31 Mayıs 2014 Cumartesi

Müslümanlara destek olmak, çekişmemek

Allah ayetlerinde müminlerin birlik ve dayanışma içinde hareket etmelerini, her konuda birbirlerine destek ve yardımcı olmalarını hatırlatmıştır.
Müslümanlar vicdanlı, ahlaklı ve şerefli bir hayat yaşadıkları için Allah'ın sevdiği, değerli gördüğü kimselerdir. Kuran'da Yüce Rabbimiz Allah Katında değerli ve saygın olan bu kulların sayısının azlığına dikkat çekilir. Allah ayetinde insanların çoğunun iman etmeyeceğini ve iman eden insanların birçoğunun da şirk koşmadan iman etmeyeceğini bildirir. Bu ise gerçek Müslümanların yeryüzünde azınlık konumunda olacakları anlamına gelir. Dolayısıyla tek bir Müslümanın bile iman edenler açısından önemi çok fazladır. Nitekim Kuran'da Müslümanların birbirleri için değerleri, koruyucu, himaye edici, yardımcı anlamına gelen "veli" kelimesi kullanılarak açıklanmıştır.
İşte bu nedenle Allah her asırda sayıları oldukça az olan iman sahibi insanların birbirlerine kenetlenmişçesine bağlanmalarını emretmiştir. Müslümanların birbirlerinin değerini iyi bilmeleri, bir zorluk karşısında birbirlerine tam destek vermeleri ve birlik olmaları Kuran'da Müslümanlara yüklenilen sorumluluklardan biridir. Allah'ın emri gereği Müslümanlar birbirlerini her olay ve koşul karşısında koruyup kollar ve desteklerler. Sözlü yazılı, maddi veya manevi olarak bütün imkanlarıyla Müslümanların güçlenmesi, gelişmesi ve ilerlemesi için gayret sarfederler. Allah Müslümanların birbirlerine nasıl bağlanmaları gerektiğini bir ayette şu benzetmeyle haber vermektedir:
Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. (Saf Suresi, 4)
Ayette bildirilen en önemli husus, Müslümanlar arasında sökülmesi mümkün olmayan bir kenetlenmenin olması gerektiğidir. Bu, Müslümanlar arasında manevi olduğu kadar dıştan açıkça görünen güçlü bir bağlılığın da oluşması gerektiğine işaret eder. Yani Kuran'da Müslümanları uzaktan seyretme ve uzaktan destek verme mantığı yoktur. İnanan bir insanın yeri, herşeyiyle Müslümanların yanıdır. Bu nedenle inançlı bir insan ibadetlerini, hizmetlerini ve fikri mücadelesini Müslümanların arasında yerine getirerek, onlara destek verir.
Allah'ın şanının yüceltilmesi, İslam'ın menfaatlerinin ve müminlerin haklarının korunması, cahiliye ahlakına karşı fikri mücadele verilmesi çok kuvvetli bir birlik ve dayanışma içinde gerçekleştirilebilir. Aynı zamanda müminler Kuran'ı yaşamada, Allah'ın emirlerini uygulamada ancak bu şekilde başarılı olabilir ve Yüce Rabbimiz Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilirler. Bu nedenle, müminler arasındaki bağlılığın, tesanüt ve kardeşlik ruhunun zedelenmesine ya da zayıflamasına yol açabilecek her türlü tavır ve davranıştan şiddetle kaçınılmalıdır. İşte bu amaçla kaçınılması gereken davranışların başında da "çekişmek" gelir. Şeytanın da her yönden desteklediği bu davranışı Allah Kuran'da kesin olarak yasaklamıştır:
Allah'a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
Müminler arasındaki dayanışma ve birlik, onların inkar edenler karşısındaki güçlerini de etkileyen hayati bir unsurdur. Çekişme ise ayette belirtildiği gibi bu gücü kıran, hiçbir konuda çözüm getirmeyen, fayda sağlamayan, şeytanın kışkırtmasıyla içine düşülen nefsani bir tavırdır. Bu nedenle bir anlık gaflet sonucu çekişme ortamına giren mümin hemen dikkatini toplayıp, ayetin hükmünü hatırlamalı, yaptığı işin Allah'ın beğenmediği bir davranış olduğunu idrak edip, bu tavrını terk etmeli, tevbe ederek bir daha tekrarlamamalıdır.
Müminler bu tür şeytani ortamlara ya da bunlara zemin oluşturabilecek konuşma ve davranışlara karşı uyanık olmalı, bu tür bir davranışa anında müdahale ederek engellemelidirler. Zira Allah müminlerin hedefini Kuran'da belirtmiştir. İnkarcılar, müşrikler ve münafıklar birlik olup inananlara karşı mücadele ederken, onları bırakıp, müminlerle uğraşmak, onların şevkini kırmak, gücünü azaltmak Kuran'a uygun bir tavır değildir.
Müminlere her konuda en doğru yolu Allah ve elçisi göstermiştir. Hangi konuda olursa olsun, Allah Katında makbul olan tek bir doğru vardır. Müminlerden hiçbirinin bir konuda diğerlerinden farklı bir anlayışı, değişik bir zihniyeti olamaz. Dolayısıyla Kuran'da tarif edilen müminler arasında hiçbir konuda ihtilaf veya tartışma söz konusu olmaz. Zira, Kuran'da dikkat çekildiği gibi, ayrılık ve ihtilaf ancak inkarcılara has bir özelliktir. Kuran'da, müminlerin anlaşmazlığa düştükleri konuları Allah'a ve Resulü’ne döndürmeleri emredilir. Böylelikle her konu en doğru şekilde çözüme ulaşır. Yoksa müminlerin aralarında tartışarak, çekişerek sorunları halletmeye çalışarak, sonuca ulaşmaları gibi bir yöntem Kuran'a tamamen aykırıdır. Bir diğer ayetin hükmüyle de müminlerin çekişmelerine, aralarının bozulmasına karşı, şeytana kapıları kapatacak en güzel yöntemin 'sözün en güzelini söylemek' olduğu bildirilmiştir:
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)

