2 Mart 2017 Perşembe

İnsanların aciz yaratılmasının ardındaki hikmetler


                                                DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ


İnsan son derece aciz bir varlıktır. Tek bir virüse yenik düşebilir, bedeninde kontrolsüzce üreyen tek bir hücrenin vesilesiyle ölebilir. Yalnızca soğukta kalması, güneşte fazla zaman geçirmesi, yıkamadan bir meyveyi yemesi, gözüne yalnızca tek bir toz tanesi kaçması, biraz fazla yemek yemesi, biraz uykusuz kalması gibi sebepler, ciddi hastalıkların oluşması için yeterlidir.

Ancak ilk bakışta olumsuzluk gibi görünen bu durumların aslında çok önemli hikmetleri vardır.

 İnsanın nefsinde sonsuza kadar yaşama isteği vardır. Hasta olmak, kusurlu hale gelmek, bakımsız görünmek hatta ölmek istemez. Hep güzel ve genç kalmak, sağlıklı olmak için çaba harcar. Sağlığa dikkat etmek, zararlı yiyeceklerden kaçınmak, bakım merkezlerine gitmek, spor yapmak bu özlemin gerçekleşmesi umuduyla yapılan davranışlardır. İnsanın içinde hep güzele doğru bir eğilim vardır. Çünkü Rabbimiz insanı bu güzelliklerden zevk alacak şekilde ve ruhunda da sonsuz yaşama isteği ile yaratmıştır.

Ancak, bu kadar güçlü bir isteğe sahip olunmasına rağmen dünyada hiçbir zaman kusursuz bir yaşama ulaşılamaz. Örneğin;

* İnsan hasta olmak istemez ama küçük bir soğuk algınlığında bile grip olur.

* Yaşlanmak istemez ama ne kadar imkânlarını seferber etse de sonunda yaşlanmak kaçınılmazdır.

* Hep canlı ve hareketli olmak ister ama hastayken bunu başaramaz.

* En güzel yiyecekleri yemek ister fakat kolesterol açısından bunların çoğunu sınırlı tüketmek durumundadır. Tüketilen yiyeceklerin çoğu da sağlıksız kiloya dönüşür.

* Sabahları temiz, bakımlı bir şekilde güne başlamak ister. Ama yıkanmadan, saçını düzeltmeden, dişini fırçalamadan, bakım yapmadan bu görünümü elde edemez. Müslümana yakışır bir temizliğe sahip olması için her gün bunları yapmak zorundadır.

* Dahası bazı insanlar sonsuza kadar yaşamak asla ölmemek ister, ancak bunun da hiçbir çaresi yoktur. Allah'ın belirlediği zaman geldiğinde bizim için hazır bekleyen ölüm meleği Rabbimiz'in emriyle canımızı alacaktır. Dolayısıyla insanın nefsindeki bütün bu isteklere, dünya hayatında ulaşma imkanı yoktur.

Dünya Hayatı Neden Bu Denli Kusurludur?

 Yüce Allah insanı, buraya kadar saydığımız acizlikleri hiç yaşamayacak şekilde de yaratabilirdi. İnsan hep canlı, güzel, bakımlı, sağlıklı olabilirdi. Hiç hastalanmazdı. Hücreler birden karar değiştirmez; insan hiçbir zaman kanser olmazdı. Makineler hiçbir zaman bozulmaz; iş kazaları meydana gelmez, böylece vücutta herhangi bir sakatlık yaşanmazdı. Uçaklar, arabalar, trenler kaza yapmaz, bu sebeple insanların ölümüne neden olmazlardı. Hücreler hep aynı kalır, bozulup yaşlanmaya neden olmazdı. İnsan sabah uyandığında da, en bakımlı haliyle yataktan kalkıp güne başlayabilirdi. Üstün güç sahibi, herşeyi benzersiz var eden, nimet veren Rabbimiz dileseydi insanı bu kusurlardan arındırarak yaratabilirdi.

Ancak elbette ki Yüce Allah'ın dünya hayatını, insanı acizlikler içinde, eksik ve kusurlu yaratmasında düşünen insanlar için hikmetler ve alınacak dersler vardır. Eğer böyle olmasaydı, insan o zaman hayatın sadece bu dünyayla sınırlı olduğu hissine kapılabilir; hiçbir şey düşünmeden, daha iyi, daha kusursuz bir yaşama ulaşmak için çaba göstermeden yaşayabilirdi. Ahiret hayatına karşı özlem duymayabilir, sonsuz güzellikteki cennet nimetlerine layık olabilmek için çaba harcamayabilirdi. Sadece bu dünya için yaşayıp, son derece sığ ve yüzeysel bir bakış açısında kalabilirdi. Eksiklikleri, kusurları, acizlikleri bilmeyeceği, yaşamayacağı için, Yüce Allah'ın yarattığı güzellikleri gereği gibi fark edip, takdir edemeyebilir ve bunlardan derin zevk alamayabilirdi. Allah'ın rızasını arayarak, O'nun büyüklüğünü ve gücünü tanıyıp takdir etmeye çalışarak ömür sürmeyebilir, gaflet içinde yaşayabilirdi. Ahlakını güzelleştirme ihtiyacı içinde de olmayabilirdi.

Bu nedenle dünya hayatındaki ve insanın yaşamı boyunca karşılaştığı hastalık, yaşlılık gibi acizlikler, tüm kusurlar ve eksiklikler insan için yaratılmış çok büyük nimetlerdir. Bu eksiklikler, kişinin hem dünyada hem de sonsuz ahiret hayatındaki güzelliklere ulaşmasını sağlayan çok önemli vesilelerdir. İnsan bu acizlikleri özel olarak istemez belki, ama insanın başına gelen acizlikten, eksiklikten yana olan her olay, aslında onun için yaratılmış büyük bir nimettir. Samimi vicdanla, imanla, Allah korkusuyla yaklaşan bir insan için tüm bunlar, aklını açabileceği, imanını artırabileceği, derinleşebileceği, nimetleri, güzellikleri, Allah'ın insanlara olan rahmetini ve lütfunu daha güzel takdir edebileceği çok önemli fırsatlardır.


Allah bedeni eksiklikleri insanın aczini anlayıp görmesi için vermiştir.

Adnan Oktar’ın 27 Mayıs 2010 tarihli HarunYahya.TV röportajından

İnsana Kusurlar ve Eksiklikler Özel Olarak Verilmiştir

Bir akrep radyasyona maruz kalsa da yaşamaya devam eder.  Bir köpekbalığının kansere yakalandığı görülmemiştir. Penguenler -40 derecede yaşarlar, fakat vücut ısıları +40 derecedir. Köpeklerin koku alma merkezleri insanlardan 40 kat daha güçlüdür. Çita saatte 125 km hızla koşabilir. Timsahlar, günümüzde üretilen mide ilaçlarının aynı ham maddesini kullanarak kendi mide ilaçlarını kendileri üretebilirler.

Doğada bu örneklerden milyonlarcası mevcuttur. Canlılar, Allah’ın lütfu ve üstün sanatı vesilesiyle olağanüstü niteliklere sahip varlıklardır. Rabbimiz, her birinde farklı özellikler tecelli ettirerek, dilediği takdirde herşeyi mükemmel ve kusursuz yaratacağını gösterir. İşte bu yaratılışta, insanların anlaması gereken büyük ve önemli bir sır vardır:

Allah dilese, tıpkı kuyruğu kopan kertenkelenin tekrar kuyruğunun çıkması gibi, insanda da kopan uzuvların yerine yenisini var edebilir. Fakat böyle olmamaktadır. Allah dilese, hiç kanser olmayan böcekler gibi insanı da kanserden etkilenmeyen bir canlı yapabilir. Fakat durum bu şekilde değildir. Allah dilese, radyasyonun içinde hiç zarar görmeden yaşattığı canlılar gibi insanı da her türlü ortama dayanıklı kılabilir. Allah dilese, acizlik yaratmayabilir. Fakat Allah dünyada birçok acizlik yaratmıştır ve bu yaratmada büyük bir hikmet vardır.

Bu hikmeti görebilmek için biraz düşünmek yeterlidir. Allah her şeyi mükemmel yaratmaya kadir olduğuna ve dilediği anda kusursuz yarattığına göre, dünya hayatı, özel olarak eksik ve kusurlu yaratılmıştır. İnsana acizlik, özel olarak diğer canlılardan çok daha fazla ve kapsamlı şekilde verilmiştir. Bir çınar ağacı yüzlerce yıl yaşayabilirken, insanın ortalama ömrünün 70-80 yıl olması bu özel yaratılış sebebiyledir. İnsanın, bu özel yaratılışı görüp anlaması gerekmektedir. Rabbimiz kusursuz yaratmaya kadirdir ancak imtihanın gereği olarak dünya hayatını bir hayli kusurlu yaratmıştır. Allah’ın yüce sanatının asıl olarak tecelli edeceği yer ise ahirettir.

Sayın Adnan Oktar İnsanın Acizliğinin Ardındaki  Hikmetleri Şöyle Dile Getirmiştir:

MUHABİR: Evet, bir sorumuz var hocam, “Doğadaki hayvanlar ve bitkilere bakıyoruz, toz toprak içinde olmalarına, su sabunla yıkanmamalarına rağmen her zaman temizler ama insan böyle değil, acaba neden insan daha önemli bir canlı olduğu halde, daha komplike bir canlı olduğu halde daha aciz yaratılmış?” diye sormuş ...

