. 29)
Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki, burada anlatılanlar insanların kendilerini veya birbirlerini teselli etmeleri, zorluklar karşısında düşünerek kendilerine telkinde bulunmaları için verilen bilgiler değildir. Bunlar Allah’ın yaratışının ve dünya hayatının gerçek yüzüdür. Asıl, aksine inanan veya aksine göre davranan kendini aldatmış ve yanıltmış olur. Dolayısıyla din ahlakından uzak yaşayan bir insan en varlıklı ve en rahat günlerinde dahi tevekkülsüzlüğün sıkıntı ve gerilimini yaşarken, gerçeklere iman eden bir mümin, her ne koşulda olursa olsun din ahlakının insanlara getirdiği kolaylığı, neşeyi ve konforu yaşar.
Allah Kuran’da müminler için şöyle bildirir:
“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah’tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.” (Yunus Suresi, 62-64)
Tevekkülden uzak bir insanın kuruntuları, kuşkuları, endişeleri, korkuları bitmez. Herşey böyle bir insan için tehlike niteliğindedir. Her yerden, her insandan kendisine zarar gelebileceğine inanır. Şüpheci, huzursuz yani sağlıksız bir karakterle yaşar. Allah’a güvenmenin rahatlığından uzak kaldığı için kendi sıkıntılarıyla kavrulur. İmanlı insan ise her ne olursa olsun Allah’a güvenip dayandığı, O’nu dost bildiği için tevekkülün konforu altında son derece kalender, neşeli ve sağlıklı bir ruh haliyle yaşar. Böyle bir insanı sarsabilecek, üzebilecek, yıpratabilecek hiçbir şey yoktur. Çünkü herşeyi Rabbimiz’in yarattığını bilir. Rabbimiz’in sonsuz gücüne dayanıp güvenmiştir. Bu sonsuz gücün desteğiyle hareket etmenin huzuru içerisinde yaşar. Allah dilemedikçe hiç kimsenin en ufak bir şey yapamayacağının bilinci hayatının temeli olur ve her anında kadere tabi olmanın konforunu yaşar.



3 Ağustos 2014 Pazar

Allah’ın Yarattığı Olayları Bağımsız Sanmak Şirktir



• Gizli şirk neden tehlikelidir?

• Gizli şirkin sebepleri nelerdir?

 Gerçek iman sahibi bir kişi katıksız bir sevgiyle Allah’a karşı mutlak bir teslimiyet içindedir. Kişi saniyelik hatalara dahi düşmemeye özen gösterir. Allah’a güveninde -haşa- eksiklik hissettiği veya Allah’tan başka yardımcılar aradığı anda bunun şirk olacağını bilir. Bunun için hiçbir mazeret öne süremeyeceğinin de farkındadır. Ancak bazı insanlar, zor bir durumla karşılaştığında, “genelde çok teslimiyetliyim, Allah’a güvenim tam, ama çok nadir bazı olaylarda paniğe kapılıyorum, tevekkülsüzlük yapıyorum” şeklinde bir düşünceye kapılabilir. Bu elbette büyük bir gaflettir. Bu konuda insanın kendisini kandırması da çok tehlikelidir. Çünkü bu mantıkla hareket eden bir insan, kendisine başka yardımcılar aradığı için Allah’a tam güvenmiyor demektir. Bu da o kişinin, Yüce Allah’ın varlığını kabul etse de, O’na tevekkül edemediğini, Allah’ın sonsuz kudretini kavrayamadığını ve dolayısıyla şirk içinde olduğunu gösterir.

Yalnızca Allah’a rağbet eden insan ise Allah’ın kendisi için yaratmış olduğu kaderden kalben razıdır. Çünkü iman sahibi bir insan, kaderin dışına çıkmanın ya da kaderi değiştirmenin mümkün olmadığını bilir. Allah’ın her insan için yarattığı bir kader olduğunu ve o kaderin hiçbir değişiklik olmadan işlediğini unutmaz.