SAYIN ADNAN OKTAR’IN MÜSLÜMANLARIN BİRBİRLERİNE DESTEK OLMALARI İLE İLGİLİ AÇIKLAMALARI
ADNAN OKTAR: Bir de Müslümanlara bakın en kolayı söylüyorum, bir kere Müslümanları sevsinler, bunun ne zorluğu var? Birbirlerine kuşku ile bakıyorlar, bir kere bu cemaat ayrılıkları, mezhep ayrılıklarından kaynaklanan öfke ve ayrılığı tamamen gidermeleri lazım. Bakın en kolayını söylüyorum, bunu yapamıyorum diyemez, bunda bir çile var mı? Zorluk var mı? Gidecek, “selamünaleyküm - aleykümselam kardeşim, nasılsın” diyecek. Yemek yiyecek, sohbet edecek bakın en kolayını söylüyorum. Bu çok büyük bir fitnedir, bir kere bunun ortadan kalkması lazım. Müslümanlara hüsn-ü zan olması lazım. Dedikoduya çok yatkın Müslümanlar, epey bir bölümü böyle, iyi olanlar da var, onları tenzih ederim de. Hatta mesela bir ders ortamı, bir şey oldu mu, hemen cemaatlerin dedikodusuna başlıyorlar. Ben bunu çok gördüm. En tatlı gelen şeylerden bir tanesi bu oluyor. Yani iki kişi bir araya gelse hemen dedikoduya başlıyorlar. Dedikodu haramdır, Allah Müslümanın etini yemeye benzetiyor. Ve bu bereketsizlik, uğursuzluk getirir. Çok kötü bir şey, inşaAllah. Bunun dışında da İslam’ın dünyaya hakimiyeti için dua edilmesi lazım. Mesela internet sitesi; herkes sitesine koysun, “Ya Rabbi, Türk-İslam Birliği’ni görmeyi bizlere nasip et.” Değil mi? “Bütün Müslümanların birlikte yaşadığını görmeyi bizlere nasip et.” “Ya Rabbi mesela Mehdi (a.s.)’ın zuhurunu bizlere nasip et.” Birçok başlık koyabilirler. Onların sitesine giren, onunla karşılaşsın. Bu dua bir yayılsın. Yani bu yüzyılda İslam’ın hakimiyetini isteyen çok az insan var. (Sayın Adnan Oktar’ın TV Kayseri, Samsun AKS TV ve Gaziantep Olay TV röportajından -2 Aralık 2009)


Çekişmek güç kaybına neden olur

Müminlere Kuran'da bildirilen en önemli sırlardan birinde, aralarında çekişmemeleri gerektiği, aksi takdirde güçlerinin azalacağı, birliklerinin bozulacağı ve yılgınlaşacakları haber verilir. Bu ayet şöyledir: 
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46) 
Kuran'a uygun olan, alçakgönüllü, hiçbir konuda hırsı olmayan, ara düzelten, çözümcü ve kolaylık getiren bir ahlaktır. Bunun aksi olduğunda, insanlar arasında çekişmeler, ihtilaflar olacaktır. Her insan elbette ki farklı düşüncelere sahip olabilir. Örneğin bir konunun çözümü için 20 insan 20 farklı fikir önerebilir. Bunların her biri kendi içinde haklı, doğru veya tutarlı olabilir. Ancak, herkes kendi isteğinin olması için ısrar ettiğinde kargaşa ve ihtilaf çıkacağı açıktır. Bu durumda bu 20 kişi birlik olacağı yerde, kendi fikrini kabul ettirmek için, kardeşleriyle çekişmeye girişecek ve asıl yapılması gereken hayırlar aksayacaktır. Dolayısıyla bu 20 kişinin tüm gücü gidecek, aralarındaki birlik ve kardeşlik bozulacaktır.
Oysa müminler değil birbirleriyle çekişmek, birbirlerine karşı son derece fedakar olmalı, birbirlerini çok sevmeli, çok güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma içinde olmalıdırlar. Özellikle zorluk zamanlarında, her zamankinden çok Allah'ı zikretmeli, birbirlerine karşı her zamankinden daha çok anlayışlı ve kolaylaştırıcı olmalıdırlar. Çekişmek nasıl güç alırsa, birlik ve beraberlik de aksine müminlere güç verir. Allah, bir başka ayetinde müminler dost ve yardımcı olmazlarsa, dünyanın fitne ve bozgunculuk içinde olacağını ayrı bir sır olarak vermiştir: 
"İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur." (Enfal Suresi, 73) 
Bunların her biri Allah'ın bir sır olarak bildirdiği ve Müslümanlara yüklediği sorumluluklardır. Hiçbir Müslüman, bir diğer kardeşiyle arasındaki çekişme için "bundan ne olur?" dememelidir. Çünkü Allah'ın bildirdiğine göre bu, Müslümanların güçten düşmesi demektir ve bunun Müslüman üzerinde sorumluluğu olur. Müslümanlar birbirlerinin yanlışlarını, hatalarını, kusurlarını araştırmamalı, birbirlerine örtü görevi görerek, şefkat ve merhametle birbirlerini tamamlamalıdırlar. Bunun neticesinde tüm güçlerini Allah'ın dinini, Kuran ahlakını insanların arasında yaygınlaştıracak, insanlara Allah'ın varlığının delillerini anlatacak ilmi çalışmalara verebilir ve tüm insanlığa büyük hizmette bulunabilirler. Ancak unutmamak gerekir ki, herkes hizmeti, asıl olarak kendi ahiretini kazanmak, Allah'ın azabından korunmak için yapar.

20 Mayıs 2014 Salı

En Büyük Tehlikelerden Biri: Gizli Enaniyet







Enaniyet, kişinin kendisine müstakil bir benlik vermesi, hem kendi varlığını hem de etrafındakilerin varlığını Allah'tan bağımsız görmesi (Allah’ı tenzih ederiz), davranışlarını, bakış açısını bu zihniyete göre düzenlemesi anlamına gelir. Bu kötü ahlak özelliğinin en tehlikeli çeşidi ise teşhis etmenin zaman zaman çok zor olduğu gizli enaniyettir.

“Enaniyet” terimi, Arapçada, "ben" anlamına gelen "ene" kelimesinden türemiştir. İnsanlarda farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Örneğin kibir bunlardan biridir. Bir insan kendisini dünyanın merkezi olarak görmeye başladığında, kısa sürede Allah'ın kendisine verdiği imkanlar ve özellikler doğrultusunda bir büyüklenme psikolojisi içine girer.

Her zaman ve her durumda kendisini en ön planda, en üstün konumda görmeye ve göstermeye başlar. Böyle sapkın bir düşünceye sahip olan kimse, Kuran'da bildirildiği üzere kendisine ilahlık vasfı veriyor demektir. (Allah’ı tenzih ederiz.)

Enaniyetin, yani kendini üstün görmenin bir başka türü de gizli enaniyettir. Gizli enaniyete sahip kişiler, tavır olarak klasik enaniyetlilerden farklıdırlar. Aralarındaki en büyük fark, enaniyetli kişinin dışarıdan çok rahat fark edilebiliyor olması, fakat gizli enaniyete sahip olanların zaman zaman dışarıdan anlaşılmasının mümkün olmamasıdır.