ADNAN OKTAR: İnsan ne kadar aciz olursa imtihanı o kadar mükemmel olur, o kadar güzel olur, Allah’a o kadar yaklaştırır. Mesela Allah isteseydi bizim, yani insanların ağzını da, çiçeklerde olduğu mis gibi kılabilirdi. Mesela çiçek, ot, güle çok güzel bir koku verebiliyor.

ADNAN OKTAR: Güle verdiği gücü insanın mesela ağzına da verebilirdi. İnsanın ağzı gül kokardı, yüzünü yıkamasına gerek kalmazdı, çiçek gibi pırıl pırıl kalabilirdi. Yahut çelik parçası gibi pırıl pırıl kalabilirdi. Özellikle böyle yapmıştır Allah, dikkat ederseniz insan vücudunun her yeri bir aczdir, kulağı ayrı bir acz taşır.

ADNAN OKTAR:  Gözü ayrı bir acz, tamamı ayrı, hepsi özel yapılmıştır. Halbuki mesela bir parfümeri mağazasının önünden geçiyordum, gördüm; ne kadar çok esanslar, parfümler, çeşit çeşit malzemeler var.

ADNAN OKTAR: Allah küçücük cam kutular içinde onları yaratmış ve onları paket de yapmış, o şekilde göstertiyor bizim beynimizde.

ADNAN OKTAR: İsteseydi onu bizim vücudumuzda da yaratırdı o tip güzel kokuları. Ama yapmamış, tam tersini yapıyor, halbuki mesela koltuk altında çok güzel bir koku meydana getirebilir Allah istese.

ADNAN OKTAR: Çünkü diğer bütün bitkilerde, en aciz sümbülde, karanfilde, menekşede, hepsinde mis gibi koku yapıyor.

ADNAN OKTAR: Ama Allah özel olarak yapmamıştır ki cennete insanlar özlem duysun diye. O zaman cennete özlem duymama riski oluşur. O kendindeki aczi gördükçe sürekli cennete olan isteği artacaktır. Çünkü mesela kafamızda mükemmel bir müzik düşüncemiz var ama bir türlü onu bulamayız.

MUHABİR: Evet

ADNAN OKTAR: Sürekli CD alıyoruz, kaset alıyoruz ama aradığımız müziği şimdiye kadar bulamadık biz. Aradığımız kokuyu da bulamayız.

MUHABİR: Evet

ADNAN OKTAR: Bilinçaltımızda o vardır bizim. Mesela mükemmel ev vardır, saraya gitsek de beğenmeyiz, evimize gitsek bari deriz, değil mi?

MUHABİR: Evet

ADNAN OKTAR: Hiçbirini beğenmeyiz o anlamda. Çünkü biz cennete göre yaratıldığımız için bilinçaltımızda o cennet ve sonsuzluk düşüncesi çok güçlü bir içgüdüdür bizde. Yani sonsuz yaşama içgüdüsü en güçlü içgüdüdür insanda ve tek tatmin edilmeyen içgüdüdür bu. Bu tatmin edileceği için verilen içgüdüdür. Mesela yiyecek içgüdüsü verilir, tatmin olur, susama içgüdüsü vardır, hepsi tatmin olur ama bir tek sonsuzluk içgüdüsü tatmin edilmemiştir ki eğer öyle olmuş olsa, yani insan hiç ölmeyeceğini bilmiş olsa, düşünün yani ne yapardı, ne olurdu, bu kadar kısa bir hayata rağmen böyle olmasını düşün. (Sayın Adnan Oktar’ın 18 Ocak 2009 tarihinde Kanal 35 TV ile yaptığı röportajdan…)

Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar.(Rum Suresi, 8)

Acizlikler Cehennemde  Sonsuza Kadar Yaşanacaktır

Dünyada yaratılan aczin bir başka hikmeti, insanın, dünyadaki sıkıntı, hastalık ve zorlukların, sonsuz cehennemde ebedi olarak yaşanacağını bilmesi içindir. Cennette Müslümanlar için acizlikler yok olur, güzellik ve nimetler artarken; cehennemde acizlik, acı ve ölümlerin en şiddetlisi sürekli olarak yaşanacaktır. Dünya hayatını asıl hayatları zanneden ve kısa bir ömür için Allah’a kulluk etmeyi kendilerince reddeden kişiler, ahirette asıl hayatın, içinden -Allah'ın dilemesi dışında- hiçbir zaman çıkarılmayacakları ve sürekli azap görecekleri cehennem olduğunu göreceklerdir. Allah ayetlerinde şöyle buyurur:

“(Kıyametin) Geleceği günde, O'nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez. Artık onlardan kimi 'bedbaht ve mutsuz', (kimi de) mutlu ve bahtiyardır. Mutsuz olanlar ateştedirler, onlar için orada (kahırla ve acıyla) nefes alıp vermeler vardır. Onlar, Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır.” (Hud Suresi, 105-107)

Gerçek Kusursuzluk Mekanı Cennettir

Cennet; kusurun, hastalıkların, acizliklerin, yorgunluğun, uykusuzluğun, yaşlanmanın, sakatlanmanın, susamanın, acıkmanın, kirlenmenin, acz içindeki ihtiyaçların, mutsuzlukların, nefretin, huzursuzlukların hiçbirinin olmadığı yerdir.

Cennet; nimetlerin, güzelliklerin, sevginin, bolluğun, mutluluğun, sağlık ve neşenin, gençliğin, dinçliğin, temizliğin, sonsuza kadar kesintisizce var olduğu bir yerdir. İnsanın dünyadaki kısa ömrü ve sahip olduğu bütün acizlikleri, cenneti düşünmesi, buna inanması ve bu sebeple Allah’a yönelmesi için verilmiş özel imtihanlardır. Dünyada, Allah’ın yarattığı bu muazzam imtihan ortamında, acizlikleri ve dünya hayatının kısalığını düşünerek bunun hikmetini çözebilen bir insan, asıl hayatın dünya hayatı olmadığını da anlamış olacaktır. İstemediği halde yaşlandığı, istemediği halde hastalandığı, istemediği halde acizlikler, sıkıntılar ve endişelerle baş etmek zorunda kaldığı sahte, kısa ve geçici bir hayatın asıl hayatı olmayacağını bilecek kadar anlayışı açılmıştır. Kusursuz hayat cennettedir ve oradaki yaşam asla son bulmayacaktır. Hastalıklarla, ölümle, zorluklarla kesilmeyecektir. Sonsuza dek, tüm acizliklerden arınmış olarak devam edecektir. Çünkü bu, kusursuz yaratan, tüm eksikliklerden münezzeh olan Yüce Allah’ın yaratmasıdır. Bir ayette şöyle bildirilir:

“Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah Katında -bir şölen olarak- altlarından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için, Allah'ın Katında olanlar daha hayırlıdır.” (Al-i İmran Suresi, 198)


Hastalıkların ardındaki gizli hikmetler


DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

https://hikmetlicapsstore.blogspot.com/

 Geleceği için yaptığı planların her zaman kendi tasarladığı şekilde gelişmesini bekleyen, başka ihtimallari hiç göz önünde bulundurmayan bir kişiyi düşünelim. Bir hastalıkta veya bir kazada bu düşüncedeki kişinin bir anda tüm yaşamı alt üst olacaktır. Çünkü yaptığı planlar içinde bu kişi hastalık veya kaza gibi bir olaya hiç yer vermemiştir. Hatta birçoğu, sağlıklı bir bedene sahipken -her gün binlerce kişinin başına gelebilen- bu tarz olaylarla karşı karşıya gelebileceğini düşünmemiştir bile.

Bu gibi kişiler böyle bir durum oluştuğunda hemen isyankar bir tutum içine girebilirler. "Niye benim başıma böyle bir olay geldi?" gibi düşüncelerle kader gerçeğine son derece ters bir davranış gösterebilirler. Bu yanlış mantıkla hareket eden, din ahlakından uzak yaşayan insanlar için bir hastalık veya kaza anında tevekkül etmek ya da karşılaştıkları olaya hayır gözüyle bakmak mümkün değildir.

Oysa insan birçok acizlikle yaratılmıştır. Çok çabuk hasta olabilmekte, küçük bir virüsün etkisiyle günlerce yatakta kalabilmektedir. Kanser, sarılık, tifo gibi hastalıklara oranla "basit" olarak nitelendirilecek bir hastalık olan grip bile, bir insanın vücut direncinin ciddi anlamda güçsüz kalmasına neden olabilmektedir.