Allah insanların yaşayacakları her olayın bir kitapta kayıtlı olduğunu ve insanların, kitaplarında yazılı olanlar dışında hiçbir şey yaşayamayacaklarını pek çok ayetiyle haber vermiştir. Bu ayetlerden biri şöyledir:

... Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

Ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi bir insanın yaşamı içinde karşılaştığı her olay, küçük büyük herşey bir kitapta kayıtlıdır. Her insan yaşadığı bu dünya hayatında kendine ait olan bu kader kitabını okumaktadır. Bu nedenle mümin karşılaştığı olayları bu gerçeğin bilincinde olarak değerlendirir ve Rabbimiz’in yaratmış olduğu kaderdeki her detayda bir güzellik arar. Kaderdeki her ayrıntının mutlaka bir hayır üzere yaratıldığına kesin olarak iman eder. Bunun bilincinde olan mümin için yaşadığı şeylerin hepsi mutlaka güzeldir; mümin bu güzellikleri hiç atlamadan görebilir. Geçmişte yaşadıklarından ya da halihazırda başına gelen olaylardan yakınma, rahatsızlık duyma veya hoşnutsuz olma gibi bir hataya düşmez. İstisnasız hayatı boyunca yaşadığı her andan razı olur.

Bunun aksi ise imanın derin olmadığını, imana şirk karıştığını gösterir. Böyle bir insan Allah’a iman ettiğini söyleyebilir, ahirete inandığını, gerçek bir Müslüman olduğunu ifade edebilir. Ama kaderindeki herhangi bir olaydan razı olmayan bir insan aslında, Kuran’da emredilen tevekkülü yaşayamıyor, Allah’ın yarattığı kaderi gerçek manada kavrayamıyor demektir. İşte bu durum “gizli şirk” alametidir.

Gizli Şirk Her İnsan İçin Göz Ardı Edilemeyecek Büyük Bir Tehlikedir

İnsanın günlük hayatında kendi içinde hissettikleri veya olaylara verdiği tepkiler çok önemlidir. Bu bakımdan samimi bir insanın tüm yaşamını, günlük hayatını, hislerini, düşüncelerini, hayata bakış açısını ve en önemlisi bilinçaltını bu anlayışla gözden geçirmesi şarttır.

Şirk, kimi zaman bir insanın yaşamına çok köklü şekilde yerleşmiş olabilir. Kişinin bir korkusu onun dini halis şekilde yaşamasını engelleyebilir. Örneğin geleceğe yönelik ciddi bir endişeye kapılıp, “geleceğini garanti altına almak” için Allah’ın emirlerini göz ardı edebilir, kendince gerekli gördüğü durumlarda dininden taviz verebilir. Veya bir insan karşılaştığı zorlukları birer aksilik olarak değerlendirebilir; bundan dolayı isyankar bir ruh hali içinde olabilir. İşte bu veya benzeri durumdaki insanların büyük bir çoğunluğu Allah’ın sonsuz kudretini ve herşeyin hakimi olduğunu unutarak gizli bir şirke düşer. Geleceğini yaratanın da, kendisine mal, mülk zenginlik verenin de, karşısına çıkan zorlukları açıp giderenin de Allah olduğunu unutur, başka varlıklara güç atfederek onlardan yardım umar hale gelir.

Oysa her insan böyle bir gafletten şiddetle kaçınmalı ve büyük bir hızla uzaklaşmalıdır. İçinde bulunduğu durumu ince ince düşünmeli, hayatının her anında Rabbimiz’in herşeye güç yetiren, her varlığın ve her olayın üzerinde tek söz sahibi olduğunu tefekkür etmelidir. Ancak bu şekilde gizli şirk belasından uzakta kalabilir.

Zorluklar Karşısında Bazı İnsanlar Gizli Şirk Yaşayabilir

İnsan kanser olabilir ya da hiç beklemediği bir anda trafik kazası geçirerek sakat kalabilir ve ömrü boyunca yürüyemeyeceğini öğrenebilir. Şirkten tamamen arınmış teslimiyet ve tevekkül yaşayan kişi, hastalığından dolayı üzülmez, kaygılanmaz, başına gelen zorluklardan dolayı asla yakınmaz. Bunu hemen teslimiyet ve güzellikle karşılar; Rabbimiz’in kendisi için mutlak bir hayır dilediğini unutmaz.