Enaniyetin Gizlenmesi

Enaniyetli kişiler çoğu zaman bu tavırlarının anlaşılmasından çekinmezler. Ancak gizli enaniyete sahip kişiler, taktik gereği enaniyetlerini dışa vurmazlar. Çoğu zaman şeytani bir zekaya sahip olan bu kişiler, enaniyetlerinin anlaşılmaması için büyük çaba harcarlar. Burada elbette ki akla şu sorular gelebilir: 

Bu kişiler enaniyetlerini neden gizlerler? Bunun için neden yoğun bir enerji harcarlar?

Bunun nedenleri çeşitlidir. 

Mülayimliğin takdir toplayacağını düşünmeleri: Klasik enaniyetlilerden farklı olarak daha zeki olan bu kişiler, aslında neyin doğru, neyin yanlış olduğunun farkındadırlar. Bu nedenle de, enaniyetli bir tavrın diğer kişilerde olumsuz bir etki uyandıracağını, doğal bir rahatsızlığa sebep olacağını bilirler. İnsanların rızasına da son derece önem verdikleri için, onların beğenisini kaybetmemek amacıyla enaniyetlerini gizleme yoluna giderler. Mütevazı olmanın bir meziyet olduğunu bildikleri için, öyle görünmeye çalışırlar.

İnsanların rızası için çaba harcamaları: Bu kişiler gizli gizli "en akıllı", "en haklı" olanın kendileri oldukları kanaatindedirler. Kendi gözlerinde kendilerini neredeyse ilahlaştırmışlardır. (Allah’ı tenzih ederiz.) Bu durumda herhangi bir eksikliği ya da hatayı gururlarına yediremezler. Dolayısıyla dışarıya, yani diğer insanlara karşı hiçbir "açık" vermemeye gayret ederler. Bu nedenle de, kendilerinin enaniyetli bilinmelerini hiç istemez, bu özelliklerinin bilinmesinden büyük bir utanç duyarlar. Yalnızca Allah'tan korkmaları, O'ndan sakınmaları gerekirken, insanların rızalarını kaybetmekten korkarlar. Bu korku da onları enaniyetlerini gizlemeye yöneltir.

Enaniyeti Gizleme Yöntemleri

Bu kişilerin enaniyetlerini gizleme taktikleri oldukça şeytanidir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, söz konusu kişiler bulundukları ortamda ‘en ideal kişi’ izlenimi uyandırmaya çalışırlar. İnsanların onları "temiz kalpli" bilmeleri onlar için hayati konulardan biridir. Bu nedenle kendilerini kusursuz ve masum tanıtmaya özen gösterirler. Böylelikle insanların takdir ve beğenisini kazanmak, insanların gözünde yücelmek ve bu sayede içten içe enaniyetlerini beslemek isterler. Enaniyetli kişilerin kendilerini sürekli olarak övmeleri ve ön plana çıkarmalarının yanında, gizli enaniyete sahip olanlar kendilerini bu kadar çok övmeyebilirler. Onların planları daha ince, daha doğrusu daha şeytanidir. Çoğunlukla başkalarının kendilerini övecekleri doğal ortamlar oluştururlar.

Gizli Enaniyet Niçin Daha Tehlikelidir?

Bu tip enaniyet çok tehlikelidir; çünkü adeta bir buzdağı gibidir. (Görünen kısmı, dıştan anlaşılmayan kısmıyla kıyaslandığında çok küçük kalmaktadır.) Klasik enaniyetli kişilerin tavırları kolayca fark edildiği için onlardan sakınmak, önlem almak mümkündür. Ancak enaniyetlerini gizleyenlerin durumları daha farklıdır. Onların enaniyetleri geç fark edilir. Böylece onlara öğüt vermek, içinde bulundukları durumu anlatmak daha zor olur.

Gizli Enaniyet Nasıl Teşhis Edilebilir?

Bu tip kişiler genelde iyi bir mevki ya da sorumluluğun ardından böyle bir ruh haline girerler. Daha doğrusu içlerindeki hastalık, böyle durumlarda iyice pekişir. Sorumluluğun, kendilerindeki üstün özelliklerden dolayı verildiğini düşünürler; onları bunun aksine inandırmak da çok zordur. Özellikle bu görevde başarılı olurlarsa, içlerini iyice kibir kaplar.

Gizli enaniyetin ortaya çıktığı daha pek çok alan vardır. Örneğin dış görünüşte tevazulu olan makam sahibi bir insan, bu makamını kaybettiğinde bir anda kendinden hiç umulmadık bir ruh haline girebilir. İçine kapanık, ezik ve durgun bir yapı gösterebilir. İşte bu, onun enaniyetinin en önemli belirtisidir. Tevazu sahibi bir kişi mal, makam, mevki gibi özelliklerin verilmesi veya alınması durumunda tavrını değiştirmez. Çünkü hepsinin hayırlı olduğunu bilir ve içinde bulunduğu konumda Allah'ı hoşnut etmek için uğraşır. Aksi bir tavır gösteren insanın ise prestije, itibara önem verdiği, dolayısıyla kibirli bir yapısı olduğu anlaşılır.

Tevazulu bir insan, gayet sade bir kişiliğe sahiptir, rahatsız edici hiçbir yönü yoktur. Ancak belirtmek gerekir ki, abartılı tevazu gösterileri de kimi zaman enaniyetin önemli bir belirtisidir. Çünkü içinde gizli bir enaniyet büyüten kişi, tevazulu olmanın takdir edildiği çevrelerde sahte bir tevazu takınarak insanların hoşnutluğunu, takdirini, beğenisini kazanmak ister.

Gizli Enaniyetin Getirdiği Sinsi Tehlike

Gizli enaniyet, daha önce de belirtildiği gibi, beklenmedik anlarda ortaya çıkması sebebiyle önemli bir tehlike arz eder. Etrafındakiler, kişinin ilk defa karşılaştıkları bu gerçek yüzü karşısında şaşkınlığa düşerler. Örneğin çevresinde enaniyetsiz olarak bilinen biri hata yaptığı ya da eleştiri aldığı bir anda çok öfkelenip, kontrolsüz hareketler yapabilir. Bunun sebebi hatasının diğer insanlar tarafından öğrenilmesidir; bu durum gururuna ağır gelir. Enaniyetinin o güne kadar ortaya çıkmamasının sebebi ise, çıkarları ile çatışacak bir durumun oluşmamış olmasıdır. Ancak şimdi insanların gözünde tüm prestijinin sarsıldığını düşünür ve öyle tavırlar gösterir ki içinde sakladığı bütün büyüklenme ve azgınlık hisleri meydana çıkar.