Hastalığa Neden Olan Virüsleri de Hastalığı İyileştiren İlaçları da Allah Yaratır

Kader gerçeğini kavrayamamış olan insanlar, başlarına gelen hastalığın sebebi olarak yalnızca virüsleri veya mikropları görürler. Yine aynı şekilde bir trafik kazası geçirdiklerinde, bunun tek sebebinin kötü araba kullanan bir insan olduğunu zannederler. Halbuki gerçek böyle değildir. Hastalığa sebep olan her mikroorganizma veya insana zarar veren her araç, her insan Allah'ın sebep olarak yarattığı varlıklardır. Ve bu varlıkların hiçbiri başıboş değildir; tümü Allah'ın kontrolü ile hareket etmektedirler. Eğer bir virüs yüzünden bir insan ağır bir hastalığa yakalanıyorsa, bu, Allah'ın bilgisi dahilindedir. Eğer bir araba bir insana çarpıp onu sakat bırakıyorsa, bu da Allah'ın yarattığı kadere tabi bir olaydır. Hastalığı meydana getiren Allah'tır, tedaviyi yapan doktoru yaratan, ona bildiklerini öğreten, ilacı yaratan, yutulmasını sağlayan ve şifaya vesile eden Allah'tır.

Bir insan ne yaparsa yapsın bunları değiştiremez; kaderinden tek bir anı bile çekip çıkaramaz. Çünkü kader bir bütün olarak yaratılır. Ve sonsuz kudret sahibi Allah'a teslim olan, O'nun sonsuz aklına ve rahmetine güvenip dayanan insan için hastalık da, kaza da, musibet gibi görünen olaylar da sonu hayırla bitecek geçici imtihanlardır.

Önemli olan, Allah'a iman eden, O'nun yaratmış olduğu kadere teslim olan insanların bu tür zorluk ve hastalık anlarında gösterecekleri güzel ahlaktır.

İman eden bir insan hastalandığında, şifa için Allah’a dua eder. Bu duanın devamı ve fiili bir şekli olarak doktora gider. İlaç kullanmaya başlar ancak kesinlikle şifanın Allah’tan geldiğini unutmaz. Allah Kuran’da bu gerçeği Hz. İbrahim'in şu sözleriyle bildirmiştir:

"Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; bana yediren ve içiren O'dur; hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur; beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur." (Şuara Suresi, 78-81)

İlaç etki etse de etmese de iman edenler bunda bir hayır olduğunu bilirler. İlaç etki etmiyor ve kişinin hastalığı iyileşmiyor gibi görünebilir ama o kişi Allah'a olan imanı, tevekkülü ve güzel ahlakı nedeniyle cennete gidiyor olabilir. Veya ilaç hemen etki edip bir kişi iyileşebilir ama bu kişi de cehenneme gidiyor olabilir.

Allah ilacı hastalıkların iyileşmesi için bir sebep olarak yaratır. Bir ilaç aynı titizlikle uygulandığı, aynı yöntemler kullanıldığı halde, aynı hastalığa yakalanmış kişilerden birine etki edip, diğerine etki etmeyebilmektedir. Bu, ilacın sadece bir sebep olduğuna delildir. Hastalığı iyileştiren ilaç olsa aynı tedaviyi aynı şekilde uygulayan hastaların tümünün iyileşmesi gerekirdi.

Hastalıklar ve kazalar, müminlerin sabırlarını ve ahlaklarının güzelliğini gösterebilecekleri ve Allah'a yakınlaşmak için kullanacakları çok önemli fırsatlardır. Allah Kuran'da zorluklar karşısında gösterilecek sabrın önemini anlatırken hastalık dönemini de belirtmiştir:

… iyilik, Allah'a ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

Hastalıklar Allah'a Yakınlaşmaya Vesiledir

Fiziksel bir rahatsızlıkla karşılaşan insanın güzel ahlak göstermek için bütün bunların birer imtihan olduğunu; hastalığı da şifayı da yaratanın sadece Allah olduğunu düşünmesi gerekir. Eğer kişi hastalığındaki veya uğradığı kazadaki hayırları ve hikmetleri düşünürse, bunları o an için göremese bile sabır gösterirse –Allah'ın izniyle- karşılaştığı zorluktan hem dünyada hem de ahirette çok karlı çıkar. Dünyada geçici bir zorluk yaşayabilir ama, Allah'ın izniyle ahirette Rabbimiz'e içten teslim olmuş olmanın sonsuz güzelliği ile mükafatlandırılır.

Hastalıklardaki Bazı Hikmetler

 Hastalık insana acizliğini ve Allah'a muhtaç olduğunu hatırlatır. Mikroskobik bir virüsün kendi bedeni üzerinde meydana getirdiği zayıflığa engel olamayan insan, böyle anlarda acizliğini ve Allah'a ne kadar muhtaç bir durumda olduğunu çok daha iyi kavrar.

-Hastalıkla birlikte sağlıklı olmanın Allah'ın bir lütfu ve nimeti olduğu daha iyi anlaşılır. Uzun süre hasta olmayan, dolayısıyla bir rahatsızlık, ağrı ya da acı hissetmeyen insan bu duruma alışır. Ama ani bir hastalık ile karşılaştığında aslında sağlıklı olmanın Allah'ın bir lütfu olduğunun farkına varır.

-İnsan ciddi bir hastalıkta dünyanın geçiciliğini, ölümü ve ahireti daha çok düşünür hale gelebilir. Bazı insanlar hayati önemi olan bir hastalığa yakalandıklarında ya da bir uzuvlarını kaybettiklerinde bunu kendileri için kötü bir olay olarak değerlendirebilirler. Oysa belki de bu kişinin hastalığı dert olarak, bela olarak değil, ahirette kurtuluş bulması ve yalnızca Allah'a yönelmesi için bir vesile olarak kendisine verilmiş olabilir.

-İnsanın Allah'a olan duası ve yakınlığı artar. Ciddi bir hastalığın vücut üzerindeki belirtileri arttıkça birçok insan düşünmekten kaçtığı ölümü düşünmeye başlar ve bu durumda kişi tüm samimiyetiyle Allah'a dua ederek sağlıklı bir hale gelmeyi ister.

- Hastalığı öncesinde Allah'a tam olarak teslim olmamış bir kişi belki hastalığı sayesinde bu güzel özellikleri kazanabilir; geçici dünya hayatındaki kısa süreli sıkıntılarının karşılığında sonsuz cennet hayatının nimetlerine kavuşmayı umabilir.

Allah dilerse insan hiçbir zaman hasta olmaz, ağrı duymaz veya acı çekmezdi. Ama eğer insan böyle bir zorlukla karşılaşırsa da, bilmelidir ki bu zorluğu yaşamasının, hem dünyanın geçiciliğini hem de Allah'ın sonsuz gücünü anlayabilmesi açısından pek çok hikmeti vardır.
Unutulmamalıdır ki, bu gerçeği kalben kavrayabilmek ve asıl olarak böyle bir olayla karşılaştığında güzel ahlak gösterebilmek çok önemlidir.

2 Şubat 2017 Perşembe

Allah Kuran’da Kadınları Çiçeğe Benzetmiştir

                                           DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Kuran’da kadınların sahip olduğu haklar nasıl anlatılmıştır?

Kuran’ı yanlış yorumlayan bağnaz zihniyetteki kişilere karşı alınması gereken önlem nedir?


Allah, Kuran ile insanlara ‘şan ve şereflerinin getirildiğini’ bildirmektedir (Müminun Suresi, 71). İslam ahlakına uyan, Allah’ın Kuran’da bildirdiği yolu izleyen insanlar kadın olsun erkek olsun, her konuda refaha ulaşırlar. Ancak din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda bazı kadınlar sözde ikinci sınıf insan gibi değersiz görülmekte, fikirlerine değer verilmemekte, iffetli olmak için bakımsız görünmeleri, kalitesiz davranışlar sergilemeleri gerektiği yönünde baskı altına alınmaktadırlar. Bu kişilere göre “Müslümanım” diyen bir kadının bakımlı, neşeli, kendine güvenli, modern, iyi giyimli ve kültürlü olması mümkün değildir. Bu görünümde olan bir kadının Kuran’ı eline alması, ayetleri okuması Allah’ı anması en büyük tepki konusudur. Bu kişiler modern bir kadının Allah’ı anmasını, Allah’ın ayetlerini okumasını ve Allah’ın emri olan sevgi ve şefkati anlatmasını sırf bir kadın olduğu ve Müslümanım dediği için kendilerince yasaklarlar.

Tarih boyunca kadını kendilerince bu şekilde değersiz gören bir topluma diğer toplumlar da değer vermemiştir. Kadınlara yönelik bazı İslami çevrelerde gelişen bu yanlış ahlak yapısı, İslam karşıtı çevrelerin de kullandıkları bir bahane olmuştur. Oysa bu bakış açısının İslam ile bir alakası yoktur. Nefretin, saldırıların, intihar eylemlerinin, öfkenin, Musevi ve Hristiyan karşıtlığının İslam ahlakı ile bir alakası olmadığı gibi, öfkeli, pejmurde, kültürsüz ve kalitesiz insanların, kadını kendilerince aşağılayıp sözde ikinci sınıf vatandaş olarak göstermeye çalışan görüntünün de gerçek İslam ile hiçbir ilgisi yoktur. İslam’ın anlatıldığı Kuran’da yeri olmayan bu görüntünün kaynağı bağnaz zihniyettir. 