İnanan bir insan dünyada yaşadığı her türlü imtihanın sonsuz ahiret yaşamına kıyasla çok kısa sürdüğünü, ahirette büyük bir ecir kaynağı olarak karşısına çıkacağını aklından çıkarmaz. Şirkten arınmış bir imanda kişi karşısına çıkan zorluğu öğrendiği ilk anda bu haberi güzellikle karşılar, bunda bir hayır ve hikmet arar. Ancak şunu önemle belirtmek gerekir ki, bu, asla teselli mahiyetinde bir düşünce değildir. Tam tersine gerçek imanda kişi kendisine isabet eden bu hastalığın kendisi için gerçekten büyük hayırlara vesile olacağına iman eder. Aynı şekilde tek başına kaldığında da, insanların yanında da, olayın üzerinden sabretmesini gerektirecek uzun zamanlar geçtiğinde de sakatlığına karşı hep aynı teslimiyeti gösterir. Çünkü kaderini Allah’ın belirlediğini bilir, Allah’tan gelen herşeyin güzel olduğunu düşünüp sabreder.

Kişinin Yaptıklarını Kendi Eseri Zannetmesi Gizli Şirkin Sebeplerindendir

Bir kişi başarılı bir konuşma yaptığında o konuşmayı kendi aklıyla kendisinin yaptığını zannederse bu çok yanlış olur. Çünkü Kuran’da tarif edildiği gibi “nutku verip konuşturan” Allah’tır. O dilemedikçe insanın konuşması ve üstelik hikmet üzere konuşması mümkün değildir. Bunların hepsi Allah’ın dilemesiyle gerçekleşmektedir. Veya bir insan mesleğinde başarı elde ediyorsa, bilimsel keşiflerde bulunuyorsa, yaşamı kolaylaştıran buluşlar yapıyorsa, bunların tümünü Allah’ın yardımıyla yapıyor demektir. Bir insanın Allah’ın dilemesi dışında bir başarı elde etmesi mümkün değildir. Tüm bunlara rağmen insanın halen kendi başarılarını sahiplenmesi, bunlarla övünmesi, gururlanması ve bu esnada Allah’ı unutması çok yanlış ve haksız bir eylem olur. Nitekim bir Kuran ayetinde Allah insanın hiçbir şey yapmaya kudretinin olmadığını şöyle bildirir:

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30)

İnsanların Karşılaştıkları  Her Türlü Olay Ancak  Allah’ın İzniyle Gerçekleşir

Şu halde insanın, herşeyin Allah’ın kontrolü altında olduğunu unutması, çok sapkın bir düşünce olur. Allah olan biten herşeyden haberdardır. İnsanın hayatının her safhası ve her anı da ancak Allah’ın izniyle, Allah’ın kontrolünde gerçekleşmektedir. Ve unutulmamalıdır ki, Allah’ın takdir edip yaratmış olduğu kader, iman eden samimi kullar için her zaman en hayırlısıdır. İnananların tüm yaşadıklarında çok büyük bir hayır ve hikmet vardır. Ama insan bu hikmetleri her zaman anlayamayabilir. Bazen bu hikmetleri görür ve şükreder. Bazen de göremez ancak yine Allah’a güvenir ve dayanır. Bilir ki kendisine isabet eden olayları Allah pek çok hayır ve güzellikle birlikte yaratmıştır.

Müslüman bu salih karaktere sahip olduğu, gerçekten hiçbir ortak koşmadan Rabbimiz’e yöneldiği zaman, her türlü başarıyı, güzelliği ve nimeti Allah’tan umabilir. Çünkü Allah şirkten tamamen arınmış kullarına dünyada da ahirette de büyük mükafat vereceğini müjdelemiştir. Dünyada tam ihlası elde etmiş kullara Allah’ın müjdesi şöyledir:

“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır.” (Nur Suresi, 55)