Gizli enaniyet ahlaki bozukluklar ile de kendini belli edebilir. Kişi kendi eksikliği ortaya çıkmasın diye yalan söyleyebilir ya da üstün konuma gelmek için başkalarının kusurlarını ortaya çıkartmaya çalışabilir. Hata yapmaktan şiddetle korkar. Bir eksikliğinin anlaşılması durumunda kendini acındırarak hatta ağlayarak şahsına gelebilecek muhtemel tepkileri uzaklaştırmaya, böylece nefsini korumaya çalışır.

Enaniyetli kişiler hoşnutsuzluklarını sessiz protestolara başvurarak, bozularak, küserek, etrafındakileri tersleyerek ifade ederler. Dolayısıyla herkes bu belirtileri gördüğünde enaniyetli bir tavırla karşı karşıya olduğunu anlayabilir. Oysa gizli enaniyette bu sayılanların hemen hemen hiçbiri yoktur. Gizli enaniyet taşıyan kişiler dışarıdan bakıldığında neşeli, canlı, normal bir kişi gibi görünürler. Günlük hayattaki tepkileri de genel olarak doğaldır. Hatta bazı konularda tevazunun taklidini çok iyi yaptıkları için gerçekten öyleymiş gibi de bilinebilirler. Fakat bu tip insanların en belirgin özellikleri, kendilerini gözlerinde çok büyütmeleridir. Mesleklerinde, okullarında, bulundukları ortamda veya üzerinde çalıştıkları konuda 'en iyisi' olduklarına inanmışlardır. Bu durum bilinçaltlarına iyice işlemiştir. Yukarıda da anlatıldığı gibi, dışarıdan buna ters düşebilecek bir tepki aldıklarında bu kişilerin durumu ortaya çıkar; aniden saldırgan davranabilir, sinirlenebilirler. Haklarının yendiğini düşünerek kendi içlerinde karmaşık bir ruh hali yaşamaya başlarlar. Bu da bahsedilen kişilerin 'bam telleri'nin olduğunu göstermektedir. Bam tellerine dokunulduğu anda, enaniyetleri ortaya çıkar ve aniden bir nevi 'delilik' gösterisine başlarlar.

Gizli enaniyete sahip, kendilerini sürekli temize çıkarmaya çalışan kişiler, belki bir müddet kalplerindeki gurur ve kibiri insanlardan saklayabilirler ama kalplerindekini en iyi Allah bilir ve mutlaka ortaya çıkartır. Nitekim bir ayette de bu önemli gerçek şöyle bildirilir:

“Şüphesiz ki, Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O müstekbirleri sevmez.” (Nahl Suresi, 23)

Enaniyet İnsanı Cehenneme Sürükler

Enaniyet ya da gizli enaniyet sahibi kişilerin en önemli ortak noktalarından biri, kaçınılmaz olan mutlak sonlarıdır: Cehennem. Kuran'da dünya hayatında Rabbimiz’e karşı büyüklenenlerin -gizli veya açık enaniyetli olması ayırt edilmeden- nasıl bir sonla karşılaşacakları birçok ayette haber verilmiştir. Bu ayetlerden bir tanesinde şöyle buyrulmaktadır:

“Öyleyse içinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların konaklama yeri ne kötüdür.” (Nahl Suresi, 29)

Bu kötü sonla karşılaşmamanın tek yolu ise yalnızca Allah rızası için yaşayarak Allah'a karşı saygılı ve boyun eğici olmaktan, Allah'ın sonsuz gücü karşısında kendi küçüklüğünün ve acizliğinin farkında olmaktan geçer. Aynı zamanda sahip olunan bütün özellikleri geçici bir süre denenmek için Allah'ın verdiğini bilmekten; bu imkanları, diğer insanlara karşı üstünlük aracı olarak kullanmamaktan geçer. 

Tevazulu bir Müslüman, hem kendi eksikliklerinin ve ölümlü oluşunun, hem de diğer insanların da kendisi gibi aciz birer kul olduklarının farkındadır. Allah Katında üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu da bilir. (Hucurat Suresi, 13) Bu nedenle başka hiçbir şeyi ölçü olarak kabul etmez. Enaniyetten kaçınmanın önemli bir mümin özelliği olduğu Kuran’da şöyle bildirilmiştir:

“Bizim ayetlerimize ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayanlar (müstekbir olmayan) iman eder.” (Secde Suresi,15)






16 Mayıs 2014 Cuma

Allah’ın elçileri iman edenler için rahmet inkar edenler için bir yıkımdır

 O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek.” (Kaf Suresi, 30)

Kuran-ı Kerim insanları doğru yola yönelten, iman sahiplerini kalbine ferahlık veren ve Allah’ın kıyamete kadar değişmeyecek sözlerini içeren tek hak kitaptır. Bu nedenle Kuran ayetleri esas alınarak yapılan samimi sohbetler ve hazırlanan yazılı ve görsel yayınlar, insanların din ahlakına yönelmelerine vesile olan önemli tebliğ yöntemleridir. Ancak içinde yaşadıkları toplumu din ahlakına çağıran peygamberlerimizin döneminde olduğu gibi, Allah’ın varlığı ve yaratma sanatı kendilerine hatırlatıldığı halde bu önemli gerçekleri inkar eden insanlar her dönemde olmuştur.

İçinde bulunduğumuz dönemde de Kuran ayetlerini ve Kuran ayetleri doğrultusunda hazırlanan eserleri okumaktan şiddetle kaçınan ve sonuç olarak da iman etmeyen insanlar, dünyada ve ahirette büyük kayba uğrayanlardan olacaklardır.

Sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Yüce Allah, insanlara ahiretin varlığını, hayatın gerçek anlamını bildirecek elçiler, uyarıcılar gönderir. Şüphesiz her topluma bir uyarıcı gönderilmesi, Rabbimiz’in Rahman sıfatının bir tecellisidir.

Elçiler insanların hidayet bulmaları için tüm hayatları boyunca çok samimi bir mücadele yürütürler. İnsanları din ahlakından uzak bir hayattan kurtarıp hidayetlerine vesile olmak için tüm imkanlarını kullanırlar. Ancak Allah’ın mübarek elçilerinin bu tebliğ görevlerinin önemli bir yönü vardır. Yaptıkları tebliğ faaliyetleri birçok insanın imanına vesile olurken, bir kısım insanlar da kendilerine hak yol gösterildiği halde bu hak yoldan yüz çevirerek dünyada ve ahirette kayba uğrayanlardan olmayı seçmişlerdir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in uyarıp tebliğ yaptığı kişilerden bir kısmının cennette bir kısmının cehennemde olduğunun Kuran’da bildirilmesi, peygamberlerimizin iman edenlerin cennete girmesine inkar edenlerin ise cehennemde sonsuz azabı yaşamalarına vesile olduklarının açık bir delilidir (en doğrusunu Allah bilir). Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“İşte Biz sana, böyle Arapça bir Kur’an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları uyarman için ve kendisinde şüphe olmayan toplanma gününü (haber verip onları) uyarman için de. (O gün onların) Bir bölümü cennette, bir bölümü çılgınca yanan ateşin içerisindedirler.” (Şura Suresi, 7)