Kadınların baskı sonucu yaşadıkları tüm bu sıkıntıların tek çözümü ve kadınların toplum içinde hak ettikleri saygıyı görmelerinin yolu ise Rabbimiz’in insanları karanlıklardan nura çıkarmak için Peygamberimiz (s.a.v.)’e vahyettiği Kuran’da bildirilen ahlakın yaşanmasıdır.

www.salihakadinlar.beyazsiteler.com

Kadın dernekleri kurulması, özgürlük, eşitlik, feminizm gibi kavramların tartışmaya açılması, çeşitli projeler hazırlanması, konferanslar, paneller düzenlenmesi kadınların haklarını korumak için gösterilen çabalardan, çözüm arayışlarından sadece birkaç tanesidir. Bütün bu çabalara ve çalışmalara rağmen zaman içinde bulunan çözümlerin de gerçekte çözümsüzlüklerle dolu olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuç son derece doğaldır. Çünkü her konuda olduğu gibi bu sıkıntının çözümü de Kuran’dadır, Kuran ahlakının yaşanmasındadır.

Kuran’da Kadın, Bağnaz Zihniyetin Tam Tersine Övülmüş ve Erkeklerle Eşit Tutulmuştur
Allah Kuran’ın pek çok ayeti ile kadını ve kadın haklarını koruma altına almış, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda kadınlara olan yanlış bakış açısını ortadan kaldırmış, kadına toplum içerisinde saygın bir yer kazandırmıştır. Kuran ayetleriyle insanlara Allah Katında üstünlük ölçüsünün cinsiyet değil, Allah korkusu, iman, güzel ahlak, ihlas ve takva olduğu bildirilmiştir. Tüm bunlar Rabbimiz‘in kadınlar üzerindeki benzersiz lütfunun birer delilidir:

‘Allah Hz. Meryem’i “bir bitki gibi yetiştirdiğine” dikkat çekerek Kuran’da kadını çiçeğe benzetir. Ayette bu gerçek şöyle bildirilir:

“Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya’yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: “Meryem, bu sana nereden geldi?” deyince, “Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir” dedi.” (Al-i İmran Suresi, 37)

Ayetin hükmünden anlaşılacağı gibi Kuran’a göre kadın nazenin, güzel, zarif, itina gösterilmesi ve sevilmesi gereken, narin bir çiçek gibidir.

Kuran’daki kadın karar alan üstün bir makamdadır. Kadın devlet yöneticisidir. Allah Kuran’da ülkesi için kararlar alan Sebe Melikesi’ni şöyle örnek verir.

“Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var.” (Neml Suresi, 23)

Kuran’daki kadın eylem ve sorumluluk bakımından erkek ile eşittir. Bir Müslüman erkeğin Allah’a karşı tüm sorumlulukları bir Müslüman kadının da sorumluluğudur. Kuran’da hitap, “mümin erkekler ve mümin kadınlar”adır. Aralarında ayrım yoktur. Bu gerçek ayette şöyle bildirilir:

“Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” (Ahzab Suresi, 35)

Kuran’da kadın korunma, özen, ihtimam bakımından erkekten üstündür. Kadın sultandır. Evlilikte korunur, evlilik biterse boşanma sırasında ve sonrasında korunur. Hayatı boyunca herhangi bir zorluk içinde olmaması için özenli bir bakım altına alınmıştır. Bunun sebebi, kadının korunmaya ihtiyacı olması değildir. Bunun sebebi, Kuran’da kadına verilen üstün değerdir. Kadının üzerindeki zorluklar alınmış, o, çiçek gibi korunup muhafaza edilmiştir. Konuyla ilgili ayet şöyledir:

“… Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında, maruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde yararlandırsın. (Bu,) iyilik edenler üzerinde bir haktır. Eğer onlara mehir tespit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri veya nikah bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tespit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.” (Bakara Suresi, 236-237)

Kuran’daki kadın nimetlere, güzelliklere, saygıya, sevgiye, derinliğe layıktır.   İslam’daki bu gerçeği bilmedikleri için İslam ülkelerinin pek çoğu kadınları aşağılayan bir sefalet içindedirler. Bunu bilmedikleri için yeni düzen bulmaya çalışan bazı İslam ülkelerinde kadınların hak elde etmeleri zorlukla gerçekleşebilmektedir. Kuran’ın gerçek şeriatının kadına en büyük değeri vermiş olduğunu, bir kadının ülke idaresini en mükemmel şekilde yapacağını bilmediklerinden kadınlar ciddi sıkıntılar yaşamaktadırlar.

www.ornekmuslumankadin-2.beyazsiteler.com

Kuran’da Asıl Olan Takvadır

 Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda, toplumu oluşturan bireyler arasında kesinlikle bir ayırım yoktur. Bir insanın kadın, erkek, zengin, fakir, yaşlı, genç veya çocuk olmasının bir önemi yoktur. Önemli olan bu kişilerin cinsiyetleri, mevkileri, servetleri ya da başka herhangi bir vasıfları değil yaptıkları iyi işler ve Allah’a olan yakınlıkları yani takvalarıdır. Allah bir ayetinde Müslümanlara “Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır.” (Bakara Suresi, 197) sözleriyle bu konuyu hatırlatmıştır. Ayrıca Kuran’da, müminler, salih amellerde bulunan kadınlar ve erkekler olarak bildirilir. Kuran’da müminlerin erkek veya kadın olmalarının değil, Allah’ın emrettiği ahlakı yaşamalarının önemine dikkat çekilir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resulü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Tevbe Suresi, 71-72)

www.idealmuslumankadin.beyazsiteler.com

Allah kadınların toplum içerisinde korunup kollanmaları, hak ettikleri saygı ve sevgiyi görmeleri için toplumsal alanda alınması gereken tedbirleri Kuran ayetleri ile bizlere bildirmiştir. Alınan tüm bu tedbirler, kadınların lehinedir. Bunların bir hikmeti de, kadınların zarara uğramalarını, ezilip yıpratılmalarını önlemektir.

İslam’ı Yanlış Yorumlayanların Kuran’ı Öğrenmeye İhtiyaçları Vardır

İslam toplumlarına tarih boyunca en çok zararı bağnaz zihniyete sahip insanlar vermiştir. Ancak şu bir gerçektir ki, kadını kendince insan ile eş tutmayan zihniyetteki birini aşağılayıp kınamak da kimseyi çözüme götürmez. Bu kişinin de doğru eğitime, İslam’ı Kuran’dan öğrenmeye ihtiyacı vardır.

Müslüman toplumlarını değersizleştiren sahte inançları ortadan kaldırmak için kaliteli, modern görünümlü, sevgiyi, şefkati ve barışı ayakta tutan, bağnaz zihniyete karşı fikri mücadele yürüten ve Kuran hükümlerini anlatan, hakkı ve doğruyu savunan samimi Müslümanlara ihtiyaç vardır. Açıktır ki çözüm yine Kuran ahlakının yaygınlaştırılmasındadır. Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda diğer bütün toplumsal sorunlarda olduğu gibi kadınların zor durumda kalmaları, horlanmaları, sıkıntı çekmeleri gibi sorunlar da söz konusu olmayacaktır.

Unutulmamalıdır ki; hakkı savunanlar mutlaka galip geleceklerdir. Gerçek Kuran ahlakının hakim olması ile kadınlar da Allah’ın kendilerine verdiği üstün değeri yaşamaya başlayacaklardır. Allah mutlaka hakkın batılı yok edeceğini şöyle bildirmiştir:

“De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.”” (İsra Suresi, 81)

Kadın-erkek eşitsizliğinde çözüm Kuran ahlakı


                                        DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Gerçek adaletin yaşanmadığı toplumlarda kadın-erkek ayrımı son derece belirgindir. Dünya genelinde kadın-erkek eşitsizliği konusu son derece önemli bir problem oluşturmaktadır. Öyle ki kadınlar dünyadaki pek çok ülkede çoğu zaman ikinci sınıf vatandaş muamelesi görerek toplumdan dışlanırlar. Güçsüz ve korunmaya muhtaç oldukları düşünüldüğü için de genellikle ezilir ve hor görülürler. Yine bu gibi nedenlerden dolayı kadınların fikirlerine de çok fazla değer verilmez.

Bu düşüncelerin hakim olduğu toplumlarda kadınların iş hayatında belli bir mevkiye sahip olmaları hatta belli bir kariyere ulaşarak zekalarını, becerilerini kanıtlamış olmaları yadırganır. Tüm dünya genelinde kadınlar için kendine güvensiz, beceriksiz, titrek, zihinsel yönü pek o kadar da gelişmemiş bir insan imajı yaygındır. Bu yanlış "kadın karakteri" anlayışı sonucunda, bir kadının yaptığı her hata, o kişinin insan olduğu için değil de kadın olduğu için yaptığı bir hata şeklinde yorumlanır.

Söz konusu toplumlarda, bir iş yeri için aynı eğitime, aynı zeka ve beceriye sahip olmasına rağmen erkekler ve kadınlar arasında bir seçim yapılması gündeme geldiğinde, tercih genellikle erkek eleman yönünde yapılır. Bu nedenle kadınların görev aldıkları alanlar oldukça sınırlıdır.

Toplumdaki bu genel kanaatle birlikte çoğu kadın da kendisini bu yanlış kanaatlerin kapsamında kabul etmişlerdir. Bu kabulün bir sonucu olarak da pek çok toplumda kadınlar geri planda kalmakta bir sakınca görmemektedirler.