Tarih Boyunca Kavmin Önde Gelenlerinin İnkarları Sonucunda Uğradıkları Yıkım

Geçmiş kavimlerle ilgili haberler, Kuran’ın oldukça büyük bir bölümünü oluşturur ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli hikmetler içerir. Geçmişte yaşamış ve helak edilmiş olan kavimler incelendiğinde, bu kavimlerin ve özellikle de kavmin önde gelenlerinin kendilerine yapılan tebliğe rağmen Allah’tan korkmayan, çirkin sapkınlıklarda bulunan, başkalarının haklarına tecavüz eden, utanma duygularını kaybetmiş, yalnızca kendi menfaatlerini ve dünyevi çıkarlarını düşünen insanlar oldukları görülmektedir. En önemli ortak yönleri ise, kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlamaları, hatta onlara düşmanlık göstermiş olmalarıdır. Bu taşkınlıklarından dolayı da Allah’ın azabıyla karşılaşmışlar, yeryüzünden bir anda silinerek dünyada yıkıma uğramış ve ahirette cehennem azabıyla karşılık görmüşlerdir. Kendilerine Allah’ın varlığı ve yaratılış delilleri anlatıldığında, doğru olduğunu vicdanen kabul ettikleri halde büyüklük gururları nedeniyle yüz çeviren bu kişilerin durumu bir ayette şöyle bildirilmiştir:
“Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak.” (Neml Suresi, 14)

FİRAVUN VE BERABERİNDEKİLERİN UĞRADIĞI SON

Allahın elçileri iman edenler için rahmet inkar edenler için bir yıkımdırHz. Musa ve Hz. Harun, Yüce   Allah’ın emriyle Firavun ve çevresine tebliğde bulunmuşlardır. Ancak Firavun ve çevresi bu tebliğden yüz çevirerek çirkin bir tutum sergilemişlerdir. Bu olay, bir ayette şöyle bildirilmiştir:
“Sonra bunların ardından Firavun’a ve onun önde gelen çevresine Musa’yı ve Harun’u ayetlerimizle gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler. Onlar suçlu-günahkar bir kavimdi.” (Yunus Suresi, 75)
Ayette de bildirildiği gibi Hz. Musa, Firavun ve çevresine tebliğ yaptığında onların tepkisi bunu akıl ve vicdanla değerlendirmek yerine atalarının diniyle değerlendirmek olmuştur. Ortada dosdoğru hak yol varken bunu benimsemek yerine inkarcılığı seçmiş ve azgınlık yolunu benimsemişlerdir. Firavun ve ordusunun Allah’a, bildirdiği din ahlakına ve           Allah’ın elçisine gösterdikleri düşmanca tavrın karşılığını suda boğularak aldıkları ayetlerde şöyle bildirilmiştir:
“Biz, İsrailoğulları’nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları’nın kendisine inandığı (İlahtan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler.” (Yunus Suresi, 90-92)

“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil 
olmaları dolayısıyladır.” 

(Araf Suresi, 146)

 KARUN’UN BÜYÜKLENMESİ VE CEZALANDIRILMASI

 Allahın elçileri iman edenler için rahmet inkar edenler için bir yıkımdırKuran’da bildirildiğine göre, Karun hem Hz. Musa’nın kavmindendir (yani İsrail soyundan) hem de Mısır’da büyük bir mülke sahiptir. Aşağıdaki ayetler, Karun’un Firavun ile birlikte Hz. Musa’ya karşı cephe aldığını göstermektedir:
Andolsun, Biz Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; Firavun’a, Haman’a ve Karun’a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler. (Mümin Suresi, 23-24)
Karun’un, Firavun yanında edindiği konum ve zenginlik, kibirlenmesine sebep olmuştur. Bu kibir duygusu da Karun’un kendisine yarar değil zarar getirmiştir. Allah’a başkaldırıp (Allah’ı tenzih ederiz.) nankörlük ettiği, sahip olduklarını kendinden bilerek büyük bir kibir içinde azgınlık yaptığı için kendi kendini azaba sürüklemiş, Allah’ın karşısında yapayalnız ve aciz bir kul olduğunu anlamıştır. Çünkü Karun’un kibirlenmesine neden olan malı ve mülkü, Allah helak etmiştir:
Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. (Kasas Suresi, 81)
Karun kıssası, bizlere mal ve mülk dolayısıyla kibirlenen, kendisini diğer insanlardan daha bilgili veya akıllı görerek büyüklenen ve peygamberlerin tebliğinden yüz çeviren insanların peygamberler vesilesiyle Allah Katında cehennemle cezalandırıldıklarının örneklerinden biridir. Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
Karun’u, Firavun’u ve Haman’ı da (yıkıma uğrattık). Andolsun, Musa onlara apaçık delillerle gelmişti, ancak yeryüzünde büyüklendiler. Oysa onlar (azabtan kurtulup) geçecek değillerdi. (Ankebut Suresi, 39)

HZ. İBRAHİM’İN ÖĞÜT VERDİĞİ İNKARCI: NEMRUD

Kuran’da, Hz. İbrahim’in insanları Allah’a iman etmeye davet ederken karşılaştığı sapkın bir hükümdara yaptığı tebliğ bildirilmiştir. Tarihi kaynaklarda "Nemrud" olarak anılan bu inkarcı hükümdar ile Hz. İbrahim arasında önemli bir konuşma geçtiği bir ayette şöyle haber verilmiştir:
Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok, Allah Güneş’i doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258)
Ayette bildirildiği üzere mal, mülk ve iktidarından dolayı böbürlenen bu kişi, Hz. İbrahim’le tartışmaya girerek kendisinin de yaratma vasfına sahip (Allah’ı tenzih ederiz.) olabileceği gibi büyük ve akılsızca bir iftirada bulunmuştur. Malıyla, mülküyle övünen bu kişi kendini ilahlaştırmakta, Allah’ı inkar etmektedir. (Allah’ı tenzih ederiz.)

Allah’ın varlığını ve kudretini insanlara anlatan peygamberler, her zaman bu örnekteki gibi hikmetli ve akılcı anlatımlar kullanmışlardır. Allah’a olan samimi imanları onların tebliğlerini etkili kılmış, inkarcıların sapkın bakış açıları bu şekilde geçersiz hale gelmiş ve kendilerine ulaşan tebliğe rağmen inkar yolunu seçenler Allah Katında azapla karşılık görmüşlerdir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)’İN DÖNEMİNDE KURAN-I KERİM’İN ETKİSİNDEN KORKAN İNKARCILARIN DURUMU

Yüce Allah’ın, Kuran-ı Kerim’de “Alemler için bir rahmet” olduğunu bildirdiği (Enbiya Suresi, 107) Peygamber Efendimiz (sav), kendisine bu şerefli görev vahyedildiği ilk andan yaşamını yitirdiği ana kadar Rabbimiz’in bildirdiği din ahlakını tebliğ etmiştir. Ancak Peygamberimiz (sav)’in hakka ve doğruya olan daveti; haksızlık ve zulümden menfaat sağlayan, makam ve mevkilerini kaybetmekten korkan Kureyş’teki birtakım önde gelen kimselerin, Peygamber Efendimiz (sav) ve beraberindeki müminlerden rahatsızlık duymalarına ve bu mübarek kişiler aleyhinde çeşitli tuzaklar kurmalarına neden olmuştur. Peygamberimiz (sav)’in hayatının aktarıldığı kitap ve filmlerde de yer verildiği üzere; Kureyş’in ileri gelenleri Müslümanlığın Mekke dışında diğer kabileler arasında da yayılmasından endişe duydukları için Hz. Muhammed (sav)’in tebliğ faaliyetlerinin ve sözlerinin diğer kabilelere ulaşmasını engellemek için türlü iftiralarda bulunmuşlardır.

Değerli Peygamberimiz (sav)’e ve İslam ahlakına atılan iftiraların en büyük nedeni, bu kişilerin Kuran-ı Kerim’in etkileyiciliğini kendi sapkın sistemleri ve menfaatleri için bir tehlike olarak görmeleridir. Bu nedenle de Kureyş’in müşrik ileri gelenleri Peygamber Efendimiz (sav) hakkında “Sakın onu dinlemeyin, sözlerine kanmayın.” şeklinde propagandalar yapmışlardır.1 Hak yolu gördükleri ve doğru olduğunu vicdanen kabul ettikleri halde Allah ve Resulü (sav) hakkında çirkin iftiralarda bulunan kişilerin bu tutumu ve Allah Katında görecekleri azap dolu karşılık Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“İnkar edenler dediler ki: "Bu Kur’an’ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar koparın. Belki üstün gelirsiniz." Artık gerçekten o inkar edenlere şiddetli bir azap taddıracağız ve yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.” (Fussilet Suresi, 26-27)



Hz. Ömer (ra)’ın Kuran Ayetlerini Duyar Duymaz İman Etmesi

İslam tarihinin en adaletli ve huzurlu dönemlerinden biri, Hz. Ömer’in (ra) halifeliği sırasında yaşanmıştır. Hz. Ömer (ra), Müslüman olmadan önce Kureyş kabilesi içinde, Kureyş’in siyasi işleriyle ilgilenmekte ve diğer kabilelerle olan mevcut anlaşmazlıkları çözmekteydi. Bu değerli halifemiz, 33 yaşına gelince İslamiyet’i kabul etmiştir. Bunda Müslümanların gördükleri tüm kötü muamelelere ve baskılara rağmen gösterdikleri üstün ahlak ve imani kararlılık etkili olmuştur. Fakat Hz. Ömer (ra)’in Müslüman olmasında öncelikli etken, Kuran-ı Kerim ayetlerini dinlemesi ve okuması olmuştur.2 İslami kaynaklara göre Hz. Ömer (ra), kız kardeşinin evinde Kuran ayetlerini dinler dinlemez etkilenmiş, Allah’a ve Resulü (sav)’e teslim olarak ilk Müslümanlardan olmuştur.

Bu örnek de göstermektedir ki, Allah’ın sözleri olan Kuran ayetlerini okumak ve ayetler üzerinde düşünmek, insanların Allah’ı tanımalarına, O’nun yaratma sanatına şahit olmalarına ve böylelikle Allah’a iman etmelerine vesile olmaktadır. Ayrıca Kuran ayetleri esas alınarak verilen samimi öğütler, yapılan samimi sohbetler, hazırlanan yazılı ve görsel yayınlar da kişinin ahiret, cennet ve cehennem gibi konularda bilgi sahibi olması için yeterlidir. Bu nedenle Kuran ayetlerini dinlememekte, Kuran ayetleri doğrultusunda hazırlanan eserleri okumamakta ve sonuç olarak da iman etmemekte direnenler, ahirette büyük bir azapla karşılaşacaklardır. Bir ayette iman etmemekte direnen kişilerin tutumu şöyle bildirilmiştir:
"Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.’ (Nuh Suresi, 7)

“Şüphesiz, sana Biz Kitabı insanlar için hak olmak üzere indirdik. Artık kim hidayete ererse, bu kendi lehinedir; kim saparsa o da kendi aleyhine sapmış olur. 
Sen onların üzerinde vekil değilsin.” 
(Zümer Suresi, 41)

Hz. İsa ve Hz. Mehdi de Müminler için Bir Rahmet İman Etmeyenler için Semavi Bir Afet Olacaklardır

 Hz. Mehdi, Yüce Allah’ın ahir zamanda insanların hidayetine vesile olmakla şereflendirdiği çok üstün ahlaklı, mübarek bir kimse ve tüm insanlar için bir hidayet önderidir. Gördüklerini vicdanıyla değerlendiren her insan, Allah’ın dilemesiyle Hz. Mehdi’nin Rabbimiz’in özel olarak görevlendirdiği kutlu bir insan olduğunun farkına varacak ve Hz. Mehdi’nin dinsizliği telkin eden materyalizm ve Darwinizm aleyhindeki ilmi mücadelesini destekleyecektir. Ahir zamanın diğer kutlu kişisi olan Hz. İsa da nüzulünün ardından Darwinizm ve materyalizmin sapkınlıklarını yapacağı ilmi çalışmalarla ortaya koyacak, Allah’ın izniyle birçok kişinin hidayetine vesile olacaktır.

Ancak Hz. İsa ve Hz. Mehdi, insanların hidayetine vesile oldukları gibi iman etmeyenler için de semavi bir afet olacaklar, Allah’ın varlığını inkar edenlere bela olarak gelecekler ve onların cehenneme girmesine vesile olacaklardır. Unutulmamalıdır ki Hz. İsa’nın nüzulü ve Hz. Mehdi’nin zuhuru aynı zamanda cehennemin inkarcılarla dolacağı kıyamet günü için de birer alamettir. Kuran’da Hz. İsa hakkındaki bu gerçek “Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur.” (Zuhruf Suresi, 61) ayetinde haber verilmiştir.