Geri kalmış ülkelerin çoğunda ise kadın-erkek eşitsizliği çok daha farklı boyutlarda ortaya çıkmaktadır. Bu ülkelerde kadınlara eğitim, seçme-seçilme, iş sahibi olma gibi temel haklar dahi verilmemektedir. Hatta evlenirken eşlerini seçme hakkına da sahip değildirler. Bir konu hakkında fikir beyan etmeleri ise söz konusu bile değildir. Kadınlar kendileri ile ilgili hiçbir kararı veremezler. Onların adına her türlü karar babaları ya da eşleri tarafından verilir.

Burada sadece birkaç tanesini sıraladığımız bu yanlış yaklaşımlara yıllardır çeşitli çözümler bulunmaya çalışılmaktadır. Kadınların haklarını korumak için kurulmuş olan dernekler, özgürlük, eşitlik, feminizm gibi kavramların tartışmaya açılması, çeşitli projeler hazırlanması, konferanslar, paneller düzenlenmesi bu çözüm arayışlarından sadece birkaç tanesidir. Bütün bu çabalara ve çalışmalara rağmen zaman içinde bulunan çözümlerin de gerçekte çözümsüzlüklerle dolu olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuç son derece doğaldır. Çünkü asıl çözüm diğer bütün sorunların çözümünde de olduğu gibi Kuran'dadır.

Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda, toplumu oluşturan bireyler arasında kesinlikle bir ayrım yoktur. Bir insanın kadın, erkek, zengin, fakir, yaşlı, genç veya çocuk olmasının bir önemi yoktur. Önemli olan bu kişilerin cinsiyetleri, mevkileri, servetleri ya da başka herhangi bir vasıfları değil yaptıkları iyi işler ve Allah'a olan yakınlıkları yani takvalarıdır. Allah bir ayetinde müslümanlara "Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır." (Bakara Suresi, 197) sözleriyle bu konuyu hatırlatmıştır. Ayrıca Kuran'da, müminlerden, salih amellerde bulunan kadınlar ve erkekler olarak bahsedilir. Kuran'da müminlerin erkek veya kadın olmalarının değil, Allah'ın emrettiği ahlakı yaşamalarının önemine dikkat çekilir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:

Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 71-72)

Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokca zikreden erkekler ve (Allah'ı çokca) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35)

Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124)

Kadınların Toplum Hayatında Çektiği Sıkıntılar

Dinden uzak toplumlarda kadınların karşı karşıya kaldıkları en büyük sorunlardan bir tanesi de boşanma sonrası yaşanan sıkıntılardır. Evlendiklerinde eşleri tarafından çalışma hakkı tanınmayan ve bu nedenle maddi yönden eşlerine bağımlı yaşamak zorunda kalan kadınlar, boşandıklarında son derece zor durumda kalabilmektedirler.

Dünya genelinde boşanan kadınların kimi herhangi bir mesleğe sahip olmadığı, kimi yaşının ilerlemiş olması nedeniyle çalışma gücü kalmadığı, kimi ise hiçbir ek sosyal hak tanınmadığı için büyük zorluklar çekmektedir. Bundan başka boşandıktan sonra her iki tarafın kendine göre taleplerinin olması, tarafların yalnızca kendi çıkarlarını düşünüyor olması gibi nedenlerle de bu sorun daha da zorlaşmakta ve anlaşmazlıklar artmaktadır.

Oysa Kuran ahlakını yaşayan bir toplumda bu gibi sıkıntılar yaşanmaz. Kişilerin evlilikleri gibi boşanmaları da gönül rızasıyla olacağı için evlenirken eşler arasında var olan saygı ve sevgi, boşanırken de aynı şekilde korunur. Çünkü iki taraf da birbirini kadın veya erkek olarak değil, Allah'a iman eden insanlar olarak, takvalarına göre değerlendirir ve bu doğrultuda güzel davranışlarda bulunurlar.

Bununla birlikte Kuran'da kadınların boşanma gibi durumlarda sıkıntıya düşmemeleri için alınmış olan çok fazla önlem vardır. Örneğin kadınlar maddi yönden kesin bir güvence altına alınmışlardır. Her iki tarafın karşılıklı anlaşma sağlaması neticesinde belirlenen maddi yardım ve boşanan kadınlara nasıl davranılması gerektiği ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:

(Kocası tarafından) Boşanan (kadın)ların maruf (meşru) bir tarzda yararlanma (ve geçim pay)ları vardır. Bu, sakınanlar üzerinde bir hak (borç) tır. (Bakara Suresi, 241)

…Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında, maruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde yararlandırsın. (Bu,) iyilik edenler üzerinde bir haktır. Eğer onlara mehir tespit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri veya nikah bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tespit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 236-237)

Geniş imkanları olan nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)

Bundan başka kadınlara evlilik sırasında verilmiş olan malların boşandıktan sonra geri alınmaması gerektiği de ayetlerde belirtilmiştir. Boşanılan kadınların barınma ihtiyaçlarının sağlanması, kadınlara zorla mirasçı olunmaya kalkışılmaması da ayetlerde dikkat çekilen konulardandır.

Buraya kadar anlatılanlarda da görüldüğü gibi çözüm yine Kuran ahlakının yaygınlaştırılmasında yatmaktadır. Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda diğer bütün toplumsal sorunlarda olduğu gibi kadınların zor durumda kalmaları, horlanmaları, sıkıntı çekmeleri gibi durumlar söz
konusu olmayacaktır.


Müslüman kadın karakterini şekilendiren samimiyettir

                                       DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Samimiyet, insanın içiyle dışının bir olması, kalbinde hissettiklerini karşısındaki insana da olduğu gibi yansıtması, alabildiğine dürüst, açık ve net olmasıdır. Samimi insanın tüm tavırları doğal ve içinden geldiği şekildedir ve bu doğallık da insanlar üzerinde çok derin ve olumlu bir etki oluşturur. Ancak pek çok insan, samimiyetin bu gücünden ve etkisinden habersizdir. Bu nedenle de, ancak samimiyet ile kazanılabilen bu özellikleri çok farklı tavırlarda ararlar. Kimi insanlar karşılarındaki kişileri etkilemek için yapmacıklığa başvururlar. O kişinin en çok hangi tavırlardan, hangi düşüncelerden etkileneceğini düşünüyorlarsa, içlerinden gelmediği ya da o şekilde düşünmedikleri halde, karşı tarafı hoşnut edebilmek için o şekilde görünmeye çalışırlar. Ya da çekinmeden birbirlerine yalan söyleyip aldatabilir, bir insan hakkındaki olumsuz kanaatlerini gizleyip, sorulduğunda tam tersi yönde bilgi verebilirler.

Müslüman bir kadın ise kalbindeki Allah korkusu nedeniyle bu tür tavırlardan titizlikle kaçınır. Hiçbir zaman için küçük menfaatler uğruna insanların hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaz. Tüm bunların, insanı hem Allah Katında hem de insanların gözünde küçük düşürecek basit tavırlar olduğunu bilir ve hiçbir zaman için bu kalitesiz tavırlara tenezzül etmez. Amacı hayatının her anında Allah'ın rızasını kazanabileceği umulan davranışlarda bulunabilmektir. Müslüman kadın Allah'ın beğendiği ahlakın ancak samimiyet ile yaşanabileceğini bilmektedir. Allah'ın "... O, sinelerin özünde olanı bilendir." (Şura Suresi, 24) ayetiyle bildirdiği gibi, insanların kalplerinde gizlediklerini bildiğinin de şuurundadır.

21 Aralık 2016 Çarşamba

Derin Düşünmeyen İnsanların Yüksek İdealleri Olamaz


DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Derin düşünmek niçin önemlidir?

Şeytan niçin insanları düşünmekten alıkoymak ister?

www.Kurandaihlas.beyazsiteler.com

Düşünme yeteneği, insana dünya hayatında verilen en büyük nimetlerden biridir. Çünkü insan, ancak düşünerek Allah’ın sonsuz gücünün, kainattaki kusursuz sanatının farkına varır. Yalnızca düşünen bir insan dünya üzerindeki her ayrıntının pek çok hikmetle yaratıldığını, ölümün yakın olduğunu ve dünya hayatında yerine getirmesi gereken bazı sorumlulukları olduğunu kavrar. Kuran’da pek çok ayette ancak düşünen insanların öğüt alabileceği, Allah’ın varlılığının delillerini ancak onların görebileceği bildirilmiştir. Nitekim Kuran’ın indiriliş amaçlarından biri, “(Bu Kuran,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır” (Sad Suresi, 29) ayetinde haber verildiği gibi, insanların ayetler üzerinde iyice düşünmeleridir. Ancak insanların bir bölümü düşünmeyi bir zorluk olarak görürler. Hatta bu insanlar, düşünmenin hayatlarına ve kurulu düzenlerine zarar vereceği gibi bir yanılgıya kapılmışlardır. Bu batıl anlayışa göre en istenmeyen şeylerden biri, insana dünya hayatlarındaki sorumluluklarını hatırlatmak, içinde bulundukları gaflet halinden onları çıkartmaktır.