Kuran ahlakından yüz çeviren kişilerin hiçbir kurtuluşlarının olmayacağı cehennemde dehşet verici bir azapla karşılaşmaları ve faydasız bir pişmanlık yaşamaları sadece bir an meselesidir. Kuran’da inkar yolunu seçenlerin duyacakları pişmanlık şöyle bildirilmektedir:
O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak, yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3)
Sonsuz azaptan kurtulmanın ve Allah’ın rızasını kazanmanın yolu ise çok açıktır: Hiç vakit kaybetmeden Allah’a gönülden iman etmek ve tüm yaşamı din ahlakına uygun davranışlarla geçirmek…
Rabbiniz’den olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133)







İnkar edenler acizlikler konusunda Allah’a teslim olmuşlardır

 Allah’ın dinini tebliğ eden Peygamberlere gönülden teslim olup iman eden Müslümanların yanında bir de isyan eden, Peygamberle mücadele eden ve Allah’ın dinine saldıran inkar edenler vardır. Allah’ın kendilerine sunduğu sayısız nimeti görmezlikten gelip nankörlük eden ve dünyadaki imtihanın şuuruna varamayan bu insanların bazıları hayatlarını Müslümanlarla İnkar edenler acizlikler konusunda Allaha teslim olmuşlardırmücadeleye adarlar. Adeta şeytanın kölesi olmuşlardır. İslam ahlakının hakim olmaması için şuursuzca çabalarlar. Bu çabalarının kendilerine hem dünyada hem ahirette zararı dokunacağını kavrayamazlar. Kendi akıllarınca (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’a teslim olmadıklarını ve isyan ettiklerini zannederler. Oysa acizlikler konusunda Allah’a teslim olmuş şekilde yaşamak zorundadırlar. Bu konuda isyan edecek güçleri yoktur. Örneğin Hz. Musa döneminde Mısır’a hakim olan Firavun Allah’ın verdiği yemeği yemek zorundadır. Yememeyi tercih edemez. Allah’ın rahmetiyle çok büyük bir hazinenin sahibi olan Karun’da uyku uyumamayı isteyemez çünkü Allah’ın yarattığı bu acizliğe teslim olmak zorundadır. Firavun, Karun ve şımarıp azan diğer inkar edenler kirlenmemeyi, hastalanmamayı ya da yaşlanmamayı tercih edemezler. Allah’ın yarattığı bedende Allah’ın kaderinde belirlediği kadarını yaşayarak ölmeye mahkumdurlar.
Allah dünyada inkar edenlere ahiretteki azaplarını daha da arttırmak için süre tanır. Kendilerinin Allah’a teslim olmadıklarını zanneden inkar edenlerin ahirette alacağı karşılık sonsuz azap olacaktır.

Allah’ın ‘O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azap vardır.’ (Al-i İmran Suresi, 178) ayetinde bildirdiği gibi inkar edenlere tanınan süre ancak onların azaba dahada yaklaşmasına vesile olmaktadır.




15 Mayıs 2014 Perşembe

Müşriklerin Matem Anlayışı

Ölüm olduğunda günlerce yas tutmak, gülmemek, sevince dair her şeyi hayattan çıkarmak bir cahiliye adetidir. Müslümanlar için ölüm dünyadaki imtihanın sona erişi, gerçek yurt olan ahirete geçiş ve her şeyden önemlisi en sevgili olan Rabbimiz’e kavuşmadır. Bu sebeple Müslümanlar birinin ölümü dolayısıyla matem tutmazlar. Tam tersine, sevdiklerinin Allah’a kavuşmasından dolayı sevinir, “inşaAllah Rabbim kendisinden razı olmuştur” diye dua ederler. Matem, kaderdeki hikmeti kavrayamayan, kadere gönülden teslim olmamış, Allah’ın yaratmasındaki güzellikleri göremeyen, dünyanın geçici olduğunu bilmeyen insanların batıl bir adetidir. 
 
Bu yüzden bir ölüm olayı olduğunda Müslümanlar birbirlerine yas tutmayı tavsiye etmezler. Üzülmeyi tavsiye etmezler. Hüzünlü olmayı tavsiye etmezler. Mutsuz olmayı tavsiye etmezler. Ölüm olduğunda Müslümanlar birbirlerine güzel bir sabrı, Allah’ın kaderde takdir ettiğini sevinçle karşılamayı tavsiye ederler. Çünkü yas tutmak demek, haşa, Allah’ın takdir ettiği kaderden razı olmamak demektir. Yas tutmak demek, haşa, Allah’ın yarattığına isyan etmek demektir. 
 
“Suriye’de, Filistin’de, Mısır’da insanlar ölüyorken siz nasıl eğlenirsiniz?” diye düşüncesini ifade eden bazı insanlar da bu gerçeği unutmaktadır. Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta ve dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan kayıplar, acılar karşısında Müslümanların yapması gereken yas tutmak değil, bu acıların son bulması için gayret etmektir. Kaldı ki, bu eleştiriyi ifade eden insanların kendileri de –dünyadaki tüm bu acılara rağmen- düğünlerde eğlenmekte, televizyon sohbetlerini gülerek izlemekte, dizilerle filmlerle iyi vakit geçirmektedirler. 
 
Mümin için ölüm son değildir. Tek gerçek sevgilisi ve dostu olan Allah’a kavuşmadır. Mümin kendisi için ölümü nasıl sevinçle karşılıyorsa, sevdiği bir insanın ölümünü de sevinçle karşılar. Ölümler karşısında üzülmek gerektiği inancı ise cahiliyeye ait bir düşüncedir. Allah’ın gücünü ve kudretini gereği gibi kavrayamayan insanlar ölümdeki hikmetleri de takdir edemezler. Ölümü bir yok oluş sandıklarından üzüntüyle karşılarlar.
 
Bu sebeple cahiliye toplumlarında ve özellikle eski putperest kültürlerinde bir çok batıl matem adeti vardır. 
 
Mesela, eski Mısır’da bir kimse ölünce, ölü evinin kadınları başlarına yüzlerine çamur sürerler, elbiselerini vücutlarına iple sardıktan sonra çıplak göğüslerini döverek dolaşırlar idi. Buna benzeyen âdetler Asurlularda, Perslerde, Greklerde ve Romalılarda da vardı. Yahudilikte de matem âdetleri arasında elbiseyi yırtma, çula sarılma, yere oturma, başa kül serpme, kül üzerinde yatma, bedeni kesme, saçı yolma, ağlayıp dövünme gibi adetler bulunmaktadır. Bazı kültürlerde ise ağlaması için özel insanlar tutulduğu bu insanların günlerce ağladığı bilinmektedir.
 
Mekkeli müşriklerin de ölen bir kişinin ardından benzer şekilde matem tuttuğu bilinmektedir. Peygamberimiz (sav) ise yas tutmayı Müslümanlara yasaklamıştır:
 
Ibnu Abbas radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: YAS TUTMA CAHİLİYE İŞLERİNDEN BİRİDİR...." 
 
Ibnu Omer radiyallahu anhuma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, beraberinde YUKSEK SESLE AGLAYAN BİR KADIN BULUNAN CENAZEYİ TAKİP ETMEYİ YASAKLADI."
 
Cerir Mevla Muaviye anlatıyor: "Hz. Muaviye radiyallahu anh Humus'ta halka hutbe verdi ve hutbesinde Resulullah aleyhissalatu vesselam'in yas tutmayı (nevh) yasakladığını da hatırlattı."
 
Resulullah (sav)’in oğlu İbrahim vefat ettiğinde çok kısa bir an ağlamış olması ise Efendimiz (sav)’in şefkatinin ve merhametinin tecellisidir. Peygamber Efendimiz (sav)’in bu güzel ahlakını yanlış anlayıp, cahilce müşrik adetlerini devam ettirmek isteyenler ise yanlış bir uygulama yapmaktadır. 
 
Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık. (Kamer Suresi, 49)
 
De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. (Tevbe Suresi, 51)
 
Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan Suresi, 30)
 
O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (En'am Suresi, 59)
 
Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir." (Teğabün Suresi, 11)







10 Mayıs 2014 Cumartesi

Ahiret kazancı daha hayırlıdır

Allah, ayetlerinde insanları itidalli olmaya ve güzel ahlaka çağırmaktadır. Bir insanın malı ve mülkü arttığında şımarması, eksildiğinde ise ümitsizliğe kapılması Allah'a karşı nankörlük olur. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır: 
 
"Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (Bakara Suresi, 155)

Birçok insanın yaşamındaki en önemli amacı mal, mülk zenginliğine sahip olabilmektir. İnsanlar bu hedefe ulaşabilmek için her yolu dener, hiçbir şeyden çekinmezler. İnsanların mala verdikleri bu değer Kuran'da "tutkulu şehvet" ve "dünya hayatının çekici süsü" olarak şöyle tanımlanmıştır:
 
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır." (Al-i İmran Suresi, 14)

Allah bir başka ayetinde ise dinden uzak insanlar için, "Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz." (Fecr Suresi, 20) şeklinde bildirmektedir. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi cahiliye toplumundaki insanlar mal sahibi olma konusunda bir hırs içerisindedirler. Mal ve mülk zenginliği, Kuran ahlakını temel almayan toplumlar için, üstünlüğü ifade eden çok önemli bir özelliktir. Bu yanlış modelde, zengin olana saygı duyulur, değer verilir. İnsanlar istedikleri zenginliği elde ettiklerinde çok büyük bir güce sahip olduklarını düşünürler. Bu bakımdan herkes öncelikli olarak çok zengin olmak ister. Cahiliye insanlarının mala ve zenginliğe bu kadar düşkün olmaları, hayatları boyunca sahip olduklarını kaybetme korkusunu da beraberinde getirir. Bu çarpık mantığa ve anlayışa sahip olan insanlar, malları bir sebepten dolayı ellerinden alınırsa tamamen umutsuzluğa düşerler ve Allah'a karşı isyankar bir tavır gösterirler. Mallarının eksilmesinin aslında bir deneme olduğundan tamamen gaflette oldukları için, büyük bir zarara uğramanın üzüntüsünü yaşarlar.
Oysa Allah, Kuran'da Hadid Suresi 23. ayette, iman eden kullarına ellerinden çıkanlar için üzüntü duymamalarını ve kendilerine verdiği nimetler dolayısıyla da sevinip şımarmamalarını emretmiştir.

Dünya hayatının bir deneme mekanı olduğunun ve imtihan edildiğinin bilincinde yaşamayan insan, malı bir anda elinden alındığında neye uğradığını şaşırıp; olumsuz ve isyankar bir yapı gösterebilir.

Dinden uzak insanlar mal kaybını bu bozuk bakış açısıyla değerlendirdikleri için, bu olayların hayırlı ve iyi yönü olamayacağını düşünürler. Nitekim bu bakış açısı ve Allah'a karşı gösterilen tevekkülsüzlük nedeniyle, gerçekten de olaylar kendi aleyhlerinde gelişir.

Oysa hayır gözüyle bakan insanlar için durum tamamen farklıdır.

Mülklerini yitirmelerinin o anda bilmedikleri pek çok hikmetleri ve hayırları bulunmaktadır. Belki de Allah, bu vesile ile zenginlikten şımarmış ve büyüklük hissi duyarak dünya hayatının geçici heveslerine kapılmış olan kullarına bir hatırlatma yapmaktadır. Onlara, bütün gücün Allah'a ait olduğunu ve sadece Kendisi'ne, Allah'a, rağbet etmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.

Allah, zorluk anında sabreden, tevekkül eden kullarına dünyada ve ahirette daha güzeliyle karşılık vererek, onlar için bilmedikleri hayırlı bir gelecek belirlemiştir. Bu şekilde dünya hayatının geçici menfaatleri yerine, sonsuz olan ahiret hayatındaki sayısız nimetleri onlara verebilir. Elbetteki bir kıyas yapıldığında sonsuz ahiret nimetlerinin daha hayırlı olduğu son derece açıktır.

 
ALLAH'IN İSİMLERİ

DAFİĞ
( Belaları defeden, Çevirici )
"Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud, Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir." (Bakara Suresi, 251)
Müminleri maddi manevi her türlü tehlikeden koruyan Allah, onlara; kafirlere, münafıklara, müşriklere karşı da büyük bir kuvvet, yenilmez bir güç verir. Onlar hazırladıkları sinsice tuzakların, düzenledikleri saldırıların daha planlarını kurarlarken Allah da onlar için bir düzen kurar. Böylelikle vermek istedikleri zararı müminlerden engelleyerek tuzaklarını kendi başlarına geçirir.

Allah, inkarcıları da kendi aralarında ayrılığa düşürerek, birbirleriyle mücadele ettirir ve kimini kimine kırdırarak güçten düşürür.

Müslümanlara kin besleyen kişileri onlardan uzak tutar, inkarcıları kendi canlarının derdine düşürecek belalar gönderir. Bu ilahi yardım Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

 
"Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder..." (Hac Suresi, 40)
Bunun yanında, pek çok zorluğu, hastalığı, vesveseyi, şeytanın şerrini ve belayı da müminlerin üzerinden def eden ve daha bilmedikleri nice musibeti onlardan geri çeviren yalnızca Allah'tır. Kuşkusuz bunların her biri Allah'ın müminlere gizli ve açık yardımlarıdır. O, kullarına karşı çok şefkatli, Kendisi'ne sığınanlara, Kendisi'nden yardım isteyenlere karşı da esirgeyenlerin en hayırlısıdır.