Şeytan İnsanlara Düşünmemeyi Telkin Ederek, Derin Bir Uyku İçine Sürükler 

Şeytanın insanları sürüklediği uyku hali adeta bir büyü gibi kişiyi kaplar ve bu kişiye tüm sorumluluklarını, niçin var olduğunu, hayattaki amacını, bir gün gelip öleceğini unutturur. Bu uykunun başka bir türü ise dünya hayatının günlük ve rutin işlerine kendini kaptırmaktır. Belki bu insanlar gün içinde pek çok şey düşünüyor, karar veriyor ya da çözümler üretiyor gibi görünebilirler; ama gerçekte düşündükleri şeyler günlük koşuşturmacanın ayrıntılarından başka birşey değildir. Bu düşüncelerin hiçbiri insanın yaratılış amacı, dünya hayatının gelip geçici olduğu ve her canlının bir gün gelip toprak olacağı ile ilgili değildir. Ezberlenmiş, öğretilmiş, kalıplaşmış, alışılmış hareketler, konuşmalar ve tavırlar böyle insanların tüm hayatını o kadar kaplar ki asıl olan gerçekler üzerinde düşünmeye gerek dahi duymazlar.

Bu kişiler kendileri düşünmekten kaçtıkları gibi, başkalarının yaptıkları hatırlatmalardan da şiddetle kaçarlar. Allah’a iman etmeleri, O’nun rızası için yaşamaları ve Kuran ayetleri üzerinde düşünmeleri için yapılan çağrılardan yüz çevirirler.

Sayın Adnan Oktar düşünmenin önemine şöyle dikkat çekmiştir:

ADNAN OKTAR: Televole kültürü tüm dünyada var. Televole kültürünü yaşayan bazı kişiler için sadece eğlence önemli. Şirket promosyon yiyecek dağıtsın, onları yesinler. Bedava otel olsun, gitsinler orada yatıp kalksınlar. Sonra yine promosyon olarak, bedava uçak bileti olsun. Hayatları böyle geçsin istiyorlar. Fakat ne Güneydoğu’daki PKK sorunu onları ilgilendiriyor, ne Afrika’daki insanların açlığı ilgilendiriyor, ne Irak’taki zulüm ilgilendiriyor, ne Filistin’deki kardeşlerimizin çektiği acılar onları ilgilendiriyor, ne dünyanın diğer ülkelerindeki Müslümanların çektiği acılar; hiçbiri ilgilendirmiyor. Ağızlarına dahi almak istemiyorlar. Çünkü böyle bir konu olduğunda eğlencelerinin bozulduğunu düşünüyorlar. Eğlencelerine münafi olduğu için bu konulara girmek istemiyorlar. Mesela televizyonlarda da öyle programlar oluyor, televole programları. Hep vur patlasın, çal oynasın, gülüşmeler, boş izahlar, boş espriler. Dolayısıyla beyinleri uyuşturan, insanların kişiliğini törpüleyen, onların derin düşünmesini, derinliğini ortadan kaldıran günü birlikçi, bedavacı bir ruh geliştiriliyor. Bunun sonucunda da üretim yapmayan, yani vatanına, milletine bir faydası olamayan ve bunu da zaten hedeflemeyen gibi görünen diyelim, bir kısım insanların gelişmesine vesile oluyorlar. Bu çok ciddi bir tehlikedir. 

Bir ara devletimizin mühim bir kuruluşu bu konuda devlete rapor sunmuştu. Televole kültürünün, Türk kültürünü, Türk manevi yapısını yıkıcı mahiyette olduğu ve tehlikeli olduğu, uzun vadede tahribat meydana getirebileceğini belirtmişlerdi. Ama bakıyoruz, yine aynı çizgide, aynı kafada devam edenler var. İstiyorsa, programı yapsın ama, her programın içerisinde insanları büyük ideallere, büyük düşüncelere davet eden, faydalı düşünceleri savunan, güzel ahlakı, sevgiyi, barışı, kardeşliği savunan üslupların aralara yerleştirilmesi lazım. Bunun kimseye bir zararı olmaz, hatta tam tersine faydası olacağı belli.

Bundan ısrarla kaçınılmasının hiçbir açıklaması yok. Hiçbir mantığı yok. Bu yıkıcı bir tavır olur. Yani toplumun psikolojisini, moral değerlerini uzun vadede törpüleyen ve hatta yıkıma dahi götürebilecek bir zemin hazırlayabilir. O yüzden bundan kaçınılmasının elzem olduğunu düşünüyorum... Öyle bedavacılık, promosyonculuk ahlakı, ruhları da törpüleyen bir şey. O tip bir gencin ruhunda sevgi, şefkat, koruma hissi pek gelişmez. Egoistlik ve bencillik gelişir. Egoist ve bencil olan bir insan da sevmez, sevilmez. Yani insanlara karşı sevgi duyamaz, suni, sahte sevgiler olur. Mesela geliyor plajda birilerine karşı yapmacık şekilde bir şeyler söylüyor, o da ona yapmacık bir şeyler söylüyor. Ama karşılıklı belli ki ne bir sevgi var, ne samimiyet var, ne bir saygı var. Geçici bir çıkar ilişkisi var. Bu da çok itici tabii.

Halbuki derin dostluklar, samimi sevgiler, derin tutku, akıl derinliği, Allah ile coşkulu bağlantı, bütün insanları koruyup kollama ruhu çok güzeldir. Ahiret inancı olması lazım bir insanda, vatan millet sevgisi olması lazım. Yüksek idealleri olması lazım. Bunlar olmadığında o insanın ruh dünyası fakir olmuş olur, hatta yıkıma uğramıştır, bir anlamda. (Sayın Adnan Oktar’ın Adıyaman Asu TV’deki Röportajından, 4 Ocak 2010)

www.mehdiyetinsirlari.com

Allah Dünyadaki Her Varlığı Bir Amaç Uğruna Yaratmıştır

Allah kainattaki her ayrıntıyı insanların, üzerinde düşünmeleri için yaratmıştır. Nitekim Allah Kuran ayetlerinde, yeri, göğü ve ikisi arasındakileri kimin daha güzel davranışlarda bulunacağını denemek için yarattığını bildirmiştir. İnsan kısa dünya hayatı boyunca tüm yapıp ettikleriyle denenmektedir. Kendisini yaratan ve ölümünden sonra tekrar diriltip, hesaba çekecek olan Allah’a karşı büyük bir sorumluluğu vardır. Kuran’ı okumak, dinlemek, ayetler üzerinde düşünmek ve anlayıp uygulamak da her insanın en başta gelen sorumluluklarından biridir. Allah bu gerçeğe, “Onlar, yine de o sözü (Kur’an’ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?” (Müminun Suresi, 68) ayetiyle dikkat çekmektedir.

Düşünen kişi, kainattaki bu kadar ince nizamın ve kusursuz yaratılış örneklerinin tesadüfen meydana gelemeyeceğine, var olan herşeyi Yüce Allah’ın yarattığına kanaat getirecektir. Çevresindeki Yaratılış mucizelerini derin derin düşündükçe Allah’ın varlığının delillerini, O’nun yarattığı detaylardaki hikmetleri görerek Allah’a teslim olacak ve sadece O’nun rızasını kazanmak için yaşayacaktır. Bu gerçeği bilen şeytan insanların gaflet içinde bir hayat sürmelerini, Allah’ın ayetlerinden uzak durmalarını, bunun için de düşünmemelerini ister. Allah şeytanın bu hedefini Kuran’da şu şekilde bildirir:

“... Onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım...” (Araf Suresi, 16-17)

Şeytan İnsanları Gaflete Düşürecek Çok Özel Ortamlar Hazırlar

İnsanların zayıf yönlerini kullanarak ince planlar yapmak, senaryolar oluşturmak  ve bunları insanların nefislerinin en çok hoşlanacağı, en çok zevk alacağı hale getirmek şeytanın başvurduğu yöntemlerdendir. Din ahlakından uzak insanlar da böyle ortamlarda, iman eden kişilerin aksine Allah’ı unutarak, ahireti hiç düşünmeyerek gaflet içinde bir ruh haline girerler.

Örneğin bazı eğlence yerleri şeytanın bu ince planını kolaylıkla uygulamaya koyduğu mekanlardır. Çünkü dinden uzak yaşayan birtakım insanlar, bu gibi yerlerde hiçbir şey düşünmeden, boş bir zihinle vakit geçirebilmektedir. Bu mekanlarda en değer verilen şeyler giyilen kıyafet, takılan takı, harcanan para ve çevredeki insanlardır. Kimsenin birbirini duyamadığı şiddetli bir müzik, dumandan kimsenin kimseyi göremediği puslu bir hava, patlayan flaşlar, yüksek sesli konuşmalar ve bağırtılar biraraya gelince, Allah korkusu olmayan insanların dikkatini kesinlikle toparlayamayacağı ve düşünemeyeceği ortam tamamlanmış olur.

Elbette insanların eğlenmeleri, neşe içinde olmaları, sohbetinden hoşlandıkları kişilerle birlikte olmaları güzel nimetlerdir. Ancak, kastedilen ahiretin unutulduğu, Allah’ın adının anılmadığı ortamlardır. Yaratılış amacını tamamen unutmuş, Allah korkusunu kalbinde hissetmeyen, eğlenmek için değil buradaki gafil havayı yaşamak için vaktini böyle yerlerde geçiren kişilerin ne hayatın gerçek amacını düşünecek ne de anlayacak halleri kalmaz. Zaten böyle kişilerin, bu tür mekanları tercih edişlerindeki sebeplerden biri de “herşeyi unutmak” ve “düşünmemek”tir ki, bunu da sık sık dile getirirler. Böyle mekanlara, kendi ifadeleriyle “kafasını boşaltmak için gelen” bir insan, on dakika önce aklı başında davranırken, bir anda her türlü taşkınlığı normal karşılamaya başlar. Yine kendi ifadeleriyle “çılgınca eğlenmek” adına her türlü garip davranışı  makul karşılar, olan bitenlere karşı duyarsızlaşır. 

Bu gibi gafil ortamlarda Allah korkusu hissetmeyen insanların zihinlerinden faydalı bir düşüncenin geçmesi neredeyse imkansızdır. Kaldı ki böylesine kontrolden çıkmış, şiddet ve ahlaksızlığın teşvik edildiği bir ortam, burada bulunan kişilerin tam anlamıyla şeytanın telkinlerine açık duruma gelmesine zemin oluşturur. Ve böylelikle şeytan insanların, “düşünmeyin!” şeklindeki emrine itaat etmelerini sağlamış olur. Allah, “Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun...” (İsra Suresi, 64) ayetiyle de şeytanın bu yöntemini haber vermiştir.

İnsanların bir kısmının yoğun bir gaflet içinde yaşadıkları bu hayat, günümüzde sadece eğlence mekanları ile kısıtlı değildir. Bağırtıyla, gürültüyle, taşkınlıklarla insanların Allah’ın ayetlerini düşünmekten uzaklaştırıldıkları her ortam, şeytanın yukarıda bahsettiğimiz planının bir parçasıdır. Futbol maçlarında tribünleri, konserler sırasında stadyumları dolduran kalabalıklardaki bazı kişilerin oluşturdukları ve benzeri ortamlarda, şeytan aynı yöntemlerle kimi insanları düşünmekten uzaklaştırmaktadır. Birçok insan böyle yerlere eğlenmek, keyifli bir spor karşılaşması izlemek ya da güzel bir ses dinlemek için değil, insanlara bağırmak, kavga etmek, olay çıkartmak kısacası her türlü çirkin tavrı göstermek için gelir. Üstelik böyle yerlerde bir iki kişi değil, binlerle, on binlerle sayılabilecek bir kalabalık, toplu olarak birbirlerini olumsuz yönde etkileyebilir ve topluca gafil bir havaya girebilir.

Böyle bir ortamda birçok insan Allah’ın kendisini her yönden sarıp kuşattığını, her an ölüm melekleriyle karşılaşabileceğini aklına getirmeyebilir.

www.Allahinrizasi.imanisiteler.com

Düşünmekten Kaçınmak İnsanı Ölümden Kurtaramaz


Benzer mekanları gaflete kapılmak için bir fırsat olarak değerlendiren ve gerçeklerden kaçan insan, ölüm meleklerini hiç beklemediği bir anda karşısında gördüğü zaman artık herşey için çok geçtir. Çünkü kişi dünya hayatını boş amellerin peşinde geçirmiş ve Kuran ayetlerini düşünmekten sürekli kaçmıştır. Düşünmemek için türlü yöntemler denemiş, şeytanın oyunlarına kanmıştır. Oysa ölümü, hayatın geçiciliğini, Allah’a karşı sorumluluklarını düşünen bir kimsenin böyle gafil bir hali kabullenmesi mümkün değildir. Allah’ın her an canını alabileceğini ve ağzından çıkan her söz, aklından geçen her düşünce ve yaptığı her hareketten hesaba çekileceğini bilen bir kişi, nasıl bir ortamda olursa olsun bu gerçekleri aklından çıkarmaz ve gaflete kapılmaz.

Unutulmamalıdır ki, bir mekanda, Kuran ahlakına uygun şekilde eğlenmek yerine taşkınlık yapan bir kişiye de, o taşkınlıkları teşvik edenlere de, masaları devirip pervasız şekilde israf edenlere de ölüm aynı yakınlıktadır. Belki o kişi dışarı çıkar çıkmaz ölüm melekleriyle karşılaşacak, hiç beklemediği bir anda kendini Allah’ın karşısında hesap verirken bulacaktır.

İşte ölüm insana bu kadar yakınken, kişinin gaflet içinde hayatına devam etmesi, freni kopmuş bir kamyonun hızla üstüne geldiğini gördüğü, çarpıp onu parçalayacağını bildiği halde imkanı varken önünden çekilmemesine benzemektedir. Kişi isterse ömrü boyunca yüzlerce, binlerce kez taşkınlıklar sergilemiş, hatta bütün hayatını böyle geçirmiş olsun, ölüm melekleri canını alırken tüm yaşadıklarını geride bırakacaktır. İnsan eğer bu zamanlarını Allah’ın varlığından gafil olarak geçirdiyse o gün, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda “dünyayı doya doya, hakkıyla yaşamak” şeklinde ifade edilen bu gafil hayatın, kendisine kayıptan başka birşey getirmediğinin farkına varacaktır. Rabbimiz’i ve hesap gününü unuttuğu için yaptığı her türlü sorumsuzluğun pişmanlığını yaşayacaktır. Allah Kuran’da inkarcıların gaflet içindeyken, kendilerine gelen hatırlatmalara verdikleri tepkileri şöyle bildirmektedir: 

“İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar. Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır...”(Enbiya Suresi, 1-3)


Bu konuyu önemli kılan asıl sebep, inkar edenlerin gerçekleri -Allah’ın varlığına dair delilleri ve Kuran’ın hak kitap olduğunu- kasıtlı olarak görmezden gelmeleridir. Bu kimseler bu gerçekleri bile bile inkar eder, düşünmek istemezler. Allah’ın “… Oysa onlardan bir bölümü Allah’ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlardı.” (Bakara Suresi, 75) ayetinde bildirdiği gibi akıl erdirmekte, ama inkar etmektedirler. Çünkü yaratılış gerçeğini fark etmek ve Yüce Allah’ın eşsiz sanatını takdir edebilmek için uzun uzun düşünmeye, saatlerce  araştırmaya ya da okumaya gerek yoktur. İnsan vicdanının sesini dinleyip, samimi bir kalple biraz dikkat sarf ettiği, birkaç saniye düşündüğü takdirde yaratılış gerçeğini inkar edemeyecek duruma gelecektir. Yapması gereken tek şey; vicdanının sesine kulak vermesi ve şeytanın düşünmeyi engelleyen, olumsuz yöntemlerine karşı dikkatli olmasıdır.

www.ruhunsirlari.imanisiteler.com

Bazı insanlar düşünmenin insana “zarar verdiği” şeklinde batıl bir inanışa sahiptir. Bu büyük yanılgı, aslında şeytanın, insanların Allah’ın ayetleri üzerinde düşünmelerini engellemek için kullandığı bir taktiktir. Şeytan insanlara verdiği bu telkin sayesinde düşünmenin onları zora sokacağı, yorulmalarına sebep olacağı gibi bir telkinde bulunarak, onları Kuran’dan uzak tutar. Hatta bazı toplumlarda fazla düşünmenin insanı sözde delirteceğine inanılır. Bu inanç, şeytanın diğer oyunları gibi bir aldatmacadır. Aksine insan düşünmediğinde, düşünmemesinden kaynaklanan akılsızlıklardan ötürü pek çok sıkıntı yaşar.


17 Kasım 2016 Perşembe

İmtihan Güzeldir

                                              1-DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

                                              2-DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Hz. Adem (as)’dan itibaren her insan farklı bir yaratılış, farklı bir karakterle var olmuştur. Her insanın parmak izleri nasıl birbirinin aynısı değilse, her insanın tabiatı, kişiliği de kendine has bir yaratılışla var edilmiştir. Allah insanları birbirinden farklı kaderlerle var etmiştir. Herkes kendi kişiliğine, hassasiyetine ve eksikliklerine göre kaderinde yaratılan çeşitli detaylarla Allah tarafından denenir, eğitilir yani imtihan edilir. 

Her insan fıtrat fıtrat yaratılmıştır. Kimi insan uysaldır, sevecendir. Kimi insan heyecana, korkuya, ürkmeye yatkındır. Kimi insan öfkeye yatkındır, kimi hemen üzüntü duymaya; kimisi ise tartışmaya. Burada onlarca madde sıralayabiliriz. Benzerlikler olabilir ama aslında her insan Allah Katında özel olarak var edilmiştir. Bu Yüce Rabbimiz’in yaratma sanatındaki çeşitliliktendir.

İmtihan insana çeşitli yönlerden mutlaka gelir çünkü dünya bunun içindir. Dünya ahirette güzel bir kabul ile kabul edilip karşılanmamızı sağlamak için yaratılmış bir test mekanı, bir sınama yeridir.

Rabbimiz Mülk Suresi’nin 2’inci ayetinde “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” diye buyurur.

İşte bu yüzden dünyanın eksiği asla tükenmez. Bu yüzden tam her şey düzgün ilerliyor, her şey istenildiği gibi gelişiyor derken Allah o insan için olayları farklı bir biçime sokabilir. Hiç umulmadık bir anda hayatında pek çok beklenmedik süprizlerle karşılaşabilir. Yapmayacağım dediği bir hatasını insan tekrarlayabilir. Hiç beklemediği bir anda hastalıklarla karşılaşır, malını, mülkünü kaybedebilir, düzen içinde ilerlediğini düşündüğü hayatının tamamen değiştiğini görebilir. Bir anda sevdiklerinden uzak kalabilir; özlemle imtihan olabilir. İşte bu noktada imanlı olan kişi, tercihini Allah’tan yana yapmalıdır. Önemli olan Allah’a yönelmektir. Allah’ın istediğini, İslam’ın hayrına olanı tercih etmektir, önemli olan İslam yolunda el birlik gayret eden Müslümanlarla güzellikle hep birlikte deccaliyete karşı ilimle, bilimle ve fikirle mücadele vermektir.

Herkes fıtratındaki eksikliği gidermesi, ruhunu olgunlaştırıp, sağlamlaştırması, tamir edebilmesi için çeşitli olaylarla imtihan olur. Bir insan iman ediyorsa bu gerçeği unutmadan karşılaştığı olayların gizlideki manasını görmeye çalışmalıdır. Hiç bir güzellik emeksiz elde edilmez. Aslında insan hayatında denenme olarak verilen tüm bu sınamalar, değişkenlikler, ilk anda çoğu zaman eksiklik zannedilen detaylar, Allah Katında müthiş hayırlarla yaratılmış, ardında üst güzellikleri barındıran sırlardır. İnsanların çoğunluğu olaylara sadece kendi küçük boyutlarından bakabildikleri için, yaşadıklarının hikmetlerini göremez ve kavrayamazlar. İşte bu noktada müminin değeri ortaya çıkar.

Hikmetini bilemediği bir konuyu, Allah taraflısı olarak, pozitif değerlendirmeyi tercih ettiği için mümin hayırlıdır, kıymetlidir. Şefkat duyulmaya layık bir varlıktır. İman eden insan sevilmeye layıktır, çünkü o bilmediği bir şeyde Allah’a hüsn-ü zan ederek, Allah’ın mutlaka hayır ve güzellikle onu koruduğuna iman ederek yaşar.

İnsan acizlikler içerisinde, sınırlı bilgilerle yaratıldığı dünyasından baktığında Allah’ın sırlarını Allah’ın dilemesi dışında bilemez. Yüce Rabbimiz’in sonsuz hayırlarla birlikte yarattığı kaderin güzel seyrinde, insan en yüksek güvenliğin altındadır; esirgenmektedir, korunmaktadır, gözetilmektedir. Her şey Yüce Rabbimiz’in mükemmel iradesi altında mutlak bir hayır ve güzellik içinde oluşmaktadır. Bu gerçek mutlaka iyice düşünülmeli, bilinmeli, her an hatırlanarak bunun huzuruna, güzelliğine teslim olunmalıdır.

Allah her kulu için mutlaka güzellik ister, her zaman daha hayırlısını diler, ahirette onu sonsuz güzel bir güvenlik içinde yaşatmak ister. Ahiret hayatını hak etsinler diye de Allah kullarını dünyada sınamadan yani bir testten geçirir. Bu, iman edenler için olduğu kadar iman etmeyenler için de geçerlidir. Allah çeşitli denemelerle insanları düşünmeye ve imana yöneltir. Dünyadaki nimetler ve güzellikler yine imtihanın gereği olarak iman eden-etmeyen tüm insanlara sunulmuştur ama ahirette aradaki fark belli olacak ve bu nimetler yalnızca iman edenler için en güzeliyle var edilecektir. İman eden her insan Rabbimiz’in Duha Suresi, 11’inci ayetinde buyurduğu gibi mutlaka bilmelidir ki, “Şüphesiz onun için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır”.

Güzeller güzeli Allah’ımız hep kullarını bağışlamak ister, onlar için iyilik, hayırlar diler. Dünyada tek tek her şey, yiyeceklerden, teknolojiye kadar her detay, Allah tarafından insanlara yüksek birer konfor-nimet olarak yaratılmıştır. Rabbimiz sonsuz şefkatlidir. Rabbimiz’in Nisa Suresi 147’inci ayetinde buyurduğu gibi, “Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün karşılığını verendir, bilendir.”

Kulların yapması gereken, herşeyde Allah’a güzel bir tevekkül ve sevgiyle yönelmek, derin bir imana ve içli bir ruha sahip olmak için gayret etmektir. Unutmayalım ki Allah’a boyun eğmek, karşılaşılan her olayda hayrını baştan hemen peşinen kabul ederek, güzel bir sabırla sabretmek insanın hem kendisine hem de çevresine huzur verecektir.


23 Ekim 2016 Pazar

Gerçek dost, kulları için hep güzellik isteyen Allah'tır

                                         DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Kulları için bir imtihan ortamı olarak dünya hayatını yaratan Allah, onlar için sayısız nimetler bahşetmiştir. İhtiyacı olacak veya seveceği her türlü koşul daha insan varolmadan önce kendisi için hazırlanmıştır. Soluyacağı tertemiz hava, gökyüzünde uçan birbirinden güzel kuşlar, sayısız çeşitlilik ve güzellikteki bitkiler, son  derece estetik çiçekler, eşsiz nimetler, sevdiği insanlar, kalpte coşku oluşturacak derecede sevimli ve güzel canlılar, kusursuz bir denge sistemi ve daha pek çok detayı Allah kendisi için varetmiştir. 

İnsan dünyaya geldiğinde ihtiyacı olan herşeyi hazır olarak bulur. Büyük bir konforla donatılmıştır. Herşey kendi boyutlarına ve yaşam koşullarına uygundur. Meyveler, yiyecekler, tüm dünya, içeriğindeki her ayrıntıyla tamamıyla insanın yaşam koşullarına uygundur. İnsanın ise bunları elde etmek için göstermesi gereken  neredeyse hiçbir çaba olmamıştır. Mükemmel bir denge ve düzenle karşı karşıyadır. Tüm bunları en ince detayına kadar onun için Rabbimiz varetmiştir.

Bunların yanı sıra imtihan ortamı olan dünya hayatı için, kullarına kılavuz olmak üzere elçileri aracılığıyla içinde hiçbirşeyin eksik bırakılmadığı bir de kitap indirmiştir. İnsanın ihtiyacı olan her konuyu içinde bulduğu, Allah’ın rızasını kazanmanın yollarının apaçık anlatıldığı bir kitap: 

“...Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık...” (Enam Suresi, 38)

İnsana doğruyu yanlıştan ayıracak, hangi davranışların ve ahlakın Allah’ın rızasına uygun olacağının tarif edildiği, ihtiyacı olabilecek her konuyu eksiksiz olarak bulacağı hikmet dolu, yol gösterici bir kitap indirilmiştir:

“Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.” (İbrahim Suresi, 1)

Herşeyi kendisi için en kapsamlı ayrıntılarla hazırlanmış olarak bulan insanın üzerine düşen ise Allah’ın emir ve tavsiyelerinin bulunduğu Kuran’a uygun bir ahlakla yaşamasıdır. Yalnızca Allah’a yönelmiş bir kul olarak, hayatını, kendisi için sonsuz aklıyla en güzel detayları yaratmış olan gerçek dostunun, velisinin yani Yüce Allah’ın rızasına uygun olarak şekillendirmesidir. Sevilmeye, anılmaya, yüceltilmeye, güvenilmeye, gerçek bir dost olarak yönelinmeye tek layık olan, insana herşeyi daha kendisi bile bunlardan haberdar değilken bahşeden Allah’tır.

Allah’ın tek dostu olduğunu bilen, O’nun gücüne ve kudretine sığınmış, O’nun üstün aklına ve rahmetine güvenen bir insanın, tek vekili de Yüce Allah’tır. Allah’ın yaptığı herşeyin güzellik, hayır ve üstün bir aklın tecellisi olduğunu bilen bir insan yalnızca Rabbimiz’e güvenip, dayanır, yalnızca O’na sığınır. Dolayısıyla imtihan ortamı olarak yaratılan dünya hayatında iman eden bir insanın temel vasıflarından bir tanesi Allah’a tevekkül olmalıdır. Tevekkül insanın Allah’a güvenip dayanması, O’nu vekil edinmesidir. Her anı, muhatap olduğu her olayı Allah’ın yarattığının farkına varmış bir Müslümanın tüm hayatı boyunca Allah’a tam tevekkül ile derin bir güven içerisinde olması imanının bir gereğidir. 

Kendisi hiçbir şey değil iken onu yaratan, nimetlerle her yerden çepeçevre sarıp kuşatan Allah’a gereği gibi teslimiyet göstermek imanın en temel özelliklerindendir. 
Sürekli sonsuz güzel ahlakıyla hayırlar yaratan Allah’tan başka, insanın vekil edinebileceği hiçbir dostu yoktur. Dolayısıyla Kuran ahlakına uygun yaşayan bir Müslümanın hayatı boyunca tevekkül edeceği tek varlık Yüce Allah’tır. Allah, “Allah'a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter.” (Ahzap Suresi, 3) diye buyurmuştur.